Ay Taşı Tanrıçaları | Nermin Bezmen


“Acılarımı doya doya yaşamaktan yanayım. Ne bir ilâçla uyuşmak, ne de başkalarının tesellisine sığınmak isterim. Acının her hücreme işlemesine, kendini kabul ettirmesine izin veriyorum ve bir yerlere de kaçıp gitmiyorum. Çünkü acı içimizdedir, mekânda değil.”

“Başa çıkamayacağım kötü zamanları ölümcül hastalıklara benzetirim. Onların varlığını kabul etmemek, yadsımak çare değildir. Onlarla uzlaşmaya varırım ama teslim olmam. Enerjimi isyanla harcayacağıma, kabullendiğim bu davetsiz misafirlerin beni yok etmeden, ezmeden benimle yaşamasına izin verir ve geleceğe odaklanırım.”

“Keşkeleri tecrübe zenginliğine, endişeleri programlı olmaya yönlendirdiğimizde, bu iki negatif duyguyu da pozitife çevirmiş oluruz.”

“Sanal ortamda tanımadıklarımıza harcadığımız zamanı değerlendirebileceğimiz, gerçek hayatımızda gerçek insanlar, olaylar var. Zamanımızı çaldırmayalım.”

Ay Taşı Tanrıçaları, yazarın, yaşam deneyimlerini kaleme aldığı kadınsal olayları içerse de her cinse ve her kesime hitap edebilecek yol gösterici bir kitap.

Varlık günlerini zarif bir tevazuyla yaşayıp zorlukları
şikâyetsiz mücadeleyle göğüsleyen, sevecen ama güçlü,
sabırlı ama kararlı, alçakgönüllü ama vakur duruşları,
kimliklerine, aşklarına, ailelerine sahip çıkışlarıyla
genlerimde iz bırakan ailemin geçmiş tüm kadınlarına
ve bu özellikleri karakterime nakış gibi işleyen
anneciğime adıyorum bu kitabımı.
Yaşasın ay taşı tanrıçaları!

Sevgili okurlarım,

Bu bir yaşam koçluğu ya da birebir uygulamanız için tavsiye kitabı değil. Burada okuyacaklarınızın tamamı, benim yıllardır yaşam tarzım, felsefem, ilişkilerim, kişiliğim, tecrübelerim, süzdüklerim, seçimlerim… hâsılı hayatım ve karakterim üzerine, okurlarımdan gelen binlerce sorunun ışığında onlara cevabımdır. Her birine verdiğim cevapları bir araya getirip derlediğim bu kitap, sadece benim neyi, nasıl düşündüğüm, gördüğüm, yorumlayıp seçtiğim üzerine beni anlatan bilgilerdir. Beğenip hayatına almak isteyen olursa ne mutlu ama kimseye o veya bu şekilde ders veriyor değilim. Her birimiz kendi genlerimiz, karakter yapımız, dünya görüşümüz, yetiştirilme tarzımız, inançlarımız, eğitimimiz, çevremiz, cesaretimiz, hayâllerimiz zenginliğinde bir diğerinden farklıyız. Herkes hayatı kendi penceresinden gördüğünden, bir diğerinin gördüğünü, onun felsefesine inanıp adapte olmadan kendi manzarası içine alması çoğu zaman yamama bir tablo yaratır. Onun için bu paylaştıklarım kişiseldir ve ancak benim gözümden dünyaya nasıl bakıldığını ve yaşandığını anlatır. Kendi fikirlerim, inandıklarım, benimsediklerim ve kabullendiklerimdir. Nicedir sorduğunuz sorulara cevaplarımla özümü anlatımımdır.

Nefes almakla, suyla, gıdayla başlayan insanî ihtiyaçlarımızın devamı olan güvenlik, özgüven, sevgi, saygı, aşk, aile, başarı, kendine ait ve sahip olabilmek, yaratıcılık, üretkenlik, duygularımız, aşk, sevgili olmak, evlilik, annelik, endişeler, korkular, ama’lar, keşke’ler, inanç, aile içi şiddet konularına ve daha birçok detaya bir kadın gözüyle bakışım ve yaşadıklarımla benden diğer kadınlara, genç kızlara cevaplarımdır bu kitap. Bir seneyi aştı ki, tüm dünyayı birden içine alan zor bir zaman diliminden geçmekteyiz. Âdeta topyekûn bir savaşın içindeyiz. Hepsinden farklı bir savaş bu. Kucaklaşmalar bitti, okşamalar, öpüşmeler bitti. Buluşmalar, beraber yas tutup gözyaşı dökmeler, beraber gülüşüp kutlamalar bitti. Sanki görünmeyen gardiyanlar tarafından gözaltına alınmış gibiyiz. Her an bizi sevdiklerimizden, sevdiklerimizi bizden ayırıp son nefese kadar buluşturmayabilirler.

Yollar boşaldı; dükkânlar, çarşı-pazar, mağazalar, barlar, lokantalar boşaldı. Kapandı işyerleri. Kapandı hayatlar küçük hanelere. Umutlar kapandı, hayâller karardı. Hayatımızın o kadar olağan, tabii olan hareketleri, duyguları şimdi hepsi özlenerek beklenen “umarım bir gün” oldular. Sevdiklerimizle, eşimiz dostumuzla bir mekânda buluşup, kucaklaşıp, sarılıp merhabalaşmayı, birbirimizin gözünün içine bakarak, yüz ifadelerimizi izleyerek, yanağındaki yaşı, dudağındaki tebessümü görerek bir çay, kahve fincanında, bir kadeh içkide dostluk, sevgi pekiştirmeyi bekliyoruz. En fenası da neye inanacağımız ile inanmak istediğimiz arasında, doğru diye sunulanlar ile saklanan gerçekler, haklarımız ile bize dayatılanlar arasında kararsız, şaşkın kalakaldık. Ama… ama, her şeye rağmen bugünleri göğüsleyeceğiz ve aşacağız. En büyük güç yine bizde ve umut denilen görünmeyen savaşçı ortağımızda. Keyifle okuyun.

Ay Taşı Tanrıçaları

Sahip olduğu değerleri, insanın özgüvenini artırır. Ama bunun için önce kişinin nasıl bir özelliğe sahip olduğunu bilmesi gerek. Biz kadınlar biyolojik olarak öylesine bir güce sahibiz ki bu, bana fiziksel olmanın ötesinde son derece mistik geliyor. Bu öyle bir özellik ki, kendi bedenlerimizdeki mucizenin yanı sıra biz bütün kadınları kardeş yapıyor. Bu olağanüstü özelliğin adı: Mitokondri. Hücrelerimizin enerjisini üreten ve ışık mikroskobunda görülen mucize. Erkekte de var ama kadındakini farklı yapan çocuğa geçmesi. Yani her birimiz yüz binlerce yıl öncesinde yaşamış büyük büyük annelerimizin mitokondrisiyle yaşam enerjimizi üretmeye devam ediyoruz. Büyük nineler, nineler, anneler ölüyor ama doğurdukları kız çocuklarında yaşamaya ve onlar vasıtasıyla ileri nesillerde de enerji yaratarak var olmaya devam ediyor. Sanki bitmeyen, sönmeyen bir olimpiyat meşalesi bu enerji. Anadan kıza, sonra onun kızından bir diğer yeni nesle bu varoluş ve devamlılık meşalesini taşıyıp duruyoruz; sessiz sedasız, derinden ama çok güçlü. Hep denir ya, “Hiçbir şey ölmüyor, sadece enerji yer değiştiriyor” diye, işte ona en güzel örnek. Ölümün, ölmenin acısını, hüznünü dahi azaltan bir gerçek. Evet, sevgili kadınlar, bu sebepten, insanın başlangıç noktasına dönersek bizler, aynı kadından, Havva Ana’dan gelen kız kardeşleriz diyebiliriz. Bugün dünyanın hangi coğrafyasında hangi ırktan, hangi renkte, hangi din ve kültürde doğmuş ve yaşıyor olursak olalım fark etmez, çağlar boyunca insanlık çoğalırken bir diğerinden ayrılarak uzaklaşmış kız kardeşleriz.

Bu kız kardeşlik öylesine büyük bir güç ki, bir buluşabilsek, hepimiz bir el ele tutuşabilsek bu dünyayı çok güzel, yaşanır bir yer yapabiliriz. Sadece doğurmak özelliğini taşıyan değil, aynı zamanda insan soyunu devam ettirmek için yaşam enerjisini de saklayıp kuşaktan kuşağa kız çocuklarımıza da aktaran gücüz biz kadınlar. Ayın hareketi doğurganlık dönemlerimizi düzenlerken mitokondrilerimiz hazır, yeni bir kız bebeğe taşınıp sürüp gitmek için heyecanla bekliyorlar. Bu sebepten Ay Taşı Tanrıçaları koydum bu kitabın adını. Tam da ben bu satırları noktalarken, dolunay sarı kızıl renklerle ağır, sakin ama iddialı, Kandilli üzerinden yükselmekte… Tepelerdeki çamları, servileri ışığıyla yıkıyor, Boğaziçi’nin yakamozları çırpınarak akıyor sularla. Düşünüyorum, şimdi kaç milyon evde, ben dahil, kaç milyon kadının, kızın bedeninde neler yaratıyor dolunay.

Ne medcezirler yaşanıyor biyolojik âlemlerinde biz kadınların. Nelere hazırlanıyor hücreleri, mitokondrileri… Bir kez daha mucizeyle sarıldığımı hissediyorum. Sadece sarılmak değil, sırları çözmüş ama kendisi sır kalmış bir bilgenin milyonlarca yıldır sabırla, ilmek ilmek, ay ışığından iplik çekerek ördüğü bir örtüyle örtülmüşüm gibi sanki. Sade bir kadın olarak taçlandığımı hissediyorum. Doğursun doğurmasın, hücrelerinde ebedî yaşam enerjisini taşıyan kadınlarımıza, tüm ay taşı tanrıçalarına selam olsun!

Nedir kadın olmak?

Hem duygusal hem serseri ruhlu, hem coşkulu hem dingin, hem özgüvenli hem kırılgan, hem âşık hem özgür, hem sakin hem mücadeleci bir kadın olmayı nasıl başardığım üzerine çok soru geliyor. Bütün bu duruşum, özgüvenimden, kimliğimi bastıracak her şeye karşı tavırlı durmaktan, zorluklarda çareyi daha ziyade kendimde aramamdan ve böyle seçip yaşamaktan kuvvet alıyor.

Kadın olmanın özelliğini, güzelliğini, kuvvetini keşfetmekten geliyor. Ama bir taraftan da hâlâ sorguluyorum, “Nedir kadın olmak?” diye. Bir fiil midir kadın olmak? Bir davranış mıdır? Bir duygu mudur? Bir kader midir? Bir heves midir? Bir algılayış mı, yoksa bir sunuş mudur? Bir kaçış mı, yoksa ateşe atlayış mıdır? Bir sunak mıdır, kucağında kurbanlar verilen, yoksa kurbanın kendisi midir, sunak taşına yatırılan? Dokunulamayan mıdır, yoksa yakılan, taşlanan mı? Özenilen midir, reddedilen mi? Aşkı uğruna savaşılan mıdır, yoksa aşka yasaklanan mı? Gücünden, doğurganlığından yüzlerce tanrıça yaratılan mıdır, yoksa ilâhî güçten aldığı ayrıcalığından dolayı cezalandırılan mı? Erkek dünyası gerçekten sever mi kadınlığı, yoksa içten içe kıskanır mı? Gücüne ihtiyacı olduğu için kadına tapınaklar mı inşa eder erkek, yoksa tensel zevklerinin ilacı olduğu için ona düşman mı kesilir?

Benzer İçerikler

Antikacı | Bahadır Yenişehirlioğlu | Birazoku

yakutlu

Aşka Veda | Can Dündar

yakutlu

Kahraman, Şehit ve Hain | Tuna Serim

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy