“Hayatı keşfetmek, insanın kendini keşfiyle başlar…”
Her şeyin bir ömrü var, hayatın, ilişkilerin, dostlukların, tüm dokunduklarının ve tüm hayalini kurduklarının, bütün kırgınlıklarının ve tüm yürek yaralarının da bir ömrü var…
Bitse de bir gün, yine de yaşamak isterdim, gelen ve gelecek olan, biten ve bitecek olan her şeyi. Görmek isterdim tüm gördüklerimi ve göreceklerimi, yine sevmek isterdim, tüm sevdiklerimi…
Tecrübelerin arttıkça sükûnetin de artıyor. Geride kalanı pencereden fırlatmakla, kapıdan uğurlamak arasındaki tercih insanın kendisine kalıyor. Hayata baktığımız gözlüklerin rengi ve numarası değiştikçe, renkler ve çehrelerde değişmeye başlıyor. Aslında her yaş insana ardından baktığı camı biraz daha değiştirmeye zorluyor.
Ne kadar dinleyebiliyoruz iç sesimizi… En son ne zaman konuştuk onunla, ne zaman dertleştik… Kendimizle baş başa kalmayalı, yaralanan yerlerini sarmayalı, yorgun sesini dinlemeyeli kaç doğum günü geçti üzerinden…
Eskiden yoksunluk bir sorun olarak algılanırken, günümüzde zamansız edinilmiş fazlalardan dolayı sorun yaşıyoruz. Her şeye daha kolay sahip olabiliyoruz ama hızlanan bunca şeye rağmen insanoğlu eskisinden daha mutlu değil. Mutluluğun sahip olmakla bir ilişkisi olmadığını anladığımızda umarım iş işten geçmiş olmaz…
***
İÇİNDEKİLER
Acıyı Göle Bırakmak …. 13
Kendi Hikâyemizi Sevmek …. 18
Biterse Yeniden Başlar …. 21
Sepetteki Bebek, İçimdeki Ben …. 25
Değişen Zaman ve Sevgi …. 28
Almak ve Olmak …. 31
Kek mi, Krema mı ? …. 34
Sevgi,Tutku ve Benlik Arasında …. 39
Duyguyu Doğru İfade Edebilmek …. 44
En Çok Vermek Kabul Etmektir …. 48
Nasıldım Anne? …. 52
Kendimizle Tatile Çıkmak …. 56
Bir Kirpi Oku Mesafesindeki Sevgi …. 60
Bir Otuz Yaş Klasiği …. 64
Rakip Değil Ekip Olmak …. 68
Modern Zamanlarda Terapi …. 72
Çocukluğumuza İnelim …. 76
İki Kişilik Bir Yol Hikâyesi …. 79
İlk Seanslarda Neden Ağlanır? …. 83
Ben Sadece Üzgün Bir Kadınım …. 87
Bağlılık mı, Bağımlılık mı? …. 91
Dizi Dizi Hayatlar …. 95
60 Yaşında Çocuk Olmak …. 100
Bugünlerde Neyi Tüketiyorsunuz? …. 104
İyi Bir Evliliğin Reçetesi Var mı? …. 108
Sevmenin Fazlası …. 115
Temiz Yürekler Biriktiriyorum …. 119
Hüznün Öğreticiliğine Dair …. 122
Kalanların Ardından …. 125
Nasıl Mutlu Olunur? …. 129
Allah’ım Beni Yavaşlat …. 134
Büyümek Sancılıdır …. 140
İnsanın Eşya ile İmtihanı …. 144
İnsan Kaybettiğini Kaybettiği Yerde Bulur …. 147
Babalara Dair …. 151
Çocuğumuzu Yeniden Fark Etmek …. 154
Çocuklardan Mutlu Olmanın Sırları …. 158
Babaların İyisi …. 163
İlk Çocuk Olmak Zordur …. 167
Çocuklar Yaralarını Nasıl Sarar? …. 172
Karşılaştırma Yapmak Öfke Doğurur …. 176
Oynarken Öğrendim …. 181
Olumsuz Bir Dünyada Olumlu Çocuklar Yetiştirmek …. 185
Özgüvenli Olsun Derken, Bencil mi Oldular? …. 189
Dijital Çağda Çocuk Olmak …. 195
Var ile Yok Arasında Olmak …. 201
Giriş
Bu kitaptaki yazılar gün ışığında yazılmadı. Gecenin en suskun, en bereketli ve en huzurlu vakitlerinde kaleme alındı. Benim sırdaşım, yoldaşım oldu.
Kuralsız cümleleri severim ben, bir de vakitsiz zamanları… Bu yazıların yazıldığı anlar da, bu vakitsiz zamanlardı…
Bir şeyi hesap etmediğinde, sadece yüreğinin sesiyle yol bulmaya çalıştığında, yaptığın her şey, önce seni terbiye ediyor, önce senin yaralarını sarıyor. Yazarken yüreğimi tüm yüklerinden boşaltmanın ferahlığını hissettim. Ne kadar yorulduğumu ve içimi dinlendirmek için yazmam gerektiğini yazarken anladım.
Sonra, o küçük benle karşılaştım, bazen onun için ağladım, acıdım ona, kıyamadım, bazen de elinden tutup ayağa kaldırdım… Onunla barışmazsam, onu sevmezsem hiçbir zaman büyüyemeyeceğimi anladım. Bazı yazılarda genellikle onun dilini kullandım, onun sesiyle yazmak istedim. Bu tanıdık ses, bana yitirdiğim kendimi tekrar hatırlattı. Duygularımı unutmak isteyip de attığım yerlerinden çıkardım, hepsini tek tek sevdim…
Sonra onların ne kadar sadık olduklarını düşündüm…
İnsanın hayatı boyunca tutku duyduğu, severek yaptığı, yaparken de daha fazla sevdiği bir tarafı olması ve bunu arayıp bulması gerektiğine inandım. Ben yazarken yakaladım bu aşkı… Kelimelerin ve cümlelerin sırdaşlığını sevdim… Duyguları kalbin derinliklerine gömmek yerine, kelimelerin penceresinden nefes aldırılırsa, bir şifâcıya dönüştüklerine şahitlik ettim…
Banu Yaşar
Psikolog & Psikoterapist
DUYGU KEŞİFLERİ
ACIYI GÖLE BIRAKMAK
Hintli yaşlı bir usta, çırağının her şeyden sürekli şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
“Tadı nasıl?’’ diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı’’ diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken usta aynı soruyu sordu:
“Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye yanıt verdi genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı, “Hayır” diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun kenarına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
“Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
Hayat hiçbir zaman ve hiçbir kimse için düz bir yol olmamıştır. Önüne çıkan her bir tümsekte hayata dair algıların da değişir. Bütün kalıplarını tekrar oluşturursun. Hayat, işte budur dediğin her cümlede, atladığın her tümsekte değişir. Geldiğin her yaş dilimi kendine ve yaşadıklarına başka bir pencereden bakmayı öğretir. Büyümek denen şey de budur aslında…
Ve bu süreç, bize verilen yaşama süresi boyunca devam eder gider. Tam anladığını ve çözdüğünü düşündüğün zaman, yeni bir soru tarzıyla karşılaşırsın. Hayatına belli zamanlarda giren her şey ve herkes senin büyümen, anlaman ve daha da özgürleşmen için birer görevlidir. Görevlerini yapar ve kendileri de fark etmeden çekip giderler hayatımızdan. O hiçbir şeyi döküntü olsun diye yaratmaz. Karşılaştığımız, sevdiğimiz, öfkelendiğimiz, aradığımız ve bulduğumuz her şey belki de yaşayacağımız diğer şeylerin alt yapısını oluşturur.
Ben bunu niye yaşadım ki diye sorarız kendimize ve neler olduğunu anlayamayız… Bize kalan onları nasıl karşıladığımız ve nasıl uğurladığımızdır aslında . Her gelen, bir misafir niyetiyle gelir, görevini yapar ve gider. Aşırı sahiplenmek, tutkuyla bağlanmak, onsuz yapamayacağımızı düşünmek hayatı zorlaştırır yüreğimize…
Sürekli şikayet etmek ve sızlanmak da sadece zaman kaybettirir insana…
‘Neden hep aynı şeyleri yaşıyorum, niye hep aynısı oluyor, neden ben, bunu hiç hak etmedim ki’ diye ne kadar çok söylenirir dururuz..
Şifreyi çözemedikten ve anlamadıktan sonra, aynı soruların sorulmasından daha doğal ne olabilir ki….
Bardak olup daracık bir alanda boğulmak ve hayatı sadece oradaki acıdan ibaret saymak insanın yüreğini tüketir. Oysaki yaşadığımız acıyla ilgili bakış açımızı genişletirsek, hem daha az canımız yanar, hem de oradan çıkmak daha kolay olur. İlk düşüşte oradan çıkmak yıllarımızı alırken, sonrakilerde ya bilerek düşeriz, ya da yanından geçip gideriz. En azından diplerden çıkmak yıllarımızı almaz ve daha kısa sürer.
Hissettiğimiz duygu, çoğu zaman olayın kendi gerçekliğinden daha yoğun yaşanır. İçimizde farklı anlamlar yükleriz yaşadıklarımıza, hayatın sonu gibi gelir her gelen… Öylesine yanar ki içimiz, hep orada, o acıyla kalacağımızı ve bundan hiç kurtulamayacağımızı zannederiz.
Her gelenin iyi niyetle verildiğini unutup, korunma psikolojisi ile sürekli savunma ve şikâyetle karşılarız onları. Sızlandıkça büyür, kocaman olur. Kendi elimizle büyüttüğümüz, kendi kalbimize öyle ağır gelir ki, nefes bile alamaz oluruz.
Zihnimizde, büyürken kalıplandığımız otomatik olumsuz cümlelerin yerine, daha olumlularını koyduğumuzda olayların seyri birdenbire değişir. Hiçbir şey değişmese de, yüreğin sakinleşir, huzur bulur.
Çoğu zaman olaylar değildir canımızı acıtan… Onu nasıl algıladığımız ve nasıl yorumladığımızdır aslında… İçimizdeki sıkıntıyı bardağa değil de, büyük bir göle bırakırsak eğer, yüreğimiz hafifler, yüklerinden kurtulur ve yaşamak için daha çok enerji kalır kendimize ve sevdiklerimize….
KENDİ HİKÂYEMİZİ SEVMEK
‘Her yaşın ayrı bir güzelliği var’ diyor şarkılar….
Oysa biz, içinde bulunduğumuz yaşı değil de, ya geçmişteki çocukluk zamanlarını ya da geleceğin henüz gelmemiş günlerini hayal edip, içinde bulunduğumuz anın farkına bile varamıyoruz. Hep bir şeyleri beklerken, geçen zamana da ömür diyoruz sanırım. Arada geçen vakitler, hayatımıza uğrayan insanlar ve olaylar, bu kayıp zamanların garip yolcuları olarak belli belirsiz çekip, gidiyorlar…
Oysaki, her verilen ve her gelen kendi hikâyesiyle geliyor, kendi yazgısıyla uzaklaşıyor hayatımızdan… Çoğunu fark edemiyoruz bile, biz dertlenip, şikâyet ederken ne gelişlerini, ne de gidişlerini görebiliyoruz…
Farkındalık genellikle ikinci yarıda başlıyor. Kum saatinin tersine dönmesiyle, tekrar süre veriliyor. Otuz ile başlayan yaşlarda, adeta hayata bakış açın, duyguların, korkuların ve hayallerin değişiyor. Bir geç kalmışlık paniği yaşıyorsun, yüreğinin ta dibinde…
Yetiştirmen gereken ne çok şey var aslında… Her şey eksik ve yarım gibi geliyor. Oysa ne çok şey öğrendin, hikâyen tam da okunacak kıvama geldi. Belki eskisi kadar güçlü ve cesur değilsin, karar almak o kadar da kolay gelmiyor sana, ama yüreğin daha iyi seçiyor iyi ve kötüyü, kokusunu çok uzaklardan alıyorsun masumiyetin ve iyiliğin…
Sen adını koymasan da, yüreğin hissediyor, alacağın yarayı da, yaşayacağı acıyı da… Artık daha bilerek, daha görerek yaşıyorsun hayatı. Kendini daha az kandırıyorsun… Bir karar aldığında yürüyeceğin yolu, eskisinden daha iyi seçebiliyorsun. Önündeki çukura düştüğünde ya bilerek düşüyorsun ya da oradan çıkman artık yıllarını almıyor…
Kendine daha çok gülüyorsun, arızalı taraflarını daha çok seviyorsun, her halin daha sevimli geliyor sana. Kendinle savaşmayı bırakıp, ona karşıdan değil, yakından bakmayı öğreniyorsun. Tanıdık bir ses gibi, eskiden kalma bir dost gibi; güvenilir, samimi ve daha gerçek olduğunu hissediyorsun.
İçindeki sesi susturmak yerine, onunla tanışmayı, onu dinlemeyi ve anlamayı öğreniyorsun… Üstünü örttüğün, sıkıca kapattığın duyguların ve düşüncelerin, eskisi kadar korkutmuyor seni… Doğal halinle ve hesapsızca kendin olabildiğinde, kaybetme korkusu olmadan duygularını söylemenin inanılmaz hafifliğini yaşıyorsun. Kendini eskisinden daha değerli, daha özel hissediyorsun… Yaradanla baş başa olduğunu, nazının ancak O’na geçtiğini ve O’nun seni çok sevdiğini, hiç yalnız bırakmadığını, senden hiç vazgeçmediğini fark ediyorsun…
Gerçekten de her yaşın ayrı bir güzelliği var. Yaşadığımız her anın, o anda yanımızda olan sevdiğimiz insanların, konuştuğumuz konuların ve kurduğumuz hayallerin hepsi çok değerli. İnşallah bunu fark edenlerden, kendi hikâyesini bilerek ve severek okuyanlardan oluruz.
BİTERSE, YENİDEN BAŞLAR
Hayatımızdaki her şeyin bir ömrü ve bir vazifesi var, biliyorum. İnsan, özellikle ömrünün ikinci yarısında, bunu daha da iyi fark ediyor. Bitirmeden başlayamıyorsun ve boşaltmadan da dolduramıyorsun içini. Seni Seven ve Büyüten asla döküntü yaratmıyor. Önüne çıkardığı her şeyle tekrar tekrar anlatıyor sana.
Bu gerçeği kabullenmek zor olsa da, aslında bununla sürekli yüz yüzeyiz. Her gün bir şeyler bitiyor ve yerine yenileri başlıyor. İnsan çoğu zaman sedece seyrediyor olan biteni… Kendi hayatının filmini seyreder gibi. Bazen kendinin bile yabancısı olduğun bölümlerin içinde buluyorsun yüreğini. Orada olman gerektiğini ve iyi ki de orada olduğunu ancak yıllar sonra anlıyorsun. Bir eksik ya da bir fazla değil, hepsini yaşaman gerektiğini zamanın geçişiyle daha da iyi fark ediyorsun. Kaç kerede anladığını ise, ancak O biliyor.