Çukurlar | Louis Sachar | Birazoku


Bazen tek suçunuz; yanlış zamanda, yanlış yerde olmaktır.

“Yamuk Okul” serisinin yaratıcısı Louis Sachar’ın, Newbery Madalyası dâhil pek çok ödüle değer görülen, beyazperdeye de uyarlanan klasikleşmiş romanı Çukurlar; “ötekileştirilen” çocukların dünyasında geçen, gizem dolu bir serüven.

Tuhaf tesadüflerle örülmüş sarsıcı hikâyesinin arka planında, iyilerle kötülerin bir asırlık mücadelesine odaklanan yazar; pes etmemeye, direnmeye ve umuda dair yüreklendirici bir anlatı sunuyor.

Adalet ve yargı kavramlarını tartışmaya açan kitap, suça sürüklenen çocukların “yararlı ve çalışkan” bireyler olarak yeniden topluma kazandırılmaları olasılığı üzerine düşündürüyor.

Stanley Yelnats.
Fark ettiniz mi? Düzden de tersten de aynı okunuyor.
Ne şans ama! Belki de şansızlık, hatta lanet demeliyiz bu tesadüfe.

Stanley, gökten bir çift ayakkabı düştüğünü gördüğünde bunun kaderinin bir oyunu olduğunu sezmişti. Şanssızlıklarla dolu yaşamında kazara da olsa böyle sürprizlere yer yoktu.
Yaşananları kavramaya çalışırken, hiç işlemediği bir suçla itham edildiğini fark etti. Oysa bu kez tek kabahati; yanlış zamanda, yanlış yerde olmaktı.
Artık emindi, büyük-büyük-büyükbabasından miras kalan lanet peşini hiç bırakmayacaktı.
Mahkemeye çıktığında yargıç ona iki seçenek sundu: Ya ıslahevine gidecekti ya da Yeşil Göl Kampı’na. Stanley, ikinciyi seçti. Ne var ki göl kurumuş, çöle dönmüştü ve oradaki tüm erkek çocuklara “kişiliklerini geliştirmeleri için” çukur kazdırıyorlardı. Stanley, çok geçmeden işin gerçek yüzünü anlayacak ve kazdığı her çukurla hiçliğin ortasında yatan yüzyıllık bir hikâyeyi gün ışığına çıkaracaktı.

Mizahtan beslenen güçlü anlatısıyla okurları, çözümü pek de kolay olmayan gizemli olaylarla baş başa bırakan Louis Sachar, içimizdeki merak ve şüphe duygularını harekete geçirecek baş döndürücü bir kurguya imza atıyor.

Kaleme alınışının 25. yılını kutlayan Çukurlar, “hatasını düzeltenin, hayatını da bir çekidüzene koyacağı” düşüncesi üstüne kurulu, çarpıcı bir hikâye!

1

Yeşil Göl Kampı’nda göl yoktur. Bir zamanlar çok büyük bir göl vardı, hem de Teksas’ın en büyük gölüydü ama yüzyıldan fazla süre önceydi bu. Orası şimdi sadece kuru, düz bir çorak araziden ibaret. Eskiden bir de Yeşil Göl kasabası vardı. Gelgelelim kasaba ve orada yaşayan insanlar gölle birlikte kuruyup gittiler. Yeşil Göl Kampı’nda yaz aylarında gündüz sıcaklığı gölgede otuz beş derece civarında olur; tabii, herhangi bir gölge bulabilirseniz. Kocaman, kurumuş bir gölde gölgeye pek rastlamazsınız. Arazinin biricik ağaçları ise “göl”ün doğu kenarındaki iki yaşlı meşedir. İki ağacın arasına hamak gerilidir ve bunun arkasında ahşap kulübe bulunur. Kampçıların hamakta yatmaları yasaktır. Hamak, Kamp Müdürü’ne aittir. Gölgenin sahibi odur. Kurumuş gölün üzerinde, çıngıraklı yılanlar ile akrepler güneşten kaçmak için kayaların altına ve kampçıların açtığı çukurlara sığınır.

Çıngıraklı yılanlar ve akrepler hakkındaki şu kuralı unutmayın: Siz onları rahatsız etmezseniz onlar da sizi rahatsız etmez. Çoğu zaman. Akrep, hatta çıngıraklı yılan tarafından ısırılmak, başınıza gelebilecek en kötü şey değildir. Bu sizi öldürmez. Çoğu zaman. Bazen kampçının teki kendini bir akrebe, hatta küçük bir çıngıraklı yılana ısırtmaya çalışır. Böylece gölde çukur kazmak yerine, iyileşmek için çadırında birkaç gün geçirir. Ama sarı benekli bir kertenkele tarafından ısırılmak istemezsiniz. Başınıza gelebilecek en kötü şeydir bu. Yavaşça ve acı çekerek ölürsünüz. Her zaman. Sarı benekli bir kertenkele tarafından ısırılırsanız meşe ağaçlarının gölgesine girip hamağa uzanabilirsiniz. Artık kimse size bir şey yapamaz.

2

Okur olarak muhtemelen şunu soruyor olmalısınız: Bir insan neden Yeşil Göl Kampı’na gider ki? Ama işte, çoğu kampçıya seçme hakkı verilmedi. Yeşil Göl Kampı, kötü çocuklara özel bir kamptır. Kötü bir çocuğu alıp her gün sıcak güneşin altında ona çukur kazdırırsanız, bu onu iyi bir çocuğa dönüştürür. Bazı insanlar böyle düşünüyordu. Stanley Yelnats’a seçme hakkı verilmişti. Yargıç, “Hapishaneye ya da Yeşil Göl Kampı’na gidebilirsin,” demişti. Stanley fakir bir aileden geliyordu. Daha önce hiç kampa gitmemişti.

3

Şoförü ve muhafızı saymazsak, otobüsteki tek yolcu Stanley Yelnats’tı. Muhafız, sürücünün yanında oturuyordu, koltuğu Stanley’ye dönüktü. Kucağında tüfek vardı. Stanley yaklaşık on sıra arkada, kol dayanağına kelepçelenmiş şekilde oturuyordu. Sırt çantası yanındaki koltuktaydı. İçinde diş fırçası, diş macunu ve annesinin ona verdiği bir kutu kırtasiye malzemesi vardı. Stanley, annesine haftada en az bir kez mektup yazacağına söz vermişti. Görülecek pek şey olmamasına rağmen pencereden dışarı baktı; çoğunlukla saman ve pamuk tarlaları vardı. Hiçliğin ortasına giden uzun bir otobüs yolculuğundaydı. Otobüs klimalı değildi ve sıcak, ağır hava neredeyse kelepçeler kadar boğucuydu. Ailesiyle birlikte, tıpkı zengin çocukların yaptığı gibi, Stanley de sanki bir süreliğine kampa gidiyormuş gibi davranmaya çalışmışlardı. Stanley küçükken oyuncak pelüş hayvanlarla oynar ve hayvanlar kamptaymış gibi yapardı.

Buraya da Eğlence ve Oyun Kampı derdi. Bazen onlara bilyeyle futbol oynatırdı. Bazense bir engel parkurunda koşarlar ya da kesilmiş lastik bantlara bağlanıp, masadan atlayarak bungee jumping yaparlardı. İşte, Stanley şimdi de Eğlence ve Oyun Kampı’na gidiyormuş gibi davranmaya çalışıyordu. Belki birkaç arkadaş edinebileceğini düşündü. En azından gölde yüzebilecekti. Yaşadığı yerde hiç arkadaşı yoktu. Fazla kiloluydu ve okulundaki çocuklar şişmanlığı yüzünden onunla sık sık dalga geçerlerdi. Öğretmenleri bile bazen farkında olmadan acımasız yorumlarda bulunurdu. Okulun son gününde matematik öğretmeni Bayan Bell, oran-orantı konusunu işlemişti. Örnek olarak da sınıftaki en ağır çocuk ile en hafif çocuğu seçmiş ve onları tartmıştı.

Stanley diğer çocuktan üç kat daha ağırdı. Her ikisini de ne kadar utandırdığının farkında olmayan Bayan Bell, tahtaya 3:1 oranını yazmıştı. Stanley o günün ilerleyen saatlerinde tutuklanmıştı. Koltuğunda yığılmış hâlde oturan muhafıza baktı ve adamın uyuyakalıp kalmadığını merak etti. Muhafız güneş gözlüğü taktığı için Stanley onun gözlerini göremiyordu. Kötü bir çocuk değildi Stanley. Mahkûm edildiği suçu o işlememişti. Sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Bütün suç, onun işe-yaramaz-pis-adi-domuz-hırsızı-büyükbüyük-büyükbabasınındı! Stanley gülümsedi. Aile içinde yaptıkları bir espriydi bu. Ne zaman bir şeyler ters gitse, hep Stanley’nin işe-yaramaz-pisadi-domuz-hırsızı-büyük-büyük-büyükbabasını suçlarlardı. Güya büyük büyük büyükbabası tek bacaklı bir Çingene kadından domuz çalmıştı; Çingene de bu yüzden onu ve tüm soyunu lanetlemişti. Stanley ve ailesi elbette lanetlere inanmazdı ama ne zaman bir şeyler ters gitse, birilerini suçlayabilmek içlerine su serpiyordu.

Ve de işler sık sık ters giderdi. Hep yanlış zamanda yanlış yerdeydiler sanki. Stanley pencereden, dışarıdaki engin boşluğa baktı. Bir telefon telinin yükselip inişini izledi. Zihninde, babasının ona boğuk sesiyle usulca ninni söylediğini duyabiliyordu:

“Ah keşke, ah keşke,” diye içini çekti ağaçkakan,
“Ağacın kabuğu biraz daha yumuşak olsaydı.”
Kurt aşağıda, aç ve yalnız beklerken,
Ay’a doğru uluuuu-uu-duuu,
“Ah keşke, ah keşke.” 

Babasının eskiden ona söylediği bir ninniydi bu. Melodisi tatlı ve hüzünlüydü. Stanley’nin en sevdiği kısımsa babasının “uludu” derken gerçekten ulumasıydı. Otobüs küçük bir tümseğin üzerinde hopladı ve muhafız ânında alarma geçerek doğruldu. Stanley’nin babası mucitti. Başarılı bir mucit olmak için üç şeye ihtiyacınız vardır: zekâ, azim ve birazcık da şans. Stanley’nin babası zekiydi ve çok da azimliydi. Bir projeye başladıktan sonra bazı günler uyumadan, yıllarca çalışırdı. Fakat ne yazık ki şansı ona hiç gülmemişti. Ne zaman bir deneyi başarısız olsa, Stanley, babasının işeyaramaz-pis-adi-domuz-hırsızı-büyük-büyükbabasına lanet ettiğini duyardı. Stanley’nin babasına da Stanley Yelnats adı verilmişti; tam adı Stanley Yelnats 3’tü. Bizim Stanley’miz de Stanley Yelnats 4’tü. “Stanley Yelnats”ın hem düzden hem de tersten aynı şekilde yazılması sülaledeki herkesin oldum olası hoşuna giderdi. Bu yüzden oğullarına Stanley adını vermeye devam ettiler. Stanley, kendisinden önceki diğer tüm Stanley Yelnats’lar gibi ailesinin tek çocuğuydu. Hepsinin ortak bir yanı daha vardı. Kötü şanslarına rağmen umutlarını hiç yitirmemişlerdi. Stanley’nin babasının da söylemekten hoşlandığı gibi: “Başarısızlıktan ders alırım.” Ama belki bu da lanetin bir parçasıydı.

Stanley ve babası her zaman umutlu olmasalardı, umutları her yıkıldığında bu kadar acı çekmeyeceklerdi. Stanley’nin annesi, ne zaman Stanley ya da babası cesaretlerini kaybedip lanete gerçekten inanmaya başlasa, “Her Stanley Yelnats başarısız olmadı ki,” derdi. Stanley’nin büyük büyükbabası olan ilk Stanley Yelnats, borsadan bir servet kazanmıştı. “Ona da şanssız denemez ya.” Böyle zamanlarda annesi, ilk Stanley Yelnats’ın kötü şansından bahsetmekten kaçınırdı. Adam, New York’tan Kaliforniya’ya taşınırken tüm servetini kaybetmişti. Yolculuk yaptığı at arabası kanun kaçağı, “Mucuk” lakaplı Kate Barlow tarafından soyulmuştu. Başlarına bu gelmeseydi, Stanley’nin ailesi şimdi Kaliforniya sahilinde bir malikânede yaşıyor olacaktı. Bunun yerine, yanık lastik ve ayak kokan küçücük bir apartman dairesine tıkılmış durumdaydılar. Ah keşke, ah keşke… Daireleri bu şekilde kokuyordu çünkü Stanley’nin babası, eski spor ayakkabıları geri dönüştürmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu. “Eski spor ayakkabılarını kullanmanın yolunu bulan ilk kişi,” derdi, “çok zengin bir adam olacak.”

İşte bu son proje, Stanley’nin tutuklanmasına yol açmıştı. Yol artık asfalt olmadığı için otobüs sık sık sarsılıyordu. Aslında Stanley, büyük büyükbabasının Mucuk Kate Barlow tarafından soyulduğunu ilk öğrendiğinde etkilenmişti. Elbette Kaliforniya sahilinde yaşamayı tercih ederdi ama yine de ailenden birinin ünlü bir kanun kaçağı tarafından soyulması havalı bir şeydi. Kate Barlow aslında Stanley’nin büyük büyükbabasını öpmemişti. Öpseydi çok havalı olurdu ama o sadece öldürdüğü adamları öperdi. Bunun yerine adamın bütün servetini almış ve onu çölün ortasında öylece bırakıvermişti. “Hayatta kaldığı için şanslıymış,” diye belirtirdi Stanley’nin annesi her seferinde. Otobüs yavaşlıyordu. Muhafız kollarını esnetirken homurdandı. “Yeşil Göl Kampı’na hoş geldin,” dedi şoför. Stanley kirli pencereden dışarı baktı. Ortada göl falan göremiyordu. Ve neredeyse hiçbir şey yeşil değildi.

Benzer İçerikler

Kenya’ya Yolculuk | Gülten Dayıoğlu

yakutlu

Kadınlar Ülkesi | Charlotte Perkins Gilman

yakutlu

Böcek Orkestrasının Muhteşem Sınıfı 2 | Göknil Özkök

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy