DOKUZ KEHANET-JAMES REDFIELD

Yarım yüzyıldır, insan dünyasına yeni bir bilinç, yeni bir algılama hâkim olmuştur ve bunu ancak deneyüstü spiritüelizm diye tanımlayabiliriz. Belki bu kitabı okurken, neler olduğunu algılamaya ve içinizde hissetmeye başladınız bile.

İleriye doğru gelişen hayatımız algılamanın en yüksek noktasında başlar. Bazı şans olaylarının en isabetli anda meydana geldiklerine, doğru bireyleri karşımıza çıkardığına, birdenbire hayatımıza yeni ve önemli bir yön kazandırdığına tanık oluruz. Bizler bu esrarengiz olayları, belki de bir başka yerde ve zamanda yaşamış olan insanlardan daha güçlü sezinliyoruz.

Hayatın aslında bireysel ve büyüleyici ruhsal gelişmelerden oluştuğunu biliyoruz. Bu gelişmeleri şimdiye dek ne ilim, ne felsefe, ne de din tam bir açıklığa kavuşturamamıştır. Bizler ayrıca başka bir şey daha biliyoruz: Olayları bütünüyle kavrayabilirsek ve soyut gelişmeyi nasıl kullanacağımızı, hayatımızda meydana gelişini en yüksek dereceye çıkarırsak, insan toplumu yepyeni hayata kuantum bir sıçrama yapacak, geleneklerimizi en iyi şekilde gerçekleştirecek ve yaratacağı kültür sayesinde tarih amaçladığı hedefe ulaşacaktır.

Okuyacağınız öykü bu yeni algılamayla ilgilidir. Eğer size dokunur ve hayatta algıladığınız bir şeyi berraklaştırırsa, o zaman gördüklerinizi başkasına anlatın. Çünkü bana göre yeni ruhsal algılamamız, aldatmaca ve garipliklerle değil, ancak insan-

— 7 —

ların arasında kişisel, bir tür olumlu psikolojik yayılma ile genişler.

Ve her birimiz dikkatimizi dağıtan kuşkulanmızı olabildiğince kendimizden tızaklaştırabilirsek… bu gerçeklik mucizevi şekilde bize ait r’■…

ELEŞTİRİSEL KİTLE

Lokantanın bulunduğu yere gittim, kamyonu park ettim, sonra oturduğum yerde bir an arkama yaslandım. Charlene’nin konuşmak için içerde beni beklediğini biliyordum. Fakat neden? Altı yıldır ondan haber almamıştım. Bir hafta ormana inzivaya çekilmeye karar verdiğim sırada, neden ortaya çıkmıştı?

Kamyondan indim ve lokantaya doğru yürüdüm. Arkamda ufukta batmakta olan güneşin son ışıkları, park yerinin ıslak zemininde altın renkli kehribarlara benzeyen gölgeler oluşturuyordu. Bir saat önce gökgürültüleriyle yağan şiddetli yağmur kısa süre sonra dinmiş ve yaz akşamının bunaltıcı sıcağı, yerini taze bir serinliğe bırakmıştı. Gökyüzündeki yanm ay alacakaranlıkta sanki bir düş dünyasını aydınlatıyordu.

Yürürken, Charlene’nin eski hali gözlerimin önünde canlandı. Hâlâ öyle büyüleyici ve güzel miydi? Zaman onu nasıl değiştirmişti? Sözünü ettiği elyazmaları… Güney Amerika’da bulunan ve bana anlatmak için sabırsızlandığı, ilk insanlardan kalma çok eski elyazmaları hakkında neler düşünecektim?

Telefonda, “Havaalanında iki saat beklemem gerek, akşam yemeğinde buluşabilir miyiz? Bu elyazmalarındaki bilgilere bayılacaksın, tam sana göre gizemlerle dolu,” demişti.

Bana göre gizemler, ne demekti? Ne demek istemişti?

Lokanta çok kalabalıktı. Birkaç çift boş masa bekliyordu. Hostesi bulduğum zaman, Charlene’nin masada beklediğini söy-

– 9 —

ledi ve beni ana yemek salonundan geçirip üst kattaki terasa yöneltti.

Merdivenlerden çıktım ve masalardan birinin etrafında kalabalığın toplandığını farkettim. Aralarında iki tane de polis vardı. Birdenbire, polislerden biri döndü ve hızla yanımdan geçip merdivenlerden indi. Diğer insanlar dağılmaya başlayınca, aralardan bir’yerden ilginin odak noktası olan insanı gördüm, bir kadın, hâlâ masada oturuyordu. Charlene!

Hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. “Charlene, neler oluyor? Bir terslik mi var?”

Gözlerinde alaycı bir bakışla başını geriye atıp ayağa kalktı ve yürek hoplatan gülüşüyle gülümsedi. Saçlarının biraz değiştiğini farkettim, ama yüzü tıpkı anımsadığım gibiydi: küçük ince hatlar, geniş ağız ve iri mavi gözler.

Sevinçle beni kollarının arasına aldı. “İnanmayacaksın, ama birkaç dakika önce tuvalete gittim ve benim yokluğumda, birisi evrak çantamı çalmış.”

İçinde ne vardı?”

“Önemli bir şey yoktu, yolculukta yanımda taşıdığım bazı kitaplar ve dergiler. Çılgınlık. Diğer masadakiler söylediler, birisi gelmiş, çantayı yerden almış ve çıkıp gitmiş. Polise eşgalini tarif ettiler ve memurlar da etrafı arayacaklarını söylediler.”

“Aramada onlara yardımcı olsam.”

“Hayır, hayır. Haydi olayı unutalım gitsin. Fazla zamanım yok ve seninle konuşmak istiyorum.”

Başımı salladım ve Charjene oturmamızı önerdi. Garson yanımıza gelince menüye bakıp yemeklerimi ısmarladım. Sonra, on veya on beş dakika havadan sudan konuştuk. Kendi arzumla inzivaya çekilişimin pek üstünde durmadım. Fakat Charlene benim bu konuyu geçiştirdiğimi farketti. Öne doğru eğilip yine o büyüleyici gülümsemesini koyverdi. .

“Sana gerçekten neler oluyor?” diye sordu. Dikkatle bana dikilmiş gözlerinin içine baktım. “Bütün öyküyü hemen anlatmamı istiyorsun, değil mi?”

– 10 –

s

“Her zaman,” diye yanıt verdi.

“Evet, doğrusu şimdilik kendime biraz izin verdim ve gölde kalıyorum. Çok çalıştım ve şimdi hayatımın yönünü değiştirmek istiyorum.”

“O gölden söz ettiğini anımsıyorum. Sen ve kız kardeşin onu satmak zorundaydınız.”

“Henüz değiliz, emlak vergisi sorunu. Kente çok yakın olduğu için, vergiler sürekli artıyor.”

Charlene başını salladı. “Pekâlâ sonra ne yapacaksın?”

“Şimdilik bilmiyorum. Ama değişik bir şey yapmak istiyorum.”

Merakla yüzüme baktı. “Sende herkes gibi huzursuz görünüyorsun.”

“Sanırım. Neden sordun?”

“Elyazmalannda yazıyor.”

Sessizce birbirimize baktık.

“Şu elyazmalarını bana anlat.”

Sanki düşüncelerini toplamak ister gibi arkasına yaslandı, sonra tekrar gözlerimin içine baktı. ‘Telefonda sözünü ettim sanırım. Birkaç yıl önce gazeteden ayrıldım ve Birleşmiş Milletler adına kültür ve nüfus bilimindeki değişiklikleri araştıran bir firmada çalışmaya başladım. Son görevim Peru’daydı.

“Lima Üniversitesinde bazı araştırmaları tamamlarken, çok eski elyazmalarının bulunduğu söylentileri kulağıma çalınıp duruyordu. Ne var ki, bu konuda kimse bana detaylı bilgi vermiyordu, hatta arkeoloji veya antropoloji bölümlerinden bile bilgi edinemedim. Bu konuda hükümete başvurunca, böyle bilgilerin olmadığını söyleyip yalanladılar.

“Birisi bana, bazı sebeplerden dolayı hükümetin aslında bu dokümanları ortadan kaldırmaya çalıştığını söyledi. Fakat o da doğrudan doğruya bilgi sahibi değildi.”

“Beni bilirsin,” diye devam etti. “Meraklıyımdır. Görevim sona erince, orada birkaç gün daha kalıp bu konu hakkında bazı araştırmalar yapmaya karar verdim. İlk önce, izlediğim her ipucu

— 11 —

beni başka bir çıkmaz sokağa götürdü, fakat sonra Lima’nın dışında bir kafede öğle yemeği yerken, bir rahibin dikkatle bana baktığını gördüm. Birkaç dakika sonra, yanıma geldi ve o gün daha önce benim elyazmaları hakkında sorular sorduğumu duyduğunu itiraf etti. İamini açıklamak İstemedi ama bütün sorularıma yanıt vermeyi kabul etti.”

Bir an tereddüt etti. Hâlâ dikkatle gözlerimin içine bakıyordu. “Rahip elyazmalarınm M.Ö. 600 yıllarında yazıldığını ve insan toplumunda kütlesel değişimlerden söz ettiğini açıkladı.”

“Değişim ne zaman başlıyor?” diye sordum.

“Yirmi yüz yılın son onar yıllık bölümlerinde.”

“Şimdi mi?”

“Evet, şimdi.”

“Bu değişim ne tür bir şey?” diye sordum.

Bir an utandı, sonra güçlükle, “Rahip bana bunun çok yavaş oluşacak bir tür bilinç rönesansı olacağını söyledi. Doğası dinseh değil, fakat ruhsal. Bu gezegende insan hayatı hakkında, varlığımızın anlamı hakkında yepyeni şeyler keşfediyoruz ve rahibe göre, bu bilgiler insan kültürünü dramatik şekilde değiştirecek.”

Bir süre sustu, sonra ekledi. “Rahip bana elyazmalarınm kısımlara veya bölümlere ayrıldığını ve her bölümün hayat hakkında özel ilk bilgileri içerdiğini söyledi. Elyazması, bu zaman sürecinde insanların ilk bilgileri teker teker kavrayacaklarını, bir ilk bilgiden sonra diğerine geçeceklerini anlatıyor. Şimdi bulunduğumuz yerden ilerlemeye başlayınca dünyada tamamen ruhsal (spritüel) kültüre ulaşacağız.”

Başımı salladım ve kuşkuyla kaşımı kaldırdım. “Bütün bunlara gerçekten inanıyor musun?”

“Şey,”dedi. “Sanırım…”

“Etrafına bak,” diyerek sözlerime ara verdim. Altımızdaki salonda oturan kalabalığı işaret ettim. “Bu gerçek dünya. Orada herhangi bir değişim görüyor musun?”

Tam bu sözleri söylerken, duvarın dibine yakın masadan öfkeli bir ses yükseldi, ne dediğini anlayamadım, ama bütün

salon bir anda sessizliğe gömüldü. İlk önce, yeni bir hırsızlık olayı daha meydana geldi sandım ama sonra bunun bir tartışma olduğunu farkettim. Otuz yaşlarında bir kadın ayağa kalkmış, karşısında oturan adama gözlerinden ateş saçarak bakıyordu.

“Hayır,” diye haykırdı. “Sorun bu ilişkinin benim istediğim şekilde olmaması! Anladın mı? Olmuyor!” Kadın kendini toparladı, elindeki peçeteyi masanın üstüne fırlattı ve dışarı çıktı.

Charlene ve ben birbirimize baktık. Aşağıda oturan insanları tartıştığımız sırada bu ani feveranın meydana gelmesi ikimizi de çok şaşırtmıştı. Sonunda, Charlene başıyla masada tek başına oturan adamı işaret edip, “Değişen gerçek dünya,” dedi.

Hâlâ geçirdiğim sarsıntıdan kurtulamamıştım. “Nasıl?” diye sordum.»

“Değişim ilk bilgiyle başlıyor ve rahibe göre, bu ilk bilgi her zaman önce şiddetti huzursuzluk duygusuyla ortaya çıkıyor.”

“Huzursuzluk mu?”

“Evet.”

“Bizim aradığımız?”

“Evet ta kendisi! Önce emin değiliz. Elyazmasına göre, çeşitli alternatif deneyimleri uzaktan görmeye başlayacağız… Hayatımızda her nasılsa farklı hisler uyandıran, daha yoğun ve esin veren dakikalar olacak. Fakat biz bu deneyimin ne olduğunu anlayamayacağız. Ya da onu sonuna kadar nasıl sürdürmeyi bilmediğimiz için, sona erdiği zaman tatminsizlik, huzursuzluk hissedeceğiz ve hayat yine bize sıradan görünecek.”

“Sana göre o kadının öfkesinin ardında bu huzursuzluk mu vardı?”

“Evet. O da bizler gibi. Hepimiz hayatımızda daha fazla doyum arıyoruz ve aradığımız doyuma ulaşamamaya tahammül edemiyoruz. Bu huzursuz arayışın arasında ‘önce-ben’ tutumu son onlarca yılı karakterize etmektedir. Ve Wall Street’den tut da sokak çetelerine kadar herkesi etkilemiştir.”

Gözlerimin içine baktı. “İlişkilere gelince, öylesine talepçiyiz ki, her şeyi hemen hemen olanaksız hale getiriyoruz.”

— 13 ^

Onun bu sözleri bana son iki ilişkimi anımsattı. Her ikisi de çok yoğun başlamış ve ikisi de bir yıl içinde sona ermişti. Tekrar Charlene’ye.baktığım zaman, sabırsızca beklediğini gördüm.

“Romantik ilişkilerimize tam aniamıyla ne yapıyoruz?” diye sordum.

“Bu konuda rahiple uzun uzun konuştum,” diye yanıt verdi. “Bana şöyle dedi. İlişkide çiftlerin ikisi de aşırı talepkârsa, her biri diğerinin kendi dünyasında yaşamasını ve her zaman birinden birinin seçtiği aktivitetere katılmasını isterse, ego savaşının oluşması kaçınılmazmtş.”

Söyledikleri tam yerine oturdu. Son iki ilişkim gerçekten güç mücadelesine dönüşmüştü. Her iki durumda, ikimizin de gündeminde zıtlaşmadan başka bir şey yoktu. Birbirimize hızla ayak uyduramıyorduk. Ne yapılacağı, nereye gidileceği ya da ilginç şeyleri izleme konusunda değişik fikirlerimizi birleştirecek zamanımız çok kısıtlıydı. Sonunda, kimin yol göstereceği, o günün yönünü kimin tayin edeceği konusu ortaya çıkıyor ve güçlükler çözümlenemez hale geliyordu.

Charlene anlatmaya devam etti. “Elyazmalarında yazılanlara göre bu kontrol savaşı yüzünden uzun süre aynı insanla birlikte olmak bizler İçin çok zormuş.”

“Bu pek ruhsal görünmüyor,” dedi.

Ben de rahibe aynı şeyi söyledim.” diye yanıt verdi. “Bana, unutma ki, toplumun hastalıklarının çoğunun kökeninde bu huzursuzluk ve arayış yatar. Bu sorun geçicidir ve sona erecektir. Sonunda gerçekten ne aradığımızın bilincine varıyoruz, diğer doyurucu deneyim gerçekten nedir? Onu tamamen kavradığımız zaman, Birinci Bilgiye ulaşıyoruz.”

Yemeklerimiz geldi. Garson kadehlerimize şarap doldururken ve birbirimizin yemeklerinin tadına bakarken konuşmaya bir süre ara verdik. Masanın öbür tarafından uzanıp benim tabağımdan bir lokma somon balığı alırken, Charlene burnunu kırıştırıp güldü. Onunla birlikte olmak ne kadar kolaydı.

“Pekâlâ,” dedim. “Aradığımız deneyim nedir? Birinci Bilgi ne?” •

– 14 –

Söze nasıl başlayacağını bilmiyormuş gibi tereddüt etti.

“Bunu açıklaması zor,” dedi. “Fakat rahip şöyle açıkladı. Hayatımızdaki rastlantıların bilincine vardığımız zaman Birinci Bilgi meydana geliyor.”

Bana doğru eğildi. ‘Yapmak istediğin şeylerle ilgili içine bir şey doğdu mu veya önsezi hissettin mi? Hayatına bir yol vermek istedin mi? Ve bunun nasıl olacağını merak ettin mi? Ve sonra, bunu hemen hemen aklından çıkarıp dikkatini başka tarafa yönelttiğin biranda, birdenbire birisiyle karşılaşman veya okuduğun bir şey ya da gittiğin bir yerde, aklından geçirdiklerini yakalama fırsatını verdi mi?”

Chariene, “Evet, rahibe göre, bu rastlantılar eskisinden daha sık olmaya başlamışlar ve rastlantılar meydana geldiği zaman, bizler bunu tamamen bir şans eseri olarak algılıyoruz. Sanki hayatımız açıklanmayan bir güç tarafından yönlendiriliyormuş gibi, onları yazgımız olarak kabul ediyoruz. Deneyimler esrarengiz hisler ve heyecan aşılıyor ve sonuçta kendimizi daha hayat dolu hissediyoruz.

“Rahip bana bu deneyimin bir an gözümüze iliştiğini ve şimdi onu anlaşır biçimde her zaman karşımızda görmeye çabaladığımızı söyledi. İnsanlar her gün biraz daha bu esrarengiz hareketlerin gerçekliğine, bir anlam taşıdıklarına, gündelik hayatın altında başka olaylar meydana geldiğihe inanıyorlar. Bu algılama Birinci Bilgi.”

Umutla yüzüme baktı, ama bir şey söylemedim.

“Anlamadın mı?” diye sordu. “Birinci Bilgi bu gezegende bizi birey olarak saran, bize miras kalan esrarın tekrar gözden geçirilmesidir. Henüz onları anlamadığımız halde, bu esrarengiz rastlantılar başımızdan geçiyor ve onların gerçek olduklarını biliyoruz. Onları sezinliyoruz. Tıpkı çocukluğumuzda olduğu gibi hayatın diğer yüzünü keşfetmeliyiz, sahnenin arkasındaki diğer oluşumları öğrenmeliyiz.”

Chariene bana doğru iyice eğilmiş, konuşurken elleriyle söylediklerini destekleyen hareketler yapıyordu.

– 15 –

“Bu işe gerçekten merak sardın, değil mi?” diye sordum.

Sert sesle, “Eskiden bu tür deneyimleri hiç dilinden düşürmediğin zamanlan anımsıyorum,” dedi.

Bu sözleri duyunca irkildim. Haklıydı. Hayatımın bir döneminde gerçekten bu tür rastlantılar başımdan geçmişti ve hatta onian psikolojik açıdan anlamaya çabalamıştım. Ama sonra, hayata bakış açım değişmişti. Her ne sebeptense, bu tür kehanetleri fazla çocukça bulmaya ve gerçekdışı olarak görmeye başlayınca, artık onlann meydana geldiklerini bile farketmiyorum.

Charlene’nin gözlerinin içine baktım ve kendimi savunurcası-na, “Herhalde o günlerde ya Doğu Felsefesini veya Hıristiyan Mistisizmini okuyordum. Sen bunu anımsıyorsun. Her neyse, senin Birinci Bilgi dediğin şeyler birçok defa yazıldı. Şimdi farklı olan ne? Esrarengiz olaylann algılanması kültürel değişime nasıl yol açacak?”

Charlene bir an masanın üstüne, sonra tekrar bana baktı. “Yanlış anlama,” dedi. Tabii bu bilinç daha önce denendi ve tarif edildi. Aslında, rahip Birinci Bilginin yeni bir şey olmadığını vurguladı. Çok eski zamanlardan beri bireylerin bu gizemli rastlantıları algıladıklarını söyledi. Felsefede ve dinde yapılan büyük atılımların gerisinde bu algılama yatıyormuş. Ne var ki şimdiki fark, sayılarda yatıyormuş. Rahibe göre, çok sayıda birey aynı anda algıladıktan için, dönüşürn meydana geliyor.”

“Bununla tam olarak ne demek istedi?” diye sordum.

“Bana el yazmalarında bu rastlantıların bilincine varan insanların yirmi yüz yılın, altıncı on yılında sayılarının belirgin bir şekilde artacağını yazıyormuş.,Ve bu artış gelecek yüz yılın başlarına dek sürecek, bizler birey olarak özel bir seviyeye yükseleceğiz… ben bu seviyeye eleştirisel kitle adını veriyorum.

“Elyazmalarındaki kehanete göre,” diye devam etti. “Bizler bir kez bu eleştirisel kitleye erişince, tüm kültür bu rastlantı deneyimlerini ciddiye almaya başlayacak. Ve kitle halinde, bu gezegende insan hayatının altında hangi gizemli oluşumların yattığını merak edeceğiz. Aynı zamanda yeterince insan tarafından soru-

– 16 –

lan sorular, diğer ilk bilgilerin de bilinçlenme sorusunu ortaya atacak. Çünkü elyazmalarına göre, yeteri sayıda birey, hayatta neler olup bittiğini ciddi şekilde sormaya başlayınca, aradığımız yanıtları bulacağız. Diğer ilk bilgiler… birbiri ardına açıklanmaya başlayacak.”

Chariene sustu ve ağzına bir lokma yemek attı.

“Diğer bilgileri de kavrayınca, kültür değişecek mi?” diye sordum.

“Rahip bana öyle söyledi.”

Bir an onun yüzüne baktım, eleştirisel kitle fikrini düşündüm. Sonra, “M.ö. 600 yılındakvbir elyazmasına göre fazlasıyla sofistike,” dedim.

“Biliyorum,” diye yanıt verdi. “Ben de kendi kendime aynı soruyu sordum. Fakat rahip bana güvence verdi. Elyazmasını tercüme eden bilim adamları belgelerin otantik olduğuna kesinlikle inanmışlar. Birincisi Aramik dilinde yazıldığı için, çünkü Kitabı Mukaddes’deki Eski Ahitlerin de çoğu aynı diide yazılmış.”

“Güney Amerika’da Aramik mi? M.Ö. 600’de Güney Amerika’ya nasıl gelmiş?”

“Rahip, bilmiyor.”

“Peki onun kilisesi elyazmalarını destekliyor mu?”

“Hayır. Hıristiyan din adamlarının çoğu büyük bir gayretle elyazmalarını ortadan yok etmeye çalışıyorlarmış. Bundan dolayı bana adını söylemedi. Elyazmaları hakkında konuşması bile onun için çok tehlikeli.”

“Kilise mensuplarının çoğunun neden elyazmalarına karşı çıktıklarını söyledi mi?”

“Evet. Çünkü onların dininin bütünlüğüne meydan okuyormuş.”

“Nasıl?”

Tam olarak bilmiyorum. Bu konuyu fazla gündeme getirmedi, ama diğer bilgiler kilisenin geleneksel fikirlerine uzanıyormuş. ve bu bir bakıma düzeni tehdit ettiği için kilise büyüklerini rahatsız ediyormuş.”

— 17— Dokuz Kehanet / F: 2

“Anladım.”

Charlene konuşmaya devam etti. “Rahip diyor ki, ona göre elyazmaları kilisenin ilkelerini sarsmıyormuş. Aslında, mistik ve ruhsal gerçeklerin ne anlama geldiğini açıklıyormuş. Eğer kilise liderleri hayatı tekrar gizemli bir gerçek olarak görmeyi kabul etseler, diğer bilgilere hemen geçeceklerine kuvvetle inanıyor.”

“Kaç tane bilgi olduğunu sana söyledi mi?”

“Hayır, ama İkinci Bilgiden söz etti. Tarihin son yıllarının doğru bir yorumlaması ve ileride bunun değişimi açıklayacağını söyledi.”

“Peki bu konuyu açıkladı mı?”

“Hayır. Açıklayacak vakti yoktu. Bazı işleri olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyledi. Bugün öğleden sonra evinde buluşmaya karar verdik, fakat gittiğim zaman onu evde bulamadım. Tam üç saat bekledim, yine gelmedi. Sonunda, uçağa yetişmek için oradan ayrıldım.”

‘Yani onunla daha fazla konuşmaya fırsat bulamadın mı?”

“Evet. Onu daha sonra hiç görmedim.”

“Ve elyazmaları hakkında hükümetten hiç bilgi alamadın?”

“Hiç.”

“Bu olay ne zaman oldu?”

“Aşağı yukarı bir buçuk ay önce.”

Birkaç dakika sessizce yemeğimizi yedik. Sonunda, Charlene başını kaldırıp baktı ve sordu. “Pekâlâ ne düşünüyorsun?”

“Bilmiyorum,” dedim. “Aklımın yarısı insanların gerçekten değişebileceklerini kuşkuyla karşılıyor. Ancak diğer yansı bu şartlan ileri süren elyazmasının gerçekten varolduğu düşünmeyi şaşkınlıkla karşılıyor.”

“Sana bir kopyasını falan gösterdi mi?” diye sordum.

“Hayır. Sadece notlarım var.”

Tekrar sessizliğe gömüldük.

“Biliyorsun,” dedi. “Bu fikirleri duyunca gerçekten çok heyecanlanacağını düşünmüştüm,”

— 18 –

Onun yüzüne baktım. “Elyazmalarının söylediklerdin gerçek olduğuna inanmam için bazı kanıtlara gerek var.”

Chariene yine içtenlikle gülümsedi.

“Ne?” diye sordum.

“Ben de aynen böyle söyledim,” dedi.

“Kime, rahibe mi?” .

“Evet.”

“Ne yanıt verdi.”

“Deneyimin kanıt olduğunu söyledi.”

“Bununla ne demek istedi.”

“Bizim deneyimlerin elyazmalarının geçerliliğini kanıtladığını söyledi. İçimizde neler hissettiğimizi, tarihin bu noktasında hayatımızın nasıl ilerlediğini doğru yansıtırsak, elyazmalarındaki fikirlerin gerçeği yansıttıklarını görürüz.” Chariene biraz tereddüt etti. “Sen bunu akla yakın buluyor musuh?”

Bir an düşündüm. Akla yakın bulmak? Herkes benim kadar huzursuz muydu, eğer öyleyse, huzursuzluğumuz basit bir bilginin sonucu muydu? Otuz yıldır biriken basit bir algılamayla birlikte gerçekten hayatta bildiğimizden daha fazlası var mıydı, başımızdan daha fazla deneyimler geçecek miydi?

Sonunda, “Emin değilim, sanırım bir süre düşünmem gerek,” dedim. Lokantanın yanındaki bahçeye çıktım ve havuza bakan sıranın arkasında durdum. Sağ tarafımda havaalanının yanıp sönen ışıklarını ve kükreyerek havalanan jetlerin gürültüsünü duyuyordum.

Chariene arkamdan, “Ne güzel çiçekler,” dedi. Arkamı dönünce onun oturma alanını çevreleyen petunyalara, begonyalara hayranlıkla bakarak bana doğru yürüdüğünü gördüm. Yanıma geldi durdu. Kolumu omzuna doladım. Anılar gözlerimin önünde uçuşmaya başladı. Yıllarca önce, ikimizin de Virginia, Charlottesville’de yaşadığımız sırada, geceleri birlikte, konuşarak geçirirdik. Konuşmalarımızın çoğu akademik teoriler ve psikolojik büyüme ile ilgiliydi. İkimiz de sohbetten ve birbirimizden çok hoşlanırdık. Fakat birdenbire ilişkimizin her zaman çok platonik olduğu aklıma geldi.

– 19 –

Charlene, “Seni tekrar gördüğüme ne kadar sevindiğimi anlatamam,” dedi.

“Biliyorum,” diye yanıt verdim. “Seni görünce eski anılarım canlandı.”

“Acaba neden birbirimizi hiç aramadık?” diye sordu.

Sorusu beni yine geçmişe götürdü. Charlene’yi son gördüğüm günü anımsadım. Arabamın yanında bana veda ediyordu. O zamanlar yepyeni fikirlerle doluydum ve doğup büyüdüğüm kente şiddetli tacize uğramış çocuklar üstünde çalışmaya gidiyordum. Bu tip çocukların yoğun tepkileri, tutkulan aşabileceklerini ve hayatlarını devam ettirebileceklerini bildiğimi sanıyordum. Ama zaman ilerledikçe, yaklaşımım başarılı olmadı ve cehaletimi itiraf etmek zorunda kaldım. İnsanların kendilerini geçmişlerinden nasıl kopardıkları benim için hâlâ bilinmeyen bir denklemdir.

Şimdi geriye dönüp baktığım zaman geçirdiğim altı yılın denemeye değer olduğunu düşünüyorum. Yine de yer değiştirme dürtüsünü hissediyorum. Fakat nereye gideceğim? Ne yapacağım? Çocukluk

travmaları hakkındaki fikirlerimi berraklaştırma-ya yardım ettiği için Cnarlene’yi birkaç kez düşünmüştüm ve şimdi yine hayatıma girmişti, üstelik sohbetimiz eskisi kadar heyecan veriyordu.

“Sanırım kendimi tamamen işime kaptırmıştım,” dedim.

“Ben de öyle,” diye yanıt verdi. “Gazetede bir öykü bitiyor diğeri başlıyordu. Başımı kaşıyacak vaktim yoktu. Bütün dünyayı unutmuştum.”

Omzunu sıktım. “Biliyor musun, Charlene, birlikte yaptığımız sohbetlerin ne kadar güzel olduğunu unutmuştum; yine ne kadar rahat anlaşıyoruz.”

Gözlerinin içindeki pırıltılar sezilerimi onayladı. “Biliyorum, seninle sohbet ettiğim zaman bana enerji veriyorsun.”

Ona yanıt vermek üzereyken, Charlene’nin bakışları lokantanın girişine takıldı. Yüzünün rengi attı ve telaşlandı.

“Ne oldu?” diye sordum ve başımı çevirip onun baktığı tarafa bakîım. Birkaç kişi aralarında konuşarak park yerine doğru

– 20 –

yürüyordu, ortada garip bir durum yoktu. Dönüp yine Charle-ne’nin yüzüne baktım. Hâlâ telaşlı ve sinirliydi.

“Ne oldu?” diye yineledim. .

“Orada arabaiann ön sırasında, gri gömlekli adamı gördün mü?” Dönüp tekrar park yerine baktım. Kapıdan başka bir grup çıkıyordu. “Hangi adam?”

Charlene boynunu uzatıp ileriye baktı. “Sanırım şimdi orada yok.”

Dikkatle gözlerimin içine baktı. “Diğer masalardaki insanlar çantamı çalan adamı saçları seyrek, sakallı ve gri gömlekli diye tarif etmişlerdi. Sanırım onu arabaiann yanında gördüm… bizi gözetliyordu.”

İçime bir kuruntu düştü. Charlene’ye hemen döneceğimi söyledim ve park yerine gidip, pek fazla uzaklaşmamaya özen gösterek, etrafa baktım. Charlene’nin tarif ettiği tipte kimse göremedim.

Sıranın yanına yaklaşınca, Charlene bana doğru bir adım attı ve alçak sesle, “Acaba o adam eiyazmalarının bir kopyasının bende olduğunu mu düşünüyor? Çantamı çalmasının sebebi bu mu? Yazmaları geri mi almak istiyor?”

“Bilmiyorum,” dedim. “Şimdi tekrar polise telefon edeceğiz ve onlara ne gördüğünü haber vereceğiz. Sanırım ayrıca senin uçağındaki yolcuları da gözden geçirmeleri gerek.”

İçeriye girdik ve polise telefon ettik. Geldikleri zaman onlara olanları anlattık. Yirmi dakika bütün arabaları kontrol ettiler, sonra daha fazla vakit harcayamayacaklarını söylediler. Chariene’nin biraz sonra bineceği uçağın yolcularını gözden geçirmeyi kabul ettiler.

Polis gittikten sonra, Charlene ile ben havuzun yanında yine baş başa kaldık.

“Ben o adamı görmeden önce, biz neden söz ediyorduk?” diye sordu.

“Kendimizden söz ediyorduk,” diye yanıt verdim. “Charlene, neden bu konuda beni aradın?”

– 21 –

Yüzüme baktı. Şaşırmıştı. “Peru’da olduğum sırada ve rahip bana elyazmaları hakkında bilgi verirken, devamlı aklıma sen geldin.”

“Oh, öyle mi?”

“O zaman fazla üstünde durmadım,” diye konuşmaya devam etti. “Fakat Virginia’ya döndükten sonra, elyazmalarını her düşündüğümde, aklıma sen geldin. Birkaç kez sana telefon etmeye yeltendim ama her seferinde bir engel çıktı. Sonra, Miami’de şimdi gitmekte olduğum göreve atandım. Uçağa bindikten sonra, aktarma yaparken burada iki saat bekleyeceğimi keşfettim. Uçaktan inince rehberde telefon numaranı buldum. Tele-sekreterinden göle gittiğini ancak acil durumlarda aranabileceğini duyunca, seni aramamda bir sakınca olmadığını düşündüm.”

Bir an ne diyeceğimi bilmeden onun yüzüne baktım. Sonunda, “Kuşkusuz,” diye yanıt verdim. “Aradığına sevindim.”

Charlene saatine göz attı. “Artık havaalanına dönsem iyi olacak.”

“Ben seni götürürüm.”

Ana terminalin önünde durduk ve yolcu salonuna doğru yürüdük. Dikkatle etrafa baktım. Olağandışı bir durum yoktu. Biz gittiğimiz zaman, yolcuları uçağa almaya başlamışlardı ve daha önce konuştuğumuz polislerden biri yolcuları teker teker gözden geçiriyordu. Yanına gittiğimiz zaman, yolcuların hepsini dikkatle izlediğini ve hırsızın tarifine uyan kimseyi görmediğini söyledi.

Ona teşekkür ettikten sonra polis gitti. Charlene dönüp bana gülümseyerek, “Sanırım artık gitmem gerek,” dedi, sonra uzanıp boynuma sarıldı. “Al, telefon numaralarım. Bu kez birbirimizi arayalım.”

“Dinle,” dedim. “Çok dikkatli olmanı istiyorum. Eğer garip bir şeyler görürsen, hemen polise haber ver!”

“Benim için endişelenme. Bir şey olmaz,” dedi.

Bir an birbirimizin gözlerinin içine baktık.

“Elyazmaları konusunda ne yapacaksın?” diye sordum.

“Bilmiyorum. Sanınm, o konudaki haberleri dinleyeceğim.”

— 22 —

Ta ortadan kaldırırlarsa?”

Yine büyüleyici gülüşüyle yüzüme baktı. ‘Takılacağını biliyordum. Sana bayılacaksın demiştim. Şimdi ne yapacaksın?”

Omuzlarımı silktim. “Herhalde, daha fazla bilgi toplamaya çalışacağım.”

“İyi. Eğer bir şeyler öğrenirsen, bana da haber ver.”

Tekrar vedalaştık ve Charlene uzaklaştı. Orada durup bekle
dim. Arkasını dönüp bir kez daha el salladı, sonra koridorun
ucunda gözden kayboldu. Kamyona atladım, yotda benzinciye
uğrayıp sonra göle döndüm. ‘

Eve ulaşınca telle kaplı verandaya çıktım ve salıncaklı koltuklardan birine oturdum. Uzaktaki salkımsöğütlerin hışırtıları, ağus-tosböceklerinin cırıltılarına ve ağaç kurbağalarının araklamalarına karışıyordu. Gölün batısında ay aiçalmış, uzun bir çizgi halinde suyun yüzüne yansıyan titrek ışıkları oturduğum yere doğru uzanıyordu.

Huzur dolu hoş bir akşamdı, ama benim aklım kültür değişimi ile ilgili kuşkularla doluydu. Birçok insan gibi, altmışların ve yetmişlerin sosyal idealist akımları, hatta seksenlerin ruhsal ve mistik konuları beni de etkilemişti. Fakat gerçekten neler olduğuna hüküm vermek zordu. Ne tür yeni bir bilgi insan dünyasını değiştirebilirdi? Kulağa fazla idealist ve yapay geliyordu. Ne de olsa, insanlar bu gezegende çok uzun zamandan beri yaşıyorlardı. Neden şimdi, birdenbire varoluşumuz hakkında bilgileri kazanacaktık, neden bu kadar geç kalmıştık? Birkaç dakika göle baktım, sonra ışıkları söndürüp kitap okumak için yatak odasına geçtim.. .

Ertesi sabah birdenbire uyandım, gördüğüm düş hâlâ tüm canlılığıyla aklımdaydı. Bir iki dakika yatak odasının tavanına bakıp, gördüğüm düşü gözlerimin önünde canlandırdım. Bir şey arayarak ormanda ilerliyordum. Geniş ve olağanüstü güzel bir ormandı.

Araştırmalarımda çoğu kez yolumu tamamen kaybedip şaş-

– 23 —

kınlıkla etrafıma bakınarak, nereye gideceğime bir türlü karar veremiyordum. Ve bu anlarda, sanki nereye gitmem gerektiğini açıklamak için yaradılmış, nereden geldiği belli olmayan bir adam birdenbire karşıma çıkıyor, bana yolu gösteriyordu. Ormanda ne aradığımı bilmiyordum ama bu düşü gördükten sonra kendimi inanılmaz derecede canlı ve korkusuz hissettim.

Kalkıp oturdum. Pencereden içeriye güneş ışınının süzüldü-ğünü gördüm. Parlak huzmelerin içinde minicik toz zerrecikleri uçuşuyordu. Pencerenin önüne gittim ve perdeleri açtım. Pırıl pırıl bir gündü: gökyüzü mavi, güneş parlaktı. Hafifçe esen rüzgâr ağaçları nazlı nazlı sallıyordu. Günün bu saatinde gölün parlak yüzünde minicik dalgalar titreşir, serin rüzgâr yüzücünün ıslak tenini ürpertirdi.

Dışarı çıktım ve suya daldım. Suyun yüzüne çıktıktan sonra, gölün ortasına kadar yüzdüm. Suyun içinde sırtüstü yatıp aşina olduğum dağlara baktım. Göl üç dağın eteklerinin birleştiği derin vadinin içindeydi. Manzaraysa harikaydı. Dedem burayı gençliğinde keşfetmişti.

Bu dağların eteklerinde ilk kez keşfe çıktığı zaman küçük bir çocukmuş ve o günden bu yana aradan tam yüz yıl geçmişti. Küçük yaramaz, yaban domuzlarının, pumaların cirit attığı, dağla-nn kuzey eteklerindeki itkel kulübelerde yaşayan Creek kızıiderili-lerinin yabanıl dünyasında büyümüştü. O zamanlar günün birinde, yedi tane kaynağı bulunan kocaman eski ağaçlarla kaplı bu mükemmel vadide yaşamaya kendi kendine söz vermiş ve sonunda muradına ermişti. Daha sonra buraya suni bir göl ve kenanna bir kulübe yapmış ve genç torunuyla buralarda dolaşmıştı. Dedemin bu vadiye duyduğu tutkuyu asla tümüyle anlayamadım, ama medeniyet yavaş yavaş buraya sokulup, daha sonra çevremizi sardığı halde, toprağımızı eski haliyle korumaya çalıştım.

Gölün ortasından, dağın kuzey eteklerinin biraz ilerisinde özel bir kayanın yükseldiğini görüyorum. Bir gün evvel, daha önce dedemin yaptığı gibi, manzaranın tadını çıkarmak ve rüzgâ-

_ 24 –

rın taşıdığı ağaçların kokularını ciğerlerime doldurmak için, o kayanın tepesine tırmanmıştım. Orada oturmuş, göle, aşağıdaki vadideki sık ağaçlıklara bakarken, sanki enerji ve algılama beynimdeki bazı blokları yok etmiş gibi, yavaş yavaş kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Birkaç saat sonra da Charlene ile konuşurken bana elyazmalarını anlatmıştı.

Sahile doğru yüzüp kulübenin önündeki tahta iskeleye çıktım. Bütün bu olanlara inanmak kolay değildi. Yani, ben bu ıssız tepelere çekilmiş gizlenirken, hayatımın büyüsünün tamamen bozulduğunu hissederken, beklenmedik bir anda, Charlene ortaya çıkıyor ve huzursuzluğumun sebebini açıklıyordu, insanın varoluşunun gizemini açıklayacak eski yazmalardan söz ediyordu.

Aynı zamanda, Charlene’nin gelişi elyazmalarında sözü edilen rastlantının ta kendisiydi, bunun basit bir olay olmadığını biliyordum. Bu eski belgede yazılanlar doğru olabilir miydi? Biz insanlar tüm kuşkularımıza ve yadsımamıza rağmen, acaba yavaş yavaş bu rastlantıların bilincine varan eleştirisel kitleyi mi oluşturuyorduk? Biz İnsanlar şimdi bu olguyu anlayacak durumdaydık ve böylece, sonunda, hayatın arkasındaki amacı da anlayabilecek miydik?

Merak ediyordum. Bu yeni anlayış ne olacaktı? Rahibin söylediği gibi elyazmasındaki diğer bilgiler bize bunları açıklayacak mıydı?

Bir karar vermek zorundaydım. Elyazmalarının sayesinde hayatımın önünde yeni bir yönün açıldığını ve yeni ilgi alanlarının doğduğunu hissediyordum. Sorun şuydu: Bundan sonra ne yapacaktık? Burada kalabilirdim veya araştırmaları ilerletecek bir yol bulabilirdim. Aklıma tehlike konusu geldi. Charlene’nin evrak çantasını kim çalmıştı? Birisi elyazmalarını ortadan kaldırmak mı istiyordu? Bunu nasıl öğrenebilirdim?

Uzun süre tehlike olasılıklarını düşündüm, ne var ki, sonunda iyimserliğim ağır bastı. Endişe etmemeye karar verdim. Acele etmeyecektim ve çok dikkatli olacaktım. Evden içeri girdim, reh-

— 25 —

berin sarı sayfalarında en büyük ilan veren seyahat acentesini aradım. Telefonda konuştuğum kişi Peru yolculuğumu ayarlayabileceğim söyledi. Aslında şans eseri, birisi yolculuğunu iptal etmişti. Onun yerine ben gidebilirdim. Uçak bileti ve Llma’daki otei rezervasyonları yapılmış hazırdı. Paket programda indirim yapabileceklerini söylediler, şayet üç saat içinde yola çıkabilir-sem.

Üç saat mi?

— 26 —

ŞİMDİ DAHA UZUN

Çılgın gibi valizimi topladım ve ücretsiz yolda kamyonu deliler gibi sürdüğüm halde havaalanına geldiğim zaman biletimi almaya zar zor vakit buldum ve ucu ucuna Peru uçağına yetiştim. Uçağın kuyruk bölümüne yürüyüp cam kenarındaki koltuğa oturunca yorulduğumu hissettim.

Biraz kestirmek istedim. Fakat bacaklarımı uzatıp arkama yaslanarak gözlerimi kapatınca, uyuyamayacağımı anladım. Birdenbire yolculuk hakkında karışık duygular beslemeye başladım ve gergin olduğumu hissettim. Hazırlık yapmadan yola çıkmak çılgınıik değil miydi? Peru’da nereye gidecektim? Kiminle konuşacaktım?

Gölde duyduğum cesaret yerini hızla kuşkuya bırakıyordu. Birinci Bilgi ve kültürel değişim yine gözüme saçma ve gerçekdışı görünmeye başlamıştı. Üstünde düşündükçe İkinci Bilgi kavramını da saçma buldum. Yeni tarihi görüş, bizlerin bu rastlantıları algılamamızı nasıl kurumlaştırıp toplumu bilinçlendirecekti?

Arkama biraz daha yaslanıp, derin bir nefes aldım. Belki bu yolculuğa boşu boşuna çıktım, diye düşündüm. Bir iki gün Peru’da kalıp geri dönecektim. Belki paramı gereksiz yere israf etmiştim ama büyük bir zarar görmemiştim.

Uçak ileri doğru atıldı ve pistte hızla ilerierneye başladı. Gözlerimi kapattım ve büyük jet son hızla yükselip kalın bulutların arasına girince hafifçe başım döndü. Uçak normal seyir yüksekli-

– 27 –

ğlne çıkınca, sonunda biraz rahatladım ve uykuya daldım. Otuz veya kırk dakika sonra, hava boşluğuna düşen uçağın şiddetli sarsıntısıyla uyandım ve tuvalete gitmeye karar verdim.

Koltukların arasındaki koridorda ilerlerken, uzun boylu yuvarlak gözlüklü bir adam pencerenin yanında durmuş uçuş görevlisiyle konuşuyordu. Yan gözle bana baktı ve konuşmaya devam etti. Koyu kahverengi saçlı ve aşağı yukarı kırk beş yaşlarında bir adamdı. Biran onu tanıdığımı zannettim, yüzüne yakından bakınca tanıdığım biri olmadığına karar yerdim. Yanlarından geçerken söylediklerinin bir kısmı kulağıma çarptı.

Adam, “Neyse teşekkürler. Peru’ya sık sık gittiğiniz için belki elyazmaian hakkında bir şeyler duymuş olabileceğinizi düşündüm.” Adam arkasını döndü ve uçağın ön tarafına doğru ilerledi.

Çok şaşırmıştım. Aynı eiyazmalarından mı söz ediyordu? Tuvalete girdim ve ne yapacağıma karar vermeye çalıştım. Aklımın yarısı duyduklarımı unutmamı söylüyordu. Belki başka bir şeyden veya eski bir kitaptan söz ediyordu.

Yerime döndüm ve tekrar gözlerimi kapattım, küçük olayı aklımdan silmiştim. Adama neden söz ettiğini sormadığıma sevindim. Ama koltuğumda otururken, gölde duyduğum heyecanı düşündüm. Ya bu adamın elinde elyazmaian hakkında bilgi varsa? 0 zaman ne olurdu? Sormasam asla öğrenemeyecektim.

Aklımda birkaç dakika daha ölçtüm biçtim, sonra ayağa kalktım ve uçağın ön tarafına doğru yürüdüm. Orta bölümde koridorun yanındaki koltukta oturuyordu. Onun tam arkasındaki koltuk boştu. Geri dönüp uçuş görevlisinin yanına gittim ve yerimi değiştirmek istediğimi söyledim, sonra eşyalarımı toplayıp, adamın arkasındaki koltuğa oturdum. Birkaç dakika sonra, omzuna vurdum.

“özür dilerim,” dedim. “Eiyazmalarından söz ettiğinizi duydum. Bunlar Peru da bulunanlar mı?” Önce hayretle, sonra ihtiyatla yüzüme baktı. Çekinerek, “Evet, onlardan söz ediyordum,” dedi.

Kendimi tanıttım ve bir süre önce Peru’da bulunan bir arka-

— 28 —

daşımın ayazmalarının varlığı hakkında bana bilgi verdiğini açıkladım. Adam gözle görülür şekilde rahatladı ve kendisini New York Üniversitesinden Tarih Profesörü, Wayne Dobson diye tanıttı.

Biz konuşurken, yanımda oturan beyin sinirli sinirli bize baktığını farkettim. Arkasına yaslanmış uyumaya çalışıyordu.

Profesöre, “Elyazmalannı gördünüz mü?” diye sordum.

“Bir kısmını,” dedi. Ya siz?”

“Hayır, ama arkadaşım bana Birinci Bilgiden söz etti.” Yanımda oturan bey pozisyonunu değiştirdi.

Dobson ondan yana baktı. “Özür dilerim, bayım. Sizi rahatsız ettiğimizi biliyorum. Benimle yer değiştirirseniz rahatsız olur musunuz?”

Bey, “Hayır,” dedi “Bunu yeğlerim.”

Hepimiz ayağa kalkıp kenara çekildik ve sonra ben cam kenarındaki koltuğa geçtim. Dobson’da yanıma oturdu.

“Birinci Bilgi hakkında bildiklerini bana anlat.”

Bir an duraksadım ve anladıklarımı aklımda tarttım. “Sanırım Birinci Bilgi bireyin yaşamını değiştiren gizemli olayları algılamasıdır, başka bir oluşumun harekete geçmesini hissetmektir.”

Bunları söylerken saçmaladığımı hissettim.

Dobson benim huzursuzluğumu farketti. “O Birinci Bilgi hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Bilmiyorum,” dedim.

“Günümüzün çağdaş sağduyusu iie pek uyum sağlamıyor, değH mi? Bunların hepsini unutup yine pratik konuları düşünmek istemez misin?”

Güldüm ve isterim der gibilerden başımı salladım.

“Pekâlâ, herkes aynı eğilimi gösteriyor. Ama bizler ara sıra hayatta daha farklı olayların meydana geldiğini çok berrak algılarız. Ama düşünme alışkanlığımız bu tür fikirleri bilinmeyen olarak kabul ettiği için algıladıklarımızı hemen aklımızdan çıkarırız. İşte bundan dolayı İkinci Bilgi gereklidir. Algılamamızın tarihsel kökenini kavrarsak, o zaman daha geçerli olur.”

— 29 —

Başımı salladım. Teki siz bir tarihçi olarak elyazmalarındaki dünyasal dönüşüm kehanetinin gerçek olduğuna inanıyor musu-nuzr

“Evet?”

Tarihçi olarak?”

“Evet! Ancak tarhe doğru açıdan bakmak koşuluyla.” Derin bir nefes aldı. “İnan bana, bunu yıllardır tarih 1 yanlış gözle yorumlayan ve yanlış öğreten biıi olarak söylüyorum! Eskiden sadece medeniyetin yaptığı teknolojik aşamaları ve bu ilerlemelere öna-yak olan büyük liderleri dikkatle incelerdim.”

M Bu yaklaşımın nesi yanlış?”

“Devam ettiği sürece, yanlış olan yanı yok. Ne var ki, asıl önemli olan tarihsel evrelerdeki dünyanın bakış açısıdır. O evrelerde insanlar neler hissediyorlar ve neler düşünüyorlardı bunu bilmek gerekir. Bunu anlamam çok uzun sürdü. Tarih bizlere yaşadığımız dünyada uzun bağlamda bilgiler vermek zorundadır. Tarih sadece teknolojinin evrimi değildir; düşüncenin evrimidir. Bizden önce yaşayan insanların gerçeğini anlayarak, dünyaya neden şimdiki baktığımız gözle baktığımızı anlarız, gelecekteki ilerlemelere katkımızın ne olacağını biliriz. Medeniyetin uzun gelişmesinde biz nerden geldik ve bulunduğumuz nokta nedir, bunu belirleyebiliriz ve böylece nereye gittiğimizi de anlarız.”

Bir an sustu ve sonra ekledi. “İkinci Bilginin etkisi aynen bu tür tarihsel görüşü sağlamaktır, en azından Batı düşüncesinin görüş açısından. Yazmalardaki kehanetin uzun bağlamda yer alacağından ve bunların sadece akla yakın olmakla kalmayıp, aynı zamanda kaçınılmaz olduklarından söz ediyor.”

Dobson’a bilgilerden kaç tanesini gördüğünü sordum, yalnızca ilk ikisini gördüğünü söyledi. Elyazmaları hakkında söylentiler kulağına gelince, üç hafta önce fırlayıp Peru’ya gitmiş ve onları bulmuştu.

“Peru’ya ayak basınca,” diye anlatmaya devam etti. “Elyaz-malannın varlığını teyid eden birkaç kişiyle tanıştım, ama hepsi bu konuda konuşmaya ölesiye korkuyorlardı. Hükümetin biraz

— 30 –

çılgın gibi davrandığını ve yazmaların kopyalarını ele geçirenleri veya bilgileri etrafa yayanları şiddetli fiziksel cezalara çarptırmakla tehdit ediyormuş.”

Bakışları ciddileşti. “Bu beni ürküttü. Fakat daha sonra oteldeki garson, elyazmalannı dilinden düşürmeyen bir rahip tanıdığını söyledi. Çağlar öncesi yapılan bu sanat eserinin hükümet tarafından yok edilmek istenmesine karşı rahibin mücadele ettiğini garson söyledi. Dayanamadım ve zamanının çoğunu evinde geçiren rahibi görmeye gittim.”

Herhalde çok şaşırmış olmalıydım, çünkü Dobson, “Ne oldu?” diye sordu.

Bana elyazmalarından söz eden arkadaşım da bildiklerini rahipten öğrenmiş. Ona ismini söylememiş, ama Birinci Bilgi hakkında onunla konuşmuş. Onunla tekrar buluşmak üzere sözleş-mişler ama rahip randevusuna gelmemiş.”

Dobson, “Benim sözünü ettiğim adam olmalı. Çünkü ben de onu bulamadım. Evinin kapısı kilitli ve terkedilmiş gibiydi,” dedi.

“Onu hiç görmedin mi?”

“Hayır, ama etrafa bir göz atmaya karar verdim. Arka tarafta kapısı açık depo gibi gibi yer vardı. Her nedense içeri girip araştırmaya karar verdim. Çöplük gibi şeylerin arkasında, duvarda, çivileri yerinden oynamış tahta kaplamanın altında. Birinci ve ikinci Bilgilerin tercümelerini buldum.”

Bilgiç bilgiç yüzüme baktı.

“Onları öylesine buldunuz mu?” diye sordum.

“Evet.”

“Şimdi bilgiler yanınızda mı?”

Olumsuzca başını salladı. “Hayır. Onların üstünde çok dikkatli inceleme yapmak istiyorum, şimdilik bir meslektaşıma bıraktım.”

“Bana İkinci Bilginin özetini verebilir misiniz?”

Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Dobson gülümseyip başını salladı. “Sanırım bizim burada bulunmamızın sebebi bu zaten.”

“İkinci Bilgi bizim şimdiki algılamalarımızı uzun tarihi bir pers-

31 —

pektife yerleştirir. Ne de olsa, bin dokuz yüzlü yıllar sona erince, sadece yirminci yıl sona ermekle kalmıyor, aynı zamanda bin yıllık tarihi süreç de sona eriyor. İkinci bin yıllık döneme girmek üzereyiz, biz Batılılar nerede olduğumuzu, bundan sonra nelerin meydana geleceğini anlamadan önce, geçip giden bin yıllık süreç içinde gerçekten neler olduğunu anlamalıyız.”

“Elyazması bu konuda ne söylüyor?” –

“İkinci bin yıllık döneme girerken -yani şimdi- tüm tarihi süreci bir bütün olarak görebileceğiz ve Çağdaş Dönem adını verdiğimiz, bu bin yılın son yansında gelişen özgün ön çalışmayı tanımlayabileceğiz. Bugün bizim algıladığımız karşılaşmalar bu ön çalışmanın uyanışını temsil etmektedir.”

“Ön çalışma nedir?” diye sordum.

Bana muzipçe bakıp güldü. “Bin yıllık süreci tekrar yaşamaya hazır mısın?”

Tabii, anlat bakalım.”

“Bunu ben sana anlatamam. Daha önce söylediğimi anımsa bakalım: Tarihi anlamak için, günlük dünya görüşünün nasıl geliştiğini kavraman gerekir, senden önce yaşayan insanların gerçekçiliği ile nasıl yaratılmıştır? Olaylara çağdaş bakış açısının evrimi bin yıl sürdü ve bugün nerede olduğunu gerçekten anlamak için, 1000 yıl geriye dönmelisin, sonra bu bin yıllık süreç içinde, sanki gerçekten bir ömür boyu yaşamışsın gibi deneylmsel olarak ilerlemelisin.” %

“Bunu nasıl yapacağım?’ 1

“Ben sana yol gösteririm.”

Bir an tereddüt ettim. Uçağın camından çok aşağılardaki arazi şekillerine baktım. Zaman değişmeye başlamıştı bile.

Sonunda, “Peki deneyeceğim,” dedim.

“Pekâlâ,” diye yanıt verdi. “Şimdi, bin yılında Ortaçağ adını verdiğimiz evrede yaşadığını düşün. Anlaman gereken tik şey bu zamanın gerçeğinin Hıristiyan Kilisesinin güçlü din adamlan tarafından tanımlamasıdır. Bulundukları pozisyonlardan dolayı, bu adamlar toplumun düşüncelerini büyük ölçüde etkileyebiliyoriar-

Benzer İçerikler

Bir Reklamcının İtirafları – David Ogilvy – Online Kitap Oku

yakutlu

Kum Saati – Claudia Gray Online Kitap Oku

yakutlu

Bana İtalya’yı Anlat | Nedim Gürsel

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy