Bir Kürt Sevdim | Dilek Bilgiç Esen


“Ben Diyarbakırlıyım Gülşah” dedi sanki işlediği bir kabahati dile getirir gibi. “Sense Balıkesirli!” diyerek şaşkınlığımı ikiye katladı. Adımla hitap edişi, memleketimi bilişi? Bu nasıl işti?

“Adımı biliyorsun, memleketimi de? Ama ben henüz söylememiştim.”

“O gece bir tek sen âşık olmadın Gülşah.”

“Peki, madem sadece ben âşık olmadıysam, neden olmaz diyorsun?”

“Çünkü biz seninle ülkenin batısıyla doğusuyuz, çünkü biz farklı kültürlerin çocuklarıyız. Çünkü biz bitmeyen bir kavganın bitmeye mahkûm aşkıyız. Olmaz Gülşah, olmaz.”

Bu kitapta Diyarbakırlı yakışıklı Şahin ile Balıkesirli güzeller güzeli Gülşah’ın İzmir Ege Üniversitesi’nde tanışmalarıyla başlayıp yıllarca süren gerçek bir aşk hikâyesini okuyacaksınız.

Gülşah ve Şahin ülkemizde yaşanmış binlercesinden sadece biri. Gülşah’ın sevgiyle harmanlanmış anılarında yolculuk ederken bu aşka imreneceksiniz. Onlarla beraber ağlayacak ve belki de sinirlenip isyan edeceksiniz. Bu aşkın içinde kendinizden, çevrenizden mutlaka bir şeyler bulacaksınız. Çünkü bu kitap biraz sen, biraz ben, biraz da öteki. Bir Türkiye mozaiği…

“Sarışın bir kızla esmer yakışıklı bir adam yürüyordu yan yana, yana yana.”

Mümkün olsaydı keşke
seçebilmek doğduğum toprakları,
mümkün olsaydı keşke silebilmek ön yargıları,
değiştirebilmek yazgıyı…

Onunla ilk karşılaşmamız bir bahar akşamına rastladı. Alternatif Bahar Şenlikleri adını verdikleri bir eğlencede halay çekiyordu. Herkes Şebnem Ferah konserine gitmişti ve ben başım ağrıdığı için arkadaşlarımdan erkenden ayrılıp yurdun yolunu tutmuş gidiyordum. Edebiyat fakültesinin önünden geçerken sac üzerinde pişen bazlamanın kokusu iştahımı açtı, hiç unutmam, bir patatesli bazlama bir de ufak çay aldım. Elimdekileri dökmeden yiyebilmek için kenara oturdum ve halayı seyretmeye başladım. Kürtçe olduğunu tahmin ettiğim, anlamadığım bir dilde şarkılar çalıyordu ve onlarca genç eğleniyordu. Etrafta pankartlar vardı. Normalde arkadaşlarımla burada hiç oturmazdık ama o gece oturasım geldi, demek ki kader böyle bir şeydi. Kaçış yoktu, yaşanması gereken neyse o olurdu.

Halay bittiğinde adını ilk kez duyduğum bir türkücüyü davet ettiler ve onlarca genç çimenlerin üzerine oturup bağlama çalan adamı dinlemeye, türkülerine eşlik etmeye başladı. Çayım bitmişti ama içimden orada kalmak ve bizlerden farklı bir eğlenceyi tercih etmiş bu insanları, açık konuşayım az önce halay çeken çocuğu, izlemek geliyordu. Bir çay daha alıp çimenlere, esmer çocuğu görebileceğim bir yere oturdum. Çocuk bu organizasyonda önemli biriydi sanırım, sık sık birileri gelip kulağına bir şeyler fısıldıyor, o da kalkıp bir yerlere gidip geri geliyordu. Bense ateşin ve kampüs lambalarının aydınlattığı gecede nasıl olsa kimse beni fark edemez diye düşünüp onu izliyordum.

Kuşkusuz hayatım boyunca gördüğüm en güzel yüze sahipti, uzun boyu onu ilk bakışta fark edilir kılsa da gülüşü sanırım sahip olduğu en güzel şeydi. Hiç kimseyi tanımamama, çalan şarkıları, türküleri anlamamama rağmen orada kalmak ve o esmer çocuğu izlemek istiyordum. Türkücü adam şimdi Türkçe bir şarkı söylüyordu. Sözleri tanıdık geldi bana ama tınısı benim bildiğimden çok farklıydı. Sözün şiirlerin mükemmelidir, senden başkasını seven delidir, yüzün çiçeklerin en güzelidir, gözlerin bilinmez bir diyar gibi… Bu sözleri ben daha önce Sezen Aksu’dan dinlemiştim ama adının sonradan Mustafa Kaya olduğunu öğrendiğim sanatçı şarkıyı bambaşka söylemişti. Acaba adı neydi? Bölümü neydi? Kaç yaşındaydı ve kimdi acaba bu çocuk? Sorulması gereken en önemli soru nereli olduğuymuş meğer. Çünkü memleketi bizim önümüzdeki en büyük engeldi. Gece bitmesin, yüreğimdeki bu tatlı kıpırtı gitmesin istiyordum. Halay başladı tekrar, yine en başındaydı halayın. Dayanamadım, rezil olma pahasına kalktım ben de halaya. Yanımdaki kızların ayaklarına bakıp taklit etmeye başladım, bir iki tökezledim ama yavaş yavaş kavramaya başladım.

Halay bittiğinde artık gece de sona eriyordu. İçimde buruk bir hüzün belirdi. Grubun bir kısmı dağılmaya başlamıştı bile, sonra fark ettim esmer çocuk ve az önce türkü söyleyen adam çevrelerini saran insanlarla sohbet ediyorlardı. Nasıl olsa kalabalıkta kimse beni fark etmez diye etraflarını sarmış insan çemberinin arasında kendime bir yer bulmaya çalıştım ve dikkatle ne konuştuklarını dinliyormuş gibi yapmaya başladım. Aslında kimin kimle ne konuştuğu zerre umurumda değildi, tek derdim onu daha yakından görebilmekti. Çaktırmadan yüzünü inceliyordum, gülüşünü, gülünce ortaya çıkan dişlerinin muntazam duruşunu ve sağ elini mütemadiyen kirli sakalları arasında gezdirişini izledim bir süre. “Şahin,” dedi biri ve o kafasını çevirdi, ben de böylece adını öğrenmiş oldum. Azdı ama bu kadar bilgi, devamını kimden ve nasıl öğrenecektim? Belki de Şahin şu türkücü adamın menajeriydi ve bu gece onu ilk ve son görüşüm olacaktı. Olabilir miydi? Sohbet bitti ve türkücü adamla birlikte Şahin de gitti. Etrafta kafayı bulmuş tipler dışında pek az insan kalmıştı ki ben de yurdun yolunu tuttum. Aklımda bir soru… Onu tekrar görebilecek miyim? İçimde hüzün bulaşmış bir mutluluk… Acaba âşık olmuş olabilir miyim?

Ertesi gün dersim geç başladığı için öğlene kadar uyudum ve yurtta kahvaltı sona erdiği için kampüs içindeki kafelerden birine gittim, ders başlamadan bir şeyler yiyebilmek için. Tanıdık kimseyi görmek istemiyordum, durup durup dün geceyi düşünüyordum. Kimdi acaba? Aklıma bir fikir geldi, dün onu ilk kez gördüğüm edebiyat fakültesinin yakınındaki kafeye gitmeye karar verdim. Belki o da oralardadır diye geçirdim içimden. Ama o gün ve takip eden diğer günler ona tekrar rastlamadım ve içimdeki onunla tekrar karşılaşma umudu gitgide küçüldü. Ta ki Alternatif Bahar Şenlikleri’nin yasağının kalktığını öğrendiğim o cuma akşamına kadar.

Cumartesi gecesi yanıma hiç kimseyi almadan direkt edebiyat fakültesinin şenlik alanına gittim. Çoktan bazlamaları pişirmeye, çekirdekleri çıtlatmaya ve halaya başlamışlardı. Ortamdaki gençler ekseriyetle birbirine benziyordu, ortama ve onlara yabancı olduğum her hâlimden anlaşılıyor olmalıydı ki yanından geçtiğim insanlar kafalarını kaldırıp beni süzüyordu. Kızların yoğunlukta olduğu bir halkaya, “Merhaba,” diyerek oturdum. “Hoş geldiniz,” dedi her biri tek tek. Kendilerini tanıttılar, bölümlerini söylediler, memleketlerinin neresi olduğuna, hangi yurtta kaldıklarına dair sohbet konuları açtılar. Bana sorular sordular, sigara, çekirdek vs. ikram ettiler. Ne tatlı, cana yakın insanlar diye geçirdim içimden. Çoğu doğu illerinden gelen bu gençlerin ortak özellikleri güler yüzlü oluşlarıydı. İçlerinden biri grubun topluca merak ettiği soruyu patlattı. “Genelde bizlerin dışında katılım olmaz Alternatif Bahar Şenlikleri’ne. Hayırdır, seni hangi rüzgâr attı? Belli ki Kürt de değilsin.” Doğruydu, Alternatif Bahar Şenlikleri’ne genelde kötü gözle bakılır, siyasi bir hareket gibi algılanırdı ve doğu kökenli öğrenciler dışında katılım hiç olmazdı. “Türkü severim,” dedim, “Halay da hoşuma gitti. Hem fena mı sizleri tanımış oldum,” diyerek aslında orada bulunuşumun gerçek sebebinin aklımdan çıkaramadığım yakışıklı olduğunu gizledim. “Biz seni tanıdığımıza sevindik, hoş geldin aramıza,” dedi güler yüzlü kızlardan tombalakça olanı, “Ben de,” dedim ve gülüşüne gülümseyerek karşılık verdim.

Gece ilerliyor, halayın biri bitiyor biri başlıyordu. Şahin ortalarda yoktu. Muhtemelen öğrenci değil, o gece rastlantıydı burada olması diye düşünmeye başladım. İçim cız ediyordu. Çünkü onu görmek istiyordum, düşüncesi bile kalbimi hop oturup hop kaldırıyordu. Göremedim ama önce halay bitti, sonra da gece ve herkes evlerine, yurtlarına dağıldı. İlk defa o gece onu düşünmeden uyumaya çalıştım. Çünkü o bir gecelik görüntüsü beni saplantılı bir âşığa dönüştürmeye başlamıştı. Sonraki günler hayatım tüm sıkıcı rutiniyle akmaya başladı, her gün aynı kişiler, aynı muhabbetler, aynı kısır döngüler.

Ne tuhaftı bir gecede hem çok mutlu olmuştum hem de eski hayatımdan zevk alamaz hâle gelmiştim. Hayat tesadüflerden ibaretmiş ve yaşamıma yeni sürprizleri varmış Yaradan’ın. Fırat adında bir arkadaşım vardı o güne kadar çok sohbet edebilme fırsatımın olmadığı. “Sen bahar şenliklerine katılmıştın diye hatırlıyorum, halayda görmüştüm seni,” dedi. Ben yüzüne anlamsızca bakmayı sürdürürken, “Evet,” dedim. “Bu gece Cem Türkü Evi’nde türkü ve halay gecesi var, katılmak ister misin?” dedi. Son günlerde o kadar sıkılıyordum ki, “Tamam,” dedim hiç düşünmeden. En azından her gecekinden farklı bir şey yapmış olurum diye geçirdim içimden. İlk defa bir türkü evine gidecektim, sade bir şeyler giydim ama sarıya çalan saçlarıma dümdüz fön çektirdim ve makyajımı hafif tuttum ki dikkat çekmeyeyim, sonuçta nasıl bir yere gideceğimden bihaberim. Fırat’ın yanında sınıftan bir kız arkadaş daha vardı, köşede tanımadığım başka kişilerin de olduğu bir masada oturuyorlardı, selam verip hepsine, bir çay ısmarladım kendime.

Sahnedeki grup birbirinden güzel türküler söylüyordu. “Bir sigara molası,” dedi solist ve müzik kesildi birden, aslında geç olduğunu düşünüp kalkacaktım ama Fırat, “Tek dönme yurda, birlikte döneriz üçümüz,” deyince biraz daha oturmaya karar verdim ve hayatımın en güzel kararının bu olduğunu düşünürüm yıllardır. Mola bittikten sonra solist bir türkü daha söyleyip sahneye kendinden övgülerle bahsettiği birini davet etti, “Şahin kardeşim,” dediğini hatırlıyorum, gerisi uçtu gitti sözlerin. Kafamı yıldırım hızıyla çevirdiğim sahnede gördüğüm kişi oydu, Şahin. Hayatım boyunca ölsem unutamam ben o geceyi, bir bağlama almış dizine, koymuş ince parmaklarını tellerine, sesi sanki kadife. Dostum dostum güzel dostum Bu ne beter çizgidir bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar bahçe…* Gözümü kırpmadan, nefes almadan, kimseyi umursamadan ve neden ağladığımı anlamadan dinledim o gece onu. Bana mı öyle geldi, yoksa o da bana mı bakıyordu? Neydi şimdi bu? Eğer birbirimize yazmadıysa bizi Yaradan, neden çıkarmıştı onu karşıma tekrardan?

İkinci karşılaşmamızın akıbeti ilkinden pek farklı olmadı, gece onu tekrar gördüm ve bitti. Aslında daha niye hayal kurmaya devam ediyordum ki? Eğer o da benden, benim ondan etkilendiğim kadar etkilenmiş olsaydı muhakkak bir adım atardı. Bir kız olarak ilk adımı ben atacak değildim ya. Günler hızla geçip gitti. Yaz tatili geldi ve ben memleketime döndüm. Biliyor musunuz, hiç çıkaramadım onu aklımdan. Benimle tanışmak, sevgili olmak isteyen bir sürü erkek olmasına rağmen kimseyi beğenemedim. Ben ki ergenlik yıllarımda bile kimseye hayranlık derecesinde beğeni duymamış, takıntılı bir şekilde âşık olmamıştım, bu neydi böyle? İki kere gördüğüm ve varlığımdan haberdar olmayan bir adamın hayalini kuruyordum her gece. Beğenilen, istenilen, peşinden koşulmasına alışmış bir kızdım ve hayatımda ilk kez âşık olduğum adam tarafından görünmez kılınmıştım. Ama sanmayın ki bu durumu gurur meselesi yaptığımdan Şahin’e olan ilgim. Herkes bilsin ki ilk görüşte aşk diye bir şey varmış ve insan hiç tanımadığı, birlikte zaman geçirmediği birini bile kalbinde taşırmış.

Yaz tatili bitti ve ben İzmir’e döndüm. Biliyor musunuz, hiç yitirmedim umudumu, yoktan var eden Allah dualarıma kayıtsız kalacak değildi ya, çıkaracaktı Şahin’i tekrar karşıma. Peki, ne yapacaktım onu tekrar gördüğümde? Yine sessizce beni fark etmesini mi bekleyecektim? Hayır, asla. Söz vermiştim Allah’a, eğer bu mucizeyi tekrar yaşatırsa bana, ben de bana düşeni yapacak, duygularımı sahibine açacaktım reddedilme pahasına. Günler bazen hızla, bazen yavaş kovaladı birbirini ve ben her gece tam da uyumadan önce açtım ellerimi, gücü imkânsızı olur kılmaya yeten Rabbime. Duam bitince hayal kurdum, tekrar karşılaştığımızda Şahin’e anlatacaklarım hakkında. Ve bir gün, dualarımın kabul olmuş hâliyle karşımda ete kemiğe bürünmüş duruyordu. İzmir’de okuyanlar bilir, E Kafe vardı kampüsün işlek bir yerinde. İşte o sabah orada, kalabalık bir arkadaş grubuyla kahvaltı yapıyordum ki sesini duydum önce, bir şeyler anlatıyordu ne olduğunu anlayamadığım bir dilde. Herkes yok oldu o kafede o an, bir biz kaldık birbirimize.

Allah duymuştu dualarımı, şimdi sıra bendeydi işte. Tutacaktım sözümü. Arkadaşlarımın meraklı bakışları ve nereye gidiyorsun soruları eşliğinde kalktım oturduğum masadan. Yüreğim kıpır kıpır, ellerim tir tir titrer bir hâlde gittim masalarına. Konuşsam sesim çıkmayacak sanki ama konuşmasam da olmayacaktı. Bu benim son şansım olabilirdi. Etrafında onu dikkatle dinleyen kalabalığın ilgisi şimdi kendilerine benzemediği hâlde masalarına yaklaşan benim üzerimdeydi ve ayaklarımın bağının çözülme sebebi Şahin’in de artık konuşmasını yarıda kesip masalarının başında dikilen bu yabancıya dikkat kesilmesiydi. Şimdi tüm masa sessizliğe bürünmüş beni izliyordu ve lanet olasıca sesim sanki karnıma kaçmış, çıkmıyordu. Kendimi aptal konumuna düşürdüğümün farkında ve biraz da onca insanın karşısında rezil olacağım korkusuyla konuşamıyordum ki Şahin yetişti imdadıma. “Buyurun, oturmaz mısınız?” dedi tüm sıcakkanlılığıyla. Sessizce iliştim boş sandalyelerden birine. Canım benim, anlamış olacak ki ilgimi ve çekingenliğimi sanki beni tanıyormuş gibi davrandı. Dünya yansa bir kalbur samanım yanmazdı o an sanki. Onu dinlemek, konuşurken yaptığı jest ve mimikleri hafızama kazımak ve hiç silmemek istiyordum. Biraz daha konuştular ve yavaş yavaş dağıldı grup. “Hadi Şahin, gelmiyor musun?” dedi bir arkadaşı ve ben bu sesle uyandım ayakta gördüğüm rüyadan.

“Siz gidin, ben birazdan geleceğim,” demesi ise masaya dayadığı kollarının ardından bana bakan gözlerini fark etmemi sağladı. Herkes kalkmış masadan, bir biz kalmışız ve Şahin tıpkı adını aldığı yırtıcı gibi sert bakışlarını yüzümde gezdirirken sesim bir daha hiç duyulmayacak gibi kısılmıştı. Derin bir nefes aldım ve Yaradan’a verdiğim sözü hatırlatıp kendime konuşmaya karar verdim, Allahım ne zormuş bir erkeğe hem de o söylememişken seni seviyorum diyebilmek. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda onun da hâlâ dikkatle bana bakmakta olduğunu fark edip aynı hızla başımı kafenin kapısına çevirdim. Şimdi kalkıp gidebilir ve onu tekrar görebilmek için aylarca dua edebilirdim ya da ne varsa içimde anlatıp en azında ben elimden geleni yaptım diyebilirdim. Bir yanda deli gibi atan âşık kalbim, diğer yanda kadınlık gururum. Sıkışmıştım ve o hiç yardımcı olmuyordu bana, bakıyordu sadece yüzümü ezberine alırcasına dikkatle. Başımı kaldırıp ona tekrar bakarsam hiç konuşamayacağımı anlayıp başım önümde konuşmaya karar verdim. “Siz tanımıyorsunuz beni ama ben geçen yılki Alternatif Bahar Şenlikleri’nden beri tanıyorum sizi, o gün bugündür çıkaramıyorum kalbimden.” Hiç unutamıyorum sadece bu kadarcık konuşabildim, sadece bunları söyleyebildim ve asla bakamadım yüzüne. İçimde yangın çıkmıştı sanki ellerim, yanaklarım yanıyor gibiydi ve karnım kasıldı, midem bulandı. Söylediklerimin karşı tarafta oluşturduğu etkiyi görmek için sessizce bekledim bir süre, yine başım önümdeydi bu bekleyişte. Cevap gelmedi ve bu sessizlik gözlerimi ona yönlendirdi yine.

Şimdi güzel eli kirli sakalları arasında gezinirken gözleri sert bakışlarından hiçbir şey kaybetmeden bana bakıyordu, bense ağzından çıkacak tek bir cümleye muhtaçtım. Rezil olmuştum bir kere, devamını getirmek daha kolay oldu benim için o yüzden. “Cevap vermediniz,” dedim. Gülümsemişti bu sefer, bu gülümseyiş kalbimi yerinden çıkarabilirdi. Bence yaratılmış en yakışıklı erkek oydu ve de en güzel gülümseyeni. Bu gülümseyiş cesaret verdi bana, en azından sert değildi ya bakışları artık bu bile yeterdi.

“Biz birlikte olamayız,” dedi. Bunu o kadar net söyledi ki konuşmayı unuttum sandım o an. Soramadım bir süre neden diye, yaşlar birikti gözlerimde ve kocaman bir düğüm boğazımda. “Neden?” diyebildim bir süre sonra. “Sevgiliniz mi var?” diye ekledim hemen akabinde. “Hayır,” dedi aynı netlikte, o zaman tek bir sebep kalıyordu geriye, beğenmemişti beni işte. O ana kadar bana aşkını anlatıp ret cevabını verdiğim erkekler geldi gözümün önüne, acaba içlerinden birinin ahını mı almıştım? Beddua gibiydi şu yaşadığım. Rezil olmuştum, âşıktım ve âşık olduğum adam beni reddetmişti kısa ve net bir biçimde. Kaybedecek bir şeyi kalmamış insanlara mahsus bir güven geldi oturdu içime. “Neden o zaman?” dedim başımı kaldırıp, gözlerimi dikerek gözlerine. Sanki açıklama yapmak zorundaymış gibi bana. Gözlerim dışarı çıkmak için zorlayan yaşları içeride tutmaya kararlı, kalbim bunca ay sonra bir açıklamayı hak edecek kadar alacaklı… Şimdi gülümsüyordu ve gülümsemesi şüphesiz konuşurken sıktığım dişlerim ve yumruk hâline getirdiğim ellerimeydi. “Çok mu çirkinim?” dedim duyacağım cevaptan korkarak.

“Hayır, aksine çok güzelsin,” dedi gözleriyle gözlerime dokunarak. “Neden o zaman, sebep ne ki?” dedim arsız ısrarıma şaşırarak. “Çok âşık olurum ben sana,” dedi şaşkınlığımı bile şaşırtarak. “Ben sana çoktan oldum, sen de ol, aşk güzel bir şey,” dedim sırıtarak. “Ben Diyarbakırlıyım Gülşah,” dedi sanki işlediği bir kabahati dile getirir gibi. “Sense Balıkesirlisin,” diyerek şaşkınlığımı ikiye katladı. Adımla hitap edişi, memleketimi bilişi? Bu nasıl işti? “Adımı biliyorsun, memleketimi de? Ama ben söylemedim ki sana?” dedim. Gülümsedi, gülümsediğinde dünyadaki tüm kötülükler yok oluyordu bence. “O gece bir tek sen âşık olmadın Gülşah,” dedi yine içime işleyen gülümseyişiyle. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak, mutluluktan havalara uçacak hâldeydim. “Peki, madem tek ben âşık olmadıysam, neden olmaz diyorsun o zaman?” dedim artık gözlerine bakmaktan çekinmeyerek. “Çünkü biz seninle ülkenin batısıyla doğusuyuz. Çünkü biz farklı kültürlerin çocuğuyuz. Çünkü biz bitmeyen bir kavganın bitmeye mahkûm aşkıyız. Olmaz Gülşah, olmaz.” “Neden ya?” diye bağırdım, kendim bile şaşırdım sesimin yüksek çıkışına. “Hangi devirde yaşıyoruz Allah aşkına, kim engel olabilir biz istedikten sonra aşka?” Sanırım o gün, o kafede hayatım boyunca olamadığım kadar cesur oldum. “Bak,” dedi. “Benim ailem için sorun olmaz Batılı bir gelin ama senin ailen istemez kızlarını doğuya gelin etmeyi.”

Gözlerim doldu, daha ilk günden beni kendine eş diye seçmesine. İçim coştu tertemiz, mert ve açık yürekli oluşuna. “Sen çok güzel kalpli bir adamsın, tanıdığım herkesten farklı ve masum. Daha şimdiden evlilikten bahsediyorsun,” dedim. Şaşırmıştım. Üniversitede aşklar üç günlüktü, özellikle erkekler için kızlar zevk aracından bir adım önde değildi. “Dedim ya ben sana âşık oldum diye, eğer sen benim hayatıma girersen evime de girersin, soyadımı da alırsın. Seninle başka türlü olmaz, senle sevgili olunmaz, sana kıyılmaz.” Dayanamadım sarıldım ona, dünyanın en güzel kokusuna sahipti esmer teni ve en güzel temiz kalp şüphesiz onunkiydi. “Benim ailem,” dedim kendimden oldukça emin. “Asla takılmaz böyle saçma sapan klişelere. Benim mutlu olmam yeterli onlar için, sevmem ve sevilmem yeterli mutlu olabilmeleri için…” Yanılıyormuşum meğer bilmiyormuşum hiçbir şey. Çok zor günler, çetin savaşlar bekliyormuş beni. Bunları da anlatacağım size elbette, ama önce aşkımı ve hep yanımda olan dünyanın en yakışıklı, en güzel kalpli, en sevilesi adamını anlatacağım… Eskiden kaplumbağa adımları hızında ilerleyen zaman sanki su gibi akıyordu şimdi, biz ne çabuk bir aylık olmuştuk ki? Güzel seven, güzel gülen mert adam, gören her gözü kendine hayran bırakan yakışıklı sevdam, ben nasıl unutayım seni? Nasıl seveyim yerine yeniden? O gün birinci ay dönümümüzdü. Ben en fazla bir çiçek alır, baş başa yemeğe gideriz diye düşünmüştüm. Tabii o zamanlar bilmiyordum bir kadının gerçek bir erkek tarafından sevildiğinde neler yaşayacağını…

Kahvaltımı yapmak için kantine inip bir tost bir çayla öğünü geçiştirdim. İnsan âşıkken yediği her lokma daha lezzetli, eskiden sorun olarak gördüğü her şey sanki gül bahçesi… Tek kişilik yurt odamın kapısını açtığımda mutluluktan havalara uçtum yerlere serilmiş yüzlerce gülü görünce. Sıkı yurt kurallarını delebilmek için paragöz memureye yüklü bir miktar ödemişti şüphesiz. Yoksa katiyen izin verilmezdi o güllerin, hele ki ben yokken, odama serilmesine. Hemen aradım sevdiceğimi, “Seni çok seviyorum,” diyebildim ağlamaktan çatallaşmış sesimle. “Ben de seni,” dedi ve ekledi, “Akşama hazırlan, seni bir yere götüreceğim,” diye. Sadeliği seviyordu ve içinde tevazu barındırmayan hiçbir şeye tahammülü yoktu. Sade siyah bir elbise giydim dizlerimin hemen üstünde, saçlarımı fönlendim ve makyajsızken daha güzelsin dediği günden beri makyajsız yüzümü daha bir sever oldum ben de. Kıskanç bir kız olmamama rağmen yurdun önünde beklerken ona hayranlıkla bakan kız gözlerine tahammül edemediğimden yasak koymuştum ona, beni beklerken arabada kalsın, dışarı çıkmasın diye. Beyaz spor bir gömlek giymişti, tenine en yakışan renkti beyaz. Altına lacivert bir kot. Bu adam mıydı benim sevgilim, yüzlerce kişiye önderlik eden, fikirleri ve konuşmalarıyla kitleleri arkasından sürükleyen ve Ege Üniversitesi’nin en yakışıklı erkeği. Benim aşkımda hayranlık da vardı, saygı da, sevgi de, şefkat de vardı ama en çok kaybetme korkusu hâkimdi onun bana olan sevgisine. “Bir gün ya biterse?” dedi ben manzara yerine onu seyrederken birinci ay kutlama yemeğimizde. “Bitmez,”

Benzer İçerikler

Patasana

yakutlu

Gezgin – Alexandra Bracken – Online Kitap Oku

yakutlu

Pençe | Hilal Gümüş | Birazoku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy