Demiryolu Çocukları

Demiryolu Çocukları kara trenlerin ardından heyecan, sevinç ve şaşkınlıkla el sallayan çocukların maceralarını anlatmasına rağmen, teknolojik çağımızda hâlâ güncelliğini koruyan bir roman. Roberta, Peter ve Phyllis, babalarının yokluğunda, ne evlerinin kirasını, ne de aşçı ve hizmetçilerinin aylıklarını karşılayacak güçleri bulunduğu için, yaşadıkları kasabadan ayrılıp uzaklara, yakınından bir demiryolu geçen kırsal bir bölgeye taşınmak zorunda kalırlar. Yeni taşındıkları ev bakımsız ve soğuktur, kilerleri boştur, hastalandıklarında ilaca ayıracak paraları yoktur… Ne var ki kalpleri sıcak, sevgileri bol, umutları diridir…

***

ÖNSÖZ

İYİLİK KAZANACAK!..

Edith Nesbit, Demiryolu Çocukları’nı 1906 yılında, Avrupa tarihinin en çalkantılı yıllarında yazmıştı. Bir yandan sanayi, bilim ve teknoloji büyük bir hızla gelişiyor, öte yandan işçiler, köylüler, işsizler, kısacası yoksullar için hayat her geçen gün biraz daha güçleşiyordu. Eğitimli, işi gücü olanlar için bile kolay değildi yaşamak. Üstelik bir süre sonra yeryüzünün dört bir yanını etkisi altına alacak olan savaş rüzgârları da esmeye başlamıştı. Toplumun aydın kesimi, bu zor günlerde yazılarıyla, şiiirleriyle, öykü ve romanlarıyla yoksulların dertlerini dile getirdiler, onların haklarını, barışı ve özgürlüğü savundular. Kendisi de yoksul bir çocukluk geçiren Edith Nesbit, o aydınlar arasındaydı.

Nesbit, bir yandan büyükler dünyasına seslenen makale ve kitaplar yazarken, bir yandan da kendisini tanıyanları şaşırtan çocuk romanları kaleme aldı; içinde yaşadığı büyükler dünyasını değiştirmek için çaba harcıyor, ama bir anne olarak hem bu karanlık yılların çocukların düşlerini karartmasına gönlü razı gelmiyor hem de güzel bir geleceğin yalnızca çocukların ellerinde kurulabileceğini düşünüyordu. Çocuklara yaşama sevinci aşılamak, dostluk ve dayanışma duygusunu yeşertmek, sonunda iyiliğin kötülüğü mutlaka yeneceği inancını yaymak için yazdı romanlarını.

Demiryolu Çocukları, buharlı lokomotiflerin ve kara trenlerin ardından heyecan, sevinç ve şaşkınlıkla el sallayan çocukların maceralarını anlatmasına rağmen, bilgisayarların, cep telefonlarının, hatta uzaya yolculukların bile kanıksandığı bugünün dünyasında güncelliğini hâlâ koruyan bir roman olmakla kalmamış pek çok defa sahneye, sinemaya, televizyona da uyarlanmıştır.

Demiryolu Kenarında Oynayan Çocuklar
Az sonra okumaya başladığınızda göreceksiniz ki, demiryolu kenarında yaşadıkları için ‘demiryolu çocukları’ olarak adlandırılan roman kahramanı üç kardeş, yani Roberta, Peter ve Phyllis, hayatlarına demiryolu çocukları olarak başlamamışlardı. Sizin gibi onlar da demiryolları ile çok az karşılaşıyor, trenler ulaşım aracı olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu düşlerinde… “Kasabada yaşayan sıradan çocuklardı. Anne ve babalarıyla beraber, kırmızı tuğladan örülmüş cephesi, renkli camlı ön kapısı, parke döşeli koridoru, sıcak suyu olan banyosu, elektrikli kapı zili, iki kanatlı pencereleri ve temiz badanalı duvarları bulunan, emlakçilerin deyişiyle ‘modern eşyalı’ bir evde yaşayan” dünyadan habersiz sevimli çocuklardı. Babalarının bir gece vakti ansızın evden ayrılmasıyla birlikte bu huzur ve güven dolu hayatlarının alt üst olacağını bilemezlerdi elbette.

Babalarının yokluğunda modern evlerinin kirasını, aşçı ve hizmetçilerin aylıklarını karşılayacak güçleri bulunmadığından kasabadan ayrılıp uzaklara, çevresinden demiryolunun geçtiği kırsal bir bölgeye taşınmak zorunda kalıyorlar. Yeni taşındıkları evleri soğuk, kilerleri boş, hastalandıkları zamanlarda ilaca ayıracak paraları yok… Ne var ki kalpleri sıcak, sevgileri bol, umutları diri… Yazdığı hikâyeler dergilerde yayımlandıkça kazandığı paralarla çocuklarına kurabiye alan annelerinin yükünü paylaşmak için ellerinden geleni fazlasıyla yapacaklardır küçükler. Evin büyük kızı Roberta, babalarının eksikliğini kardeşlerine hissettirmemek için kendi duygularını dışa vurmayacak, henüz on yaşını süren Peter, evin erkeği olmanın sorumluluklarını yüklemeye çalışacaktır küçücük omuzlarına… Minik Phyllis’in elinden gelen ise büyüklerini üzmekten kaçınmak, terbiyeli bir kız çocuğu olmaktır. Birbirlerine sıkıca kenetlenirler. Ancak bencilce bir kenetlenme değildir bu; ev içi dayanışmalarını dış dünyaya da taşımayı, kendileri gibi yoksul insanların dünyalarını da ısıtmayı ihmal etmeyecekler, romanın her yeni bölümünde kendilerine olağanüstü görünen olaylara karışacaklar, olayların üstesinden gelebildikleri ölçüde olgunlaşacaklar ve babalarının bir gün geri geleceğine ilişkin umutlarını daima ayakta tutacaklardır…

“Bir hikâye anlatıcısı hiçbir zaman unutmamalıdır ki, herkesin hakkını vermek onun görevidir; yoksullarla zenginler onun kaleminin ucunda eşittirler; onun için, köylülerin yoksulluğunun da bir büyüklüğü, zenginlerin adiliğinin de bir gülünçlüğü vardır; zengin insanın tutkuları varsa, köylülerin de gereksinimleri vardır,” demişti dünya edebiyatının en büyük ustalarından Balzac. Demiryolu Çocukları’nın yazarı Edith Nesbit’in Balzac’ın öğüdüne kulak verdiği anlaşılıyor. Siz de anlamışsınızdır herhalde; altınlarla kaplı sarayların, peri padişahlarının, prens ve prenseslerin, doğaüstü olayların hiç yer almadığı, tersine tozlu yollarda, çamurlu sularda, kömür dumanı inmiş köylerde yaşayan sıradan insanların ve olayların anlatıldığı bir roman okuyacaksınız. Zaten roman dediğimiz tam da böyle bir şey değil midir? Belli bir tarihsel ya da coğrafi çevre içindeki bir grup insanın başından geçenleri, bu insanların iç ve dış yaşantılarını belli bir zaman sıralaması, mantıksal ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen ve belli bir uzunluğu aşan anlatı türüdür roman. İnsan yaşamının destana, masala ya da mitolojiye sığmayan, şiirsel olmayan, sıradan, parıltısız, çirkin ya da saçma yönlerini de içerebilen bir edebiyat türüdür.

Bir öykü ya da romanı okuduktan sonra ise onun ne anlattığını, ana fikrinin ne olduğunu mutlaka sorarız kendimize. Demiryolu Çocukları, zengin ya da yoksul, insanların eşitliğini savunan bir roman. Maddi anlamda yoksulluğun insani değerlerde bir yoksulluk anlamına gelmeyeceğini, insanların gelir seviyelerine göre değil ahlaki değerlerine, duygu ve düşüncelerine göre değerlendirilmesi gerektiğini, zorlukların bir araya gelinerek, yani dostluk ve dayanışmayla aşılabileceğini söylüyor bize. Bütün bunlara eklenmesi gereken bir şey daha var: Romanın hikâyesinden, insani değerlerin hiçbirisinin doğuştan gelen kalıtımsal özellikler olmadığını da kavrayabiliyoruz. Çocuklara yol gösteren, aydın bir kadın olan annelerinden aldıkları terbiyedir.

Romanın Kurgulanmış Dünyası
Ama dikkat edin. Bütün bunları ahlak bilgisi kitaplarında da okumamış mıydınız? Ya da anne ve babanızın, öğretmenlerinizin ağzından sık sık işitmemiş miydiniz? Öyleyse, Demiryolu Çocukları’nı güzel bir roman yapan yalnızca iyi ve güzel öğütler vermesi değildir. Tersine, hikâye içerisinde yazarın bunların hiçbirisini açıkça söylemediğini göreceksiniz. Edith Nesbit, çocukların başlarından geçen bir dizi olayı anlatıyor sadece. İyiden, doğrudan, güzel bir gelecekten yana olan düşüncelerini ise işte bu olaylar, yani yarattığı kurgusal dünya aracılığıyla belli ediyor.

Bütün romanlar kurgulanmış dünyalara götürürler okuyucularını. Kimi romanda gerçeğe çok benzeyen, kimi romanda düşselliği hemen anlaşılan bu dünyalar, isterse yazarın kendi hayatından esinlenerek yaratılmış olsunlar, bir kurgunun ürünüdürler. Ama öyle bir kurgudur ki bu, hem yazarın düşlerini barındırır hem de gerçek yaşamın olgularını. Yani ne bütünüyle gerçek ne de bütünüyle düş ürünü bir roman yazılamaz. Demiryolu Çocukları gibi gerçekçi romanlarda bile, anlatılan her şey gerçeğe uymaz ya da gerçekte olan pek çok olay anlatılmaz. Yazar, vermek istediği duygu ve düşüncelere göre olaylar ve insanlar arasında bir seçme ve ayıklama işlemi yapar. Gereksiz olanları hikâyesine katmaz, roman kişilerinin, olayların, mekân ve eşyaların arasından gerek gördükleri üzerinde yoğunlaştırır okuyucusunu.

İyi bir yazar, kurguladığı dünyanın, yarattığı roman kahramanlarının ve onların başından geçen olayların gerçekmiş gibi duyumsanmasını, onların deneyimlerinin okuyucu tarafından paylaşılmasını sağlar. Ve ancak böylelikle bizim çok uzağımızdaki insanların arasına katılabilir, onlarla ortak yanlarımızı keşfedebiliriz. Roman kahramanlarının sorunları kimi zaman “tam da bizim başımıza gelenler gibi” denilecek kadar tanıdıktır. Kimi zaman hiç başımıza gelmeyen, hatta gelme şansı olmayan olaylarla karşılaşır, “bir demiryolu kenarında oynayan yoksul bir çocuk olmak” nasıl bir şeymiş öğreniriz.

Bir romanın hikâyesine dalıp gittiğimizde yazarın savunduğu düşüncelerin bir kısmı gözden kaçabilir. Çünkü, zamanın akışının, doğa koşullarının, evlerin ve eşyaların roman kişilerinin karakterlerini anlamamızda önemli bir rolü vardır. Örneğin Demiryolu Çocukları’nda tanıştığımız ailenin göğüslemek zorunda kaldıkları sorunlar tam da böyle belirlenmiştir. Sıcacık yuvalarını bırakıp soğuk bir eve taşındıklarında, paraları kömür almaya yetmediğinde, ailesinin ısınma gereksinmesini kendisinin karşılaması gerektiğini düşünen Peter, demiryolu işletmesinin kömür stoklarından birkaç el arabası tutarında kömür alır. Çocuk bilincinde adalet ile hukuk arasındaki ayrım şekillenmemiştir henüz; yaptığının hırsızlık olduğunu düşünmez bile. Ancak ahlaki bir düşüklük içine de girmez, davranışının yanlışlığı anlatıldığında utanır ve bir daha el sürmez kömürlere. Edith Nesbit, burada hem Peter’ın sorumlu ve ahlaklı kişiliğini, hem de doğa kaynaklarının paylaşımındaki haksızlığı ortaya koymuştur.

Romanı okudukça anlamını sizin bulup çıkarmanız gereken pek çok olayla karşılaşacaksınız. Unutmayın ki, bundan sonrası size kalıyor; çünkü bir romanda gizlenen duygular, düşünceler ve anlamlar ancak okuma anında canlanırlar. İyi bir okur, yazarla işbirliğine giden, yazarın bıraktığı boşlukları doldurmayı üstlenen, okuduğu romanı kendi çağına ve yaşamına uyarlayan sorumluluk sahibi bir okurdur. Ve yine unutmayın ki, ancak iyi okurlar bir gün kendi romanlarını yazabileceklerdir.

A. Ömer Türkeş
Haziran 2004, İstanbul

DEMİRYOLU ÇOCUKLARI

Cahilliğimi, demiryolları
hakkındaki bilgisinin arkasına
güven içinde sakladığım
Oğlum Paul Bland’e

I

HER ŞEYİN BAŞLANGICI

Onlar başlangıçta demiryolu çocukları değillerdi. Demiryolu onlar için olsa olsa Maskelyne ve Cook’un gösterisine, pandomim oyununa, hayvanat bahçesine ya da Madame Tussaud Müzesi’ne gitmenin bir yoluydu. Başka bir şey ifade ettiğini hiç sanmıyorum. Onlar sıradan banliyö çocuklarıydılar. Anne ve babalarıyla cephesi kırmızı tuğlayla örülü, renkli camlı giriş kapısı, hol dediğimiz parke döşeli bir koridoru, soğuk ve sıcak su akan bir banyosu, elektrikli zili, Fransız usulü camları olan, beyaza boyalı ve emlakçilerin deyimiyle ‘hayatınızı kolaylaştıracak her türlü konforu bulunan’bir evde yaşıyorlardı.

Üç kardeştiler. En büyükleri Roberta’ydı. Elbette anneler asla çocukları arasında ayrım yapmazama eğer annelerinin bir gözdesi olsaydı, bu, Roberta’dan başkası olamazdı. Roberta’nın bir küçüğü, büyüdüğünde mühendis olmak isteyen Peter’dı. En küçükleri ise daima iyi niyetli olan Phyllis’di.

Anneleri bütün vaktini sıkıcı hanımlarla sıkıcı telefon görüşmeleri yaparak ya da evde oturup sıkıcı hanımların onu aramasını bekleyerek geçirmezdi. Çocuklarla oynamaya, onlara kitap okumaya, ev ödevlerinde yardımcı olmaya hemen hemen daima hazırdı. Ayrıca çocuklar okuldayken onlar için hikâyeler yazar ve akşam çayından sonra yazdıklarını onlara yüksek sesle okurdu. Bir de doğum günleri ve diğer özel günlerde onlara eğlenceli kısa güzel şiirler yazardı. Örne

Benzer İçerikler

Pollyanna | Eleanor H. Porter

yakutlu

Şeker Portakalı (Ciltsiz)

yakutlu

Yağmurun Gücü

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy