Bilgin, Metin, Sezgin ve Çetin, aynı mahallede doğmuş, büyümüş, oynamış ve yeri geldiğinde birlikte üzülmüş ve ağlamışlardı…
Ders çıkışı bir aradaydılar.
Metin:
“Yarın için izin almayı unutma.”
“Bilemiyorum, dedim ya Metin. Ödevlerimi ne zaman yapacağım?”
“Sen yine de, izin iste. Bak gelmezsen, küserim…”
“Sınıf geçmek için değil, öğrenmek için çalışmalıyız…”
Okulun yanındaki boş arsaya doğru topu sektire sektire yürüdüler…
“Babam balıktan dönmüş, bizim kayık orada, hadi gelin,” dedi ve önden koşarak gitti… Metin kürek çekmesini pek bilmiyordu, bırakın geri dönmeyi gittikçe uzaklaşıyorlardı…. Sevinçleri kısa sürdü. Bu kez de ıssız adaya düştükleri korkusuna kapıldılar…. Mahalleli kısa sürede sahilde toplanmaya başladı. Herkesin gözü denizdeydi….
***
SUNUŞ
İnsan yaşamının olmazsa olmazlarının başında aile gelmektedir. Ailenin özünü oluşturan; anne, baba, çocuk, büyük anne ve babalar… olmasaydı, yaşamın anlamı nasıl olurdu?
Onlar bizim için, biz de onlar için varız.
Hepimizin yaşamından keşke ve kaygılar hiç eksik olmaz. Keşke ve kaygıları yenebilmenin yolu ise okumaktan ve bilgilenmekten geçmektedir.
Okumak geleceği görmektir.
Büyüklerinden habersiz ve kendi başına hareket eden dört kafadarın yaşamından kesitler bu kitapta anlatılmaktadır.
Yaşamıma ve yazın hayatıma katkı veren değerli eşim Hülya Borhan’a ve oğlum Serdar İhsan’a, kitabımın yayınlanmasına destek veren Özlem Yayınevi çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim.
Kitabı okuduktan sonra duygu ve düşüncelerini benimle paylaşacak okurlarıma şimdiden teşekkür ederim.
Eminim ki, okuyunca seveceksiniz.
İyi okumalar dilerim.
Zeki SARIKAVAK
E-posta: [email protected]
Bir insanın değeri okuduğu kitaplarla belli olur.
Ege’nin sahil kasabalarından birine bağlı olan, deniz gören mahallesinin sokaklarındaki kaldırım taşlarının yer yer aşınmış olması, geçmişinin çok eskilere dayandığı, buram buram tarih koktuğunun kanıtıydı. Taş ve kerpiç evleri genellikle bir, iki kattan ibaret olup, her birinin bahçe duvarlarında tarihini yansıtan izler, mor salkımlar, güller ve rengârenk çiçekleri, yaşlı incir ağaçları, üzüm bağlarıyla dokusunu koruyan nadir mahallelerden biridir. Bütün kıyı kesimlerde zeytinliklere rastlanır. Turunçgiller bölgenin güneyine sığınmıştır. Kekik, adaçayı, lavanta çiçeği, yıldız sümbülü (orman sümbülü), akzambak (mis zambağı), mor yıldız (kum çiğdemi), kaktüsler, incir, dikenli incir (Frenk yemişi), Frenk üzümü, mor üzüm. İşte deniz gören mahallesi böylesine tabiatın bonkörce davrandığı daha nice meyveler ve bitkilerle bezelidir. Her şeyi olabildiğine doğal, katıksız ve eşsiz güzelliğe sahip bir doğanın içinde, insanları da mutlu ve huzurlular.
Bu mahallede yaşayanların çoğunu Anadolu insanı, geri kalanlarını Rum vatandaşlar oluşmakta-
dır. Halkın büyük çoğunluğu dedelerinden kalma ilkel denebilecek kadar basit yöntemlerle balıkçılık yaparak geçimini sağlamaktadır. Birlik ve beraberlik içinde sevgi ve saygı çerçevesinde yaşamaktalar. Aralarında bir elin parmakları kadar diyebileceğimiz, başka illerden gelip yerleşenler de geçen süre içinde mahallenin bir parçası olup çıkmıştır. Çocuklar arasında kaynaşma, arkadaşlık ve bir ömür sürecek olan ve süren dostluklar, akrabalıklar kurulmuştur.
*
Bilgin, Metin, Sezgin ve Çetin aynı mahallede doğmuş, büyümüş, oynamış ve yeri geldiğinde birlikte üzülmüş ve ağlamışlardı. Okul çağına geldiklerinde bu kez okul ve sınıf arkadaşı olmuşlar. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış, zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile olmadan beşinci sınıf olmuşlardı. Birbirilerini çok iyi tanıyan, iyi arkadaş olan, pek çok alanda ortak yönleri olan bu dörtlü okulda, mahallede, her yerde birlikteydiler.
Bunların içinde dersleri çok iyi olan ve en çok kitap okuyan Bilgin’di. Öğretmenleri ve arkadaşları tarafından çok sevilir ve ona herkes ‘Kitap Kurdu” derdi.
Metin’in babası eski futbolcu Metin Oktay’ı çok sevdiğinden oğluna Metin adını vermişti. Mahallede ona ‘Metin Oktay’ lakabını takmışlardı. Yaşıtları arasındaki futbol karşılaşmalarını o ayarlar, takımı o kurar, kaptanlığı o yapardı. Çocukların pek çoğu onu örnek alır, onun gibi oynamaya ve onun gibi olmaya çalışırlar, hiç sözünden çıkmazlardı.
Sezgin ise; sakin, uyumlu, kendi hâlinde bir çocuktu. Hiç kimseyi incitmeyen, çalışkan, dürüst ve temiz kalpli olduğundan, onu da bütün arkadaşları çok severdi.
Üzülerek söylemek gerekirse, mahallenin uyumsuz ve saygısız oldukları söylenen ve öyle bilinen çocuklardan bir kaçı Sezgin’e ‘dört göz’ diyordu. Bunun ne kadar yanlış bir davranış olduğunu onlara anlatmak bir hayli zor olduğu gibi zaman da aldı. Ona ‘dört göz’ diyenler, art niyetli değildi, akıllarınca şaka olsun diye söylüyorlardı. Sezgin’in rahatsız olduğunu uzun süre fark etmediler. Öğretmenleri ve çevredeki büyüklerin uyarmaları sonucu bu alışkanlıklarını terk edip, Sezgin diyerek çağırmaya başladılar ve bir süre sonra da iyi birer arkadaş oldular. Bir daha asla ‘dört göz’ diye hitap etmediler.
İyi anlaşan arkadaş grubunun dördüncüsü Çetin, diğer üçüne göre kendini olduğundan büyük gösteren, kendine fazla güveni olan bir çocuktu. Aslında çok iyi ve terbiyeliydi. Biraz daha serbest ve kendi başına buyruk bir havası vardı. Fakat hiç kimseye zararı yoktu.
Her ne olursa olsun, bu dörtlü aralarında ufak tefek, çok basit tartışmaların dışında hiçbir sorun yaşamamışlar, çok iyi anlaştıkları için mahallelinin sevgi ve övgüsünü kazanmışlardır.
*
Güneş yavaş, yavaş yüzünü göstermeye, havalar ısınmaya başlayınca okulun arka bahçesindeki badem ağacı çiçek açtı.
Havaların ısınmasıyla birlikte doğa canlanmaya, kuşlar ağaçların dallarında, çatıların arasında yuvalarını kurmaya başladı. Yerleşecekleri yeri seçiyor, yuva kurma çabası içinde oradan oraya uçuşuyorlardı. Doğadaki bütün canlılarda belirgin bir hareketlilik göze çarpıyordu. Baharın gelişinin ne kadar müjdecisi varmış. Baharın gelişiyle çocuklar da durur mu? Onlar da neşe içinde okulun bahçesinde, oradan oraya koşuyor, yerlerinde duramıyorlardı. Her yere cıvıl cıvıl neşe saçıyorlardı.
Haftanın son ders günü, hava güneşliydi. Hafta sonunun da güneşli geçeceği belli gibiydi. Her birinin farklı planı olduğu hâl ve hareketlerinden anlaşılıyordu. Heyecanları yüzlerinden ve gözlerinden okunuyordu. Son teneffüste Metin, Bilgin’in koluna girdi;
“Bu gün hava çok güzel, yarın da böyle olursa aşağı mahallenin çocuklarıyla bir futbol maçı yapalım mı?”
“Söz veremem.”
“Neden?”
“Annem-babam izin verirse olur.”