Cadı | Hüseyin Rahmi Gürpınar


Kocasının ölümüyle dul kalan Fikriye Hanım için çöpçatanlar işe koyulurlar. Bulabildikleri talip, birkaç kez evlenmiş ve rahmetli ilk karısından kalan iki çocuğuyla büyük bir yalıda yaşayan Naşit Nefi Efendi’dir. Ancak bu varlıklı talibin bir kusuru vardır: Çocuklarının annesi Binnaz Hanım hortlamıştır.

Cadı, Hüseyin Rahmi’nin gulyabani, hortlak gibi doğaüstü varlıkları konu edindiği “Garaib Faturası Külliyatı”nın ikinci romanıdır. Külliyatın ilk romanı Gulyabani ’de olduğu gibi, bu romanda da halkın batıl inançları konu edilir. Hüseyin Rahmi bu kez merkeze ruh kavramını oturtarak spiritüalizme karşı, metafizik ve felsefi açıdan bir tartışma da yürütür.

1

Yenge ile Yeğen Arasında

Yenge bu telaşın ne? Ne oluyorsun Allah aşkına? Kızım Müslümanlıkta iki şeyde telaş lazımdır: kız evlendirmekte, cenaze kaldırmakta…

Buna hiç diyecek yok… Güzel teşbih doğrusu!

Ben şunu bunu bilmem! Biraz kendini çek çevir. Bu ağlamayı, bu somurtkanlığı bırak. Giyin kuşan… A dostlar! Nedir bu halin? Bu ağlamış yüzünü görenler kırk yıllık yola kaçarlar. Rabbim övmüş yaratmış… Pek güzel, akça pakça, sevimli kadınsın… Artık bu matemden vazgeç… Şen şakrak ol. Gül, söyle… Bir kısmetin çıkar çıkmaz seni vereceğiz. Turşunu kuracak değiliz ya!

-Yenge, bu eve ben fazla mı geliyorum? Bana yedirdiğiniz bir lokma ekmeği mi sakınıyorsunuz?

Aman, delinin söylediği lakırdıya bak! Senden ekmek sakınan bir lokma ekmeğe muhtaç olsun! O nasıl söz, nankör karı!

Ne olursa olsun, bir saat evvel beni başınızdan defetmenin çaresine bakıyorsunuz… Belki ben ebediyen kocaya varmak niyetinde değilim…

-Ne dedin, ne dedin? Ebediyen kocaya varmak niyetinde değil misin? Karabaş1 mı, marabet mi olacaksın? Allah kadını kocaya varmak, erkeği de evlenmek için yaratmıştır. Anladın mı Fikriye? Şimdi beni kötü kötü söyleteceksin!

Yenge, bir parça Allah’tan korkun. Niçin beni böyle sıkboğaz ediyorsunuz? Daha beyimin kefeni solmadı… Yerde yatanı bu kadar çabuk unutmalı mı?

Ben Allah’tan korkarım. Her emrine itaat ederim… Beyin öldüyse Allah rahmet eylesin… Rabbimin isteği böyleymiş… Ne denir? Ölenle ölünür mü? Aylarca ağla bre ağla! Bunun sonu ne olacak? Bu ağlamaya göz değil, vallahi Horhor Çeşmesi1 olsa yine dayanmaz. Suyu kesilir… Sen öleydin acaba o senin arkandan böyle kırk yıl gözyaşı döküp duracak mıydı? Evlenmeyecek miydi?

Onun ne yapacağını ben ne bileyim? Beyimin üstüne evlenmek istemiyorum… Vicdanım bana lanet ediyor… Ben bunu bilirim. İşte bu kadar!

Kuzum Fikriye Hanım, kocaya varmayıp da hangi gelirinle geçineceksin? Seni kim besleyecek?

Hah, dedim ya! Sizi bu telaşlara düşüren sebep beslemek meselesi… Ekmek meselesi… Kim mi besleyecek? Dayım! Bu evde bu kadar insan besleniyor. Bir benim ile çocuğumun kuş kadar boğazı mı çok geliyor?

-Ne senin ne de çocuğunun boğazından yüksünen olmadığını sana yemin billah ederek söyledim….

Öyledir de evlilik için beni bu derece zorlamaktaki maksadınız nedir?

Maksadım, düşüncem yine senin geleceğin kızım… Çocuğumla beraber işte aranızda yuvarlanıp gidiyorum… Şimdilik bu kadar aceleye, benim iki ayağımı bir pabuca koymaya gerek var mı?

Kızım, sana dayın kırk yıl bâki değildir.

Dayımın akşama sabaha öleceğine dair Azrail’den sana haber mi geldi?

Hay dilin tutulsun! Yorduğu şeye bak! Şom ağızlı kaltak! Ölüm sırayla değildir. Kimin ölüp kimin kalacağını Cenabımevla bilir. Allah dayına çok seneler ömür versin. Cümlemizin üstünden eksik etmesin. Ben senin için söylüyorum. Senin ölümüne bir şey kalmadı…

Hah, iyi ya işte! Ölürsem kurtulursunuz.

Fikriye Hanım, öfkeden başının firketelerini birer birer çıkarıp tekrar saçlarının arasına oraya buraya yerleştirip sözüne devam ederek:

Kuzum Hanım Yenge, herkesin ömrünün sonunu ancak Hak Teâlâ Hazretleri tayin eder. Benim ölümüme bir şey kalmamış olduğunu nereden bilip de bu derece yürekten söylüyorsun, merak ettim…

-Mankafa! Bunu anlamayacak ne var?

Ayıp değil ya, Rabbim işte beni mankafa yaratmış, anlayamıyorum. Söyle de anlayayım.

Bir kadının iki türlü ömrü vardır…

Acayip! Bir yaşıma daha girdim. Neler öğreniyorum? Kadının ömrü iki türlüymüş… Kadın kısmı görünürde öldükten sonra kertenkele gibi dirilir, sonradan bir defa daha ölür, öyle mi?

Karı, söyler söyler, döner yine söylerim. Mankafasın işte! Kertenkele adamakıllı bir defa öldükten sonra artık bir daha dirilmez.

-Oh, hanım! Ben gözüme mi inanayım, sana mı? Kertenkelenin vücudu ortadan ikiye ayrıldıktan sonra başı bir tarafa yürüdü, kuyruğu öbür tarafa gitti.

-Bu durum, hayvanın ölüp de tekrar dirildiğine mi işaret eder?

Bilmem, Allah rahmet eylesin büyükannem, “Bazı hayvanların dokuz canı vardır” derdi… Kapana tutulan fareler ne zor ölürler.

Allah müstahakkını versin! Şimdi kadınları kertenkeleye, fareye mi benzeteceğiz?

Yılanın da canı birden fazlaymış. Yılan öldürüldükten sonra gece ayaza bırakılırsa gökte ilk yıldızı gördüğü zaman yine dirilirmiş.

Sana ne güzel tahsil ve terbiye vermişler! Hafızanı ne mükemmel bilgilerle süslemişler… Kadının kaç canı varmış? Kadın ninenin tandırnamesinde1 buna dair açıklama yok mu? Kadının olağan zamanında bir, gebelik vaktinde iki canı vardır…

Böyle demek âdet olmuş ama bu tabir de yanlış olarak kullanılıyor. Çünkü yaradılıştan kadının bir canı vardır. O ikincisi karnındaki çocuğun canıdır. Çocuk doğduğu zaman kendi canını alıp dışarı çıkacak. Bundan anasına ne? Gebelik zamanında bir kadının vücudunda iki can bulunur ya, sen ona bak…

Fikriye, darılma ama çok saf, çok bön karısın! Zaten cin fikirli bir insan olsan, kocanın vefatına bu kadar ağlamazsın? Hanım Yenge, sözlerini anlamıyorum. Bir kadının vefat eden kocasına ağlaması, ahmaklık belirtisi midir? Dayım ölse demek sen ağlamayacaksın, öyle mi?

Dayın başka, o başka canım…

— Ah, işte bunu hiç zihnim almadı. Bunun başkası maşkası olur mu? O sana neyse öteki de bana oydu. O da koca, o da koca…

Karılık kocalıkla geçirdiğiniz dört beş sene süresince merhum seni kim bilir kaç defa aldatmış, üzerine ne haltlar etmiştir?

— Hiç…

Hiç mi? Karının ahmaklığı işte bundan belli olur. Neden?

Kocasına sonsuz bir güven göstermekten…

Üzerime hiçbir ihanette bulunmadığına ve bulunmayacağına dair daima karşımda en büyük yeminleri eder dururdu.

O yeminleri bana senin dayın da edip dururdu ama bir gün kendisini evimizin arkasındaki bostanın kulübesinde bahçıvanın kızı Despina’yla yakaladım. Kendi elceğizimle tuttum. Erkeğe güven olur mu? Bu apaçık olaya karşı yine o bana kırk kurt masalı okumaktan1 çekinmedi. Hâlâ da sadakat yeminlerine devam ediyor… Bu hal, bu hakikat bizde ağababalarımızdan, kadın ninelerimizden, daha onların atalarının atalarından beri böyle gelip böyle gidiyor. Kızım, lafımı karıştırdın. Sözüm nereye gelecekti? Evet, bir kadının iki türlü ömrü, hayatı vardır. Birincisi, Cenabıhakk’ın her kuluna çeşitli miktarda nasip ettiği beşikten mezara kadar süren doğal ömrü; ikincisi, asıl kadınlık hayatı ki bu da tekrar iki kısma ayrılır: İlki otuz yaşına kadar devam eder, sonraki kırkı, kırk beşi bulur. Bu iki yaş, bir kadın için asıl uhrevi ölümünden evvel gelen, biri küçük, diğeri büyük iki dünyevi ölümüdür. Otuzunda bir kadın artık kadınlık cazibesini kaybedecek bir çağa girmiş sayılır. Kırk beşinde doğurganlık görevi verimsiz kalır. Yine tandırname edebiyatından bazı sözler vardır. Bir kız için, on beşinde gonca güldür, açılır; yirmisinde güzelliği saçılır; otuzunda tan yerine atılır; kırkında, ellisinde ve devamında son merhaleye kadar birtakım şeyler söylerler. Çöktüğünde varacağı yer olarak bir kadını otuzunda çektikleri bu tan yeri neresidir, bilemem. Fakat otuz yaşın kadınlar için parlak bir devir olmadığı anlaşılıyor. Yani bir kadın bu yaşta mutlaka bir kocaya varmış, bir erkeğe mal olmuş bulunmalıdır. Kocadayken bu çağa giren kadınlar herhalde gerileme dönemine adım atmış bulunuyorlar ama -erkeklerin de bu iyiliklerini inkâr etmeyelimvaktiniz geçti, diye karılarını tutup pencereden aşağıya atmıyorlar. “Artık ne belaysa başımıza bir kere gelmiş bulundu” teslimiyetiyle karılarının dertlerini çekip gidiyorlar. Sana, “Ölümüne bir şey kalmadı” dediğim, kadınlığının makbul çağına ait olan manevi ölümün içindir. Cenabıhak daha çok vakit yaşatsın. Asıl ecelin için değil… Öyle ya, sen şimdi ferah ferah yirmi sekizindesin. Otuzuna, yani tan yerine çekilmene ne kaldı? İki senecik. Artık ondan sonra yüzüne bakan olmaz. Evde kalırsın. Ölmüş kocanı unutursun. Bu acın geçer. Dayı koltu…

Benzer İçerikler

Çıplak Ayaklıydı Gece | Ahmet Ümit

yakutlu

En Derin Hipnozumuz – Değersizlik İnancı – Bülent Uran – Online Kitap Oku

yakutlu

Sözün Yolculuğu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy