I. Başarıya Doğru
‘‘Dünyanın gördüğü her büyük başarı, önce bir hayaldi. En büyük bir çınar bir tohumda, en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.’’
JAMES ALLEN
Alkışlayan mı, Alkışlanan mı Olacağız?
Başarılı olmak ve ders çalışmak için yarını ya da bir başka günü beklemeyin. Pazartesiyi, on beş tatilin ikinci yarım döneminin başlamasını beklemeyin. Hemen eyleme geçin. Bakın, biz hep zorlukları aşabilmek, içimizdeki korkuları yenebilmek için, cesaretin gelmesini bekleriz. “Şu işin üstesinden geleceğim. Benim içimde bir matematik korkusu var. Matematik korkusunu yenmek istiyorum ama bu korkuyu yenebilmem için matematikle baş edecek bir cesaretimin olması lazım. Benim şu korkum var ama korkumu aşabilmem için tek bir yol var; o da bu korkuyu yenecek cesareti içimde bulabilmem. Cesaretimi içimde bulundurduğum müddetçe korkumun üzerine gidebilir ve hedeflerime ulaşma noktasında ona engel sıfatından kaldırabilirim.”
‘Ben inanıyorum ki içimde şu işin üstesinden gelecek şu hayale ve hedefe ulaşmamı sağlayacak muhteşem bir potansiyel var. O potansiyelin içimde bir yerlerde olduğunu biliyorum ve bu potansiyeli kullanabilmem, açığa çıkarmam ve o hedef olarak belirlediğim yere gelebilmem için bir cesarete ihtiyacım var. O cesareti bir bulabilsem, hayatta yapamayacağım hiçbir şey yok.’ düşüncesi bilin ki yanlış bir düşüncedir.
Sizin zor ve imkânsız gördüğünüz, büyük engel olarak karşınızda duran engelleri aşabilmenin yolu içinize büyük bir cesaretin gelmesi değil, sizin onları başarabilmek için bir an önce eyleme geçmenizdir. Önce eylem gelir. Eyleme geçin ve o eylem sonucu ne olursa olsun, en kötü sonuç bile olsa; eyleme geçmek size cesaret getirecektir.
Benim bir ara çocukluk yıllarımda gece, karanlık korkum vardı. Gece dışarı çıkmak, karanlıkta yürümekten korkardım. Ve hep cesaretlenmeyi beklerdim. Bana gökyüzünden birileri bir cesaret verse, gece rüyama aksakallı dede gelse, “Evladım Sıtkı bundan sonra sen artık cesaretlisin ve gece karanlıkta yürüyebilirsin hiç korkmana gerek yok” dese de karanlıkta cesur olsam. Ama çok bekledim. Baktım ki bu cesaret gelmeyecek. Bir gece karanlıkta yürümek mecburiyetinde kaldım. Dedim ki; “Ben bu gece yürüyeceğim. Ne olursa olsun. En kötü ne olabilir? Başıma en kötü ne gelecekse gelsin. Ben bu gece bu yolu bu karanlıkta yürüyeceğim.” dedim.
Yürümeye başladığımda baktım ki içimdeki korkular yavaş yavaş gitmeye başlıyor. Her attığım adım, o karanlıklar içerisinde atılan her adımın bana daha bir cesaret ve özgüven getirdiğini gördüm. O karanlığın içinden geçip varmam gereken yere vardığımda, aslında karanlıkta yürümenin hiç de korkunç olmadığını, benim gözümde büyüttüğüm bir korku olduğunu gördüm. Eyleme geçtim ve cesaret gelmeye başladı. Ne ile ilgili cesaret? Artık ben bundan sonra karanlıkta yürüyebilirim. İstediğim hedefe ulaşabilirim. Benim o hedeflere varabilmem için cesarete değil, eyleme ihtiyacım var.
Dünyada başarıyı yakalayan insanlar; cesur, başarısızlıklara rağmen eyleme geçmekten asla korkmayan; eylemci insanlardır. Ama doğru eylemleri yapan, hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak eylemlerde bulunan kişilerdir.
Onun için siz de hemen şimdiden duyarlı gençlik olmak için eyleme geçin. Duyarlı gençlik olmanın ilk şartı; eyleme geçmektir. Karar almak, o kararı hemen uygulamaktır. Yoksa her gün milyonlarca insan binlerce karar alıyor. Her gün hepimiz geleceğimizle, okul hayatımızla, aile hayatımızla, kitap okumayla ve iş hayatımızla ilgili birçok kararlar alıyoruz. Eyleme geçmeyen hiçbir karar hiçbir anlam ifade etmiyor.
Ya gazete okuyarak pasif konumda ya da gazetelere hayırlı haberler olarak aktif konumda olacağız. Güzel işlerin peşinde koşacağız. Ya birilerini alkışlayacağız ya da hep alkışlayan olacağız. Alkışlamaktan hiçbir zaman gocunmayacağız ya da güzel işleri başarabilmek için adımlar atarak alkışlanan olacağız.
İyi Bir Başlangıç, Yarı Yarıya Başarı Demektir…
Andre Gıde
Kaybedeceğinizi düşünüyorsanız çoktan bilin ki zaten kaybetmişsinizdir. Başarı, ancak onu istediğiniz takdirde gelecektir. Hayatın içine girmeye başladığınız zaman, hayatla mücadele etmeye başladığınız zaman, kendi küçük hayatınızdan, dünyanızdan dışarıya çıkıp olaylara baktığınız zaman göreceksiniz ki, başarı ancak istendiği takdirde geliyor.
Her şey insanın kafasında bitiyor. Başarı, başarısızlık, mutluluk, mutsuzluk, galip gelme ve mağlup gelme… Bireysel sporla ilgilenen arkadaşlarım daha yakından bilirler. Maça çıkmadan önce maçı ya kazanırsınız, ya kaybedersiniz. Maç soyunma odasında kazanılır veya kaybedilir. Sınav; sınav tarihi, sınav salonu ya da sınav gününde değil daha öncesinden ya kazanılır ya kaybedilir. Eğer kazanamayacağınızı düşünürseniz, kazanamazsınız. Futbol takımında oynuyorsanız, okullar arası futbol maçı diyelim. Daha maça çıkmadan, soyunma odasında; “Falanca okulda falanca futbolcu var. Mümkün değil ağabey onlar çok güçlü. Müthiş kadroları var. Bizim onları yenmemiz mümkün değil. Fark yemesek iyi.” gibi bir düşünceniz varsa bilin ki siz kafada zaten yenilmişsinizdir çıkmanıza gerek yok. Kesin mağlup olacaksınız.
Onun için her şey önce beyinde kazanılıyor. Galibiyet de, başarı da, mutluluk da, hedeflere ulaşma da… Unutmayın bütün büyük başarılar da bir zamanlar hayaldi. Önce kafada başarılmıştı. Önce kafatasının içinde onu hayal etmişti. Başardığını, her anını, her saniyesini, başarıya gidecek olan her adımı tek tek görebilmişti. Görenler zaten başarıyı yakalıyor. Onu göremeyenlerin başarılı olma şansları yok. Görebiliyor musunuz? Kafanızda tasarlayabiliyor musunuz? O kazanmayı hayal ettiğiniz okulları, sizi o okula götürecek, o okulun bahçesinden içeriye
alacak, o okula kayıt yapmanızı sağlayacak adımları, her adımı görebiliyor, hayal edebiliyorsanız, gecenin saat on ikisinde yatağa yatarak uyumaya çalıştığınız zaman daha uyuyamazken, hayallerinizin onunla hemhâl olduğunu görebiliyor musunuz? Sizi gece yatağa sokmuyor, uykuyu gözünüze sokmuyor, sabah daha güneş doğmadan sizi yataktan fırlatıyor mu hayalleriniz, idealleriniz?
Bilin ki o zaman o hayaller ve idealler gerçektir. Kafanızda o hayali gerçekleştirdiğinize inanmışsınızdır ve o hayalin sadece önümüzdeki günlerde, yıllarda gerçek olduğunu göreceksiniz. Gerçekleşmiş hâlini göreceksiniz. Ve o gerçekleştiği gün şunu söyleyeceksiniz. Ben bu filmi daha önce izlemiştim. Sanki ben bunu yaşadım. Evet, yaşadınız. Çünkü siz onu milyonlarca defa beyninizde, kalbinizde, yüreğinizde geçirdiniz.
Düşündüğünüz her şey gerçektir. Psikoterapiğin ilkesidir. Düşünülen her şey gerçek olur. İyi düşünürseniz de, kötü düşünürseniz de, kazanamayacağınızı düşünürseniz de gerçek olur. Bakın bu bizim inancımızda da var. Yüce Allah, bir kutsi hadisinde diyor ki; “Ben kulumun zannı üzereyim.” Kul neyi düşünüyor, neyi istiyor ve neyi arzuluyorsa o olacak. Neyi düşünür, neyi hayal eder, neyi beyninizden geçirirseniz bilin ki onların hepsi ama hepsi gerçek olacaktır. Onun için lütfen her şeyin beyinde başlayıp beyinde bittiğini göz ardı etmeyin.
Mutlu bir aileye sahip olduğunuzu hayal edin. Güzel bir anne, güzel bir baba, güzel bir eş olduğunuzu tasavvur edin. Bir bakacaksınız ki o düşünce sizi öyle yapmaya doğru götürüyor. Başarılı bir öğrenci olarak kendinizi görün. Ders çalıştığınızı görün, okulda birinci olduğunuzu, okulda birincilik madalyasının size verildiğini hayal edin. Sınav sonuçları açıklandığında, hayalinizdeki okulun adının yazılı olduğunu görün, hissedin, yaşayın. Bakın bu hissettikleriniz, yaşadıklarınız bir gün aynen gerçek olacak. Ahdedildiğinizi düşünüyorsanız bilin ki ahdedildiniz. “Bana zaten gelen vurdu giden vurdu, acıların çocuğuyum, zavallıyım, perişanım.” diyorsanız, bilin ki siz zavallısınız ve perişansınız. Çünkü kendinizi böyle konumlandırıyorsunuz. Kendinize bunu layık görüyorsanız başkaları zaten size onu yaşatacaktır. Kendinize güzellikleri, başarıyı, mutluluğu, huzuru, hayalleri uygun görüyorsanız başkaları da bu tacı sizin kafanıza takacaklardır.
Yükselmek mi istiyorsunuz, mevcut durumunuzdan memnun değil misiniz? Daha ileriye mi gitmek istiyorsunuz? O zaman yükselmek için yüksek düşünün. Kafanızdaki o zerre kadar küçük, basit düşüncelerle nasıl başarıyı yakalayabilirsiniz? Basit bir düşünceyle, küçük hayallerle, küçük ideallerle, nasıl başarıyı yakalamayı bekleyebilirsiniz ki? Onun için lütfen yüksek düşünün, yükseklere ulaşırsınız. Bir ödülü kazanmadan önce kendinizden emin olmalısınız. Bir nevi bir mücadeledir. Kazananlar her zaman en güçlü ya da en hızlı olanlar değil er ya da geç kazanan kişi kazanacağını önceden düşünebilen kişidir. Bakın hep aynı noktaya geliyoruz. Önceden kazandığını düşünmek. Başarı yakalayanlara bir bakıyorsunuz, Galatasaray UEFA kupasını aldığında bütün futbolcular ne diyordu. “Biz daha önceden bu maç oynanmadan, şampiyonluk maçı, final maçı oynanmadan defalarca rüyamızda bu kupayı kaldırmıştık.” Bakıyorsunuz bir iş adamı çok başarılı olmuş. Röportajda; “Ben defalarca rüyalarımda, hayallerimde bunu başardığımı görüyordum.” diyor. Bunu demeden bunu hayal etmeden maalesef olmuyor.
İstediğiniz, hayal ettiğiniz ve arzuladığınız zaman bilin ki hiçbir şeyin sizden kurtulma şansı yoktur. Başarılar, hayaller ve idealler sizi, duyarlı gençleri bekliyor. Bunlara lütfen duyarlı kalalım. Duyarlı olduğunuz zaman göreceksiniz ki gerçekten yapamayacağınız, başaramayacağınız hiçbir şey yok.
“Basit bir adamın elinden geleni yapmaya çalışması, zeki bir adamın tembelliğinden iyidir.”
‘G. Gracian’
nsur var ki; bir karıncaya bakarsınız, o karıncanın küçük cılız vücuduna rağmen hayatla nasıl mücadele ettiğini görürsünüz. Bir kelebeğin o muhteşem Yaratıcının yarattığı insan olarak bizim bile korktuğumuz bu hayatta doğayla, olaylarla, insanlarla, hayatla nasıl mücadele ettiğini, nasıl pes etmediğini görürsünüz. Bu size bir doping etkisi yapar. Dönersiniz hayatınıza sizde asla vazgeçmezsiniz devam edersiniz. Etrafınıza dikkatli baktığınız zaman gerçekten size doping etkisi olacak sizi başarıya doğru götürecek başarılı olmak için motive edecek çok unsur var. Diyorum ki, dışarıda motive beklemeyin. Motive sizin içinizde, yüreğinizde, kalbinizde. İçten motivasyon unsurlarını bulun yoksa birileri sizi motive ettiği zaman harika. Etmediği zaman Aman Allah’ım…
Mesela liseye giriş sınavına girecek olan bir öğrenci kendisini sınava nasıl motive etmeli? Önce niçin sınava girmesi gerektiğini, niçin Fen Lisesi, Anadolu Lisesi kazanması gerektiğini kendisine sorması lazım. “Ben bu sınava neden giriyorum? Bu sınavı gerçekten kazanmak zorunda mıyım? Kazanmalı mıyım? Kazanmak için ne yapmam lazım? Bu sınavı kazandığım takdirde hayatımda neler değişecek?” Bunun gibi soruları kendisine sorması lazım. Eğer gerçekten sınavı kazanmanız gerekiyorsa ve sınavı kazanarak hayatınızda ciddi değişiklikler olacağına inanıyorsanız bilin ki çalışırsınız.
Ben bazen gençlere diyorum ki; “Bir yıl içerisinde mükemmel derecede İngilizce konuşmayı öğrenirseniz falanca şirkette şu seviyede ve ayda on bin dolar ve yirmi bin dolar maaşla çalışacaksınız deseler ne yaparsınız?”
“Hocam bir yıl değil, altı ayda bile İngilizceyi yer, yutar, içer bitiririz.” İlla böyle bir teklifin yapılması mı gerekiyor? Böyle bir şeyin olmayacağını nereden biliyorsunuz? Buyurun, sınavı kazandığınız zaman önümüzdeki sene harika bir lisede okuduğunuzu hayal edebiliyor musunuz? İyi bir lise ne demektir? İyi bir üniversite demektir.
Gençlerimizin yaşadığı sıkıntılardan birisi de şöyle; hiç yenilgiyi düşünmemiş ve hiç yenilmemiş olmalarına rağmen tembelim deyip kenara çekiliyorlar. Bu gençlerimizin sadece biraz cesarete ihtiyaçları var. Yenilgiyi düşünmemek güzel. O önemli. Yenilgiyi siz kabul ettiğiniz zaman vardır. Eğer yenilgiyi kabul etmiyorsanız bilin ki yenilgi hayattır. Yenilmeyecek miyiz? Yenileceğiz. Bazen bana diyorlar; “Hocam sen hayatında hiç düşmüyor musun? Kafan gözün yarılmıyor mu? Hiç hayallerin suya düşmüyor mu?” Düşmez mi… “Hiç yenilmiyor musun?” Yenilmez miyim? Ben de yeniliyorum ama şunu söylüyorum. Yere düşeceğiz, çukurlara düşeceğiz, kafamız gözümüz yarılacak, mağlup olacağız, kaybedeceğiz ama önemli olan hani derler ya yiğit düştüğü yerden kalkar. Düştüğümüz yerden tekrar ayağa kalkmalı, tekrar o hayallerin, ideallerin peşinde koşarak, vazgeçmemeliyiz.
Niçin düştüğümüzü bilmeli, o düşmemizden ders alabilmeli ve aldığımız dersleri hayatımıza geçirerek devam edebilmeliyiz. Yoksa yenilgi olacak, kötü sınavlarımız olacak, zayıf alacağız, bizi aşağıya alacaklar, hakaret edecekler, çelme takacaklar, barikatlar olacak, toslayacağız, kafamız gözümüz yarılacak, ağlayacağız, üzüleceğiz ama vazgeçmeyeceğiz. Bunların hepsini yaşayacağız. Bunların hepsini yaşayan biz, asla ama asla vazgeçmeyeceğiz.
Başarılı İnsanların Ortak Özellikleri
Yeryüzünde bakıyorsunuz ki kimileri başarılı, kimileri başarısız… Hangi mesleği, hangi alanı alırsanız alın, her alanda; eğitim, spor, siyaset, sanat dünyası, iş dünyası ve okul dünyası… Neyi alırsanız alın; birileri başarılı, birileri başarısız… Öğretmenlere bakıyorsunuz; bazı öğretmenler çok başarılıyken, bazıları çok vasat olabiliyorlar. İş hayatında birileri çok başarılı, çok iyi paralar alıp, çok büyük şirketler kurarken, birileri kuramayabiliyor. Spor hayatında da bu böyle, yüzlerce futbolcu var ama en iyi futbolcu kim deseniz iki ya da üç isim duyabiliriz. O zaman bu insanları diğerlerinden ayıran nedir?
Aynı okulda okumuş, aynı eğitim sisteminden geçmiş, aynı ülke toprakları üzerinde yaşamış olmalarına rağmen birileri daha başarılı olabilirken, birileri olmaları gereken yerde iken, diğer arkadaşları neden başarısızlar? Başarılı olmanın formülü var mı? Başarılı insanlar doğuştan mı başarılılar? Ya da bu başarılı insanların uyguladıkları taktikler mi var? Bu taktikleri uyguladıkları için mi başarıyı yakalıyorlar? Başarılı kişilerin ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1. İlk bakışta hayal gibi görünen hedeflerine belli bir plan dâhilinde yürürler.Birileri başarılı ama arkadaş grubunun çoğunluğu başarısız. İşte o başarılı olan arkadaşlar, başarılı olmadan önce o başaracakları şeyin hayalini kurarken, oraya doğru adım adım ilerlerken başarısız olan arkadaşlar, o arkadaşlarının başarmak için yürüdükleri hedefi ve hayali sadece hayal olarak görürler. “Sen hayalperestsin! Bu imkânsız, bunu yapamazsın, mümkün değil. Bu işin üstesinden gelmen imkânsız” derler. Ama o işi sürdüren arkadaşlar, o işin mücadelesini verenler, o işi yapabileceklerini bilirler. Ve bir plan dâhilinde hedeflerine ulaşmak için yürümeye başlamışlardır. Çünkü tesadüfen ve kolay şekilde yaşama düşüncesinin aklı ve şuuru yerinde bir insan için utanç verici olduğunu bilirler. Tesadüfî bir şey var mı? Kolay şekilde hayatı sürdürme gibi bir düşünce olabilir mi? Bu ancak aklı ve şuuru olmayan insanların işidir. “Allah büyük. Karşıma tesadüfen bir şey çıkarsa başarılı olurum. Birileri benim elimden tutarsa başarılı olurum. Kolay kolay hiç zora gelmeden, sıkıntılar çekmeden başarıyı yakalarım” düşüncesine sahip olan insanlar aklı ve şuurunu kaybedenlerdir.
Ne utanç verici bir şeydir bir insan için. Başarılı insanlar bilirler ki; plansız kişinin; nimet içinde nimetin, zorluk içinde zorluğun farkına varmayacağına inanırlar. Onun için birçok insan, etrafında birçok avantaj varken bunun farkında değildir. Bakıyorsunuz; çok zor şartlarda okuyanlar, köy okullarında okuyanlar ya da imkânı yerinde olmayan insanlar; “Bir özel okulda okusam, güzel bir çalışma odam olsa, bilgisayarım olsa, kendime ait bir odam olsa, şu imkânlarım olsa var ya o zaman sen beni gör” derken, bir bakıyorsunuz en iyi özel okullarda okuyan, en güzel odası olan, özel odası en güzel şekilde dayatılıp döşenen ve her istediği alınabilen öğrenci arkadaşlarımızın çoğunun başarısız olduklarını görüyorsunuz. Ama bir planınız varsa o plan üzerine hayatınızı sürdürürsünüz.
2. Bir hedef sahibi olmayı ilkel ve medeni insan farkı şeklinde yorumlarlar.
Medeni ve ilkel bir insanı ayırmanın özelliklerinden bir tanesi de hedeflerinin olmamasıdır. Yaratıcı bizi yaratıp dünyaya göndermiş. Ama yeryüzüne gönderdiği insanoğlunun bir hedefi yok. Var mı böyle bir şey? Allah’ın yarattığı akbabanın, tavuğun, karıncanın ya da arının bir hedefi olacak ama yarattıkları içerisindeki en mükemmel ve en büyük hedef üzerine yarattığı insanın bir hedefi olmayacak öyle mi? İnsan hedefsiz bir hayat yaşayacaksa, bu insan ilkel bir insan. O zaman Esfel-i Safilin… En aşağılık varlık…
Yüce Allah, bu hayatta insana bir hedef koymuş. İnsanı tesadüfen yaratmamış ki. Öylesine dünyaya göndermemiş ki. Yarattığı bütün varlıkların küçüğünden büyüğüne kadar hepsinin bir hedefi var. Ama bakıyorsunuz insan hedefsiz, amaçsız, gayesiz…
3. Daima ilerlemek ve yükselmek peşindedirler.
Çünkü ilerleyemeyen geri kalır ve geri kalışın doğuracağı zarar, yükselmeye çalışırken tüketilen güçten çok daha maliyetlidir. Geriye kaldığınız zaman az emek harcamıyorsunuz ki. İlerlemek için harcadığınız emek onsa, ilerlemediğinizde geriye düştüğünüz zaman bu geriye düşmenin size getireceği zarar yüzdür. Fatura daha ağır…
Bugün sınavlara hazırlanan genç arkadaşlarım, iyi not almak, başarılı olmak için harcamanız gereken bir zaman var ama siz bunu yapmıyor, tembellik yapıyorsunuz. Oysaki harcadığınız zamanı koysanız teraziye ders çalışmamanın, isteksiz olmanın sonradan size getireceği fatura yükü ondan on kat daha fazla. Ama bunu göremiyor, göremediğiniz için de önemsemiyorsunuz. Fatura gelince de bir bakıyorsunuz yüz lira… “Ben o gün on lirayı çok gördüm, on liradan kaçtım ama bana daha da pahalıya mal oldu.” Yağmurdan kaçarken doluya tutuluyorsunuz.
4. Kısa ve uzun vadeli hedefleri vardır.
Kısa ve uzun vadeli hedeflerini belirlemeden başarıyı yakalamak var mı? Tesadüfen başarıyı yakalayan, plansız, programsız hedeflerine ulaşan var mı? Onun için başarılı insanların kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri vardır. Bilirler ki uzun vadeli hedeflere kısa vadeli hedeflerden gidilir. Önce kısa, sonra orta, sonra uzun vadeli hedefler…
5. Engeller karşısında teslim olmayıp zorlukların ne pahasına olursa olsun aşma azmini ve kararlığını taşırlar.
Aslında şu madde bile yeterli. Şu maddenin ilkelerini uygularsalar başka güce ihtiyaçları kalmayacak. Bugün maalesef genç kardeşlerimiz küçük bir engel, küçük bir başarısızlık karşısında yıkılıyor, perişan oluyorlar. Adeta yerle bir oluyor ve bir daha toparlayamıyorlar. Küçük bir engelle, bir çelme takıldığı zaman hemen sendeledikleri gibi pes ediyorlar. Hayat engellerle dolu ve bize çelme takanlar mutlaka olacak, bazen yumruk yiyeceğiz sırt üstü yapışacağız yere. Ama kalkabiliyor muyuz? Önemli olan bu. Bazen ayaklarımız çamurların içine girecek. Bazen dikenlerin, çalıların arasında yürüyeceğiz. Çalılar kollarımızı, sağımızı solumuzu çizecek. Ama önemli olan başarı yolunda yılmadan yürümeye devam edebilmek.
Bu başarı ve hayatta mutlu olma yoluna çıkmaya karar verdiyseniz burada kırmızı halılar üzerinde yürümeyeceksiniz. Yoksa biri size öyle mi dedi? Yoksa birileri sizi kandırdı mı? Hayatın kendisi zor, hayat kelimesinin anlamı zaten zor. Hayat demek zorluk demek, engel demek, aşılması gereken sorunlar demek. Başarıyı yakalayanlar ne pahasına olursa olsun, o zorlukları, o engelleri aşma azmini ve kararlılığını gösteriyorlar. Sadece azim tek başına yetmiyor. ‘Ben bu engeli aşacağım’ azmi vardır ama kararlılık, onu sürdürebilme yetkisi yoksa maalesef işe yaramayacaktır.
6. Hayatta başarının da başarısızlığının da bulunmasını normal kabul ederler.
Başarısız oldun mu eyvallah… Hemen ayağa kalkar, tekrar başarılı olmak için mücadele etmeye başlarlar. Problemleri çözmek onlar için zevkli bir iştir. Bir problem, bir sorun varsa “Harika ben üstesinden gelirim” derler. Zevk duyarlar. Sorun çözmek tatlıdır. Her sorun insana zevk verir.
7. ‘Zorluk benden korksun kaçsın, ben ondan neden korkayım’ fikrine sahiptirler.
Hodri meydan! Zorluklardan nereye kadar kaçacaksınız. Zorluklar aşılmak için vardır. Allah bize taşıyamayacağımız yükü yüklemediğine göre, Allah karşımıza aşamayacağımız bir zorluğu da vermez. “Ama hocam ben bu zorluğu aşamıyorum. Matematikle başım dertte. Siz dediniz ya Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez ama benim karşımda aşamayacağım bir matematik var. Ben bu zorluğu aşamıyorum.” dediğinizi duyar gibiyim.
Hayır… Aşamayacağınızı düşünüyorsunuz, siz o zorluğu aşmak için, üstesinden gelmek için bir çaba sarf etmediniz ki. Doğru bir yol gütmediniz ki. Bir mücadele edin bakalım. Siz o zorluğun üstesinden gelebilirsiniz. Ama önce o zorluğu beyninizde yenmelisiniz.
Zorluklar, sıkıntılar, problemler önce beyinde çözülür. Ben bu işin üstesinden gelirim dediğiniz her işi yaparsınız. Ben bu sorunu çözerim dediğiniz an o sorunu çözersiniz. Böyle dediğiniz an bilin ki o zorluk yerle bir olmuştur. Bugün gençlerin aşamadıkları, üstesinden gelemediklerini söyledikleri konulara zorluk kelimesini bile kullanmaya gerek yok. Yazık yani… Basit meseleler. Çok küçük, konuşmaya bile değmeyecek basit meseleleri gözlerinde o kadar büyütüyorlar ki, o kadar büyük bir sorun olarak görüyorlar ki boğuluyorlar. Tabiri caizse bugünkü gençler bir bardak suda boğuluyorlar. Eskiden leğende yıkanılırmış. İşte bugünün gençleri leğende daha su topuklarına gelmişken bu suda boğuluyorlar.
8. Sıkıntılara teslim olmayı yaşarken ölmek ya da düşmana esir düşmekle bir sayarlar.
Sıkıntılara, zorluklara teslim olmakla yaşarken ölmek veya düşmana esir olmak arasında ne fark var? Başarılı insanlar sıkıntılara asla teslim olmazlar. Zorluklara asla teslim olmazlar.
9. Kararlıdırlar, çeşitli fikirler ve tavırlar arasında bocalamazlar.
İşte bugün gençlerin en büyük sıkıntılarından bir tanesi. Maalesef kararsızlar. Bir türlü karar veremiyorlar. Akşam yatarken bir karar, sabah kalktıklarında kararlarını değiştirdikleri görülüyor.
10. Bir hedefe karar vermenin çoğu zaman hedefin kendisi olduğuna inanırlar.
Bir hedef koyduklarında onu ulaşılmış sayarlar.
11. Verdikleri kararın doğurabileceği sıkıntıları sürpriz saymazlar.
Ben bir hedef belirledim. İstanbul’dan Samsun’a yolculuğa çıkıyorum. Arada yolda araba bozulabilir. Sıkıntı yaşayabiliriz, yolda trafik olabilir, ufak tefek hasarlar, sıkıntılar olabilir. Bu normal çünkü benim bir hedefim var. Ve ben bu hedefe ulaşmak zorundayım.
12. Onun bunun dolduruşuna gelip ani kararlar vermezler. Vaktinden önce karar almazlar. Felaket içinde karar verebilmenin yarı kurtuluş olduğunu bilirler.
13. En kötü kararı bile kararsızlıktan iyi sayarlar. İyi düşünüp taşınarak karar verdikten sonra akılları diğer alternatiflerde kalmaz. Yaptıklarının en iyi seçim olduğunu düşünürler ve mutlaka o kararı uygularlar. Çünkü kesin bir karar onlar için gerçek bir mürşittir.
Lazer gibi, lazerin ışığı küçüktür. Ama bir hedefe odaklandığında deler geçer. Güneşin ışığını lazerle kıyaslamaya gerek yoktur. Ama maalesef o dünyanın her tarafına yayıldığı için bir hedefi delip geçemez. Küçük bir kibrit ateşini bir yere tutun, en yanmaz denileni yakarsınız. İmkânlarınız çok dar olabilir. Anadolu’nun en ücra köşelerinde olabilirsiniz, zengin bir anne ve babanız da olmayabilir, belki dershaneye de gidemiyorsunuz, kitap defter alacak parayı da bulamıyorsunuz ama bir hedefe kilitlendiyseniz o sorunların üstesinden gelecek gücünüz olacaktır.
14. Devamlı en iyinin, en güzelin, en kalitelinin, en idealin peşinde koşarlar.
“Hocam sınavlarda bu kadar net bana yetiyor.” Yetmez. “Ben günde on sayfa okuyorum.” Yetmez. En iyisine talip olacaksın. Mevkii, makam, kalite, iş, güç… Neden? Güzelliklerin en güzeline sahip olmaya çalışacaksın. Herkes bir şeyin peşinde koşuyor zaten. Kimi nefsin, kimi şeytanın, kimi şerrin, kimi hayrın, kimi güzelliğin, kimi başarının, kimi mutluluğun herkes bir şeyin peşinden koşuyor. Ama önemli olan en ideal olanın peşinde koşabilmektir.
15. Küçük bir başarı onları tembelliğe itmez.
“Başarılı insanlar bilirler ki plansız kişinin; nimet içinde nimetin, zorluk içinde zorluğun farkına varmayacağına inanırlar.”
“Üniversiteyi kazandım, bitti.” Hayır… Küçük bir başarı onları tembelliğe itmez. Bir dağa tırmanınca bitti deyip bırakma. Şöyle bir arkana bak. Tırmanman gereken daha yüksek bir dağ var. Çünkü tırmanılan her tepe, tırmanılacak olan daha yüksek bir tepenin varlığını gösterir.
16. Başarılı olduklarında kendi kendilerine şımartıp, aldatmak şeklindeki züğürt tesellileriyle vakit öldürmezler.
Bazıları o tuzağa düşüyor. Bir başarının ardından üç gün sonra bir bakıyorsun tepetaklak gitmiş…
17. Her an yeni bir şeyler öğrenmek, bilgi sahibi olmak, başkalarından faydalanmayı bilmenin peşindedirler.
Hayatın her alanını, her dakikayı yeni bir şey öğrenmek için fırsat olarak benimserler. “Ben bugün ne öğrendim? Nelerle karşılaştım?” Başkalarından faydalanmanın derdinde, tabirin tam manasıyla iki günleri birbirine eşit değildir. Yenilemek ve yenilenmek yegâne prensipleridir. Yenileneceğiz ve yenileyeceğiz.
18. Bazen bir bilgiyi edinmek için neredeyse bir sermaye sarf ederler.
Bir bilgi edinmek için zaman harcarlar, alın teri, gözyaşı, dünyanın parasını dökerler.
19. Beyinlerini çok iyi dinlerler. Orada pek çok bilginin var olduğunu görürler. Okumakla ve kitapla çok iyi barışıktırlar. Bunun için zaman aramazlar, zaman ayırırlar.
Soruyorum gençlerimize; “Ne sıklıkta kitap okuyorsunuz, günde kaç saatinizi ayırıyorsunuz?” “Boş zamanlarımda okurum hocam” dediklerinde çıldırıyorum. Kitap boş zamanlarda okunacak kadar kıymetsiz bir varlık mı? Ya da kitap okunan zaman, boş zaman mı? Zamanlarının önemli bir bölümünü, her günün bir önemli zamanını ona ayırmalısınız.
20. Ne kadar tecrübeli ve bilgili olurlarsa olsunlar, bazen küçük bir çocuktan bile bilmedikleri şeyleri öğrenebileceklerini düşünürler.
21. Menfii durumlarda ibret ve ders çıkarmayı iyi bilirler.
Herhangi bir olumsuzlukla karşılaştığınızda hemen olmadı deyip karamsarlığa kapılmayın. İbret alın emin olun ki Allah size başka kapılar açacaktır.
Başarısızlık, En Düşük Azim Çizgisidir…
Başarısız olduğumu hissettiğimde;
Yaşam, bana bir şeyler mi anlatmak istiyorsun?
Çünkü…
Başarısızlık, ben bir başarısızım demek değildir;
Henüz başaramadım demektir.
Başarısızlık, ben hiçbir şey gerçekleştiremedim demek değildir;
Bir şeyler öğrendim demektir.
Başarısızlık, aptallaştım demek değildir;
Deneyerek yaşamak için gerekli inanca sahibim demektir.
Başarısızlık, ümitsizliğe kapıldım demek değildir;
Deneme cesaretini gösterdim demektir.
Başarısızlık, istediklerime sahip olamayacağım demek değildir;
Değişik tarzda bir şeyler yapmalıyım demektir.
Başarısızlık, ben aşağılığım demek değildir;
Mükemmel değilim demektir.
Başarısızlık, zamanımı boşa harcadım demek değildir;
Yeniden başlamak için bir nedenim var demektir.
Başarısızlık, vazgeçmeliyim demek değildir;
Daha sıkı çalışmalıyım demektir.
Başarısızlık, asla başaramayacağım demek değildir;
Daha sabırlı, daha sabırlı olmalıyım demektir.
Başarısızlık, benden ümidini kestin demek değildir;
Bir bildiğin var demektir.
John C. Maxwell
Başarısızlık diye bir şey yoktur. Sonuçlar vardır. Bizim başarısız gördüğümüz hadiseler, başarısız olduğunu düşündüğümüz olaylar, bize çok şey öğretiyordur, farkında değilizdir. İlerleyen hayatımızda, ilerleyen sürecimizde başarısızlık olarak gördüğümüz hadiselerin sonucu bizi başka işleri doğru yapmamıza sevk ediyor. Ümitsizliğe, kaygıya, cesaretsizliğe kapılmaya gerek yok. Elbette insanlar ektiklerinin karşılığını biçeceklerdir.
İlk seferde tam anlamıyla başarılan çok az şey var. Yinelenen başarısızlıklar; başarı yolundaki parmak izleridir. Başaramama hakkının, başarma hakkı kadar önemli olduğuna inandığımızda başarısızlığı olumlu olarak kabul etmek daha etkili olur. Nasıl ki başarma hakkımız varsa, başaramama hakkımız da var.
Bir işi yapmaya kalkıştığımızda, bir girişimde bulunduğumuzda herkes başarılı olmak için adım atar. Hepimizin hayali başarmaktır. Ama başarılı olmak kadar, o işi başaramama hakkının da saklı olduğunu bilirsek, o zaman o işi başarma ihtimalimiz de yüksek olur. Başarısızlığı amaçlarımıza ulaşma yolunda önemli bir süreç olarak kabul edebilirsek, sorunlarla karşılaşmak gelişme yolculuğumuzu daha zevkli hâle getirir.
Unutulmaması gereken bir gerçek var ki; acı çekmeden başarı gelmez. Acı çekmeden başarının gelmesi mümkün değildir. Eğer “Acı çekiyorum ama başarılı olamıyorum” diyorsanız bu çektiğiniz acı, yarın birileri başarılı olurken acı çekmeden başarıyı yakalamasının zemini demektir. Bosna Hersek’i gözünüzün önüne getirin. Aliye İzzetbegoviç müthiş bir acı çekti, zindan hayatı yaşadı. Ama o acının sonunda özgür bir ülke bıraktı. Elbette acı çekeceğiz, sıkıntı, dertler yaşayacağız. Ama o dertlerin sonrasında, o sıkıntıların, acıların sonrasında başarı geldiğinde muhteşem olacaktır.
Saatlerimizi şöhret hırsıyla harcamayalım, onları başarma arzusuyla dolduralım. Bilge insan; yaşamın ölümsüzlüğünü duyumsar, ahlaka değer verir. Şüphe ve korkularınızdan arının. Korkmayın. Size düşen bedelini ödemek, size düşen yapmanız gerekeni yapmak, elinizden geleni ardına koymamak.
Uzun süre anımsanacak olan kişi; kendi önemini unutmalıdır. Eğer yüzyıllar boyu anımsanmak, önemsenmek istiyorsanız, kendi öneminizi unutacaksınız. Tarihe altın harflerle yazılan insanlar, yaşadıkları dönemde kendi önemlerini unutmuş, kendilerini önemli bir insan gibi lanse etmemişlerdir. Olabildiğince mütevazi bir hayat yaşamaya çalışmışlardır. Ama tarih onları önemsemiştir.
Başarısızlık korkusu insanların kendi içlerinde çok ciddi alanları kuşatıyor. Birçoğumuz dış dünyanın hakkımızda ne düşündüğü kaygısıyla büyüyoruz. Orta yaşlara geldiğimizde bu konu hakkında dünyanın bizim endişelendiğimiz kadar umurunda olmadığını anlıyoruz ama iş işten geçmiş oluyor.
Başarısızlığa uğrayan kişinin azmi; sağlıklı bir tutumun belirtisidir. Şampiyonlar vazgeçmezler. Başarısızlık biz vazgeçtiğimizde yıkıcı olur ve tutumumuzun kaza yapmasına neden olur. Başarısızlığı bir son olarak kabul etmek sonunda başarısız olmak demektir. Diyoruz ki; devam et… Azim ve kararlılıkla her şey başarılabilir.
Başarısızlık zamanlarında bizi asıl güdüleyen hayatla yüzleşin. Hayatın gerçekleriyle yüzleşin, azminizi ve kararlılığınızı hiç kaybetmeyin. Üniversite sınavını kazananlar hep zeki insanlar mı? Ya da kazanamayan insanlar zekâ problemi olan insanlar mı? Hayır, çok zeki ama azmi, heyecanı yok. Zeki olmak yetmiyor ki.
Başarısızlığın bizi yıkacağını mı, geliştireceğini mi gösterecek olan şey tutumdur. Bir iş yaptınız, istediğiniz sonucu elde edemediniz. Ya da denemelerde istediğiniz neti çıkaramadınız. Telaşa kapılmaya, umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Size düşen hemen çıktıktan sonra bu denemede yanlışlarınıza, eksiklerinize, hatalarınıza, kusurlarınıza bakarak hızlı bir şekilde eksiklerinizi tamamlamaya çalışmaktır. Bunu yaparsanız başarıyı yakalıyorsunuz.
Başarısızlık en düşük azim çizgisidir. Yani arabayla 10, 20 ile giderseniz başarısız olacaksınız. Otobandasınız, 100, 120 ile gitmeniz gerekiyor. Siz en sağ şeritte 20 ile gidiyorsanız hiç kusura bakmayın. Bu sizin azminizin en alt limiti demektir. Akıllı adam basar gider. İçinde muhteşem bir potansiyel, enerji var. Sen bu enerjiyi kullanmayı bırakmışsın alt seviyede gidiyorsun. O zaman problem yaşamaya devam edeceksin.
Başarısızlığı bir son olarak kabul etmek sonunda başarısız olmak demektir. Bitmedi her şey. Düştüğünüz yer; aslında yeni bir hedefin başlangıç noktasıdır. Başarısız olduğunuz an; yeni bir başarıya yelken açma anıdır. Başarısızlık bir son değil. Uhud savaşına baktığımızda; Müslüman sanki başarısız olmuş gibi geldi, ama Uhud savaşı Müslümanların tekrar dirilişidir. Onun için olaylara, gidişata bakış açımızı doğru yapmamız lazım.
Başarılar Zorlukların Arkasında Gizlidir…
Yüzü şişmiş vaziyette yaşlı bir insan geldi muayenehaneme. Gözleri hep beni süzüyordu. Muayene bitince ben reçete yazmak için yan odama geçtim, o da arkamdan geldi.
“Doktor bey, bana bir daha bakar mısın, yüzüme lütfen bir daha bakar mısın?” dedi.
Ben zannettim ki, dişimi bir daha muayene eder misin demek istiyor.
“Amcacığım, baktım, muayene ettim, şimdi ilaç yazacağım” dedim.
“Yok yavrum, muayene et demek istemedim, benim yüzüme, simâma iyice bir daha bak. Ben de sana zaten epeydir bakıyorum. Ben, sanki seni bir yerlerden tanıyorum, evet bana insanlığı hatırlatan sözlerin sahibi o ufacık çocuk sensin. Meleğim benim, nasıl unutabilirim seni, hatırladın mı beni” dedi.
Pek şaşırmamıştım bu sözlere, çünkü gelen binlerce hastadan bazıları, nadir de olsa, beş on kuruşu vermemek için öyle çok hikâyeler uydururlar ki, “İşte onlardan biri daha” dedim içimden.
“Hatırladın mı canım, benim güzel yavrum? Kar yağmıştı Yeşilhisar’a, öyle yağmıştı ki, sen yürürken beline kadar gömülüyordun. Havdıra dağı, Topal Ömer’in dağı Hele Erciyes daha bir heybetli görünüyordu. O gün ayrıca fırtına çıkmıştı birkaç saatlik. Karları alıp bir yerlerden başka bir yerlere üfürüyordu. Ve o karda senin ayakkabıların yoktu, okula öyle gelip gidiyordun. Sınıfımda altı öğrencim vardı ayakkabısı olmayan. Sonra onların beşi ayakkabıya kavuşmuş, ayakkabısız bir sen kalmıştın Abdülkerim’im, canım.”
“Başarılı insanlar kitap okumakla fevkalade barışıktırlar. Bunun için zaman aramazlar, zaman ayırırlar…”
Ben bir anda şaşkına dönmüştüm. 45 yıl aradan sonra bazen hatırlayıp kendisine dua ettiğim Kuddusi öğretmenim karşımdaydı. Aklımın ucundan geçmezdi onu böyle karşımda bulacağım. Her hatırlayışımda, “acaba nerede, belki de çoktan ölmüştür kim bilir” diye düşünürdüm. Hiç unutabilir miyim böylesi merhamet ve şefkat abidesi güzel öğretmenimi?
O’nu da lüzumsuz hikâyeler uyduran bazıları ile karıştırmam beni çok üzdü. Neden hep kötüye yorumluyordum, neden her gelene “bu da onlardan biridir mutlaka” mantığı ile bakıyordum. Beni böyle düşünmeye iten sebepler gözümün önünden geçti. Ben de çok iyi niyetliydim, bu iyi niyetimin faturasını çok pahalıya ödemiştim. Çok aldanmış, hatta bazen “Ya Rabbi, yarattığın bu kadar insan içinde bir tanesi iyi çıkmayacak mı ey güzel Allah’ım” diye Rabbimle dertleşmiştim. Kuddusi öğretmenime de ilk etapta öyle bakmam normaldi.
O anlatmaya devam ederken dayanamayıp, “canım öğretmenim sizsiniz ha” deyip, bekleme salonunda bekleyenlerin önünde, gözlerimden yaşlar akarak, 5-6 yaşlarındaki bir çocuk gibi öyle sarıldım ki, bırakmak istemiyordum. O beni, ben onu sanki hiç bırakmamak üzere kucaklamış, öyle sıkı sarılmıştık ki birbirimize ayrılmak istemiyorduk.
Sonra benim odama geçtik. Bekleyen hastalarımdan yarım saat müsaade istedim, onlarda gördükleri tablo karşısında seve seve kabullendiler Allah razı olsun.
O karlı, fırtınalı günü benim gibi hiç unutmamış ve O, en ince teferruatına kadar hatırlıyormuş meğer. Benim hatırımda kalan sadece o soğuk günde öğretmenimin bana bir ayakkabı alarak beni sevindirmesi idi. O zor günü yeniden anlattı.
“Sınıfa girdim. Yine her zamanki gibi selamlaştık. Bizim meslekte oturmak yoktur bilirsin evladım, hakkını vermelisin aldığın paranın. Dersi ayakta anlattım, gözüm hep sendeydi, beni dinledin. Masum bir vaziyetin vardı. Dersi tekrar anlatman için seni tahtaya kaldırdım. Bu sefer her zamankinden farklıydın. “Kalkmak istemiyorum” dedin. Buna inanamadım küçüğüm! Sinirlendim, tekrar söyledim adını, “Tahtaya kalk!” Gözlerin doldu ama kalkmadın. Ne acı ki, gururuma yenildim. Her şeyi anladığımı zanneden bir öğretmen bilirdim kendimi. Yokluktan üşüyen onurunu anlayamadım, hissedemedim. Kalktın, evet kalktın; gözlerinden düşen damlalarla yanıma geldin, gözlerime baktın. Israr etmesem konuşmayacaktın, biliyorum. Usulca yaklaştın, kulağıma fısıldadın. Hâlâ kulaklarımda o sözün; “Öğretmenim! Ayakkabım yok, tırnaklarım taşlara çarpmaktan kanlar içinde, üstelik ayağımda çok kirli, görüyorsunuz. Bu vaziyetimi arkadaşlarımın görmesinden utanıyorum, o yüzden kalkmak istemedim…” Bilir misin kurşun insanı bir sefer öldürür, ben o an binlerce kez öldüm.
Bütün arkadaşların baktı sana, sen o kadar onurluyken. Herkes gördü senin kanayan çıplak ayaklarını.
Kaynayan bir aşın varsa evde, 3-5 kuruş paran da varsa cebinde, kralı oluyorsun dünyanın. Gözlerine perde iniyor ansızın, gözlerin ya görmüyor fakirin hâlini, ya da görmek istemiyor insanlıktan bir haber yüreğin.
Sen yine oturdun usulca yerine. Kolay mı ders anlatmak, o küçücük ayaklar kan revan içindeyken, donmuşken? O yalan bilmeyen dilin, yoksulluğa bel bükerken, ne kadar dinleyebilirdin anlattıklarımı, bunca emsal çocukların arasında ezik düşmüşken?Teneffüste herkes dışarı çıktı. Kalmanı istedim, ağlıyordun. Öyle ağlıyordun ki, ancak nehirler dile gelirdi gözyaşlarında. Sarıldın sıkıca, biliyor musun, biraz evvel sarıldığın gibi? Bir daha hiç kimse sarılmadı bana. Bakıştık birbirimize, babayla oğul gibi. Sonra ağlayışımıza güldük. Cebimden para çıkarıp sana uzattım. Yeni bir ayakkabı al diye, öyle onurluydun ki almadın. Sonra bir hikâye anlattım, inandın bana. “Söz veriyorum öğretmenim!” diyerek parayı aldın.
Biliyor musun ben o gece hiç uyumadım. Defalarca sorguladım kendimi. Koluma çantayı takıp okul bahçesinde tur atmanın öğretmenlik olmadığını o gün anladım. Sıcacık evimin odasında şiirler, hikâyeler yazarken, öğretmenliğin tahta başında kalmadığını seninle öğrendim güzel çocuk. Ben hayatı yeniden seninle keşfettim.
Ertesi gün Cuma idi, hayatımda daha da büyük şoku o gün yaşadım. Gülümseyerek öğretmenler odasına girdin, beni çağırdın. Kısık bir sesle “Öğretmenim gelebilir misiniz?” Gözlerindeki o parıltı var ya, sanki yeniden doğdum o ışıltınla. Ayakkabılarını gösterdin bana, ümitlerin kadar parlaktı ayakkabıların. Giderken elime bir miktar para tutuşturdun. “Bu ne?” dedim. Yeşilhisar da Cuma günleri pazardı ve sen, pahalı olmaması için ayakkabılarını pazardan aldığını söyledin. Artan parayı da bana getirmiştin. Sen ne asildin güzel çocuk, sen ne asildin. Kim öğretmişti sana bu kadar asil olmayı, dik durmayı? Ben mi öğretmendim, yoksa bana insanlığı öğreten sen mi? “Ayakkabı almışın ama gördüm ki çorapların da yok, haydi onunla da çorap alırsın güzelim!” dedim.
Aradan 45 yıl geçmiş, seninle büyüdüm, olgunlaştım, yenilendim. Kim bilir şimdi o hangi yıldızlar ülkesindedir? Hâlâ o minik ellerini, gecenin soğuğunu kimlerle paylaştığını, yarım ekmeğini kimlerle bölüştüğünü düşünüp durmaktaydım. Allah bizi tekrar burada buluşturdu.
Anladım ki, kitaplardan öğrenilmiyor her şey. Sana binlerce teşekkür; bana içtenliği, onuru, paylaşmayı, her şeye rağmen dürüst ve ayakta kalmayı, kısaca insan olmayı öğretmiştin KARA GÖZLÜ MELEK…”
“Yinelenen başarısızlıklar; başarıya giden yoldaki parmak izleridir.”
Tekrar ikimiz de ağlıyorduk, Göz göze geldik gülümsemeye başladık. Dedim; “Öğretmenim, benim sizden ayakkabı parasını almamı sağlayan, anlattığınız hikâyeyi siz de hatırlıyorsunuz. O zaman bana hikâyenin gereğini yerine getirmem için bu fırsatı ver. Rabbimize hamd-ü senalar ediyorum. Beni o günlerde kardan, kıştan koruyacak ayakkabılarım yokken, siz bana ayakkabı, çorap aldınız. Sizin de ağzınızda ihtiyacınız olan besinleri parçalayıp, midenize gönderecek hiç dişiniz yok. Siz de müsaade ederseniz, bu gün sıra bende.
‘Abdülkerim Karaağaç’
“Hiç hata yapmamış olan kişi; hiçbir şey yapmamıştır.”
Abdülkerim Karaağaç ağabeyimizin 45 yıl önce öğretmeniyle yaşadığı, aradan geçen 45 yıl sonra muayenehanesinde bizzat öğretmeniyle karşılaşmasını anlatan bir hikâye. Gençlerimize, çocuklarımıza bunları anlattığımız zaman sanki yüzyıllar öncesinde yaşanmış hikâyeler gibi geliyor. Ya da bugün hayatta başarıyı yakalamış, hayatta bir yerlere gelmiş insanların sanki oralara paraşütle geldiklerini zannediyorlar. Sanki o konumların tombaladan çıkmış bir şans olduğunu düşünüyorlar. O insanların hayat yolculuğunda o noktalara gelene kadar yaşadıkları sıkıntıları, acıları, ızdırapları görmek istemiyorlar.
Ya da bugün gençlerimize bunları anlattığımızda, bunu hayal etmesi bile mümkün değil. Bir ilkokul öğrencisi karda çıplak ayakla karların içine bata çıka gidecek, ayakkabısı olmayacak, taşlardan tırnakları kan revan içerisinde olacak. Verecekleri tepki; “Hadi canım hangi yüzyılda yaşıyoruz?” olur. Bunu tasavvur etmek bile zor olur. Böyle bir şeyin olabileceğini hayal etmek bile gençlerimize imkânsız gibi gelebiliyor. Ama emin olun bu ve buna benzer o kadar çok hikâye var ki…
“Üstün benliğini keşfetmek için gururun gölgesini kaldır.
Gerçek benliğini bulmak için önce kendini kaybetmelisin.”
Emin olun, belli bir konuma gelmiş insanların hayatında öylesine acılar, zorluklar, sıkıntılar var ki. Kolay mı zannediyorsunuz? Ama bakın o zorluklar içerisinde, o sıkıntılar içerisinde ayağına bir ayakkabı ve çorap bulmakta zorlanan, ancak öğretmeninin aldığı ayakkabı ve çorapla okula gelip giden bir insan bugün çok güzel bir meslek sahibi, iyi bir diş doktoru, çevresinde sevilen, sayılan bir insan olabiliyor.
“Yenilince ümitsizliğe kapılma, her başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar.”
‘Germain Martin’
Kolay olmuyor ki. Başarının üstesinden gelmek çok basit bir hadise mi? Dönüp başarıyı yakalayan insanlara baktığımızda, o başarının arkasında gelen, onun öncesinde o noktaya getirene kadar olan sıkıntıları görebiliyor musunuz? 90 dakikalık bir film izliyoruz, harika muhteşem. Ama o film 90 dakika olana kadar yüzlerce insanın hangi acı ve ızdırapları çektiğini görebiliyor muyuz? Bir şirket, bir kurum, bir insan başarıyı yakalıyor ama o başarıyı yakalayana kadar yıllar boyunca hangi ızdıraplara, sıkıntılara, dertlere, kederlere göğüs gerdiğini görebiliyor muyuz? Farkında mıyız?
Ancak bu sıkıntılar içerisinde başarı geldiği zaman, başarının tadı bir başka güzel oluyor. Eğer yüreğinizin bir yerinde böyle bir hikâyeniz varsa, yüreğinizin bir yerinde böyle bir acınız varsa, yutkunmakta zorlandığınız bir olay yaşadıysanız o zaman hayatta başarılı olmak çok daha kolaydır.
Serada yetişen insanlarla, tarlada yetişen insan arasındaki fark budur. Serada yetişen insanlar görüntü olarak bugün çok güzeller, egoları şişmiş, muhteşem bir özgüveni varmış gibi görünüyorlar. Dışarıdan baktığımızda gerçekten bizden çok daha iyi görünüyorlar. Ama küçük bir olumsuzlukla karşılaştıkları an, havaları, ısıları, nemleri, ilaçları hafif derecede azaltıldığı anda işleri bitiyor. Kavanozun dışına çıktıkları an, ciddi sıkıntı yaşıyorlar.
Ama tarlada yetişen, sıkıntıları gören, acıları yaşayan, kışın karında, yağmurunda sırtında paltosu olmadan okula giden binlerce insanlar zirvedeyken çakılsalar bile tekrar zirveye çıkabilecek gücü kendilerinde bulabilirler. Onlar hiçbir zaman vazgeçmezler. Onlar hayatın gerçeklerini görebilen, yaşayabilen, farkına varabilen insanlardır.
Bugün durumu en kötü olan insanın bile en azından şuan ders çalışabilmesi için imkânları mevcut. Ders çalışma kitapları, çalışma masası olmayan kaç kişi var acaba? Eminim yüzde 5’i geçmeyecektir. Yüzde 95’i her türlü imkâna sahip. Hatta kışın 3, 4 tane montu var. Botu ayrı, spor ayakkabısı ayrı, kışlığı, baharlığı ayrı en kötü insanın 2, 3 tane ayakkabısı var bugün. Çoğunuz servisle okula gidip geliyorsunuz. Çoğunuza her türlü imkân sağlanıyor.
Daha gözünüzü kırpmadan istekleriniz aileniz tarafından önünüze sunuluyor. Suratınızı hafif ekşittiğiniz zaman anne baba, adeta bir hizmetçi gibi karşınızda hazır ol vaziyetinde durup; “Buyur evladım, emret ne istiyorsan hemen yapalım. Yeter ki sen şu gözlerini kırpma, suratını asma” diyorlar. Kendinize bağlamış durumdasınız. Anne babalar bütün işlerini bırakmışlar “Onlara daha iyi nasıl hizmet edebiliriz, daha güzel imkânlar nasıl sağlarız, onların daha mutlu olmaları için neler yapabiliriz?” düşüncesinin peşinde koşuyorlar.
Ama bu kadar imkâna ve güzel fırsatlara rağmen gerçekten başarılı olmamız gerektiği kadar başarılı mıyız? İlkokulda giyecek ayakkabısı olmayan, beline kadar karların içerisinde belki sırtında paltosu olmayan onlarca, yüzlerce öğrenci var. Ama bakın sonunda çok da başarılı olabiliyor.
Bu insanlar bu sıkıntılar içerisinde başarıyı yakalarken, bu insanlar bu imkânsızlıklar içerisinde vazgeçmeyip, mücadelelerini sürdürürken, ayağında ayakkabı yokken, ayakları adeta donmuşken gelecekle ilgili hayal kurarak bunu başarırken, siz sevgili gençler size ne oluyor?
Başarılı olmak, hayallerinize kavuşmak istiyorsanız o zaman şu rahat bölgenizi bir terk edin bakalım. Siz elinize başarı öykülerini alıp okurken, birileri bir sonraki başarı öyküsü kitabında yerini almak için her gün adım atmaya ve o kitaptaki yerini doldurmaya çalışıyor. Nasıl olsa birileri adlarını oraya yazdıracaklar. O birileri siz olabilirsiniz.
Başarıya Giden Yollar…