Aveline annesi ve teyzesiyle birlikte, kendisinden yıllardır haber alınamayan dayısının evine gittiğinde, dayısının gizemli kayboluşunun ardındaki gerçeği öğrenmeyi aklına koyar. Annesiyle teyzesi, Rowan Dayı’nın döneceğine dair umutlarını yitirmiş, evini satmaya karar vermişlerdir. Ancak Aveline’le arkadaşı Harold’ın başka planları vardır.
Dayısının çalışma odasına gizlice giren Aveline, onun tarihi bir höyüğün etrafındaki olası doğaüstü aktiviteyi araştırdığını ve kayboluşunun höyükle alakalı olabileceğini keşfeder. Karanlık güçler yine iş başındadır ve gizli kalmak için ne gerekiyorsa yapacaklardır.
El fenerlerinizi yakın ve son macerasında siz de Aveline Jones’a katılın!
İçindekiler
Çözülmeyi Bekleyen Bir Sır ……………………………………………..9
Gece Gelen Ziyaretçi………………………………………………………23
Kilidi Açılan Sırlar …………………………………………………………35
Seans Kasetleri…………………………………………………………….. 49
Dostça Bir Uyarı …………………………………………………………….65
Höyük…………………………………………………………………………… 73
Gizemli Bir Davet…………………………………………………………..87
Uzun Gece Panayırı………………………………………………………103
Beklenmedik Olaylar …………………………………………………….121
Eski Dostlar …………………………………………………………………135
Bir Fiske Tuz…………………………………………………………………151
Kavuşma……………………………………………………………………… 167
Lord Hemlock……………………………………………………………….177
Karanlıkta Bir Işık………………………………………………………..189
Gizli Bir Koz………………………………………………………………… 201
Sevgi Dolu Bir Veda……………………………………………………… 213
Çözülmeyi Bekleyen Bir Sır
Trenin ritmik takırtılarıyla mayışan Aveline’in gözkapakları ağırlaşmıştı. Uyku yumuşak ve süngerimsi kollarıyla ona kucak açıyordu ama o direniyor, gözlerini kırpıştırarak uyanık kalmaya çalışıyordu. Dışarıda kırlar sulak bir tufanın altında kalmıştı, yağmur bir avuç gri çivi gibi yatay biçimde manzaranın üzerine savruluyordu. Tarlalarda balçıklı su birikintileri oluşmuştu. Karabulutlar sıkılı yumruklar gibi dalgalanıyordu. Aveline kaşlarını çatıp gözlüğünü düzeltti. Güya yılın en güzel zamanlarıydı. En gevşek. En konforlu. En büyülü. Okullar kapanmış, Noel tatili başlamıştı. Şu anda temel besininin çikolata olması, zebralı tulumunu giyip film seyretmesi, şömine önündeki minderlere kıvrılıp en sevdiği kitapları okuması gerekirdi. O ise burada, soğuk bir tren vagonunun sert koltuğunda midesi guruldayarak oturuyordu. Evlerinin olduğu Bristol’dan elli mil kadar uzaktaki Scarbury adında bir köye gidiyorlardı. Aveline’in dayısı Rowan orada yaşıyordu – daha doğrusu, ortadan kaybolmadan önce orada yaşamıştı. Aveline o zamanlar daha iki yaşındaydı ama annesi olan biteni biraz anlatmıştı. Yaklaşık on yıl önce, yine bir aralık ayıymış. Bir gün dışarı çıkmış ve bir daha dönmemiş. İlk başlarda herkes Rowan Dayı’nın tekrar ortaya çıkacağını düşünmüş. Ara sıra böyle haber vermeden firar ettiği olurmuş. Ancak aradan zaman geçip de dönmediğinde, durum tuhaf olmaktan çıkıp tekinsiz, hatta endişe verici bir hal almaya başlamış. Onu gören yokmuş. Herhangi bir ipucu yokmuş. Sırra kadem basmış ve geriye tozların ve önemsiz postaların biriktiği bir ev bırakmış. O günden sonra Rowan Dayı’dan haber alınamamış. Ve işte artık annesinin, bir mucize olmadığı takdirde geri dönmeyeceğini kabul etmesi gerekiyordu. Üstelik ipotek ödemeleri henüz bitmediği için evi satmaları gerekecekti. Aveline’in annesi için üzücü bir görevdi bu, resmî bir veda anlamı taşıyordu, bu yüzden Noel’den önce meseleyi sonuçlandırmak istemişti. Gözlerini kırpıştırarak sersemliğini üzerinden atan Aveline, kahve fincanları, cep telefonları, bisküvi paketleri, kitaplar ve bir deste dağınık iskambil kâğıdıyla kaplı masaya baktı. Karşısında oturan Lilian Teyze uykusunda kıpırdandı. Trene binmelerinden kısa süre sonra sızıp kalmıştı. Uyurken bile hafifçe kaş çatıyordu, belli ki rüyalarında olanlardan memnun değildi. Bu yolculuk onun için de zordu. Her zaman güçlü ve kendinden emin duran Lilian Teyze şu anda ufak ve narin görünüyordu. Aveline yanına gidip oturmak ve belki de biraz sokulmak isterdi ama annesi de uyuyordu, başını Lilian Teyze’nin omzuna yaslamıştı. Aveline sonraki birkaç gün boyunca ikisine de destek olmaya çalışma sözü verdi kendi kendine. Aveline sırt çantasını karıştırdı, Rowan Dayı’yla çekilmiş tek fotoğrafını çıkarıp yüzüne yaklaştırdı. Sonra kucağına kadar indirip gözlerini kısarak baktı. Bu hareketi birkaç kez tekrarladı, önemli bir ipucunu inceleyen bir dedektif gibiydi. Fotoğrafın beyaz bir çerçevesi vardı ve rengi solmuştu. Bir gölün kenarında durmuş, yürüyüş şortu ve kirli mavi bir tişört giyen bir adamı gösteriyordu. Uzun, düz, siyah, ortadan ayrılmış saçları vardı, tel çerçeveli ufak, yuvarlak gözlüğünün ardındaki kısık gözleri kameraya kuşkuyla bakıyordu. Açık ara en dikkat çekici özelliği, yüzünün alt yarısına yayılmış gür sakalıydı. Yuvadan düşmüş yavru bir kuşu andıran minik bir kızın elinden tutuyordu. Aveline küçüklüğüne gülümseyerek, artık bu kadar pasaklı ve şaşkın görünmediğini umdu. “Bir şey çağrıştırıyor mu?” diye sordu annesi bitkince gülümseyerek.
Aveline başını iki yana salladı. Annesinin uyandığını fark etmemişti. “Hayır anne, maalesef.” “Üzülme tatlım, çok küçüktün. Ama daha büyüdüğünde sana anlattıklarımı hatırlıyor musun?” “Biraz,” dedi Aveline, annesinin onun kayboluşunu biraz daha anlatmasını istiyordu ama sormaya çekiniyordu. Annesi Rowan Dayı’nın hayatının o döneminden bahsetmeye hep isteksiz görünürdü, Aveline’se onun hayal meyal anlattığı birkaç ayrıntıdan daha fazlası olduğuna emindi. Sonunda daha tehlikesiz bir seçenekte karar kıldı. “Nasıl biriydi?” Aveline’in annesi üzgün üzgün gülümsedi ve öğle yemeğinden kalanları masadan kaldırmaya başladı. “Çok nazik. Aşırı akıllı. Haddinden fazla cömert. Ama hep çok çekingendi, kendi ailesine karşı bile. Hep saman altından su yürütürdü.” “Ne demek istiyorsun?” diye sordu Aveline. Rowan Dayı’yı daha yakından tanımak istiyordu, kendi anıları çok bulanıktı. “Yani bir bakardım ki vedalaşma vaktimiz gelmiş ama başından beri sırf kendimi anlatmışım. Sanırım özel hayatını kendine saklamayı seviyordu. Ona daha fazla vakit ayırabilmeyi isterdim ama işi başından aşkın bekâr bir anneydim ve çoğu kez günü kazasız belasız atlatabilmekten başka bir şey düşünemiyordum. Sanırım bazı açılardan birbirimizden koptuk. Olur böyle şeyler; kendi hayatına, kendi sorunlarına öyle bir gömülürsün ki iş işten geçene kadar geri kalan herkesi unutursun.”
Annesi parmak boğumunu gözünün kenarına götürdü, bir an için kendi küçük dünyasına dalmış gibiydi. Aveline bakışlarını kaçırdı. Yağmur tren camlarında parlayan izler bırakıyordu. Tren vagonundaki kasvetli havayı yansıtan sırılsıklam, cansız tarlalar akıp geçiyordu. Aveline neşeli bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. İç karartıcı kış havası her şeyin tadını kaçırdığı gibi onun da keyfini kaçırmıştı. “Rowan Dayı ne yapardı, yani ne işle meşguldü?” “Arkeologdu. Uzun süreler tek başına çalışırdı ki bu bence ona çok uyuyordu. Her zaman bir yerlere koşturuyor gibiydi, herhalde bu yüzden onu çok fazla göremezdik. Ama sen onu tanıyamamış olsan da Aveline, onun sana çok değer verdiğini biliyorum.” Aveline’in yanakları mutlulukla sızladı. “Gerçekten mi?” “Ah, evet. Kendi çocuğu olmamıştı, bu yüzden sen doğduktan sonra yeğenine hemen kanı kaynamıştı. Sana Küçük Ave diyordu, sen de ona çok düşkündün, annesinin peşinde yüzen bir ördek yavrusu gibi onu takip ederdin.” “Hayır, etmezdim!” “Hani hiçbir şey hatırlamıyordun?” dedi Aveline’in annesi muzip bir sırıtışla. Saatine bakıp oturduğu yerden kalktı. “Herhalde varmak üzereyiz tatlım. Ben bir tuvalete gideyim.” Aveline gülümseyerek arkasına yaslandı. Rowan Dayı’nın onu çok sevdiğini öğrenmek hoşuna gitmişti. Keşke onu daha iyi tanıma fırsatı bulamadan ortadan kaybolmasaydı. Keşke neler olduğunu keşfedebilseydi. Belki de hâlâ oralarda bir yerlerdeydi. “Biletler lütfen!” Aveline başını kaldırıp baktığında Harold’ı gördü, sarkık perçemi kocaman bir sırıtışı çerçeveliyordu. Aveline, Harold’ın burada olmasına seviniyordu, her zamanki gibi. O ve berbat şakaları… Harold’ın gelmek istemeyebileceğini düşünüyordu ama anne babası mobilya işleri için yine bir yerlere gitmişti, okullar da tatil olduğundan Harold’ın boş birkaç gününde yapacak daha iyi bir şeyi yoktu. Ayrıca Aveline ona bir sır çözmeye gideceklerini söylemişti, yani kesin değildi ama öyle umuyordu. Bu, Harold’ın ilgisini çekince eşlik etmeyi kabul etmişti. “Yerinde olsam alçak sesle konuşurdum,” diye fısıldadı Aveline. “Teyzem uyanırsa biraz daha ders çalışman gerektiğine karar verebilir.” Endişeyle Lilian Teyze’ye bakan Harold, Aveline’in yanına sığıştı. “Biliyor musun, trende işemeye çalışmak hiç kolay değil,” dedi alçak sesle. “Bilgilendirme için teşekkürler,” dedi Aveline, Harold’ı kıs kıs güldürdü. Harold’ın tuvalet maceralarının tüyler ürpertici ayrıntılarını öğrenmese de olurdu. “Peki şimdi planımız ne?” diye sordu Harold, siyah perçemini parmağının ucunda meyankökü kordonu gibi çevirip duruyordu. “Rowan Dayı’nın evini satılığa çıkarıyoruz.” Harold duraksadı, bıraktığı saç tutamı kendi kendine çözüldü.
“Hayır, yani, şey hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışmayacak mıydık…” Harold, Lilian Teyze’ye baktı çabucak. “Biliyorsun işte.” “Ortadan kayboluşu hakkında mı?” diye fısıldadı Aveline. “Evet, yani ne olduğunu pek anlayamamış olmamız tuhaf. Sokak kamerası filan yok mudur hiç?” Aveline gözlüğünü parmağıyla itip iç geçirdi. “On yıl oldu Harold, hem zaten küçük bir köyde yaşıyor. Son teknoloji kamera sistemleriyle donatılmış olduğunu sanmam.” “Kaçırılmış olabilir.” “Fidye mektubu yok. Zaten beş parasız arkeologlar da kaçırılacaklar listesinde üst sıralarda değildir herhalde.” Harold omuz silkti. “Tanık koruma programı olabilir mi? Ne bileyim, belki görmemesi gereken bir şey görmüştür ve ona yeni bir kimlik vermişlerdir.” “Bu mümkün olsa bile,” dedi Aveline yüzünü buruşturarak, “Cheltenham yakınlarındaki küçük bir köyde bir mafya hesaplaşmasına tanık olduğunu pek sanmıyorum.” “Peki, tamam. Teorin var mı?” “Yok, ama tam da bu yüzden buradayız,” dedi Aveline. “Üstelik bize yardımcı olacak olan ne biliyor musun? Ev tamamen bize kalacak. Annem ara sıra gelmesi için bir temizlikçi ayarladı ama onun dışında eve dokunulmamış. Bıraktığı haliyle duruyor olmalı. İçeride bize daha fazlasını gösterecek bir şeyler vardır.”
Harold oturduğu yerde doğruldu, gözleri umutla parladı. “Pekâlâ, yaşadığı yerin adı neydi demiştin?” “Scarbury.” Harold sustu, telefonunu çıkarıp bir şeylere bakmaya başladı. Birkaç dakika sonra alçak sesle bir şaşkınlık nidası attı ve parmaklarını hızla kıpırdatmaya başladı, belli ki çok heyecanlı bir şey okuyordu. Aveline sonunda dayanamayıp gözünü telefona dikti. “O kadar ilginç olan ne?” “Sen çoktan bulmuşsundur sanıyordum.” “Neyi bulmuşumdur?” Harold kaşlarını kaldırdı. “Şuna bak.” Harold telefonu Aveline’e verip arkasına yaslandı, kollarını kavuşturdu. Gözlüğünü düzelten Aveline, Harold’ın bir blog okuduğunu gördü.
Tekinsiz Blog
Scarbury Üzerinde Görülen Tuhaf Işıklar
Scarbury ve çevresinde yaşayan çok sayıda kişi, bir kez daha, geceleri eski uzun höyüğün yakınlarında hayalet ışıklar gördüklerini bildiriyor. Sosyal medyada fotoğraf ve video paylaşan bölge sakinlerinin çoğu ışıkların hareket ediyor gibi göründüğünü iddia ediyor. Bölgede yaşayan bir inşaatçı olan 42 yaşındaki Mike Williams, ailesinin nesillerdir bu garip olaya tanık olduğunu söylüyor: “Babaannem bu ışıklara bataklıkruhu derdi. Bana onların kötü periler olduğunu, masum yolcuları yoldan çıkarmaya çalıştıklarını, bazen de bataklıklara ve nehirlere sürükleyip boğduklarını anlatırdı. Babam da bu ışıkları çok görürdü ve bana onları asla takip etmememi öğütlerdi.” Ancak yerel jeolog Mia Khan’ın başka bir açıklaması var: “Suyla dolmuş tarlalar ve bataklıklardaki organik maddeler parçalandıkça, havayla temas ettiğinde alev alabilen yanıcı zehirli gazlar açığa çıkar. İnsanların gerçekte gördüklerinin bu olduğundan kuvvetle şüpheleniyorum.”
16.12.2021: Sammy-Adamu-Taylor@TekinsizBlog
Aveline telefonu Harold’a geri uzattı. “Acayipmiş. Bunu nasıl buldun?” “İnternet diye bir şey var, tarayıcıya bir şeyler yazıyorsun ve sonra…” Aveline Harold’ı itti. “Tam bir komedyensin Harold… Ama keşke şakaların komik olsaydı.” Konuşmaları cızırtılı tren anonsuyla bölündü. Kısa bir süre sonra bu trenin son durağı olan Cheltenham’a varacağız. Lütfen ayrılırken tüm eşyalarınızı yanınıza almayı unutmayın. Great Western Railway ile seyahat ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bir sonraki istasyon, Cheltenham. Lilian Teyze gözlerini telaşla kırpıştırarak yerinden kalktı ve eşyalarını toplamalarına yardım etmeye başladı, bu sırada Aveline’in annesi de tuvaletten dönmüş, çantalarını sahiplerine vermeye başlamıştı. Aveline rüzgârlı perona indiğinde, yüzüne buz gibi yağmur damlaları çarptı. Titreyerek başını eğdi. Artık varmışlardı ve her şey biraz ürkütücü görünüyordu. Dayısı kayıptı. Evi terk edilmişti. Hiçbir yanıt yoktu. Ama o bazı yanıtlar bulmaya kararlıydı. Annesiyle teyzesinin öğrenmesi gerekiyordu. Derin bir nefes alıp diğerlerinin peşinden bilet turnikelerine doğru gitti. Neyse ki dışarıda egzozlarından petrol kokulu dumanlar yayılan bir dizi taksi bekliyordu. Kafası tıraşlı bir adam yaklaştıklarını görüp camını indirdi. “Herhalde dördünüz bir taksiye binmek istersiniz, yanılıyor muyum?” dedi neşeli bir sesle. “Çok haklısınız,” dedi Lilian Teyze. “Bu dört kişi onları Scarbury’ye götürürseniz çok memnun olacak.” Şoför çantaları bagaja yerleştirirken arabaya bindiler, Lilian Teyze ön koltuğa oturup otoriter pozisyonunu aldı. Dışarıda üşüdükten sonra taksinin içindeki sıcak hava tatlı bir kucaklama gibi gelmişti, Aveline soğuktan donmuş ayak parmaklarını esnetti. Cheltenham’ın kalabalık caddelerinde ilerlediler, sonra sokaklar daralmaya başladı. Burada evler daha eski ve tarihi görünüyordu. Yol kenarlarında sıralanmış devasa ağaçların dalları, yapraklı şemsiyeler gibi kaldırımların üzerine eğilmişti. Modern sokak ışıkları yerini tek tük yanan lambalara bırakmıştı, öğleden sonra hava kararırken sanki zamanda geriye gitmişlerdi. Hedefe yaklaştıkları sırada Aveline, içinde bir endişe titreşimi hissetti. Taksi tekerleklerin ıslak yolda çıkardığı tıslama sesiyle durdu. Aveline pencereden dışarı, kumtaşından inşa edilmiş iki katlı büyük eve baktı. Ev yoldan demir parmaklıklarla ayrılmıştı. Dışarıda tek bir lamba dikiliydi. Basamaklar bir patikaya, oradan da üzerinde karanlık pencerelerin şüpheli gözler gibi parladığı bir verandaya çıkıyordu. Kapıda bir tabela vardı: Tabut Evi.
…