Yıkılan bir imparatorluk,
Can çekişen bir konak,
Yasak bir aşk…
Onlarınki Osmanlı’nın en yasak aşkıydı!
“Sevmek acı bir arzudur bazen. Seversin ama karşındaki seni sevmez. Bir şekilde tek taraflı kalır. Esir bir kalpsindir artık. Azat olmaz bir kuş. Kafesinde dönüp durursun. Kafesin hayallerden örülüdür. Hepsi hayaldir ama onları yıkıp geçemezsin de. Biliyor musun Nermin, bazen hayaller yaşadıklarımızdan daha gerçektir.”
İlk romanı Kanlı Taht’la kısa sürede adını duyuran Nahit Gür, yeni romanı Esir Kalpler’le de bu başarısını sürdürüyor. İkinci Abdülhamîd döneminde geçen bu aşk ve intikam öyküsünde, kadınların ne kadar âşık ve ne kadar acımasız olabildiğine siz de şaşıracaksınız.
I.
Vişneçürüğü kanepelerden birinde oturan Refika, Cavide’nin camgöbeği yeldirmesiyle salona girdiğini duymamıştı bile. Hararetli bir şekilde elindeki dergiyi inceliyordu. Ünlü romancı Mehmet Rauf’la, kadınlara ve güzelliğe dair yapılmış bir röportajdı bu kadar ilgisini çeken. Yazar, kadınları iştah açıcı meyvelere, hoş kokulu çiçeklere benzetiyor, adeta okuyanlara bu lezzetleri tattıracak, bu kokuları duyuracak denli güzel anlatıyordu.
Cavide küçük bir çocuk gibi oyun yapmak, koca salonda yalnız başına oturan Refika’yı şaşırtmak için adımlarına dikkat ederek genç kadına usulca, arkadan yaklaşmaya başladı. Yüzünde muzip bir ifade vardı. Kıkırdamamak için kendini zor tutuyor, elini gayri ihtiyari ağzına götürüyordu.
Usulca yaklaştı, yaklaştı. Artık aralarında, fazla değil, bir iki adım kalmıştı. Ancak son anda bir aksilik!
Ayağı halıya takılınca sendeledi.
Mutlaka Refika’nın da fark edeceği kadar bir ses çıkmış, Cavide’nin sürprizi bozulmuştu.
Refika hemen arkasından gelen sesle korkarak bir kâbustan uyanırcasına sıçradı. Fakat arkasına dönüp baktığında ve gelenin Cavide olduğunu gördüğünde gözleri aşkla parladı.
Dudaklarında beliren tebessüm gitgide büyüyüp inci gibi parıldayan dişlerini meydana çıkardı.
İki kadın hiçbir şey söylemeden birbirlerine atıldı.
Refika, “Cavideciğim,” diyerek sarıldı.
Cavide, Refika’nın kolları arasında, “Ruhum,” diye titredi.
İki kadın bir an için salona birinin girebileceğini, onları bu halde görebileceğini ve sonrasında yaşanması muhtemel binlerce şeyi unutup, kısaca tüm dünyayı unutup dudak dudağa kenetlendi.
Bu bir an onlara koca bir ömür gibi gelmişti. Bugünle birlikte tam bir hafta oluyordu. Bir haftadır birbirlerini görmemişlerdi. Ve bu kadar uzun bir süre görüşüp sevişmemeleri üç aylık ilişkilerinde belki de bir ilkti.
Refika istemediği halde dudaklarını sevgilisinin dudaklarından ayırdı. Koca konakta onlarca çift gözün tacizi altında dikkatli olması gerektiğini, dikkatli olmaları gerektiğini biliyordu. Hemen içeriki salona baktı.
Bulundukları salonun büyük kapısı konağın ikinci salonuna açılıyordu. Sağdaki iki pencere, her ne kadar birinin kafesleri, diğerinin tülü kapalı da olsa bahçeden görülebilmelerini olanaklı hale getiriyordu. Salonun ucunda solda ve ortada iki kapı vardı. İkinci salonda da benzer iki kapı, yine bu salonda sağda bir pencere… Refika tüm bu kapı ve camları teker teker kontrol etti gözleriyle.
İkinci salonun ortada bulunan kapısından kayınbiraderi Nesip Bey’in dairesine geçilirdi. Solda bulunan kapı misafirlere ve iş görenlere aitti. Birinci salondaki kapılardan biri mabeyin kapısı, öbürüyse Şekip Paşa, Cavit ve Nermin’in odalarına açılırdı.
Tanrım ne kadar çok insan vardı bu konakta! Kocası, kayınbiraderi, Cavit, Nermin, hizmetçiler… Sonra Makbule! Evet, Makbule!
Bu hayattan, bu kalabalıktan, bu her yaptığını kontrol etmek zorunluluğundan ne kadar da sıkılıyordu. Bazen başını alıp gitmek, hatta intihar etmek istediği oluyordu.
Ama gizli saklı da olsa mutluydu. Seviyordu Cavide’yi. Hem daha önce sevmediği kadar.
Bu aşk farklıydı öncekilerden. Tüm yaşadıkları, hayatına giren diğer kadınlar… Düşünmeye bile değmezdi ya hiçbirini…
Mutluydu. Geçmişi silip atmışta. Tüm yaşadıkları, aşkları geride kalmıştı. Cavide, biricik Cavidesi yanı başındaydı.
İstemeyerek de olsa ayrıldı Cavide’den.
Kanepeye gitti. Cavide de gelir yanına oturur, saatlerce bir ondan, bir bundan, bin bir konudan bahseder, sırf birlikte oldukları, diz dize, göz göze oldukları için zevk içinde günü geçirirler sanıyordu.
Fakat kanepeye oturup arkasına döndüğünde Cavide’nin üstünü düzeltmekte olduğunu gördü. Şaşırdı. Nasıl yani? Neden üzerini düzeltiyordu? Daha yeni gelmemiş miydi? Sadece bir kere, o da istediğinden katbekat kısa öpüşmemişler miydi henüz?
Cavide anlam veremeyerek kendisine bakan Refika’ya aşkla, “Gidiyorum ben,” dedi.
Ve hemen, sevdiğinin itirazlarına, şikâyet ve sitemlerine maruz kalmaktan kaçarcasına kapıya yöneldi.
Refika hayretle sordu.
“Hayrola?”
Cavide dönüp hiçbir şey söylemeden rica eder, hatta yalvarır gibi baktı sadece. Refika hışımla ayağa kalkıp genç kadına doğru bir iki adım attı.
“Anlamadım, gitmek niyetinde misin?”
Cavide üzgün olduğunu her halinden belli eden bir tavırla, “Evet,” dedi.
“Ateş almaya mı geldin buraya?”
“Refika…”
Refika sinirliydi. Cavide’nin sözünü bitirmesine fırsat vermedi.
“Daha az önce kapıdan girdiniz ve şimdi gidiyorsunuz, öyle mi?” Refika sinirle, “Her zaman böyle,” diye de ekledi.
Cavide bunu kabul etmiyordu tabii.
“İftira.”
“Hiç olmazsa biraz otur. Birkaç dakika. Biraz, biraz. Birkaç saniye. Böyle iki uzak dost gibi…”
“Rica ederim, Refika!”
“Neden?”
“Anlayışsızsın… Ben onca yolu seni görmeye geldim. Ve şimdi seni gördüm. Gidiyorum.”
“Beni görmek mi? Bu kadarcık bir görüşme. Olmaz, bırakmam ki!”
“Israr etme! Refikacığım? Müfit biraz rahatsız.”
Müfit, Cavide’nin üzerine titrediği biricik oğluydu. Refika, sevgilisinin oğluna düşkünlüğünü bilirdi. Bu yüzden ne diyeceğini bilemedi. Şimdi şikâyete devam etmesi yakışık alır şey değildi.
Endişeyle sordu.
“Geçmiş olsun, nesi var?”
“Hiç. Küçük bir ‘migren.’ Hazımsızlıktan olmalı.”
“Olabilir! Bilirsin ki çocuklar abur cubur yemeye meraklıdırlar.”
“Sağ olsun, hiç söz dinlemez. Ne bulursa yemek ister. Matmazel de biraz dikkatsiz!”
Refikanın yüzünde bir aşağılama belirdi. Gözleri kısılmış, kaşları çatılmış, alnı buruşmuştu.
“Matmazeller, Batı’nın bu süprüntüleri âşıklarını düşünmekten çocuklar için vakit bulamıyorlar ki!”
Cavide sorma der gibi bir el hareketiyle, “Bu beşinci mürebbiye… Hepsi birbirine o kadar benziyor, o kadar benziyor ki bir başkasını bulmak zahmetine artık yeltenmiyorum… Çocuğuma kendim bakarım, daha iyi,” dedi.
Refika aniden bir iki adım daha atarak genç kadının yanına geldi.
“Hâlâ gideceğim diyor musun?”
“Mademki Müfit hastadır, gitmeliyim, öyle değil mi?”
“Sen de söylüyorsun ya işte, önemsiz bir şey. Hem evde o kadar insan var, birinden biri bakar. Mesela dadı kalfa Müfit’i
çok sever.”
“Bir anne kadar hiç kimse bakamaz!”
Cavide gitmek için hamle yaptı. Ancak Refika çevik bir hareketle eline sarıldı.
“Korkulacak bir şey olsaydı gönderirdim. Hatta ben de beraber gelirdim. Ama mademki değildir..
Cavide bir an için ne yapacağını bilemedi. Bir şey bulmalı, Refika’nın elinden de, dilinden de kurtulmalıydı. Hayır, ondan kaçmaya çalışmıyordu. O da isterdi bütün günü yanında geçirmeyi. Ve biliyordu, bu aralar seyrelmişti görüşmeleri. Fakat bu asla ama asla bir soğumadan ya da başka bir yakınlaşmadan kaynaklanmamıştı. Sadece günlerin getirdiği çoğu saçma sapan olan meseleler… Birden aklına geldi. Etraflıca düşünmeden, “Ayrıca bugün Paşa da evde,” deyiverdi.
Refika’nın rengi attı. Doğru ya Paşa…
Evli bir kadındı. Kocası. Bir kocası vardı. Dahası diğerleri. Tüm aile. Makbule sonra… Geçmişe ait bir hayalet gibi. Bir gölge gibi. Yanı başında.
Tüm ev üstüne üstüne geliyormuş gibi hissetti. Dudakları bir şey söylemek için aralandı. Bir süre titredikten sonra kapandı yeniden.
Cavide’nin ellerini bırakıp birkaç adım attı. Salonun ortasına kadar gelip orada öylece ayakta durmaya başladı. Kafasının içinde bin bir düşünce ile dikiliyordu. Neden sonra silkinerek ve sanki Paşa ya da diğerleri, hiçbir şey umurunda değilmiş gibi bir tavırla söze girdi.
“Paşa… O bir korkuluk. Benim gibi bir genç kadını her gece yanında bulundurmak ona yeter. Zaten ne istemeye hakkı var ki? Beyaz sakallarını karıştırarak bütün bir günü geçirebilir. Hem de sıkılmaksızın…”
Cavide bambaşka bir âlemdeydi. Oğlunu, küçük Müfit’i düşünüyordu. Sonra Refikaya baktı. Onu seviyor muyum, diye ge-çirdi içinden.
Üç aydır bir şekilde görüşüp durduğu bu güzel kadını seviyor muydu? Ya da ne kadar seviyordu Refikayı?
“Evet, yalnız ihtiyarların bu zaafından yararlanmaya kalkışmak olamaz. Sonra bizim hakkımızda şüpheye, tereddüde düşerler. Ve o zaman…”
Sırf bir şey demiş olmak için, ne dediğini bilmeden söylemişti bunları.
Refika dönüp baktı ona. Cavide garip bir hisse kapıldı. Anlam veremediği bir şey vardı bakışlarında.
“Ve o zaman?”
“Yine biz zararlı çıkarız. Çünkü istediğimiz gibi gezemeyiz, istediğimiz gibi eğlenemeyız, istediğimiz gibi aldatamayız.”
Refika, Cavide’nin neyi anlatmaya çalıştığını anlamıştı. Zaten her şey, her şey bu evde, bu hayatta tutsak olduğunu anlatıyordu ona. Hiçbir şey dememeye, itiraz etmemeye karar verdi. Madem istiyordu, gitsindi.
Bu sırada Nermin odaya girdi. Daha kapının yanından Refika’ya seslendi.
“Yenge, sizi paşa amcam görmek istiyormuş.”
Daha sonra Cavide’yi fark etti.
Biraz soğuk, “Hoş geldiniz,” dedi.
Cavide sadece başı ile selamladı Nermin’i. Refika iki kadın arasındaki bu soğuk selamlaşmayı fark edemeyecek kadar sinirlenmişti. Demek ‘paşa amcası’ onu çağırıyordu. Adeta tiksintiyle, diklenerek cevap verdi
“Paşa amcanız hiç bensiz olamaz mı?”
Nermin’in karşılığı alaylıydı. Amcasının genç karısına düşkünlüğünü anlamıyor değildi. Ancak bu, durumun trajikomikliğini ortadan kaldırmıyordu tabii.
“Zannederim.”
Cavide de gülümseyerek Refika’ya, “Sizi çok seviyor, ne yapsın?” dedi. Refika öfkeyle dönüp bakınca, bu sefer göz kırptı Nermin’e belli etmeden. Refika şikâyet etmeye başladı hemen.
“Biraz fazlaca.”
Nermin hemen yapıştırdı lafı.
“Kabahat sizin. Çünkü siz kendinizi sevdirmiyorsunuz.”
Amcası karısına ne kadar düşkünse, Refika o denli kaçıyor, yaşlı adamın yanına sokulmuyordu. Hâlbuki o da sokulsa, o da bir şekilde özverili ve ilgili olsa… 0 zaman böyle olmayacağı kesindi.
Refika da anlamıştı hemen imasını. Hemen saldırıya geçti.
“Hiçbir vakit amcan benim gibi kadın bulamaz.”
Az önce kalkmak için can atan Cavide de karıştı söze. Refikaya yarı destekler yarı alay eder bir laf attı.
“Şüphesiz. İhtiyar erkekler karşılarında pek az namuslu kadın bulurlar. Halbuki siz bugün namusun insan kılığına girmiş halisiniz.”
Refika iltifat olarak gördüğü bu lafla yumuşamıştı. Gülümseyerek yanıtladı.
“Namus kadar değerli bir şey var mıdır? Fakat ben onu Paşa için değil, kendim için saklıyorum.”
“Herhalde bundan yine Paşa yararlanıyor?”
“Tabii.”
Cavide’nin aklına oğlu Müfit geldi birden. Gözleri salonun süslü duvarlarında gezindi hızla. Bir saat göremeyince telaşla Nermin’e saati sordu.
“Nermin Hanım kızım, acaba saat kaç?”
“Beş buçuk olmalı efendim!”
“Artık gidiyorum Refıkacığım.”
Refika, Cavide’nin yanma gitti. Nermin’e aldırış etmeden Cavide’nin ellerini ellerine aldı. Sonuçta iki yakın arkadaşlardı.
Bunda ne kötülük, ne yanlış anlaşılma olabilirdi ki? Kadını kendisine doğru çekerek, “Şu şartla, akşam yine geleceksiniz,” dedi.
Cavide bir kız çocuğu gibi kırıla kırıla, “Bakalım,” diye yanıtladı.
Refika, Cavide’nin bu hallerini, çocuksuluğunu ne kadar sevdiğini fark etti yine. İçinde bir şeylerin eridiğini hissetti. Tüm ilgisizlikleri, kabalıkları silindi aklından.
Ancak hemen ciddileşti.
“İhtimallere arzulanırımı esir etmek istemem. Saat yedide bekliyorum.”
Cavide aynı duyguları paylaşarak, ancak biraz da Refika’nın ellerinden bir an önce kurtulmak için, “Olur, dedi. “Allahaısmarladık.”
Cavide ve Refika son bir kez hararetle öpüştü.
Tabii ki Nermin yanlarında olduğundan, biraz resmi ve yanaktan öpüştü iki kadın. Cavide kapıdan çıkmadan hemen önce dönüp sanki birden aklına gelmiş gibi az ötesindeki Nermin’e de selam verdi.
…