Kafatası sanki üçlüyü sonsuza kadar kendisine katılnaya davet ediyormuşçasma çarpık bir biçimde sırıtıyordu.
”Görünüşe göre ilk gelen biz değiliz,” diye fısıldadı Sadun Tryst.
Kaslı vücudu yara izleriyle dolu savaşçı, bıçağının kenarıyla hafifçe vurarak kurukafayı salladı. Korkunç görüntüyü inceleyince, kendilerinden önce gelen adamın kafasını delip geçen sivri kazığı gördüler; zamanla kafatası hariç bütün bedeni düşmüş, karmakarışık bir yığın halinde yerde yatıyordu.
”ilk gelenin bizler olacağını mı sanmıştın?” diye fısıldadı uzun boylu, cüppeli adam. Sadun’un zayıf, adeta bir akrobatı andıran bedeninin yanında Fautzin bir kadavraya benziyordu.
Vızjerei büyücüsü bir hayalet gibi ilerleyip eldivenli parmaklarından biriyle kafatasma dokundu. ”Burada buyu kullanılmamış. Sadece ilkel bir tuzak söz konusu. Korkacak bir şey yok.” ”Sıradaki kazık benim kafama geçmeyecekse korkacak bir şey yok tabii,” Vizjereı ağarmış, seyrek keçi sakalım çekiştirdi. Hafifçe çekik gözlerim, sanki ortağının sözlerim onaylıyormuş gibi kırptı. Sadun’un yüz ifadesi ve bazen de karakteri daha çok sinsi bir sansarı andırıyor, Fautzın ise bazılarına yaşlı bir kediyi hatırlatıyordu. Düğme gibi burnu sürekli kıpırdıyor, burnunun altından sarkan ince bıyıkları iyice kediye benzemesine neden oluyordu.
ikisi de dürüstlükleriyle tanınan adamlar değillerdi ama Norrec Vizharan ikisine de hayatını emanet edebilirdi, daha önce pek çok kere etmişti zaten. Deneyimli savaşçı arkadaşlarına katılırken ileriye, büyük bir
odanın girişi olduğu belli olan geniş karanlığa dikkatle baktı. O ana kadar yedi değişik katın tamamını incelemiş ve aşırı ilkel tuzaklardan başka bir şey bulamamışlardı.
Hazinelerden de iz yoktu. Bu durum küçük grubu büyük bir düş kırıklığına uğratmıştı.
”Burada büyü olmadığından emin mısın Fautzın? Hiç mi yok?”
Kukuletanın arkasındaki kediye benzeyen yüz, hafifçe gücenmiş gibi görünerek daha da kırıştı Bol pelerininin geniş omuzları Fautzin’e, özellikle hiç de ufak tefek bir adam olmayan, daha kaslı Norrec’e bile tepeden bakarken, kudretli, neredeyse doğaüstü bir görünüm veriyordu.
”Sormana gerek var mı dostum:” ”Sadece anlam veremiyorum! Birkaç önemsiz ve işe yaramaz tuzaktan başka hiçbir engelle karşılaşmadık!
Doğru du rüşt korumayacaklarsa neden bütün buraları kazma zahmetine
girsinler ki?” ”Peki ya kafarn büyüklüğündeki o örümceğe ne demeli?”
diyerek hırçın bir tavırla söze karıştı Sadun, uzun ama seyrelmekte olan siyah saçlarını dalgın dalgın kaşıyordu. ”Kafama atlaması hiç de hoş değildi…” Norrec onu duymamış gibi yaptı. ”Acaba korktuğum başıma mı geldi? Çok mu geç kaldık? Yine Tristram’daki gibi mi olacak?” Bir keresinde, paralı askerlik yaptıkları dönemler arasında, Trıstram adında küçük, belalı bir köyde hazine avcılığına gitmişlerdi. Efsaneye göre, iblisler tarafından korunan bir mağarada öylesine olağanüstü bir hazine vardı ki onu bulacak kadar yaşamayı başaranları kral yapacaktı. Norrec ve arkadaşları oraya gitmiş, köy halkına haber vermeden gecenin köründe labirente girmişlerdi…
Bütün çabalarından sonra, tuhaf canavarlarla savaşıp ölümcültuzaklardan kıl payı kurtulduktan sonra… onlardan önce gelen birinin
yeraltı labirentim talan edip değerli hemen her şeyi aldığım fark etmişlerdi. Köye döndükleri zaman üzücü gerçeği öğrenmişlerdi; görünüşe göre, birkaç hafta önce büyük bir kahraman labirentin derinliklerine inip korkunç iblis Dıablo’yu öldürmüştü. Altınlara ve mücevherlere dokunmamış ti ama o gittikten kısa sure sonra gelen maceracılar onun becerisinden guzelce yararlanmış, daha küçük tehlikelerle savaşarak bulabildikleri her şeyi götürmüşlerdi. Birkaç günlük gecikme yüzünden bizim uçlu oradan eli boş dönmek zorunda kalmıştı.
Köyden ayrılmaya hazırlanırlarken, aklının yerinde olduğu şüpheli bir köylünün sözleri Norrec’ı hiç teselli etmemişti. Adam onları uyarmış, Gezgin diye bilinen kahramanın aslın da Dıablo’yu öldürmediğini, bu iğrenç kötülüğü yanlışlıkla serbest bıraktığını söylemişti. Norrec, Fautzin’e soru soran bir bakış atmış, Vızjereı cevap olarak umursamazca omuz sılkmişti.
”Kaçan iblisler ve korkunç lanetlerle ilgili hikâyeler her zaman anlatılır,” diye eklemişti Fautzın, koylunun çılgın uyarısını küçümseyen bir ses tonuyla. ”Dıablo da halk arasında fısıldanan hikâyelerin en sevilenidir.” ”Sence arkasında bir şey yok mu yani?” Norrec çocukken, Diablo, Baal ve başka korkunç canavarların hikayeleriyle korkutularak büyümüştü, iyi bir insan olması için büyükleri tarafından anlatılan, ders verici hikâyelerdi bunlar.
Şadım Tryst kahkahalarla gülmüştü. ”Sen hiçbir iblis gördün mu?
Gören birini tanıyor musun?” Norrec’ın cevabı olumsuzdu. ”Ya sen Fautzin? Vızjeraı büyücülerinin iblisleri çağırabildikleri ve onları kendi işlerinde kullandıkları söylenir.” ”Sence iblis çağırabılseydim labirentler ve mezarlarda sürter mıydım”’ Her şeyden çok büyücünün bu sözleri, köylünün anlattıklarının uydurma bir hikâyeden ibaret olduğuna karar verme sine neden olmuştu. Aslında köylünün söylediklerim unut mak çok kolay olmuştu. Ne de olsa o zamanlar üçü için en önemli olan şey şimdi de olduğu gibi servetti.
Ne yazık ki. aradıkları servet bir kere daha ellerinden uçup gitmiş gibi görünüyordu.
Koridoru dikkatle inceleyen Fautzın, eldivenli eliyle büyülü asasını sıkı sıkı tutuyordu. Asanın mücevherli başı yanı ışık kaynaklan kısa bir an için parlak ve titrek bir alevle ışıldadı. ”Yanıldığımı umuyordum ama korkarım yanılmamışını Buranın derinliklerim ilk araştıran bizler değiliz.”
Saçları hafifçe kırlaşmaya başlamış savaşçı içinden küfret ti. Hayatı boyunca çoğunluğu Westmarch’tan yapılan sefer lerde olmak üzere bir çok komutanın emrinde savaşmış, pek çok savaştan kıl payı kurtulmuş ve sonuçta bir karar vermişti. Şu dünyada hiç kimse parası olmadan bir yerlere gelemi yordu Binbaşılığa kadar yükselmiş, emrmdekıler ona üç kez itaat etmeyince, son fiyaskodan sonra ordudan iğrenerek istifa etmişti.
Norrec’in hayatı, eli kılıç tutacak yaşa geldiğinden beri savaşarak geçmişti. Bir zamanlar onun da ailem diyebileceği birileri vardı ama onlar da artık tıpkı Norrec’in idealleri gibi ölüydüler. Kendisini hâlâ kibar bir adam olarak görüyordu ama kibarlık karın doyurmuyordu. Yaşamanın başka bir yolu olmalı, diye düşünmüştü Norrec.
Böylece, iki arkadaşıyla birlikte hazine aramaya çıkmıştı.
Sadun gibi onun vücudu da yara izleriyle kaplıydı ama aslında daha
çok sıradan bir çiftçiye benziyordu. Geniş yüzü, açık alnı, güçlü çenesi ve
kocaman kahverengi gözlen vardı, eline bir çapa alsa tuhaf görünmeyecektı. Bu düşünce, güçlü savaşçıya çok çekici gelse de toprak satın almak için paraya ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu macera onlara bir servet, ihtiyaçlarının, hatta düşlerinin ötesinde bir servet sağlayacaktı…
Oysa şimdi boşu boşuna zaman ve emek harcamışlar gibi görünüyordu… hem bir kez daha Yanı başındaki Sadun Tryst bıçağını havaya fırlattı, yere düşmeden önce usta bir hareketle sapından yakaladı.
Aynı ha reketı ıkı kere daha tekrarladı, besbelli duşunuordu. Norrec onun neler düşündüğünü tahmin edebiliyordu Bu macera için aylar harcamış, denizde yolculuk ederek kuzey Kehjis tan’a gitmiş, soğukta ve yağmur altında uyumuş, yanlış izle n takıp etmiş, boş mağaralara girmiş, avlanamadıkları zaman bulabildikleri her turlu şeyi yemişlerdi. Hepsi Norrec yüzün dendi, bu fiyaskoya o onay ak olmuştu.
Daha da kötüsü, bu macera aslında bir rüya yüzünden, az çok ejderha kafasını andıran sarp bir dağ zirvesiyle ilgili bir rüya yüzünden başlamıştı. Rüyayı bir ya da iki kere görmüş olsa, Norrec onu unutup gidebilirdi ama rüya yıllar boyunca tekrarlanıp durmuştu. Norrec savaştığı her yerde o zirveyi aramış ama hiçbir iz bulamamıştı. Derken soğuk kuzey ülkelerinden gelen, birkaç yıl önce ölen bir savaş arkadaşı laf arasında öyle bir yerden söz etmişti. Dağın hayaletlı olduğu soy leniyordu, yakınına giden adamlar ya ortadan kayboluyor, ya da yıllar sonra etleri paramparça kemiklerinden ayrılmış olarak bulunuyorlardı.
işte o anda, Norrec Vızharan kaderinin onu o dağa çağırmaya çalıştığına emin olmuştu.
Peki öyleyse, mezar niçin önceden soyulmuştu? Mağaranın girişi kayalıklı yüzeyde iyice gizlenmişti ama kesinlikle açıktı. Gerçeği işte o anda anlaması gerekirdi ama Norrec bu çelişkiyi görmeyi bile reddetmişti.
Peki ya umut ları, peki ya arkadaşlarına verdiği bütün sözler?
”Kahretsin!” En yakın duvarı tekmeledi, sağlam çizmeleri olmasa ayak parmaklarından birkaçı kesin kırılırdı. Kılıcını yere fırlatıp saflığına lanet okumaya devam etti.
”VVestmarchlı yeni bir general paralı asker kiralıyormuş,” dedi Sadun, yardımcı olmak isteyerek. ”Çok hırslı olduğu söyleniyor…” ”Artık savaşmak yok,” dedi Norrec, ayağındaki acıyı belli etmemeye çalışarak.
”Artık başka insanların şanı, şerefi ıçm ölmeye çalışmak yok.” ”Ben sadece.. ” Uzun boylu buyucu asasıyla yere bir kere vurarak arkadaşlarının dikkatini üzerinde topladı. ”Buraya kadar gelmişken ana odaya gitmemek aptalca olur. Belki bizden önce gelenler birkaç parça mücevher ya da birkaç altın para bırakmıştır Tristram’da birkaç altın bulmuştuk. Biraz daha araştırmaktan zarar gelmez, ne dersin Norrec?”
Vizjereinin sadece arkadaşının acı hayal kırıklığını yatıştırmaya çalıştığını biliyordu, yine de bu düşünce savaşçının aklına yattı. Tek ihtiyacı olan birkaç altındı! Hâlâ evlenecek, yeni bir hayata başlayacak, hatta belki bir aile kuracak kadar gençti.
Norrec ona senelerdir hakkıyla hizmet eden kılıcı yerden alıp elinde tarttı. Kılıcını özenle temizler ve bilerdi Kendisine ait birkaç eşyadan biri olan bu kılıçla gurur duyardı. Yüzünü kararlı bir ifade bürüdü. ”Hadi gidelim.” Yola koyulurlarken Sadun, ”Ağzını çok az açan birisi için oldukça etkileyici konuşuyorsun,” diye takıldı büyücüye.
”Sen de söyleyecek çok az şeyi olan birisi için çok fazla konuşuyorsun.” Arkadaşları arasındaki bu dostça takılmalar Norrec’ın sıkıntılarını hafifletti. Konuşmaları ona birlikte atlattıkları çok daha büyük zorlukları