Çocuk,
Kurt, Koyun
ve Marul
Bir kez bile herhangi bir bahaneyle, G. E. Moore’a yalan söyletmeyi başaramadım. “Moore,” dedim, “sen hep gerçeği mi söylersin?” “Hayır” dedi. Bana öyle geliyor ki bu söylediği tek yalan olmalı.
Bertrand Russell
Bu öyküyü biliyormuşsunuz gibi gelebilir size, ne de olsa zamanla epey ün kazandı; ama şimdi ben size onu BİLMEDİĞİNİZİ söylüyorum. Hayır efendim, bilmiyorsunuz işte. Karşı çıkmayın. Bakın, kız ya da erkek çocukların çoğu (siz de ya biri ya da öbürüsünüz elbet) ve herkes yalnızca çocuğun anlatımını bilir. Hani şu çiftçinin oğlu olmamasına karşın öyle bilineninkini… Gerçi ilk kez duyanlar için bu anlatım da pek bir şey ifade etmiyor, zaten başka BAKIŞ AÇILARI da mevcut. Buyurun bakalım. Bildiğimizi sanıyoruz ama bilmiyoruz.
Bilmediğimizi sanıyoruz ama biliyoruz. Yalanlar, kafa karışıklığı, bahaneler falan çevremizde dört dönüyor. Kaygılanmayın. Ben, nasıl denir, bunu çözümleyip sizi labirentten sağ salim geçirmek için buradayım. Bana güvenebilirsiniz. NOT: Kitapta bir kız da var. Tümü erkek çocuk değil. Ha, bir şey daha. Ana-babanız ya da öğretmeniniz, ki bilirim pek meraklıdırlar, ne okuduğunuzu sorarlarsa, eğitici bir şey olduğunu söyleyin.
Aydınlatıcı. Evet, onlara Bertrand Russell okuyorum deyin. Dolayısıyla aşağıda herkesin bildiği ünlü anlatım var. Önce de söylediğim gibi öykünün de, gerçeğin de tümü bu değil Sayın Yargıç. Hiçbir biçimde. Yine de ne olursa olsun, bununla yola koyulmak yani çarkları harekete geçirmek, dendiği gibi, topu yuvarlamaya başlamak, dekoru hazırlamak, reçeli hazırlamak (yok onu değil) gerek. Her neyse, işte bilmecemiz:
ÇOCUK, KURT, KOYUN VE MARUL
Çok da eski olmayan bir zamanda, bir çiftçinin oğlu yakındaki kasabaya bir kurt, bir koyun, bir demarul götürmek zorundaymış. Yürümüş, yürümüş, sonunda kayıkla geçmek zorunda olduğu bir nehre varmış. Ne yazık ki kayık ancak çocuğu ve yanındakilerden birini alacak büyüklükteymiş. Sorunsa kurdu kuzuyla bırakamamasıymış çünkü kurt kuzuyu yermiş
Kuzuyu da marulla bırakamıyormuş çünkü kuzu da marulu yermiş.
Peki, şimdi çocuk kendini ve her üçünü nehrin öte yanına nasıl geçirebilecekmiş? Hah, çocuk oyuncağı, dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hepimiz biliyoruz ya da bildiğimizi sanıyoruz. Çocuk anımsayacaksınız önce kuzuyu geçirir, sonra dönüp öbürünü alır falan… Ve filan. Ama işte benim parmak basmak istediğim nokta da bu. Bu böyle anlatılır ama anlatımlardan sadece biridir ve hiçbirimizi, ne bir adamı ne bir kızı ne de bir civcivi inandıracak ayrıntı ortada yoktur, yalnızca OLAN BU DENİR. Peki, sözgelimi, neden bir tane marul var? Bir başına, yapayalnız bir marulun anlamı ne? En azından şöyle üç tane marul diyelim bakalım önce, biri de büyüklerin olsun. Üstelik o canavarsı kurdu bir yerlere götürmek için çocuğunu yalnız başına gönderen ne biçim bir anne-babadır öyle? Kusuruma bakmayın aman! bazen işte böyle hiddetleniyorum.1 Anlatılan kimi öykülerin sözde akıldışılığı beni öyle sinirlendiriyor, öyle çileden çıkarıyor ki ne söyleyeceğimi unutuyorum.
Ne diyordum… Nerede kalmıştım? Hah, evet. Önemli olan şu: Bu öyküyü başka ağızlar da anlatabilir. Anlatmalıdır da. Üstelik bunlar var! Evet efendim ve ben de şimdi… size tümünü, evet, tümünü anlatacağım. Hem de adı Percy olan şu çocuktan başlayarak.