Bugün annem, ilk kez, ben sormadan, babamdan söz etti. Doğum günümden konuşuyorduk. İki gün sonra doğum günüm. Annem, babamın da doğum günüme gelebileceğinden üstü kapalı söz etti. Nereden biliyor? Demek benden gizli görüşüyorlar. Ben de annemden gizli, babamla mektuplaşıyorum. Ama üçümüz bir araya gelemiyoruz. Tuhaf bir bilmece. Babam doğum günüme gelirse sevinçten çıldırırım. Boynuna sarılır, asla gitmesine izin vernem.
İlkokula giden, bir kız çocuğunun günlüğünden oluşan bir roman. Bir gün yeni bir eve taşınırlar. Küçük kız, her gün, o çok sevdiği babasının eve gelmesini bekler. Baba gelmez. Çünkü, anneyle araları açılmıştır. Yine de babayla küçük kız arasında küçük haberleşmeler, kısa mektuplaşmalar olur. Duygu dolu, sevgi dolu bir kitap. Sevim Ak, ülkemizde çocuk kitabı yazan en başarılı yazarlardan biri.
Yaşamımıza ışık tutan bir ya da
birden çok sokak feneri vardır.
Ben bu kitabımı “sokak fenerlerin”den
birinin anısına yazdım.
Nisan 1994’te kaybettiğim
sevgili babam Rıfat Ak’ın anısına.
Cumartesi, gece
Bugün yeni eve taşındık. Yeni evimiz çok güzel. Odamın penceresinden deniz görünüyor. Annem bu oda senin dediğinde, hemen pencereden dışarı baktım. Denizi görünce kendimi kaptan köşkünde sandım, Deniz deyince gemi, gemi deyince kaptan, kaptan deyince de kaptan köşkü gelir aklıma. Adalara sefer yapan, yüzünü hiç görmediğim kaptan, gibi ben de köşkümü çiçeklerle süsleyeceğim
İlk benim eşyalarımı odama yerleştirdik Ortada geniş, boş bir alan kaldı eski odam küçüktü Oyuncaklarım, kitaplar, defterler, hepsi tıkış tıkıştı. Yeni odam geniş.
Annem şimdiki evimizde daha huzurlu olacağımızı söylüyor.
“Mutfak ferah… fazlalıklar atıldı… yeni koltuklarımız var… Ivır zıvır yok…” diyor.
Babamın ıvır zıvırı olmayınca evimiz çok düzenli gözüküyor, gerçekten de. Babamın ıvır zıvırı radyo teyp, elektronik hesap makinesi, çamaşır makinesi, saat parçaları demek. Ne onlar babamsız. ne babam onlarsız olur.
Babam işten geldikten sonra bütün zamanını ıvır zıvırıyla uğraşarak geçirir. Ya bozuk bir teybi tamir eder ya da hurdacıdan aldığı parçalarla yepyeni bir radyo ya da hesap makinesi yapar. Çoğu zaman ortaya çıkan aygıt, dükkânlarda gördüklerimize hiç benzemez Babam mutlaka bir yerini değiştirmiştir, pillerini dışarı çıkarmış, seloteyple kabına tutturmuştur; mikrofon çıkışına bir perde püskülü takmıştır; açma kapama düğmesi yerine elbise düğmesi koymuştur. Babamın elinin değdiği aletler kendine özgüdür. Babam olmadan ne bir radyo, ne bir teyp. ne de bir saat çalışabilir. Dillerinden bir tek babam anlar.
Babam, “İstersen sana da aletlerin dilini öğretebilirim,” demişti. Yanaşmadım. Annem gibi ben de babamın ıvır zıvırından sıkılıyorum çünkü. Hiç peşimizi bırakmıyorlar ki! Halının altında, koltukların, sehpaların üstünde, yerde, kazağımın kolunda, çorbanın, çorabımın içinde, diş fırçalığında, banyoda bile bizimleler…
Şimdi rahatız. Ivır zıvır, babamla birlikte eski evde kaldı. Yeni evimiz bu yüzden çok temiz ve düzenli gözüküyor. Artık annem de, ben de, eve arkadaşlarımızı hiç sıkılmadan çağırabileceğiz, çünkü bizim yeni evimiz de tıpkı onlarınki gibi oldu.
Babam, biz eşyalarla kamyona binerken, yanaklarımı ellerinin arasına aldı,
“Ben sonra geleceğim,” dedi. “Ivır zıvırın işe yaramayanlarını ayıklayacağım.”
Ne diyebilirdim? Şaşırdım tabii. Sessizce başımı salladım. Ivır zıvırdan kurtulmak işleyişine sevindim hatta.
Babam akşam yemeğine gelir sandım. Gelmedi. Annem masaya iki tabak koymuştu zaten. Babamı beklemiyordu.
Bu akşam yemekte hiç neşem yoktu. Eski evde bir tek tabak çanak bile bırakmamıştık.
“Babam nasıl yemek yiyecek’ Evde hiçbir şey yok ki,” dedim.
“Dışarıda yer’ dedi,
“Dışarısı karanlık. Babam geceleri hiç sokağa çıkmaz,” dedim.
Güldü.
“Baban aslında karanlığı sever,” dedi.
Ben karanlıktan korkarım oysa. İçi doludur karanlığın. Ama nelerle dolu olduğunu görmezsin.
Babam karanlıktan korkmaz. Karanlığın içini dolduranları bilir. Televizyon seyrederken bütün ışıkları söndürür. Yemek yerken bir ampulün yanmasına izin verir. Kendi karanlık bir odada çalışır. Sadece masa lambasını yakar.
Bu gece evimiz aydınlık. Annem tüm ışıklan yaktı. Yeni taşınılan evde ilk gece bütün ışıklar yanarsa. o evde geçirilen günler hep aydınlık olurmuş.
Babamdan uzakta geçirdiğim aydınlık ve tek gece bu. Ah, keşke yarın dönse!
Yemekten sonra pencereden baktım. Deniz koyu lacivertti. Üstünde yarımay parlıyordu.
Babam yanmaya sarılmış dans ediyordu. Perdenin püskülünü çektim.
Buuuup!
Kaptanlar vapur düdüğüyle konuşurlar. Birine buup, dediler mi,
“Seni gördüm. Sen de beni gör,” demek isterler. Sen de beni görüyor musun, baba?
Pazartesi, akşamüstü
Bugün annemle çarşıya çıktık. Yeni önlük, çanta, ayakkabı aldık. Annem çok sevimliydi. Pembe kareli elbisesini giymişti. Vitrin camlarından hep onu seyrettim. Karlar Kraliçesi’ni oynayan Jenny’ye benziyordu. Öyle iyimser, öyle yumuşaktı ki! Ne istediysem aldı, beni kırmadı.
Haftaya okullar açılacak. Okul yeni evimizden biraz uzak. Olsun, yürümeyi severim. Okul açılacağı için seviniyorum. Çünkü bu mahallede hiç arkadaşım yok.
Bacaklarım ağrıyor. İp atlamaktan değil ama. Gerçi çarşıdan geldikten sonra ipimi aldım ve kapının Önüne indim. Kendi kendime ip atlamaya başladım da üç dakika bile geçmeden, en alt kattan biri yağmur borusuna gum gum vurarak beni uyardı Kaşlarına ve saçına kar yağmış zurafaya benzeyen bu adam.
“Uyuyamıyorum dedi “Git başka yerde oyna ”
Sesi kulak delici ve akortsuzdu Müzik öğretmenim bu sesi duysa, ömründe bir kez bile şarkı söylemediği nasıl da belli.” derdi Şarkı söylemesini bilen konuşurken de sesi güzel çıkarmış
Karşı kaldırıma geçtim iki kez sıçramıştım ki. bu kez yandaki apartmanın ikinci katında saçları bigudilerle kuşanmış bir kadın belirdi Bana doğru sinirli sinirli bakarak
“Toz kaldırıyorsun!’ diye bağırdı. Çamaşırları daha yeni astım. Git başka yere!”
Sıkılmıştım. İp atlamaktan vazgeçtim. Kapının önünde oturdum. Gelen geçeni seyretmeye başladım.
Karşı apartmanın giriş katındaki kadın ısrarla camı tıklatıyordu. Önce ilgilenmedim. Tıkırtı kesilmeyince baktım, beni çağırıyor. Çekine çekine gittim.
Kadın bisiklet pompasıyla şişirilmiş gibiydi. Koltuğuna yıllar önce oturmuş, şişmanladığı için koltuktan çıkamamış gibi görünüyordu. Yerinden kalksa. koltuk da onunla birlikte kalkacaktı sanki. Bir saksı papatyaya benzeyen saçları, kıvırcık kirpikleri, yonca yaprağı gibi dudakları vardı. Pencerenin iki yanına aynalar asmıştı. Aynalara baktığımı görünce,
“Hastayım,” dedi. “Dışarı çıkamıyorum. Yoldan gelen geçeni aynalar sayesinde görebiliyorum. Tek eğlencem bu işte.”
Ben aynalarda yüzümü göreceğim diye hoplayıp zıplarken, o beni soru yağmuruna tuttu. Neden taşınmışız, babam ne iş yapıyormuş, kaç kardeşmişiz, annem babam nereliymiş, kaç yaşındaymışım…
Kulakları iyi işitmiyordu. Sesimi duyurmam için ayakuçlarımda yükselmem ve bağırmam gerekiyordu. En az yarım saat bu şekilde konuştuk. Bacaklarımın ağrısı bu yüzden
Anneme, yonca dudaklı şişman kadından SÖZ ettim.
“Her mahallede vardır.” dedi. “Ayaklı gazete derler onun gibilere.”
Annem ne derse desin, ben bu kadını çok sevdim Daha önce onun gibisini hiç görmemiştim Aynalarını da çok sevdim. Adını “Aynalı Kadın koydum Artık yoldan geçerken onun aynalarından görünmek için çaba göstereceğim. Okuldan hamal çantamı sürüye sürüye, yakam paçam bir yerde dönerken beni görsün. de, yonca yapraklarını ayıra ayıra gülsün bari Babam geldiğinde ona, AynalıKadın için kocaman bir koltuk yapmasını söyleyeceğim.
Aynalarında beni görmek hoşuna gider mi, Aynalı Kadın?
…