İnsan günlük hayatında koşuştururken bir gün gelip sahip olduğu zenginliği kaybedebileceğini hiç düşünmüyor değil mi? Her şeyin para ve onun sağladığı hayattan ibaret olduğunu düşünerek yaşarken asıl zenginliğimizin sağlığımız olduğunu anlamıyoruz.
Hele bir de yaşımız genç ve elimiz-ayağımız tutuyorsa, hiç düşünmez oluyoruz ölümü, kazaları, sakatlıkları, hayatımızı kısıtlayacak özürlere sahip olmayı.
Hayatın kime, ne zaman, ne yaşatacağı belli olmuyor. Sahip olduğumuz en büyük zenginliğimizi fark edebilmemiz için, onu yitirmeyi beklemeyelim.
Çevremizde –kitapta öyküsünü okuyacağınız Aytül gibi-nice Aytül’ler ve benzeri durumda olanlar var. Her biri yitirdiklerini elde etmek için ömürlerinden yılları vermeye ya da hayatları boyunca çalışmaya, koşturmaya razılar. Ya biz? Onların çeşitli fedakârlıklarla geri kazanmayı isteyeceği sağlığımızın ve diğer sahip olduğumuz değerlerin kıymetini zamanında biliyor muyuz?
Hayatı ne Aytül gibilere zehir edelim, ne de biz elimizdeki en büyük hazineyi görmezden gelelim.
Umudunuz, sağlığınız ve sevginiz daim olsun.
* * *
Kitaptaki Aytül karakterinin oluşumu; gerçek yaşantımda uzaktan şahit olduğum üç insanın hayat hikâyesine dayanıyor. Bunlardan sadece biri hayatta ve ailesinin desteği ile yaşıyor. Ben bu kişilerin hayatlarından kesitler ve bilgiler alarak, Aytül’ü oluşturdum. Ondan sonra Aytül gibi yaşayan nice insanın varlığından haberdar oldum.
Kitabın diğer karakterlerinden bazıları da gerçek hayatımda kısmen var olan ve tanıdığım arkadaşlarımdan, dostlarımdan oluştu.
Tamamen gerçeğe dayalı bu hayat öyküsünü yazarken bana yardımlarını esirgemeyen herkese teşekkür etmek istiyorum.
Bu kitap ve diğer tüm çalışmalarımda yanımda olup, bana her yönden destek veren anne, baba ve kardeşime teşekkürler.
Sevgili dostum Dr. Taner Akman, sen olmasaydın bu kitap belki de çıkmayacaktı. Senin bilgilerin ve dostluğun sayesinde kitabı tamamladım. Çok çok teşekkürler.
Son teşekkür de sizlere sevgili okurlarım. İyi ki varsınız, iyi ki bu kitabı aldınız. Hepinize sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum.
Sağlıklı ve güzel yarınlar hepimizin olsun.
Adım Aytül. Sizlere anlatacağım hikâyem başladığında 27 yaşındaydım.
Liseyi bitirdikten sonra akrabalarımın yanında turizm işinde çalışmaya başladım. Amcamın işletmeciliğini yaptığı otelde değişik alanlarda çalıştıktan sonra son birkaç senedir çok sevdiğim çocuklarla bir arada olmak için, konaklayan tatilcilerin çocuklarına animatörlük yapmaya başladım. Çocuklarla oyunlar oynayıp, onlara –çoğunu kendim uydurduğum- hikâyeler anlatarak onları meşgul ediyor, müzikler eşliğinde dans ettiriyordum. İşimi çok seviyor, zevkle çalışıyordum.
Bir gün çalıştığım otelde konaklamaya gelmiş birine âşık oldum. Kerem’e. Birbirimizi çok sevdik. Çok da iyi anlaştık. Birlikte paylaştığımız her an unutulmayacak güzellikteydi. Buna rağmen annesi bize her zaman engel oldu. Yakışıklı ve tahsilli oğluna üniversite mezunu bir kız bulmak istedi. Ben üniversite bitirmemiştim. Eksiktim! Zaten çok da güzel değildim! Boyum da kısaydı! Tabi bunları sonradan öğrendim. Ortak tanıdıklarımızın sözleri kulağıma geldiğinde üzüldüm. O kadın, beni hiçbir zaman oğluna layık göremedi. Severken ayırdı bizi.
O üzüntü ve hırsla 22 yaşımdan sonra üniversite sınavlarına girdim ve turizm-otelciliği kazandım. Bu sene okuldaki son yılım. Üniversite bitiyor. Ama kalbim halen boş. Yeniden sevemedim. Karşıma çıkanlar, onun yerini doldurmadı. Belki sevmeyi de denediğim insanlar oldu. Ama kimse istemeden ayrılmak zorunda kaldığım Kerem’in yerini dolduramadı.
Yıllar geçti. Yaz aylarında Marmaris’teki otelin konuk çocuklarına eğitici, eğlendirici ablalık yaptım. Hepsi benim için ayrı bir güzeldi. Hepsiyle unutulmaz anlar yaşadım. Kış aylarında hiç gezmeden, nerdeyse soluk dahi almadan derslerime çalıştım. Dinlenme zamanlarımda çok sevdiğim çocuklar için kendimce öyküler, oyunlar yazdım. Kışı sakin, durağan ama yoğun bir ders çalışma temposu içinde geçirdikten sonra nihayet, sona ulaştım.
Üniversite yılları ve koca bir kış mevsimi geçmiş, sonunda Haziran ayı gelmişti. Yorucu ve yoğun final çalışmalarım nihayet sona ermişti. Bunlar üniversite hayatımdaki son sınavlarımdı. Bugünden sonra üniversite derslerine çalışmak zorunda kalmayacaktım. En sonunda ben de üniversite diplomamı alabilecektim. Çok ama çok mutluydum. Yerimde duramaz olmuştum. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştım. Huzurluydum, keyifliydim. Sonuçlardan umutluydum. Sene kaybım olmadan üniversiteyi bitirdiğime emindim. Beni, sevdiğim insandan ayıran o kadına diplomamı göstermeyi ne kadar da çok isterdim. Ama artık hiçbir şey bana Kerem’imi geri getirmezdi. Onun nerede, ne yaptığını bile bilmiyorum. Birlikte geçirdiğimiz güzel günleri hatırladığımda halen yüreğim sızlıyor. Keşke sevgimiz bitseydi ya da biz tartışarak, anlaşamadığımız için ayrılsaydık. Sevgi varken, biri istemedi diye ayrılmak çok dokunuyor. Acaba bizi ayırdığı için o kadın şimdi mutlu mu? Ya Kerem? Annesini dinleyip, beni terk edip, hiç aramadığı için de iyi mi? Mutlu olabiliyor mu? Yeniden evlendi mi?
Her neyse! Artık eskiyi düşünmemem gereken güzel bir yerdeyim. Her şey çok güzel. Okul da bittiğine göre bundan sonra önümde yaşayacağım daha da güzel günler olacak demektir. Üniversiteli Aytül geliyor! Daha başarılı, daha mutlu, daha becerikli ve yeniden sevip, sevilebilecek bir Aytül geliyor!
Böyle diyor ve güzel şeyler düşünüyordum. Güzel hayallerim vardı. Çok sevdiğim işime, yine devam etmek, bir an önce Marmaris’e gitmek ve kendimi onun yeşil-mavi güzel doğasının koynuna atmak istiyordum. Ailemle de aram her zaman iyi olmuştur. Maddi-manevi bir sıkıntımız, sorunumuz yoktu çok şükür. Babam doktor. Beyin cerrahı. Annem de daha önceleri hemşirelik yapıyordu. Ama artık emekli. Ağabeyim de bir ilaç firmasında kimyager olarak çalışıyor. Ailede bir tek ben sağlık konusundan uzaklaşan insan olmuştum. Yine de amcamın otel işlettiğini hatırlayacak olursak çok da aile dışı bir konuyla ilgilenmediğim düşünülebilir.
Kısacası; o günlerde her şey çok güzel gidiyordu. Soğuk ve yağışlı havalardaki o okul günleri de; kasvetli, gri ve soğuk İstanbul sabahlarına gözlerimi açtığım günler de sona ermişti.
Baharın gelmesi ve derslerin bitmesi ile neşe dolan, içimden taşan bir coşku ile dans etmek, kırlara çıkmak, vapur turu yapmak, doğal güzelliklerin tadını doyasıya çıkarmak, tarihi mekânları gezmek istiyordum. İçimden kuş olup uçmak ve çeşit çeşit yerlere ulaşmak isteği geçiyor, kendimi kanatlanmış gibi hafif ve özgür hissediyordum. Mutlu, umutlu, enerji doluydum.
Sonra neler oldu? Her şey nasıl başladı? Ben neler yaptım hatırlayamıyorum. Birden hayatımın dönüm noktası olacak güne geliverdik.
12 Haziran gününün sabahını uzun zaman geçtikten sonra hatırlamaya başladım. Ne kadar güzel bir hava vardı. Güneş insanların içini ısıtıyor, neşe saçıyordu. Havalar ısınmış, yaz, gelmişti. Her yer yemyeşildi. Çiçekler, ağaçlar açmış, doğa rengârenk bir güzelliğe kavuşmuştu. O sabah içim mutluluk dolu bir halde uyandım. Yatağımda keyifle gerindim. Kendimi sağlıklı, huzurlu, dinamik hissediyordum. Gün güzel, ben güzel, ailem güzel, yaşamak güzeldi. Kötü olan hiçbir şey yoktu.
O gün uykumdan uyanırken; neşe ve mutluluğa açmıştım gözlerimi. Ailemle neşeli ve keyifli bir kahvaltı yaptım. Ağabeyim, arkadaşlarıyla işleri olduğu için evden erken çıkacağını söylüyordu. Annem, gitmeden önce ona bozuk atmaya başladı. “Bugün kardeşini gezdirmeye söz vermiştin. İşe gitmeyi de nereden çıkardın? Ders çalışmaktan ancak kurtuldu. Biraz gezdirsen ne olurdu sanki?” diyordu.
Ben kendimi iyi hissediyordum. Ağabeyimle gezip-gezmemek benim için sorun değildi. Aile içinde bir tartışma olmasını da istemedim. Bugün hiçbir şey canımı sıkamazdı.
“Önemli değil anneciğim, ben de arkadaşlarımla gezerim. Kızları ararım, bakalım onlar bugün ne yapıyorlar?” dedim. Annem de ağabeyimin üzerine gitmekten vazgeçti.
İçimden neşe ile koşmak, hoplamak gibi istekler geçiyordu. Coşku dolu idim. Bir an önce kız arkadaşlarımı arayıp, onlarla bir yerlere gitmek için plan yapıyordum. Bu güzel Haziran ayında kapalı mekânlarda tıkılmak istemiyordum. Belki Sevil’in yeni aldığı arabasına atlar, gezerdik biraz.
Kahvaltı biter bitmez kızları aradım. 4 kız arkadaştık. Burcu, Sevil, Ayça ve ben Aytül. O gün Burcu da bir arkadaşını yanına alacaktı ve biz Saliha adındaki bizde yaşça daha büyük olan bir hanımla birlikte beş bayan olarak, arabayla canımızın istediği yere gidip, gezecektik.
Kızlarla telefonda konuşurken yatağımın üstüne otururdum hep. Telefonun makinesini yatağıma çekip, orada konuşmayı severdim. O gün de aynı şeyi yaptım. Bir yandan Ayça ile nereye gidip, ne yapacağımızı konuşurken bir yandan elim her zaman yatağımda yatan, çocukluk oyuncağım bez bebeğime ilişti. Şuursuzca, konuşmaya devam ederken, bebeğimi belinden avuçlayıp, bir parça havaya kaldırdım. Bir an sustum. Gözlerim bilinçsizce bebeğin avuçlarımdan sarkan bedenine, kollarına, bacaklarına takıldı. Ne kötü görünüyordu. Sarkık kollu, bacaklı bebeğimin bu duruşuna üzüldüm. Konuşmamıza devam ederken bebeğimi sanki bir insanmış gibi özenle yeniden yerine yatırdım. Kollarını, bacaklarını onu gerçekten rahat ettirecekmiş gibi düzenleyerek, yerleştirdim.
Telefon konuşmalarım bitince şarkılar söyleyerek, neşe içinde hazırlandım. Odamı toparladım. En sevdiğim giysilerimi giyip, takılarımı taktım. Kendimi iyi ve güzel hissediyordum. Yazın canlı, güzel renklerine, sevdiğim giysilerine kavuştuğum için mutluydum. Güzel hava ve güzel bir güne başlamış olmak içime yeni yeni umutlar doldurmuştu. Yeniden sevmek ve sevilmek istiyordum. Güzel ve başarılıydım. Aşka kanat açabilirdim yine. Kim bilir belki de bugün?