Işıklar Açıkken Okuyun!
İkiz kız kardeşler Lindy ve Kris, çöp kutusunda bir vantrilok kuklası bulurlar. Lily kuklayı kurtarmaya karar verir ve adını Slappy koyar. Ancak Kris onu çok kıskanır, Lindy her zaman olduğu gibi istediğine ulaşmış ve bütün ilgiyi kendi üzerine çekmiştir. Bu hiç de adil değildir! Kris kendi kuklasına sahip olmaya karar verir. Lindy’ye gününü gösterecektir. Fakat bir süre sonra tuhaf şeyler olmaya başlar. Korkutucu şeyler. Çok kötü şeyler.
Tüm bu olanlara bir kukla sebep olmuş olamaz, değil mi?
“Enfes ve tüyler ürpertici.”
Publishers Weekly
***
1
“Mmmmm! Mmmm! Mmmmm!”
Kris Powell ikiz kardeşinin dikkatini çekmek için çabalıyordu.
Lindy Powell sorunun ne olduğunu görmek için kafasını okuduğu kitaptan kaldırıp baktı. Lindy, kız kardeşinin sevimli yüzü yerine, neredeyse Kris’in başı büyüklüğünde pembe yuvarlak bir balon gördü.
“Aferin,” dedi Lindy isteksizce, ani bir hareketle balonu dürttü ve patlattı.
“Hey!” diye bağırdı Kris, pembe sakız balonu patlayıp yanakları ve çenesine yapışmıştı.
Lindy güldü. “Yakalandın.”
Kris öfkeyle Lindy’nin kitabını kaptı ve hızla çarparak kapattı. “Hah, yerini kaybettin!” diye bağırdı. Kız kardeşinin kitapta kaldığı yeri kaybetmekten nefret ettiğini biliyordu.
Lindy kaşlarını çatarak kitabı geri aldı. Kris ise pembe sakızdan arta kalanları yüzünden temizlemeye çalışıyordu.
“Bu şişirdiğim en büyük balondu,” dedi kızgınca. Sakız çenesinden bir türlü çıkmıyordu.
“Bundan çok daha büyüğünü şişirmiştim,” dedi Lindy alayla.
“İkinize de inanamıyorum,” diye söylendi anneleri, yatak odalarına girdi ve düzgünce katlanmış bir yığın çamaşırı Kris’in yatağının ucuna bıraktı. “Sakız balonu için bile çekişiyor musunuz?”
“Çekişmiyoruz,” diye homurdandı Lindy. Sarı atkuyruğunu arkasına attı ve gözlerini kitabına çevirdi.
İki kız kardeşin de dümdüz sarı saçları vardı. Ama Lindy onları uzun tutuyor, genellikle başının arkasından bağlıyor veya bir tarafından atkuyruğu yapıyordu. Kris ise saçlarını kısa kesiyordu.
Bu herkes için, neredeyse her şeyi tamamen aynı olan ikizleri birbirinden ayırt etmenin bir yoluydu. Her ikisi de geniş alınlı ve yuvarlak mavi gözlüydü. Gülümsediklerinde ikisinin de yanaklarında gamzeler oluşuyordu. Her ikisinin de yüzü kolayca kızarıyor, solgun yanaklarında geniş pembe daireler oluşuyordu.
İkisi de burunlarının biraz fazla geniş olduğu düşüncesindeydi. Her ikisinin de dileği biraz daha fazla uzun olmaktı. Lindy’nin en iyi arkadaşı Alice, henüz on ikisinde bile olmamasına rağmen, ondan yaklaşık on santim daha uzundu.
“Hepsini çıkardım mı?” diye sordu Kris, yapış yapış ve kırmızı olan çenesini ovarken.
“Tam değil,” dedi Lindy, kafasını kaldırıp bakarak. “Saçında biraz var.”
“Off, harika,” diye homurdandı Kris. Saçlarını yokladı ama hiç sakız bulamadı.
“Yeniden yakalandın,” dedi Lindy gülerek. “Çok kolay oyuna geliyorsun!”
Kris öfkeyle homurdandı. “Bana karşı neden hep bu kadar acımasızsın?”
“Ben mi? Acımasız mı?” diyerek masumca baktı Lindy. “Ben melek gibiyimdir, istediğine sor.”
Kris çileden çıkarak, çorapları çekmeceye doldurmakta olan annesine döndü. “Anne, benim ne zaman kendi odam olacak?”
“Çıkmaz ayın son çarşambası,” diye cevap verdi Bayan Powell gülümseyerek.
“Hep bunu söylüyorsun.”
Annesi omuz silkti. “Fazla odamız olmadığını biliyorsun Kris.” Yatak odasının penceresine döndü. Parlak günışığı şeffaf perdeden içeri akıyordu. “Güzel bir gün. İkiniz içeride ne yapıyorsunuz?”
“Anne, biz küçük kızlar değiliz,” dedi Lindy gözlerini devirerek. “On iki yaşındayız, dışarı çıkıp oyun oynayacak yaşı geçtik.”
“Hepsini çıkardım mı?” diye yeniden sordu Kris, hâlâ çenesine yapışmış olan sakızları temizlemeye çalışıyordu.
“Vazgeç artık, daha da kötü yapıyorsun,” dedi ona Lindy.
“Birbirinize karşı daha nazik olmanızı dilerdim,” dedi içini çekerek Bayan Powell. Aniden alt kattan gelen bir havlama duydular. “Barky’yi ne kızdırdı ki şimdi?” diye endişelendi Bayan Powell. Küçük av köpeği sürekli bir şeyler için havlıyordu. “Neden Barky’yi yürüyüşe çıkarmıyorsunuz?”
“Canım istemiyor,” diye mırıldandı Lindy, kitaptan başını kaldırmadan.
“Doğum gününde alınan yeni bisikletlerle bir gezintiye ne dersiniz?” dedi Bayan Powell elleri belinde. “Hani şu onlarsız yaşayamadığınız ama alındığından beri garajda öylece duran bisikletler.”
“Tamam, tamam. Alay etmene gerek yok anne,” dedi Lindy kitabını kapatırken. Ayağa kalktı, gerindi ve kitabı yatağın üzerine attı.
“Sen de istiyor musun?” diye sordu Kris, Lindy’ye.
“Ne istiyor muyum?”
“Bisiklete binmek. Okulda takılan var mı diye bir bakabiliriz.”
“Sen sadece Robby orada mı diye bakmak istiyorsun,” dedi Lindy, yüzünü buruşturarak.
“Ne olmuş?” dedi Kris, yüzü kızararak.
“Hadi, gidip biraz hava alın,” diye ısrar etti Bayan Powell. “Sonra görüşürüz. Ben de markete gideceğim.”
Kris elbise dolabının aynasına dikkatle baktı. Sakızın çoğundan kurtulmuştu. İki eliyle kısa saçını arkaya doğru düzeltti. “Hadi ama! Dışarı çıkalım,” dedi. “Son çıkan çürük yumurtadır.” Kapıya doğru fırladı ve kardeşini yarım adımla geride bıraktı. Arka kapıyı birden çarparak çıkmalarından dolayı, Barky arkalarından acı bir şekilde uludu. Öğleden sonra güneşi, bulutsuz gökyüzünde yüksekteydi. Hava rüzgârsız ve kuruydu. Sanki bahardan çok yaz gibiydi.
İki kız da şort ve kolsuz tişörtler giymişlerdi. Lindy garaj kapısını açmak için eğildi, sonra durdu. Gözü komşusunun evine takılmıştı.
“Bak, duvarları yükseltmişler,” dedi Kris’e, arka bahçeyi göstererek.
“Şu yeni ev çok çabuk yapılıyor. Şaşırtıcı,” dedi Kris, kardeşinin baktığı yere bakarak.
Müteahhitler eski evi kış boyunca kapalı tutmuştu. İnşaatın temeli ise Mart’ta atılmıştı. Lindy ve Kris, ortalıkta işçiler yokken inşaatın etrafında dolanmış, farklı odaların nereye yapılacağını tahmin etmeye çalışmışlardı.
Şimdiyse duvarlar yapılıyordu. Kereste yığınının, büyük kızıl toprak öbeğinin, aletlerin ve makinelerin ortasında inşaat yükselmiş, aniden gerçek bir ev görünümü kazanmıştı.
“Bugün kimse çalışmıyor,” dedi Lindy.
Yeni eve doğru birkaç adım attılar. “İçeride birileri olabilir mi?” diye merak etti Kris. “Belki bizim yaşımızda yakışıklı bir çocuk. Belki de yakışıklı ikizler!”
“Iyy!” dedi Lindy iğrenerek. “İkiz çocuklar mı? Ne kadar da safsın! Seninle benim aynı aileden olduğumuza inanamıyorum.”
Kris, Lindy’nin bu acı sözlerine alışıktı. Her ikisi de ikiz olmayı severken, aynı zamanda ikiz olmaktan nefret ediyordu. Çünkü neredeyse her şeyi -kitaplarını, kıyafetlerini, odalarını- paylaşıyorlardı. Birbirlerine birçok kardeşten daha yakınlardı.
Ama birbirlerine oldukça benzedikleri için, birbirlerini çoğu zaman çıldırtıyorlardı.
“Etrafta kimse yok. Yeni evi bir kontrol edelim,” dedi Lindy.
Kris bahçe boyunca onu takip etti. Bir sincap, yolun yarısından çınar ağacına kadar dikkatle onları izledi.
Bahçeyi ikiye bölen girişteki alçak çalılıkların arasından ilerlediler. Sonra, kereste yığınının ve toprak öbeğinin ötesine yürüyerek, beton sahanlığa tırmandılar.
Ağır plastik bir levha, ön kapının bulunduğu girişin üzerine çivilenmişti. Kris, plastiğin kenarını yukarı doğru itti ve evin içine atladılar.
İçerisi karanlık ve soğuktu, taze ahşap kokusu vardı. Duvarların sıvası yapılmış ancak henüz boyanmamıştı.
“Dikkatli ol,” diye uyardı Lindy. “Çiviler.” Döşemenin üzerine dağılmış büyük çivileri işaret etti. “Eğer birinin üzerine basarsan, tetanos olur ve ölürsün.”
“Eminim çok üzülürdün,” dedi Kris.
“Senin ölmeni istemiyorum,” diye cevap verdi Lindy. “Sadece tetanos ol,” dedi ve kıs kıs güldü.
“Ha-ha,” dedi Kris alayla. “Burası oturma odası olmalı,” dedi, arka duvara dayalı şöminenin karşısındaki odaya doğru dikkatli bir şekilde ilerlerken. “Bir katedral tavanı,” dedi Lindy, gözlerini başlarının üzerinde açıkta kalmış ahşap kirişlere dikti. “Harika.”
“Bu bizim oturma odamızdan daha büyük,” dedi Kris ve sokak manzaralı büyük pencereyi işaret etti.
“Harika kokuyor,” dedi Lindy, derin bir nefes alarak. “Her yer talaş. Çamlık gibi kokuyor.”
Koridorda ilerlediler ve mutfağa girdiler. “Elektrik kabloları çalışıyor mu?” diye sordu Kris, tavandaki kirişlere asılı olan kümelenmiş siyah elektrik kablolarını işaret ederek.
“Neden bir tanesine dokunup öğrenmiyorsun?” diye teklif etti Lindy.
“Önce sen,” diye karşılık verdi Kris.
“Mutfak çok büyük değil,” dedi Lindy, mutfağın olacağı alana doğru eğilerek.
Doğruldu ve bir ses duyduğunda tam da üst katı kontrol etmeyi önermek üzereydi. “Ne?” Gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Burada biri mi var?”
Kris mutfağın ortasında donakaldı.
İkisi de kulak kesildi.
Tek ses yoktu.
Sonra yakınlarında, evin içinde yavaş ve hızlı ayak sesleri duydular.
“Hadi gidelim!” diye fısıldadı Lindy.
Kris, çoktan giriş kapısının oradaki plastiğin altından geçmişti bile. Sahanlıktan atladı ve kendi bahçelerine doğru koşmaya başladı.
Lindy, sahanlığa çıktığında durdu ve yeni eve geri döndü. “Hey, bak!” diye seslendi.
Bir sincap yan camdan dışarı fırladı. Dört ayağının üzerinde çöplerin üzerine düştü ve onların bahçesindeki çınar ağacına doğru ilerledi.
Lindy güldü. “Sadece aptal bir sincap.”
Kris alçak çalılıkların orada durdu. “Emin misin?” diye tereddüt etti, yeni evin pencerelerine bakarak. “Bu oldukça iri bir sincaptı.”
Arkasını döndüğünde Lindy’nin ortadan kaybolduğunu görünce şaşırdı.
“Hey, nereye kayboldun?”
“Buraya gel,” diye seslendi Lindy. “Bir şey gördüm!”
Kardeşinin nerede olduğunu tespit etmek Kris’in biraz zamanını aldı. Lindy, bahçenin en uzak köşesindeki siyah çöp bidonunun arkasına saklanmıştı.
Kris daha iyi görebilmek için yaklaştı. Lindy çöp bidonunun kenarında eğilmiş, çerçöp içinde dikkatlice bir şey arıyor gibiydi.
“Ne var orada?” diye seslendi Kris.
Lindy bir şeyleri karıştırıyordu ve onu duymamışa benziyordu.
“Nedir o?” diye bağırdı Kris, isteksizce çöp bidonuna doğru yaklaşırken.
Lindy cevap vermedi.
Sonra yavaşça bir şeyi çekip çıkardı. Onu havaya kaldırdı. Kolları ve ayakları aşağı doğru gevşekçe sallanıyordu. Kris kahverengi saçlara sahip bir kafa görebildi.
Bir kafa? Kollar ve ayaklar?
Kris ellerini dehşetle yüzüne götürerek, “Ah, hayır!” diye haykırdı.