Bize Umut Gerek | Başar Başarır


O sırada, ayakkabısının altı delik, canı sıkkın, içinde büyük bir boşlukla caddeye yeni inmiş gazeteci cigarasını yakmak için durmuş, rüzgârı kolluyordu, siz görmediniz. Hemen önünüzde olup biten onca kepazeliğe durup bir an bile bakmazken görülüyorsunuz. Ama siz görmediniz. Beşer, siz. Sizler. Beyaz bereli siyah tetiği çektiğinde, canı uçmuş gazetecinin çelimsiz bedeni kuş gibi kaldırıma düştüğünde, acemi bir işçinin döşediği çarpık taşlar üzerinde birikip gölleşen o kan kıpkırmızıydı, siz görmediniz. Beşer, siz. Hiçbiriniz. Hayatta üç şeye güven olmazmış.

Bir tanesi şems-i şita, kış güneşi. Bize Umut Gerek, Başar Başarır’ın daha önce yayımlanmış üç kitabını buluşturuyor: Düzenboz (2012), Çıktığınız Hevesle İniniz (2004) ve 2004 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görüldüğü Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri (2003). Başar Başarır, yaşamın tüm rezil alışkanlıklarına, can sıkıcı değerlerine, dil-düzen takıntılarına sinir bozucu bir gülüşle yaklaşıyor; göz önünde bulunmayanı getirip okurun bir daha unutamayacağı bir biçimde masanın üzerine yerleştiriyor. Bize Umut Gerek, her okur için, Başarır’ı ciddi biçimde yeniden okumanın gerekliliğini kanıtlayan kırk öyküyü topluyor. Tam bir dil şenliği.

İçindekiler

DÜZENBOZ
ben | Fırıncı Musa ……………………………………………….. 15
sen | Çikolata ……………………………………………………… 25
o | Açılmıyor ………………………………………………………. 37
biz | Boğazlı Kazak ………………………………………………. 49
siz | Gören Gözler ……………………………………………….. 65
onlar | Şehzadenin Sünneti …………………………………… 75
ÇIKTIĞINIZ HEVESLE İNİNİZ
Ağaç Seyretme Bayramı ……………………………………….. 93
Karantina Geceleri ………………………………………………. 97
Yalan Yazan Yazar ……………………………………………… 103
Enişte ………………………………………………………………. 117
Deniz Feneri …………………………………………………….. 121
Monica …………………………………………………………….. 125
Saltanat Takvimi ……………………………………………….. 131
İçim Dışım Bir ………………………………………………….. 139
İftira ………………………………………………………………… 147
Şehre Doğru …………………………………………………….. 151
Havlamak İstiyorum ………………………………………….. 155

Tüketici Paneli ………………………………………………….. 159
Uykusuz …………………………………………………………… 171
Sanki Bütün Dünya Buna Bağlıymış Gibi ………………. 181
Kaçakçı ……………………………………………………………. 193
Meşin Yuvarlak Kırmızı ………………………………………. 201
İşaretler ……………………………………………………………. 205
GETİRİN O GÜNLERİ YAKALIM BU ÖYKÜLERİ
Tunç Çağına Dönüş …………………………………………… 211
Köprüdekiler …………………………………………………….. 215
O Bende ………………………………………………………….. 219
Yergösterici ………………………………………………………. 225
Merdiven …………………………………………………………. 231
Küf Kokusu ………………………………………………………. 235
Yaradılış …………………………………………………………… 239
Çaresizlik …………………………………………………………. 243
Meridyenler ……………………………………………………… 245
ESKİ DEFTERLER
Sonsuz Dalga ……………………………………………………. 255
Yelkovanlar ………………………………………………………. 269
Erik Türkçe ………………………………………………………. 281
Bayan H.’nin Hayata Dönüş Resitali …………………….. 295
Son Bir İyilik …………………………………………………….. 307
Format Meselesi ………………………………………………… 321
OKURA NOTLAR
Bizsesine Dur İhtarı …………………………………………… 329
İşaretler ……………………………………………………………. 333

DÜZENBOZ

Bi ticari durdu kapıda. Görmemiş gibi yapıyorum. Buralarda takılacaksan racon böyle. Astına da, üstüne de görmemiş gibi yapacaksın. Ki bahçene atlamasınlar. Direksiyondaki cıvık tam bir bitirim. İt, haza it. Dat dat kornaya basıyor. Terbiyesi kıt tipsizin teki, belli. Buralarda takılıyoruz dediysek, mahallenin kibar abileri, ablaları gibi değilim ben. Biraz yerliyim, biraz da yersiz. Misal, golf oynamıyorum. Kışın kayak, yazın sörf yapmıyorum. Sonbaharda safarim yoktur pek. Konyaktan, şaraptan, köpükten anlamam. Arabam ağır, kulağım sağır, yuvarlanıp giderim. Tekneyle de çıkmıyorum hafta sonları. Zaten sudan tamamen çıkmışım. Balık olmaktan da, oltadan da, ağdan da… Ekmek yapıyorum. Odun, tava, salamura… Kapıya kadar gitmek, ticarinin ayağına çömelmek olmaz. Evlere servis yapılır, lakin arabaya servisimiz yoktur abiler. Çıraksak köle değilik ya. Adam gibi insin, gelsin alsın ekmeğini. Çopur! Misal, mahalleye yeni bir artist taşınmış, gençten. Sipariş versinler diye dört göz oldum, bekliyorum kaç gündür. Genç artistin genç sevgilisi olur. Sabahları kapıya çıkar. Saçı başı dağılır, yakası paçası açılır. Bacakları görünür. Ekmeklerin arkasında mutlaka bir gazete sayfası.

Muhafız alayının tamamını içeri atmışlar. İyi bok yediniz abiler. Oturup namusunuzla yapsaydınız ya işinizi, keriz mi bu millet, keriz miyiz biz?! diye başlıyorum. Ama içerdeki bu ağalara, beylere kızgınlığımı muhafaza edemiyorum ben. Derken aklıma demir parmaklıklar geliyor. Hoşafımın yağı kesiliyor o dakka. Üzülüyorum. Vay be, diyorum, ayrı gayrı düştüler çiftten çubuktan. Tarlası, harmanı dağılmıştır her birinin. Ne bela! Var ya, büyük toprak ustası Osman Efendi’ye de kızamıyorum, ormandan emekli. Nutuklarına filan sözüm yok. Konuşsun.

Tek darıldığım, dünyanın en gürültülü motosikletine binip uça uça giderken kalın kafasına takmadığı kırmızı miğferidir. Bir de bir türlü vurdurmadığı şu tetanos iğnesi. 8 numaradaki doktor dediydi. Olmak lazım gelirmiş. Ya tetanos ya kemoterapi, öyle bir şey tehlikesi. Topraktan geçermiş. Vallahi olmaz yenge. Haybeye zorlama beni. Bir ekmek için pazarlık eden böyle müşteri bile var. Fırıncılar odasının tarifesiyle bağlıyız biz. Daha ucuza veremiyoruz. Askı da boş, kimsenin gönlünden kopmamış şuncacık somun. Hadi başka kapıya yenge, patron görürse başımız belaya girer, anında jandarma biter, jandarma karşında. Ondan sonra anlat derdini boktan yahut da sikten bir adama. Ne desem yalan. Yengemde ekmek parası nanay ama çene hiç durmuyor. Helal paraymış, vereceği de ne, üç kuruş. Altı yok pabuç gibi geziyor bütün gün dükkân dükkân. Ucuza ekmek peşinde. Lafı öyle bir uzatıyor, uzatıyor ki, sonunda içimden çıkan bir el, ah o el var ya o el, tuttuğu gibi ekmekleri dolduruyor hanımın torbasına. Bu da benden olsun yenge, ziyanı yok. Ama kaybol şimdi. Enselenmeyelim sabah sabah. Ticarideki cıvık, camını indirmiş, el ediyor. Artık kapıya çıkıyorum, mecbur. Göt kispetten çıkınca uçkur dokuz yerinden patlarmış.

Hişt bilader, diyor, sen oryantal biliyo musun? Fesuphanallah. Geri dönüp tezgâhın altındaki keseri alacağım. Omuz başına indirmeden kompresör yapmaz artık bu zonta. Contasını yakmak lazım kısa yoldan. Lafa eziyet etmeden, harbi harbi konuşmayı pek severim. Mahallenin hiçbir şeyi benden sorulmaz. Ben, Ekmekçi Hüseyin’in çırağı Musa. Ramazan pidesi gibi yayılmışım olduğum yere. Göt göbek salmışım. Gözüm bir şeycikler görmüyor. Önü üç milim, arkası yedi milim eşyaları önemseyemiyorum. Dört çeker mevzulara kafam basmıyor. Ekmek yapıp satıyoruz. Ha eğri büğrü bir un çuvalı –ağzına kadar dolsa da dik duramayan bir un çuvalıdır bu–, ha çuvallamış bir ben. Ekmekçi Hüseyin’in çırağı Musa. Janti adamdır patron. Ekmek katiyen yemez, kahvede kumar oynar. Beyaz mendil, mendil cebinde. Musa oğlum, aç gözünü, fırın sana emanet! Belli bir maaşım yok, kapıdan verilen bahşişler sayılmazsa. Saymadan alırım onu da, ihtiyacım yokmuş gibi. Yok zaten. Pazen gecelik hafifçe sıyrılır bazen.

Parayı ararken cüzdanda, yukarıdan dikiz, manzara nefis. Patron da biliyor avantaları tabii. Salak mı? Bu yüzden kesiyor arpamızı. Bir ay bir maaş vermiyorsa, ertesi ay iki maaş vermiyor. Bi tek, bi çift almıyoruz yani. Olsun, sağlık olsun be Osman Usta! İğneni vurdur, miğferi tak. Sen bize lazımsın. Cıvık zonta sırıtıyor taksiden. Sesleniyorum: — Sen ne diyosun usta yaaa? Sesim gür çıkıyor. Elimde keser var ya, artık bi zahmet dayılanıyorum. Birden dördüncü vitesten ikiye takıyor muhabbeti. Kompresör diye buna derler: — Ne bozuluyorsun fırıncı abi, şakacıktan sordum vallahi.

Yumuşuyorum. Arka koltuktaki süt beyazı ablayı anca görüyorum. Nefesim kesiliyor. Hacıosman bayırında dikilen enkazlardan değil bu. Yeni gelmiş anlaşılan. Kuzey’den. — Ondörtlü ister misin? diye soruyor cıvık taksici. Güney’den gelme. Amerikalılar hibe etmiş. Onlar da memleketin taksicilerine hibe ediyorlar ister istemez. Sırıtıyor. — İstemem silah filan. Neme lazım. Her ay en az bir çeyrek altın artıyor gırtlağımdan. Ayıp mı söylemesi? Öğleden önce açmamayı âdet edinmiş veyahut da marifet sayan çarşının yegâne sarrafı, kırışık suratlı kalfadan alıyorum çeyreği. Hediye mi? diye soruyor. İllaki soruyor uyuz. Yok, diyorum, değil hediye. Kadife kese istemez. Doğrudan elime say. Aldım mı çeyreği? Aldım. Ama çeyreği verecek kimsem var mı? Yok. Kimsem yoksa, hediye verecek kadar bile kimseyi tanımıyorsam, sen düşün artık, tembel kalfa. Biriktirip, biriktirip bir tam yapsam, o zaman çıkar mı şöyle tam kafama göre bi yoldaş? Nerdee! Geçen gün gittim istikbal caddesine. Serseri dostum fukaralığın takendisiyle buluşmaya. Oturup çay içtik bir, iki, üzüm. Eski günleri yâd eder gibi, numaradan ağlaşarak. Kimler kimler gelip geçti, hepsini andık, bir, iki, üç buçuk. Ayrılırken çıkarıp cebine birkaç kuruş koymaya kalktım. Beceremedim. Karşılıklı reziller olduk. O nasıl lakırdıymış öyle Musa, diye çıkıştı. Beni kucakladığında karnımdaki çayın lıkırtısını duydum. Vay benim köse sakalım. Bunu da yapamadın be Musa. Düşün düşün, boktur işin tembel kalfa. Yapacak bir şey yok. Haybeye istif benimkisi. En olmadı atıcam hamur kazanına çeyrekleri, işte geldik gidiyoruz, şen olsun Halep şehri. Ticari hâlâ kapıda.

— Fırıncı, ondörtlü istemezsin, onsekizlik ister misin peki? (Gözüyle çaktırmadan arka koltuğu işaret ediyor.) Kiralık falan değil ha, evladiyelik. Al tepe tepe kullan, sıkıldın mı, sen de sat gitsin, son sahibi olma sakın. Elden çıkarmayı bileceksin. Yoksa elinde patlar. İyice yaklaşıp sözde çaktırmadan camdan içeri bakıyorum, eteği de pek kısaymış. Süt beyazı, bacakları hele süt beyazı. Bu cıvık ticariyi şimdi katlayıp cebine koyabilmeli insan.

Oyuncak bir araba gibi. Sonra çıkarıp oynarsın. Böylece hemen karar vermek zorunda kalmazsın. İyice bi düşün taşın, di mi? Buldun bir koyun, demiş, ye de doyun. Nene lazım oyun moyun. Çengi mi olucan be kör olası? Lazım mı şimdi sana on sekizlik bi abla? Gözümün önünde çocukken isteyip de alamadığım bütün oyuncak arabalar… Hiçbirinin içinde beyazın beyazı bir kız hatırlamıyorum, hayret. Ne demeli şimdi bu cibilliyetsize? Pazarlık mı etmeli? Yüz mü, bin mi, peşin mi? Ah Osman Usta ah, şimdi olsaydın yanımda, biraz akıl verseydin o koca kafandan çıkarıp. Adı batsın Giresun’un, bekleseydi gölgede. Neden gittin memlekete? — Adı ne? diye soruyorum. Adını bilip ne yapacaksam? — Olga! Telefona da Tolga diye kaydedersin, yenganım uyanmaz. Pis pis sırıtıyor. Lan taksici, belanı sikeyim taksici. Hususi Abiler geçiyor bazen. Hususi Abiler, fırından ekmek alalım, diyorlar hep geçerken. Önlerine düşüyorum. İçeri giriyoruz.

Sıcak yüzümüze vuruyor. Kasalar bomboş. Vay anasını sayın seyirciler! Nerede usta bu somunlar? Bitti mi? Yok. Çıkmamış. Hiç çıkmamış. Hamur tutmamış dün gece. Mayalanmamış. Bayağı bir saydırdım kürekçilere. Nasıl çıkmaz bu fırından ekmek diye. Fırının tam arkasında odam. Hatice karısının horozuyla bakışık. Kışın iyi de, yazın erkenden bastırıyor odun ateşi. Cehennem gibi ısınıyor duvarlar, ısınıyor tavan, karşıda horozun ibiği. Bir de kürekçilerin bitmez türküleri gece boyu. Dinle ki için açılsın. Yetmiş iki milletin derdi bu türkülerde. Kapı sabahın beşinde güm güm. Her nasılsa uyuyakalmışık koyun koyuna. — Musa, aç Musa! Jandarma mı? diye soruyor süt beyazı. Gözleri faltaşı gibi kocaman. Ne jandarması iki gözüm, jandarma mı kaldı memlekette? Polistir bu saatte gelen. Sonradan duydum ki o gece, şehirdeki hiçbir fırında hamur mayalanmamış. Biz tabii bilmiyoruz.

Benzer İçerikler

Hikâyeler

yakutlu

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa

yakutlu

Gülücük

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy