Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm – Zülfü Livaneli ekitap |
Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm kitabı hakkında bilgiler:
Zülfü Livaneli’nin Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm isimli kitabı 212 sayfadan oluşuyor ve sitemiz aracılığıyla ve sitemiz aracılığıyla sizlere tanıtımını yapıyoruz.
“Arkadaşlarım bunun farkında değil fakat ben bu irtibatların üstünde veyahut dışındayım. Onlar gibi davranmaya, onlara benzemeye çalışıyorum, lakin içim değişik, işte romanı yazan perişan arkadaşımın inemediği derinliklerden biri de bu. O beni, siyasi geçmişi olan ve Kuzey sürgününe savrulmuş, sıradan insanlardan biri sanıyor. Başımdan geçenleri, benden daha enteresan buluyor. İçimdeki derin ve köklü karanlığın farkında değil. Zira insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en tesirsiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.”
12 Mart rüzgârlarının İstanbul’dan Stockholm’e savurduğu bir sığınmacı olan Sami Baran, yattığı hastanede Türkiye’den bir hastayla karşılaşır. Bu adam, başına gelenlerin sorumlusu olarak gördüğü daha önceki bir bakandır. Ondan intikamını almak emeliyle Şili, Uruguay, İran gibi farklı ülkelerden gelmiş mülteci arkadaşlarıyla beraber bir tasarı yapar.
Ancak, bu planı gerçekleştirmek o kadar kolay olmayacaktır: Sami Baran, anadilin yeri geldiğinde düşmanla da anlaşma aracı olabileceğini hesaba katmamıştır. Ve bu, planın önündeki engellerden yalnızca biridir…
Zülfü Livaneli’nin usta kaleminden, sürgün hayatı ve öldürmek-bağışlamak çelişkisi üzerine, okurları ve eleştirmenleri fark kurgusu ve beklenmedik final(ler)iyle de etkileyen, mükemmel bir roman.
Stockholm’de dokuz yıldır politik mülteci olarak yaşamakta olan Sami Baran, cinayet tohumunun ilk kez içine düşeceği o salı akşamından yedi gün önce, karanlık ormanların içinde kıvrıla kıvrıla giden buzlu yolda araba sürmekteydi. Gökyüzüne dimdik uzanan sedir, çam, kayın ve köknar ağaçları iki yanından hızla kayıyor ve otomobil, daracık yolun buz tutmuş kayganlığında savrulup duruyordu. Eski bir Volvo’ydu kullandığı: Hurdaya çıkmasına az kalmıştı ve bir zamanlar lacivert olan rengi, çeşitli yamalarla zedelenerek soluk bir maviye dönüşmüştü. İkinci el oto pazarında bu otomobile belki de sekizinci, onuncu el demek gerekirdi. Epey hırpalanmış, Kuzey kışının darbelerini yiye yiye çürümüş ve uzun kış mevsimleri boyunca buzlu yollara dökülen tuzdan her yeri pas bağlamıştı; ama yine de doğru dürüst hiçbir iş yapmayan, arada, bir saati 40 kron karşılığında çöp arabası süren ve genel olarak sosyal yardım bürolarının mülteci fonlarından geçinen biri için hiç de fena değildi doğrusu ve onun ayağını yerden kesiyordu. Şehir içinde, park yerleri pahalı olduğu için kullanmıyordu ama o garip sıkıntı yüreğini kemirmeye başladığında atlayıp şehir dışına çıkması ve ormanlar, göller arasında delice sürmesi için birebirdi.