Danko’nun Yüreği | Maksim Gorki


Büyük yazar Gorki’nin incelikli öyküleri
Bu kitabı okurken, dile gelip türkü söyleyen balıkların yanık seslerine kulak vereceksiniz…
Köyden kente göçüp kentin karmaşasında boğulan küçük, çalışkan İlya’nın, yaşamına renk katmak için kurduğu dostluklara tanık olacaksınız…
Yaşlı ormanın kıyısında bulunan bataklığa sevdiklerini
kurban veren bir halkın, genç Danko’nun önderliğinde
ormanı aşma çabasını heyecanla izleyeceksiniz…
Büyük yazar Maksim Gorki’nin kaleminden dökülmüş
duygu yüklü bu öykülere bayılacaksınız…

YEVSEYKA’NIN DÜŞÜ

Küçük Yevseyka. çok iyi bir çocukmuş. Bir gün deniz kıyısında balık avlıyormuş. Balıkların inadı tutar da oltaya vurmazlarsa, pek can sıkıcı bir iştir bu balık avcılığı. Hava da öyle sıcakmış ki. Yevseyka, can sıkıntısından uyumaya başlamış. Birden cumburlop suya düşmez mi!..

Düşmüş ama. hiç de öyle korkuya kapılmamış. Rahat rahat yüzmüş. Sonra birden dalıp denizin dibine varmış. Yumuşacık kızılca yosunlarla kaplı bir taşın üstüne oturup çevresine şöyle bir bakmış. Off, o ne güzellikmiş öyle.

Al bir deniz yıldızı sürünerek ağır ağır ilerliyormuş denizin dibinde. Bıyıklı, kıskaçsız İstakozlar, taşların arasında güvenle yürüyorlarmış. Bir yengeç, yan yan gidiyormuş. Taşların üstlerinde iri vişneler gibi deniz şakayıkları serpiliymiş. Şurada burada daha bir sürü ilginç şeyler varmış: Dalgalana dalgalana açılan deniz zambakları, sinekler gibi vızır vızır geçip giden deniz tekeleri, ötede kendisini güçlükle taşıyan bir deniz kaplumbağası, sert kabuğunun üstünde de tıpkı havadaki kelebekler gibi oynaşan iki küçücük yeşil balık, sırtında taşıdığı eviyle beyaz taşların aralarından sürüklenerek geçen bir şeytan minaresi. Bütün bunlara bakarken Yevseyka’nın aklına şu iki dize gelmiş:

Yakov Amca’nın arabası Araba değil, ev mübarek

Tâm bu sırada başının üstünde, zurna sesine benzer ciyak ciyak bir ses işitmiş:

“Kimsin sen bakalım?”

Bir de bakmış, mavimsi gümüşsü pullarıyla, patlak gözlü kocaman bir balık, dişlerini göstererek, tepesinde tatlı tatlı gülümsüyor, sanki masanın üzerinde, bir tabağın içinde, kızartılmış bir balık gibi duruyormuş

“Konuşan sen miydin,” diye sormuş Yevseyka.

“Bendim ya.”

Yevseyka pek şaşırmış. Sormuş:

“Ama nasıl olur’ Balıklar konuşmaz ki.”

Öte yandan da balığın Almanca konuşmuş olabileceğini düşünmüş; ‘Bak hele. Almanca’yı hiç bilmediğim halde balığın dilini hemen anladım. Aşkolsun bana,’ diye geçirmiş içinden.

Böbürlene böbürlene çevresine göz gezdirirken bir de bakmış ki allı pullu, küçücük, oynak hır balık, yakınında yüzerek hem gülüyor hem konuşuyor

“Aaa… Bakın bakın. Acayip bin gelmiş buraya. Hem de iki kuyruklu.”

Daha korkusuz balıklar, çocuğun tam burnuna doğru yüzüp ona sataşmaya başlamışlar:

“Pulları da yok, hi hi,”

“Yüzgeçleri de topu topu iki tanecik.”

“Oh, maşallah, maşallah.”

Bu sözler Yevseyka’nın pek gücüne gitmiş.

“Terbiyesizler,” demiş. “Karşılarındakinin gerçek bir insan olduğunu anlamıyorlar sanki.”

Balıkları yakalamak istemiş, ama balıklar elinden kayıp hoplaya zıplaya, burunlarıyla birbirinin böğrüne vura vura, büyük bir yengeci kızdırmak için bir ağızdan türküye başlamışlar:

“Taşların kovuğunda yaşar bir yengeç Ağzında bir kuyruk, çiğner de çiğner Bir balık kuyruğu, bütün bildiği Bilmez ki enayi, tatlı sineği.”

Yengeçse, hınçlı hınçlı bıyıklarını kıvırarak, kıskaçlarını uzatıp söylenmiş;

“Bir gün elbet elime geçersiniz, bakın o zaman nasıl dilim dilim keserim dillerinizi.”

İri bir balık, çocuğa sokulmuş.

“Bütün balıkların dilsiz olduğunu da nereden çıkardın,” demiş.

“Babam söylemişti.”

“‘Baba’ da ne demek?”

“Hiç. Bana benzer biri işte. Ama benden çok daha büyük. Üstelik bıyıklan da var. Kızmadığı zamanlar çok şeker insandır.”

“Balık yer mi o?”

Yevseyka bu sözden pek korkmuş. Hiç babasının balık yediğini söyler mi?

Başını yukarıya kaldırmış, bulanık yeşilimsi suların içinden gökyüzünü ve güneşi görmüş. Güneş, sarı kızıl bir bakır tepsi gibiymiş. Biraz düşünmüş, sonra bir yalan atmış:

“Yok, babam balık yemez, çünkü balıklar çok kemikli olur.”

Balık bu söze gücenmiş, bağırmaya başlamış:

“O ne kabalık Öyle[ Hepimiz de kemikli değiliz yai Örneğin benim soyum kemiksizdir!..”

‘Sözü değiştirmeli,’ diye düşünmüş Yevseyka ve incelikle sormuş:

“Siz hiç bizim oralarda, yukarılarda bulundunuz mu?”

İri balık, kızgın kızgın soluyarak, “Neyimize gerek sizin oralar,” diye bağırmış. “Soluk bile alamayız oralarda.”

“Ama ne sinekler vardır bizim oralarda, bilse

Balık, çocuğun çevresinde bir dolanmış, sonra gelip tam burnunun ucunda durarak, “Sinekler mi,” demiş. “Öyleyse sen ne diye oraları bıraktın da, kalktın buralara geldin?”

Yevseyka, “Tamam başlıyor,’ diye geçirmiş aklından. ‘ Hiç şakası yok, yer bu çılgın beni.’

“Hiç, öyle geziyordum, yolum buralara duşlu,” demiş tasasızca.

Balık yine soluyup puflamış

“Hımm! Belki de boğulmuş birisin sen,” demiş.

“Daha neler,” diye çıkışmış çocuk, yüksek sesle “Hiç de değil! Bak şimdi ayağa kalkayım da gör.”

Uğraşmış, didinmiş, ama bir türlü yerinden kalkamamış Ağır bir yorgana sarılıymış gibi, ne dönebiliyor ne de kımıldayabiliyormuş

‘Ağlasam mı?’ diye düşünmüş Ama sonra akıl etmiş ki, suyun içinde ağlasa da bir, ağlamasa da, gözyaşları suda nasıl olsa görülmez Öyleyse, değmez ağlamaya. Başka bir çıkar yol bulmalı

Çevresine bakınca bir de ne görsün: Amanın! Denizde yaşayan ne varsa, hepsi toplanmamış mı çevresine. Saysan sayılmaz.

Kötü çizilmiş bir domuz yavrusuna benzer bir deniz hıyarı, çocuğun ayağından yukarı doğru tırmanarak, “Seninle daha yakından tanışmak istedim de,” diye fısıldamış.

Burnunun tam ucunda, asık yüzlü bir deniz kestanesi, poflayarak, Yevseyka’ya çıkı sırçasına, “İyi be! İyi doğrusu,” diye bağırmış. “Ne yengece benziyor bu, ne balığa ne de yumuşakçalara, ne biçim şey bu!”

“Durun hele, yapmayın, ilerde belki uçman olacağım ben,” demiş Yevseyka.

O sırada kıskaçsız bir İstakoz da dizine tırmanıp ipe bağlanmış iki balon gibi duran patlak gözlerini fırıl fırıl döndürerek incelikle sormuş: “Bağışlayın, saat kaç acaba?”

Derken, yanından, ıslanmış, buruşuk mendil gibi bir mürekkep balığı yüzüp geçmiş. Her bir yanından, cam bilyalar gibi, sifonlular vızır vızır geçiyormuş. Bir deniz tekesi çocuğun kulağına sokulmuş, gıdıklıyormuş. Bir başka meraklı da öbür kulağını yokluyormuş. Başında bile küçücük yengeçler dolaşıyor, saçlarını çekiştirip duruyorlarmış. ‘Oy, oy, oy!’ demiş içinden Yevseyka. Anası darılınca babasının yaptığı gibi, her şeye tasasızca ve okşayıcı gözlerle bakmaya çabalamış.

Çevresinde bir sürü balık, yüzgeçlerini yavaş yavaş kımıldatıyor, yuvarlak gözlerini çocuğa dikerek, bir matematik problemi sorar gibi, sıkıcı bir sesle mırıldamıyorlarmış:

Olmaz böyle şey, olamaz,

Hiç böyle şey olur mu

Hani kuyruğu bunun,

Hani pullan, hani bıyıklan

Bu ne biçim yaratık,

Yengeç desek yengeç değil

Olsa olsa ahtapot soyundan biri olmalı

Bu sözler Yevseyka’mn pek gücüne gitmiş.

‘Budalalar,’ demi; içinden.

Hiçbir şey duymuyor gibi davranıyor muş. Bir ara tasasız tasasız ıslık çalacak bile olmuş ama, bakmış ki suda ıslık çalmak olanaksız.

O geveze balık durmadan soruyormuş:

“Nasıl, bizim buraları beğendin mi?

“Yok… yani şey, evet… Ama bizim evimiz de çok iyi”, demiş, ama yine içini korku almış, ‘Anam anam, ben neler söylüyorum, böyle,’ diye düşünmüş, ‘ya birden kafaları kızar da beni yemeye başlarlarsa?’

Ve yüksek sesle,”

“Gelin bir oyun oynayalım, canım sıkılıyor,” demiş.

Geveze balığın pek hoşunu gitmiş bu, başlamış….

Benzer İçerikler

Oz Büyücüsü | Lyman Frank Baum

yakutlu

Hikayelerle Mizaç ve Karakter Eğitimi

yakutlu

Benim Duvardan Farkım Ne? | Dilek Yardımcı

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy