Ben Bir Hayaletim | Güzin Öztürk


“Bir hayalet olsam da görülebildiğimi hayal ediyor, böylece gerçek insan oluyordum.”

Ben bir hayaletim. Evet, bir hayalet… Yoksa niye etrafımdaki herkes sanki ben yokmuşum gibi davransın ki? Benim gibi farklı çocukları görmek biraz zormuş. Sadece ruhuyla bakabilenler görebilirmiş. Tabi bunu başarabilenler çok az doğrusu. Peki ya sen? Sen gönül gözünle beni görebilir, çekinsem hatta irkilsem bile gözlerimin içine bakıp ellerimi tutabilir misin?..

Mila yalnız değil. Onun gibiler her yerde. O ne bir hayalet ne de karanlığa hapsedilmiş yalnız bir deniz feneri. O sadece otizmli. Üstelik çok özel biri. Kimselerin sahip olmadığı yeteneklerle dünyaya gelmiş; başkaları tarafından sevilmeyi, sayılmayı, yaşadığı toplumda kabul görmeyi bekleyen, ötekileştirilmiş bir kız.

Otizm Mila’nın kaderi değil. Kusuru da olmamalı! Mila ölünceye kadar okula gitmek istemiyor. O da gönlünce parka gitmek, top oynamak, çimenlerin üzerinde koşmak istiyor. Kısacası Mila yeryüzündeki tüm çocuklar gibi normal olmayı hayal ediyor. Her şey hayal etmekle başlar. O halde zorlu hayat yolculuğunda Mila’ya eşlik etmeye ne dersiniz?

İlk kitabı Kuş Olsam Evime Uçsam’la büyük bir çıkış yakalayan Güzin Öztürk, sorun odaklı yepyeni romanı Ben Bir Hayaletim’de, öteki olarak gördüklerimizin hikâyesini anlatıyor.

Okurlarını, duyguları anlamakta ve sosyalleşmekte güçlük çeken Mila adında bir kızın kendine has “fantastik” dünyasıyla buluşturan Öztürk, otizmli bir çocuğun insanlar tarafından görünür olma çabasını umut dolu bir kendini keşif serüvenine dönüştürüyor. Beynindeki çantada sakladığı duygu kartlarıyla hayatı anlamlandırmaya çalışan Mila, kalp atışlarını hızlandıracak heyecan verici bir deneyim yaşayarak bütün önyargıları yıkıyor.

Bölümler

Belki de Bir Deniz Feneriyim…………………………….. 7
Penceredeki Kuş………………………………………………………10
Eski Ev’de İlk Ders………………………………………………….13
Örümcek Kardeş Öyküsü……………………………………16
Tanrım! Söz, Şekilleri Çizeceğim!……………………19
Annem Üzülsün İstemiyordum ………………………..22
Gece ve Paz ……………………………………………………………….27
Yedi Yüz Otuz Gün…………………………………………………31
En Karanlık Nokta………………………………………………….35
Şunlar Olmadı ………………………………………………………….39
Mahallenin Cadısı………………………………………………….49
Cadı Nereye Gidiyor?……………………………………………65
Annemin Görevlendirdiği Bir Dost………………..69
Cadı Nerede?…………………………………………………………….78
O Eve Giriyorum……………………………………………………..83
Mavi Işıklar……………………………………………………………….96
Adı Nesibe Kargalı………………………………………………..103
Seni Seviyorum Anne …………………………………………110

BELKİ DE BİR DENİZ FENERİYİM 

Benim gibileri görmek zordur. “Ruhunla göreceksin!” Öyle demişti annem. Bunu başarabilen pek az doğrusu. Zaten görseler ne olacak ki? Fark etmez. Her yerdeyiz. Çoğuz, hem de pek çok… Bazen saydam olduğumu düşünürüm. Bana bakarlar, bakışları içimi delip geçer. Mesela, arkamda ağaç varsa o görünür, duvar varsa o görünür. Ben görünmem ama. Çünkü ben onlara göre yokum, yokmuşum yani. Su gibiyim. Hayır hayır, aslında ben bir hayaletim! Yani öyle olmalıyım. Yoksa niye ben yokmuşum gibi davransınlar ki? Otizm kelimesini beş yaşındayken duydum ilk. O gün, annem okula götürüyordu beni. Parkın yanından geçmemizi istedi. Her zaman gittiğimiz yol orası değildi. İstemedim. Bağırdım, tepindim… Çeke çeke sürükleyerek oradan geçirdi beni. Ama o yol her zaman geçtiğimiz yol değildi ki! Hiç deniz feneri gördünüz mü? Işığı ile denizi aydınlatır… Aydınlatmaz. Lambası döner çünkü.

Dönen şeyleri çok severim. Fener ışığı uzaktan bakınca hem görünür hem görünmez. İşte, ben de onun gibiyim. Belki de bir deniz feneriyim. Bazen annem de beni göremiyor diye üzülüyordum. Okula diye evden çıkıp hastaneye varmıştık. Neden gittiğimizi anlamamıştım. Doktor uzun uzun ve bir sürü konuşmuştu. Canım sıkılmıştı. Odada oyuncaklar vardı. Hep beni izledi. Ben bakmadım ama! Bakmam hiç. Göz göze gelmek istemem. İstesem de yapamam zaten. Denedim, olmadı. Bana, “Oyuncak ayı nerede, gösterir misin?” diye sordu.

“İşte orada!” dedim. Ama ağzımdan öyle çıkmamış. “Iıııııhh!” demişim. “Konuşamıyor!” dedi. Beş yaşındaysan konuşursun çünkü. Çok soru sorarlarsa kulaklarımı tıkardım. Hâlâ yapıyorum bunu. Gürültüyü hiç sevmem. Kafam karışıyor o zaman. Önüme bir kâğıt koydular. Yanlarında şekiller vardı, sanırım aynını çizmemi istediler. Çok güzel kareler, üçgenler çizdim. İstemediler ama bir çocukla anne de çizdim. İşim bitince başımı kaldırmadım. Öne arkaya sallanarak bekledim. Burası bizim ev gibi değildi. Korktum, hem de çok…

Kâğıdı önümden aldılar. “Kızınız şekillerden hiçbirini çizemedi! Sayfanın tamamını üst üste karalamış.” Ama çizmiştim, hem de çok güzel çizmiştim. Annemle kendimi de… Sonra daha çok konuştular. Ben sallandıkça hızlandım. Rahatlıyorum öyle yapınca. Yuvarlak şeylere bayılırdım. Kapak çevirmeyi çok severdim. Olsaydı çevirirdim, döndürürdüm onu. Dönerken çıkardığı “tıkırrrrr tıkır tıkır tıkk” sesi bana iyi gelirdi. Dönmesi bitinceye kadar gözlerimi ayırmam, bakardım. Sonra bir daha, bir daha… Bütün gün yapabilirdim bunu! İşte, bunu anlatıyordu annem doktora. Ne uslu çocuksun, derlermiş önceden. Ama öyle olmakla ilgisi yokmuş. “Dönen cisimlere ilgisi varsa, sürekli kapak çeviriyor, çamaşır makinesinin dönmesini izliyorsa bu otizmin belirtileri olabilir,” dedi doktor. Bir de yelpazeden bahsetti. Ellerini açıp yelpaze yaptı. “Hafif ve ağır,” dedi. Başparmağı ağır, serçe parmağı hafif; otizmli olan anlamına geliyormuş. İnsanın parmakları ağır olur mu hiç? diye düşündüğümü bugün gibi hatırlıyorum.

PENCEREDEKİ KUŞ 

Tık tık tık… Ses, kollarımın üstündeki tüyleri titretiyor, içim ürperiyordu. Süzülerek derimin altına giriyor, oradan kalbime çarpıyor, annemin kalbimde bulunduğunu söylediği bam teline dokunuyordu. Cızzz diye bir ses duyuluyordu. Bam teline dokunmanın ne olduğunu, dünyanın en zeki insanı bile anlayamaz diye düşünüyordum. Bir keresinde bunu anneme sormak istedim, çünkü ne zaman kulaklarımı kapatsam gürültüden korkmuşum demektir. Ya da sinirlenmişim… Her saat başı, yuvasından çıkıp öten o kuşu da bu yüzden sevmiyordum. Genellikle, düşüncelerim düz bir yol gibidir. Başını ve sonunu, hangi düşüncelerin yol aldığını rahatlıkla görebilirsiniz. Aklımdan geçenlerle ağzımdan çıkanlar hiçbir zaman aynı olmadığından şansımı denemeye karar verdim. Belki ilk kez başarabilirdim…

Aklımdaki soru, “Anne, bam teli ne demek?” iken, ağzımdan çıkan, “Anne… cızzz…” oldu. Yine becerememiştim. Düşüncelerimden bazısı yoldan sapmış olmalıydı. “İçin mi ürperdi kızım? O cızlayan şeye bam teli denir… Yani, bir şey seni çok kızdırdığında sabrının kalmayacağını düşünürsün ya… Böyle bardaktan taşan su gibi olacağını düşünürsün… Off, nasıl anlatayım ki kızım ben sana bunu? Keşke daha önce hiç demeseydim!” Bam telinin ne olduğunu, nerede kullanmak gerektiğini çok sonra öğrendim.

Tık tık tık… Ses, odacıklardan çıkıp soluk borumu rüzgâr gibi yaladı, oradan mideme kadar indi. Midemdeki yemeklerle dans edip onları hoplattıktan sonra kulaklarıma doğru ilerledi. Tık tık tık… Orada, camın dışında gerçekten bir kuş mu vardı? Yoksa ağaçtan sarkan dal mı vuruyordu? Sessizlik… Yapabilseydim beşe kadar saymayı becerebilirdim. Önceki sayıları atlarsam bunu sadece ben, dolabın üstündeki mavi fil ve geçen sabah yastığımın altına sakladığım kuş tüyü bilecekti. Beş! diye içimden geçirerek çıplak ayaklarımı soğuk zemine indirdim. Başımı yerden kaldırmadım. Geriye dönüp baktığımda ayaklarımın zeminde buhar yaptığını gördüm. Durdum öylece. Artık ben yürümüyordum, izler yürüyordu.

Yanımdan geçerek, camın önüne kadar gidip orada durdular. Silinmiyorlardı. Bu bir işaret miydi? Eğer öyleyse gözlerim, yuvalarından fırlayacak; göreceklerinden korkacağı için pılını pırtını toplayıp beni terk edecek diye düşündüm. Çığlık attığımı düşünmüştüm ama sadece hırıltı çıkarabildim. Yavaşça ilerleyerek başımı kaldırdım. Gri tüylü kuşla göz göze geldik. Tık tık tık… Camı açmamı istiyordu. Ya da içeri girmek, başka bir yaratığa dönüşüp beni yemek! Bir kuş insanı yer mi hiç? Derin bir nefes aldım. Pencereyi yavaşça açtım.

“Guurrr gu guk gurrrr! Bir hafta sonra bugün, gündüz saat 4.38’de Eski Ev’de bekleniyorsun. Sık sık görüşeceğiz Fe! Gurrr gu guk gurr!” Kendi etrafında dönüp kanat çırparak havalandı. Ardında bir tüy bıraktı. Daha önce camın önünde bulduklarımın aynıydı. Çok güzel uçuyordu. “Unutma! 4.38’de… İşaretlere kulak ver Fe! Onlara inan!” Kuş tüyünü alıp yastığımın altına sakladım. Tek kelime etmedim, zaten istesem de edemezdim. Bilirsiniz ya, düşüncelerle ağızdan çıkanlar meselesi… Anneme olan biteni anlatabilmek isterdim ama henüz bunu yapamıyordum. Bir gün ben de konuşabilecektim. Anneme onu sevdiğimi söyleyebilecektim. Belki de gözlerine bakıp ona sarılabilecektim…

 

Benzer İçerikler

Temmuz Gelincikleri – Sylvia Plath Online Kitap Oku

yakutlu

Sin | Türker Ayyıldız | Birazoku

yakutlu

Mabet | Doruk Ateş | Birazoku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy