Çocuk Üniversitesi İkinci Yarıyıl (Ciltli); Çocuklar Soruyor – Bilginler Yanıtlıyor

SAHİ, YILDIZLAR NEDEN GÖKTEN DÜŞMEZ? 
Çocuğumuz göğe bakıp bu soruyu sorarsa, ne cevap vereceğiz? Ya da 12 yaşındaki oğlumuz karşımıza geçip, ben, neden benim? dese. Veya 8 yaşındaki kızımız, neden rüya görüyorum? sorusunu mutlaka yanıtlamamızı istese. Çocuk Üniversitesi İkinci Yarıyıl kitabı 25. İstanbul Kitap Fuarında büyük/küçük okurlarına sunuldu.

OPTİMİSTin büyük ilgi uyandıran Çocuk Üniversitesi Birinci Yarıyıl kitabı gibi, bu kitap da sadece 8 15 yaş grubunda yer alan çocuklara değil, anne babalara, dede ve ninelere de hitap ediyor. Ayırt edici özelliği, en karmaşık bilimsel konuları herkesin anlayacağı şekilde ve esprili bir dille anlatması. Çocuk Üniversitesi İkinci Yarıyıl da birincisi gibi, 8 konuyu işliyor. Tübingendeki 529 yıllık Eberhard Karls Üniversitesinde gerçekleştirilen seminerlerde Nobel ve Leibniz Ödülü (Almanyanın en büyük bilim ödülü) almış 8 profesör amfileri dolduran çocuklarla birlikte aşağıdaki konuları ele almış:

1. Bitkiler neden büyür?
2. Neden rüya görürüz?
3. Neden işitebiliyoruz?
4. İnsanları neden klonlamamak gerekir?
5. Neden yetişkinlerin çocuklardan daha fazla şey yapma izni vardır?
6. Antik Yunan heykelleri neden çıplaktır?
7. Ben neden benim?
8. Yıldızlar neden gökten düşmez?

Olağanüstü öğretici ve çok eğlenceli ikinci Çocuk Üniversitesini de çok seveceksiniz.

***

İçindekiler

Önsöz 7
Bitkiler neden büyür 11
Neden rüya görürüz? 35
Neden işitebiliyoruz? 61
insanları neden klonlamamak gerekir? 87
Neden yetişkinlerin çoçuklardan daha fazla şey yapma izni vardır? 111
Antik Yunan heykelleri neden çıplaktır? 139
Ben neden benim? 167
Yıldızlar neden gökten düşmez? 189
Ek 212

Önsöz

Çocuklar dinozorları, yanardağları, tabii fıkraları da sever. Birileri kalkıp çocuklara dinozorların ne­den yeryüzünden silindiğini ya da yanardağların neden ateş püskiirdüğiinü açıklar ve bu arada bir sürü fıkra anlatırsa, bu sohbetin çocukların hoşu­na gitme olasılığı oldukça yüksektir. Peki ya konu Antik Yunan Sanatı, heykeller ve antik vazolar olursa? Ya da felsefecilerin üzerine epey kafa pat­lattığı bir konu olan o gizemli “benlik” sorunu? Veya bir bitkinin yapısı? Bunlar çocuklara biraz uzak konular değil mi?

Hiç de değil. Tübingen’de çocuklar zor soru­ların kendilerini ürkütmesine izin vermedi. Çocuk Üniversitesinin ikinci yarıyılında kitleler halinde seminer salonlarına akın ederek, büyük bir merak­la profesörlerin Antik Yunan Sanatı ve klonlama­nın riskleri üzerine verdiği bilgileri dinlediler. Böylece bize de Çocuk Üniversitesinin ikinci ya­rıyılını da kitap haline getirmekten başka bir seçe­nek kalmadı. Burada âdet olduğu üzere, Çocuk Üniversitesi derslerine girmeleri yasak olan zaval­lı yetişkinleri de düşünmemizin biraz rol oynadı­ğını itiraf ediyoruz. Bu kitabı, tabii çocuklar izin verirse, yetişkinler de okuyabilir.

İlk kitapta olduğu gibi, bu kitabı da yazarken Tübingen Üniversitesi profesörlerinden destek al­dık.—Çocuk Üniversitesi 2003—boyunca sun­dukları sekiz seminer kitaptaki sekiz bölümün te­melini oluşturdu. Ayrıca profesörler bize kitap için pek çok öneride bulundu ve metinlerdeki ha­talarımıza dikkat çekti. Gene de kitabın seminer­lerden oldukça farklı olması kaçınılmazdı. Çocuk Üniversitesine katılan profesörlerin çoğu ellerin­ de yazılı bir metin olmadan sunuş yapıyor, çocukların sorularına anında cevap geliştiriyor ve dizüstü bilgisayarlarından bir sürü resim gösteriyordu Bunları kitaba yansıtamadık. Yazarlar olarak fark­lı bir yaklaşım benimsememiz, konulan yeniden ele almamız, ağırlık noktalarını değiştirmemiz ve elimizdeki malzemeyi kendi araştırmalarımızla ta­mamlamamız gerekiyordu. Bu çalışmada profe­sörler bize yardımcı olmak için ellerinden geleni yaptı. Cömertçe sundukları yardım ve sabır için kendilerine teşekkür ederiz.

Aynca Tübingen’deki Eberhard Karls Üniver­sitesine, özellikle Üniversitenin Rektörü Prof. Eberhard Schaich, Rektör Yardımcısı Prof. Barba­ra Scholkmann ve Basın Sözcüsü Michael Sei- fert’e özel olarak teşekkürlerimizi sunarız. Bizim­le birlikte çocuk üniversitesi macerasına atıldılar ve bu şekilde Tübingen Üniversitesini “bütün ço­cuk üniversitelerinin anası” konumuna getirdiler.

Çocukları ilk seminerlere davet ettiğimizde, Tübingen Çocuk Üniversitesinden gerçek bir Çocuk Üniversitesi Hareketi doğacağım, tabii ki aklımıza bile getirmemiştik. Tübingen’deki açılış­tan sadece bir yıl sonra tam otuz Alman Üniver­sitesi seminer salonlarını sekiz ila on iki yaş arasın­daki çocuklara açtı; pek çok üniversite de bu ör­neği takip etmeye hazırlanıyor (bu konuda, www.die-kinder-uni-de internet adresinden daha fazla bilgi edinebilirsiniz). Tübingen, Berlin ve Karlsruhe’de bazı seminerlere katılan çocuk sayısı bini buldu ve Roma, Viyana, Oslo, Bazel, St. Ga­len ya da Zürih’te de uygulamaya katılan üniver­siteler oldu. Artık neredeyse Çocuk Üniversitesi olmayan üniversitelerin bu eksiklikten dolayı özür dilemeleri gerekiyor.

Üstelik Çocuk Üniversitesine karşı pek çok eleştirinin geçersiz olduğu da uygulamayla kanıt­landı. Çocuk Üniversitesi sadece çokbilmiş profe­sör çocuklarına ya da hırslı anne babalarının emir­lerine körü körüne itaat eden çocuklara yararmış; ya da ancak dahi çocukları ya da ukalaları ilgilen­dirirmiş… Çocukların nasıl kendinden emin bir şekilde amfileri doldurduğu; biri kolunun altına sıkıştırdığı kaykayıyla ders dinlerken, diğerinin nasıl pembe çiçekli kâğıtlara klonlama konusunda nodar aldığı; çocukların seminer öncesi ve sonra­sında nasıl kürsünün önüne doluşup profesörler­den imza topladığı ve binlerce soru yönelttiği gö­rüldü. Böylece bütün eleştiriler eridi gitti.

Çocuk Üniversitesi bütün çocuklar içindir; bundan kuşku duyulmamalıdır. Ve alışkanlıkları gereği zamane gençlerini çekiştiren, Gameboy ve Playstationlara ateş püsküren ve eskiden her şeyin çooook daha iyi olduğundan dem vuran bütün o huysuz ve memnuniyetsiz kişiler çenelerini kapasalar, hepimiz için daha hayırlı olur.

Sadece bu işe yarasa bile, Çocuk Üniversitesi başarılı olmuş demektir.

Ulla Steuernagel – Ulrich Janssen

Bitkiler neden büyür?

Büyükler, “Ay, ne hoş!”, “Ne kadar da güzel kokuyor!” diye haykırdığında, etrafta birtakım bitkilerin ol­duğunu anlarız. Çocuklar ise, bitkileri genelde sıkıcı bulur ve “ay – aman – of” diye bağırmaz. Yap boz­lar kadar güzel değildirler. Mutlaka yemek isteği de uyandırmazlar. Keşke bonbon şekerleri toprakta yetişseydi de salata kadar sağlıklı sayılsalardı.

Şunu biliyoruz: Bitkiler; ağaçlar, çalılar, meyve ve sebzeler, yararlı ve yararsız otlar olmasaydı, yeryü­zünde biz de olamazdık. Bitkilere hem yemek olarak, hem de nefes alabilmek için ihtiyaç duyarız, çün­kü bitkiler oksijen üretir. Üstelik kı­yafetlerimiz için de onlardan yararlanırız . Bitkilerin yararlı olduğu tar­tışma götürmez, ama ne kadar çalış­kan olduklarını, hatta rekordan re­kora koştuklarını, birer enerji sant­rali gibi çalıştıklarını ve ne kadar çok büyülü formüle sahip oldukları­nı bilmeyen çoktur. Üstelik bütün bunları yaparken düşünmeleri de gerekmez. Onlar hiç düşünmeden yeryüzündeki en büyük mucizeler­den birini gerçekleştirir: Büyümek!

“Gelişim biyologları açısından bitki, bakteri, sinek ya da insan arasında çok fazla fark yoktur. Profesör Gerd Jürgens çalışmalarına sinek ve bak­terilerle başladı. Sonra bütün zamanını küçük ve fazla dikkat çek­meyen, ama incelenmesi kolay bir ayrık otuna, “Arabidopsis thaliana”ya adadı. Çocuk Üniver­sitesindeki dersine katılan her çocuğa gözlemlemesi için yer fıstığı biçiminde bir embriyo verdi. Gerd lürgens bu bölümde bize danışmanlık yaptı.”

Bitkiler garip canlılardır. Sıradan bir ev bitkisini inceleyin. Bitkinizin ne gözleri, ne kulakları ne de ağzı vardır, gereğinden çok kolu ve en dibinde külçe gibi, ağır bir ayağı bulunur. Gece gündüz bu ayağın üstünde dikilip durur. Yaşadığı iddia edilse de aslında bunun pek farkına varılmaz.

Bitkiyi başka bir yere götürmek ya da çevirmek için mutlaka sizin hareket ettirmeniz gerekir. Ör­neğin, bitkinin saksısını itebilir ve oturma odasın­da futbol oynamak istediğimizde kale ayağı olarak kullanabiliriz. Goool! Topu bir kez daha başarıy­la sarmaşıkla deve tabanının arasından kitaplığın raflarına gömdük. Ama nerde gole doğru dönen bir bitki kafası, kutlama amaçlı havaya yükselen yumruk? İyi bir futbol maçı bitkilerin zerre kadar ilgisini çekmez. Üstelik bu futbol kahramanının karşı karşıya kalacağı azar bombardımanını da fark etmezler. Tepinen ve bağıran anne babalar karşı­sında kılları bile kıpırdamaz. Bir yaşam biçimi, çevresine bu kadar ilgisiz olabilir mi? Bir canlının görünüşünün insandan bu kadar farklı olması mümkün müdür?

Bitkilerin yaşadığım bize fark ettiren bir tek gösterge vardır: Boylan değişir, şişmanlarlar. De­mek ki, büyürler. Ama büyürken bile insandan farklıdırlar. İnsanlar da bitkiler gibi büyüseydi, ya­şamlarının sonunda boyları yedi metreye ulaşırdı. Çünkü o zaman insan sadece yaşamının ilk dört­te birlik döneminde büyümekle kalmaz, ölene ka­dar büyümeye devam ederdi.

Ama bitkilerin yaşadığını gösteren bir özellik daha var. Bitkiler kuruyabilir, çürüyebilir, hastala­nabilir; insan onları zehirleyebilir, parçalayabilir ya da başka yollarla yok edebilir. Yani bitkiler ölebilir.

Genellikle öteki canlılar bitkilere göre daha şa­matacıdır. Neyse ki, bitkiler gürültü patırtı yap­maz. Düşünsenize, Almanya’daki yaklaşık otuz beş milyar ağaç bağrışıp çağırsaydı, sadece herke­sin bayıldığı ormanın huzurlu ortamı mahvol­makla kalmaz, aynı zamanda katlanılmaz bir gü­rültü kopardı, insanlar kulaklıklarla dolaşır ve birbirleriyle kulaklıkların içindeki iletişim sistemle­riyle anlaşmak zorunda kalırdı. Oysa bugüne ka­dar ağaçların yaprak ya da iğnelerinin arasından esen rüzgârın yol açtığı hışırtıdan daha yüksek ses çıkardıkları duyulmamıştır.

Kim bilir, belki günün birinde gürültü yap­mayı da öğrenirler. Çünkü bitkilerin nefes ke­sici bir uyum yetenekleri vardır. İnanılmaz so­ğuk, çılgınca sıcak, haftalarca kuraklık ya da ömür boyu suyun altında geçen bir yaşam hepsine uyum sağlarlar, insanlar bu açıdan çok zorlanır ve bitkilere göre daha güçsüzdür. Sadece tek bir işe yarar insan modeli vardır. Bitkilerin ise, çeşidi ortamlara uyum sağladıkları için, yaşadıkla­rı çevreye göre birçok türleri bulunur. Oysa insan­lar çevrelerini kendi istek ve ihtiyaçlarına göre dü­zenler. Örneğin, hava soğuduğunda, bir ev yapar ya da sıcak bölgelere giderler.

Binlerce yıl boyunca açık hava ve doğa fanatiği olan bitkiler uyum kabiliyetlerini insan evine uyum sağlamaya kadar götürmüştür. Her bitkinin birkaç milyon yıllık bir zaman süresi içinde her ortama uyum sağlayabileceği tahmin ediliyor.

Bir insan diğerine “oportünist” derse, bu bir hakaret olur. Bu sözcük o kişinin karaktersiz ol­duğunu, başkasının sözünden çıkmadığını ve kendine çıkar sağlayacak şekilde ortama uyum sağladığım anlatır. Bitkiler utanmaz oportünist­lerdir ve bu özellikleri nedeniyle onları kutlamak gerekir. Bu arada kendimizi de bundan yararlan­dığımız için kutlayabiliriz. Bitkiler bu kadar akıl­lıca hayatta kalma stratejileri ve uyum becerileri geliştirmemiş olsaydı, insanların da hayatta kalma şansı olmazdı.

Oturma odamızdaki deve tabanı kurursa, bü­yük bir kaybımız olmaz. Biraz vicdan azabı çeke­riz, ama bu acıya katlanmak mümkündür. Ancak deve tabanıyla birlikte dünyadaki tüm bitkiler kurusaydı, insanlar da bir süre sonra son nefeslerini verirdi.

Kişisel oksijen sağlayıcıya ihtiyaç var mı?

Bitkiler oksijen üretir. Oksijen olmadan hayat ol­maz, en azından insan yaşayamaz. Oksijensiz ka­lınca neler olabileceğini suya daldığımızda anla­rız. Ama neyse ki sudan çıkınca nefes alabileceği­mizi biliyoruz. Belki insanlar birçok nefes egzer­sizi ve antrenman sonucunda bir dakika oksijensiz kalabilir. Ama ikinci dakikada nefesleri kesilir, gözleri kararır. Ve insanlık tarihinin sonraki bölü­mü kapanmış olur.

Madem ki bitkiler insanlar için hayati önem ta­şıyan oksijeni üretiyor, o zaman yakınımızda sü­rekli bir ağaç olmasına dikkat etmeliyiz. Yoksa ne­fes alamayız. Neyse ki durum bu kadar vahim de­ğil. Yoksa herkesin sürekli bir bitkiyle gezmesi ge­rekirdi. Küçük bir deve tabanı bir kişiye yetmeye­ceği için, bunun altından kalkmak çok zor olur­du. Çünkü bir insanın yaşaması için gereken oksi­jeni ancak dalları ve yapraklarıyla çapı beş metreyi bulan bir ağaç karşılayabilir. Bu bitkiyi köklerin­den sökmek bile mümkün olamazdı.

Benzer İçerikler

Şu Acayip Uzay

yakutlu

Cankız Denizde

yakutlu

Osmanlı Tarihi 8 – Osmanlı Devleti’nin Yıkılış Dönemi | Zehra Aydüz

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy