Cankız Huzuru Arıyor

Kartal; “Neden ağlıyorsun? “Hoş geldin!”demek yok mu?

Seni ormana, huzurun bol olduğu yere götüreceğim.

Eğer insanlar, oraları da tahrip etmemişlerse tabi…

Bir gün gelecek, bizim gibi canlılara yaşanacak yer kalmayacak belki de.”dedi.

Cankız; “Haklısın ama benim ne günahım var? Ben de senin gibi doğanın bozulmasını istemiyorum.”

“Hatta okulumda, arkadaşlarım arasında, doğayı ve çevreyi koruma bilincini geliştirmek için çalışmalar yapıyorum.”

“Ne olur! Bana kıyma!

“Senin ve bütün canlıların huzurlu, güvenli bir ortamda yaşamalarını savunuyorum. Beni öldürmekle eline ne geçecek?”

Kartal; “Karnım doyacak. İyi besleneceğim. Yavrularımı besleyeceğim. Onlar yuvada aç. Sen nasıl ceylanı bekliyorsan, onlar da beni bekliyorlar.”dedi.

Cankız; “Ama sen yavrularına başka besinler de yedirebilirsin. Mesela kurbağalar ve böceklerle de besleyebilirsin.”

“Benim ise beslenmek için, süt içmekten başka şansım yok. Çünkü burası başka şekilde beslenmeme uygun değil.”

“Üstelikte vücudumda, senin ve arkadaşının açtığı yaralar da var. Onların iyileşmesi gerek.”dedi.

Kartalın artık sabrı kalmamıştı. Karanlık çökmek üzereydi. Fazla zaman kaybetmeden gitmesi gerekiyordu.

***

İstanbul’un şirin bir semtinde, Cankız adında güzel mi güzel, tatlı dilli, ay parçası bir kız yaşıyordu.

Cankız beşinci sınıfta okuyordu. Öğretmenleri ve arkadaşları tarafından sevilen çalışkan bir öğrenciydi.

Türkçe öğretmeni, sınıftan bir öykü yazmalarını istedi. Cankız da kendisine yakışan bir çalışma yaparak öğretmenine takdim etmek için vakit kaybetmeden hazırlıklara başladı.

Uzun bir düşünmeden sonra yazacağı öykünün konusunu belirledi. Adı: “Cankız Huzuru Arıyor” olacaktı.

Evet… Yanlış anlamadınız… Çünkü o, huzura âşıktı. Yazacağı öyküde de “huzuru” anlatmaya kararlıydı.

Yazmayı tasarladığı öykü gereğince o, gittiği her yere huzuru götürecek, nerede olursa olsun, çevresindekilere huzur vermeye ve huzur bulmaya çalışacaktı.

Cankız, bir gün akşama doğru, yatak odasından balkona çıktı. Canı sıkılıyordu. Çünkü yapacağı ödev hususunda sürekli düşünceler içindeydi.

Balkonda otururken gökyüzüne serpilmiş, pamuk tarlalarına benzeyen beyaz bulutların dolaştığını gördü. Yeryüzüne yağmur yağdırıyorlardı.

Susuz kalmış canlılara su vermek, dereleri ve gölleri beslemek için çalışıyorlardı. Gökyüzünde dolaşıyor, bugün burayı, yarın da başka bir yeri suluyorlardı.

Dünya üstündeki tüm canlılara huzuru getirmek için durmadan çalışıyorlardı onlar.

“Ne kadar güzel! Kim bilir ne kadar mutludurlar. İnsanları, hayvanları ve bitkileri sevindirmek… Yeryüzüne mutluluk, huzur dağıtmak… ”dedi, mırıldanarak.

Bir taraftan bulutları, yağmuru düşünürken, bir taraftan da güzel bir öykü yazmanın arayışı içindeydi o.

Biraz önce gördüğü yağmur bulutlarından etkilenmiş olacak ki Arşimet gibi birden havaya zıplayarak, “Buldum! Buldum!”diyerek, bağırdı.

Onu bu kadar sevindiren husus; yazmayı tasarladığı öykü için güzel bir konu bulmasıydı.

Evet! Evet! Odasının balkonundan gördükleri ve düşündükleri, yazmayı tasarladığı öykü için güzel bir konu olabilirdi.

Balkonda ki divanın üstüne uzandı, gözlerini yağan yağmura ve gökyüzüne dikti ve yazacağı öyküyü nasıl yazacağını tasarlamaya başladı.

Önce düşündüklerini kitapçık haline getirecek, arkadaşları ile paylaşacak sonra da öğretmenine takdim edecekti. Heyecanlıydı. Bir an önce başlamak istiyordu.  Zihni çok meşguldü. Sürekli düşünüyordu.

Kafasında tasarladığı öykünün planlamasını tekrar tekrar yaptı. Çünkü en güzel öyküyü o yazmalıydı. Öğretmeni ona çok güveniyordu.

Cankız, balkonda, divanın üstünde uzanmış halde düşüncelere dalarken, günün yorgunluğuna yenik düşerek derin bir uykuya dalmasın mı?

Belki de dünyada bir ilk yaşanacak, Cankız uyurken bir rüya görecek ve kafasında tasarladığı öyküyü, rüyasında yazmaya başlayacaktı.

Rüyasında aklına gelen ilk şeyi yaptı. Önce kâğıdı, kalemi eline aldı ve öyküsüne şöyle başladı:

Bulutlara seslendi; “Hey! Bulutlar! Yağmur yağdırmayı bırakın da yanıma gelin. Size bir sürprizim vardır.”dedi.

Bulutlar, Cankız’ın teklifini hemen kabul ettiler. Yağmur yağdırmayı kesip yanına geldiler.

“Lütfen iyice balkona yaklaşın. Size çok önemi bir şey söyleyeceğim.”dedi.

Bulutlar iyice balkona yanaşınca, “Tamam yeterlidir. Üstünüze binmek istiyorum. Sizinle gökyüzünde gezip huzuru aramak istiyorum. Beni arkadaşlığa kabul eder misiniz?”dedi.

Bulutlar da; ”Memnuniyetle kabul ederiz.”dediler.

Böylece Cankız, evinde, halının üzerinde oturur gibi bulutların üstünde oturarak, gökyüzünde huzuru aramaya çıktı.

Günlerce gökyüzünde dolaştı. Gördüğü her yıldıza, Samanyolu küme yıldızlarına, hatta kuzeydeki Kutup Yıldızına bile sordu. Ama hiçbiri huzuru tanımıyordu.

Aslında onlar, dünya kurulmuş kurulalı, gökyüzünde huzur içinde yaşıyorlardı. Ama bunun farkında değillerdi.

Hani deryada yüzdüğü halde deryayı bilmeyen balıklar var ya… Onun gibi…

Kanatlarının altına havanın dolmasıyla uçan kuşların, havayı bilmemesi gibi…

Yıldızlar, Cankız’a sordular; “Aradığın huzur kimdir, nedir, ne yapar?”

O da: “Bilmiyorum… Ama çok merak ediyorum. Bulunca öğreneceğim elbet. Tanıyacağım onu…”dedi.

Bu sırada annesi, Cankız’ı merak etti. Odasına baktı. Yoktu. “Nerede bu kız?”diyerek, balkona baktı. Cankız’ın balkonda mışıl mışıl uyuduğunu görünce, dokunmadı. Uyandırmaya kıyamadı. Üstünü örterek kapıyı kapatıp gitti.

Cankız, yıldızların huzuru tanımamalarına şaşırdı.  Üzülerek yanlarından ayrıldı. Ayrıldı ayrılmasına ama kendi kendisine de söz verdi.

“Huzuru buluncaya kadar aramaya ve gördüğüm herkese sormaya devam edeceğim.”dedi.

Biraz ileride, bir bulut daha yağmur yağdırıyordu. Sevindi. Kendisini taşıyan buluta hemen ona, doğru gitmesini rica etti.

O da Cankız’ı kırmadı. İsteğini memnuniyetle kabul etti. Yağmurun yanına gitti. Islanmamak için biraz uzak durarak, yağmur tanelerine:

“Hey! Yağmur taneleri! Ben Cankız… Huzuru arıyorum. İçinizde onu bilen, gören var mı?”dedi.

Yağmur taneleri o kadar çoktular ki, sormaktan yoruldu.

Hiç biri de huzuru tanımıyordu ne yazık!

Bazıları Cankız’ın yüzüne bakmadı bile. Buna çok üzüldü.

“İnsan kapısına gelen konuğa böyle mi davranır? Bir hoş geldin yok mu?”dedi, onlara.

“Kusura bakma. O kadar çok işimiz var ki, seni duyamadık.”dediler.

Yağmur tanelerine biraz da kızdı:

“Bu kadar çok yağmur tanesi, nasıl olur da huzurun ne olduğunu bilmez, onu tanımaz, görmez? Hayret!” dedi.

Biraz daha ilerleyince, hava soğumaya başladı. Cankız üşüdü. Sıkılmaya da başladı artık.

Biraz ileride, yüksek bir dağın üstünde, beyaz taneler halinde, karların yağdığını görünce sevinerek:

“Hey! Kar taneleri! Kar taneleri! Huzuru gördünüz mü? Ben onu arıyorum. Biliyorsanız, tanıyorsanız bana söyleyin! Ne olur!” diyerek yüksek sesle bağırdı.

Hiçbiri dönüp ona bakmadı bile. Hepsinin acelesi vardı. Bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı.

Cankız, duyduğu gürültüyle arkasına döndü ve az ileride ne gördü biliyor musunuz?

Bir uçak…

Hemen yakınlarından geçiyordu. Uçağı görünce sevindi. Ardından koşmak, ona da huzuru sormak istedi.

Ama olmadı. Koşamazdı çünkü bulutun üstündeydi. Uçak da çok hızlıydı. Arkasından bağırmaya başladı.

Benzer İçerikler

Pırıltılı ile Kokuş | Andreas Steinhöfel

yakutlu

Bir Deney Faresinin Sırları – Anne, Beeson Gölü’nde Bir Dinozor Gördüm

yakutlu

Tasmalı Güvercin

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy