BİRİNCİ BÖLÜM
Uyanış Çağrısı
Kalabalık mahkeme salonunun tam ortasında yığılmış durumdaydı. O, ülkenin en seçkin avukatlarından biriydi. Bir dizi çarpıcı hukuki zaferinin yanı sıra bakımlı vücuduna giydiği üç bin dolarlık İtalyan takım elbiseleriyle de iyi tanınan bir adamdı. Orada, az önce tanıklık ettiğim şeyin şoku ile felç olmuş. Öylece duruyordum. Büyük Julian Mantle bir kurbana indirgenmişti ve şimdi çaresiz bir bebek gibi yerde kıvranıyor, deli gibi sarsılıyor, titriyor ve terliyordu.
O andan sonra her şey ağır çekimde hareket ediyor gibi göründü. Stajyer avukatı, heyecanla “Tanrım, Julian’ın başı dertte!” diye bağırarak, duruma bakakalmış olan bizleri kendimize getirdi. Yargıç paniğe kapılmış görünüyordu ve hemen acil durum telefonuna sarılarak bir şeyler mırıldandı. Bense kafası karışmış ve sersemlemiş, öylece duruyordum. İçimden “Lütfen ölme yaşlı budala. Gitmek için daha çok erken. Böyle ölmeyi hak etmiyorsun” dedim.
Bir süre ayakta mumyalanmış gibi duran mübaşir aniden harekete geçti ve yerde yatan hukuk kahramanına sunî solunum ile kalp masajı yapmaya girişti. Stajyer avukat da onun yanındaydı, uzun sarı bukleleri Julian’ın kıpkırmızı yüzüne doğru sarkmış, rahatlatıcı sözler söylüyordu; ancak onun bunları duyamadığı açıktı.
Julian’ı on yedi yıldır tanıyordum. Onunla ilk kez hukuk öğrencisi olduğum dönemde ortaklarından biri tarafından yaz için araştırma asistanı olarak işe alındığımda karşılaşmıştık. O zaman da her şeye sahipti. Büyük düşleri olan zeki, yakışıklı ve korkusuz bir avukat, firmanın genç yıldızıydı; mucizeler sergileyebilecek biriydi. Bir gece geç saatlerde çalışırken, köşedeki şahane ofisinin önünden geçtiğimde masif meşe masasının üzerinde duran çerçevelenmiş bir alıntı gözüme çarptı. Sözler Winston Churchill’e aitti ve Julian için söylenmiş gibiydiler.
Bugün eminim ki bizler yazgımızın efendileriyiz, bizden önce belirlenmiş olan bu görev gücümüzü aşmıyor; onun getireceği acılar ve güçlükler benim dayanıklılığımın üzerinde değil. Kendi nedenlerimize inandığımız ve aşılamaz bir kazanma azmimiz olduğu sürece zafer bizden esirgenmeyecektir.
Julian da kendi yolundan yürüdü. Sert, zor ve yazgısı olduğuna inandığı başarıya ulaşmak için günde on sekiz saat çalışmaya istekli biriydi. Dedikodulardan büyükbabasının ünlü bir senatör, babasının da Federal Mahkeme’de saygı duyulan bir yargıç olduğunu duymuştum. Bu noktaya parayla geldiği ve Armani bürünmüş omuzlarında çok büyük beklentilerin yükü olduğu açıktı. Yine de bir şeyi itiraf etmeliyim; o kendi yarışını sürdürüyordu. İşleri kendi tarzıyla halletmeye kararlıydı ve bunu gösteriye dönüştürmeyi seviyordu.
Julian’ın şok edici mahkeme gösterileri sürekli gazetelerin ön sayfalarında yer alıyordu. Zenginler ve ünlüler ne zaman kavgacı bir tarafı da olan üstün bir hukuk taktikçisine ihtiyaç duysalar ona koşuyorlardı. Onun iş dışındaki yaşantısı da muhtemelen İyi biliniyordu. Gece geç saatlerde kentin en şık restoranlarına seksi genç modellerle yaptığı ziyaretler veya “yıkım ekibi” olarak adlandırdığı gürültücü bir borsacılar grubuyla pervasız içki kaçamakları firmada efsane haline gelmişti.
O ilk yaz savunduğu heyecanlı cinayet davasında birlikte çalışmak için neden beni seçtiğini hâla anlayabilmiş değilim. Onun da okuduğu Harvard Hukuk Fakültesi’nden mezun olmama rağmen, kesinlikle firmadaki en parlak stajyer değildim ve aile ağacımda soylu biri olduğuma dair işaret yoktu. Babam Deniz Kuvvetleri’ndeki görevinden sonra tüm yaşamını yerel bir bankada güvenlik görevlisi olarak geçirmişti. Annem Bronx’ta büyüyen alelade biriydi.
Yine de sonradan ‘Tüm Cinayet Davalarının Anası’ olarak anılacak bu olayda onun hukuki yardımcısı olma ayrıcalığını kazanmak üzere çokça lobi yapan diğerlerinin arasından beni seçti; “açlığımı” sevdiğini söylemişti. Kazandık elbette ve karısını vahşice öldürmekle suçlanmış olan müvekkilimiz artık özgür bir adamdı; ya da karmaşık vicdanı ona izin verdiği ölçüde özgür.
O yaz çok şey öğrenmiştim. Öğrendiklerim, yeteneği olan her avukatın yapabileceği bir şey olan, hiç var olmadığı halde makul bir kuşkunun nasıl ortaya çıkarılabileceğinden çok daha fazlasıydı. Bu, kazanma psikolojisi hakkında bir ders ve nadir bulunan bir ustayı iş başında İzleme fırsatıydı. Bunları bir sünger gibi ta içime çektim.
Julian’ın daveti üzerine ortak olarak firmada kaldım ve aramızda çabucak kalıcı bir arkadaşlık gelişti. Onun birlikte çalışması en kolay avukat olmadığını söylemeliyim. Onun astı olmak çoğunlukla engelli koşu gibiydi, birçok kez gece geç saatlerde karşılıklı bağrışmalara neden oluyordu. Bu gerçekten onun yoluydu veya otobanı. Bu adam asla yanılıyor olamazdı. Ancak huysuz dış görünüşünün altında kesinlikle insanları önemseyen biriydi.
Ne kadar meşgul olursa olsun her zaman Jenny’nin hatırını sorardı, her ne kadar ben hukuk fakültesine gitmeden önce evlenmişsek de ona hâlâ ‘Gelinim’ diye seslenirdim.
Julian maddi sıkıntı içinde olduğumu başka bir yaz asistanından öğrendiğinde cömert bir burs almamı sağlamıştı. Kuşkusuz en iyilerle rekabet edebilirdi ve mücadeleyi kesinlikle seviyordu, ama arkadaşlarını asla ihmal etmedi. Asıl sorun Julian’ın işkolik olmasıydı.
İlk yıllar uzun çalışma saatlerini “Firma için iyi olanı yapıyorum” diyerek savunurdu ve Cayman’larda bir ay tatil yapmayı planladığını söylerdi, “Gelecek kış mutlaka.” Ancak zaman geçtikçe Julian’ın zekâsının ünü yayıldı ve iş yükü artmaya devam etti. Davalar giderek daha büyük ve daha iyi oldu ve Julian asla mücadeleden kaçacak biri olmadığından kendini daha çok ve daha çok zorlamayı sürdürdü. Meşgul olmadığı nadir zamanlarda, bir dosya üzerinde çalışmadığı için kendisini suçlamadan birkaç saatten uzun süre uyuyamadığını itiraf ederdi. Kısa süre içinde daha fazlasının açlığı ile yanıp tutuştuğunu açıkça gördüm; daha fazla prestij, daha fazla zafer, daha fazla para.
Beklenebileceği gibi, Julian son derece başarılı oldu. Çoğu kimsenin ancak düşleyebileceği her şeyi elde etti: Yıldızlara varan mesleki şöhret ile yedi basamaklı bir gelir, ünlülerin tercih ettiği bir semtte olağanüstü bir malikâne, özel bir jet, tropikal bir adada yazlık bir ev ve en değer verdiği varlığı; özel yolunun ortasına park ettiği parlak kırmızı bir Ferrari.
Ancak yüzeyden görünenin tersine her şeyin böyle rüya gibi olmadığını biliyordum. Yalnızca kavrayışım firmadaki diğerlerinden daha güçlü olduğu için değil, bu adamla en çok zaman geçiren kişi olduğum için de yaklaşan kötü sonun işaretlerini gözleyebildim. Her zaman birlikteydik, çünkü sürekli çalışıyorduk. İşler asla yavaşlayacak gibi görünmüyordu. Ufukta her zaman öncekinden daha büyük, bomba gibi bir dava vardı. Hiçbir hazırlık Julian için yeterli değildi. Yargıç şu soruyu ya da bu soruyu sorarsa ne olacaktı, Tanrı bağışlasın? Araştırmamız mükemmelden azsa neler olurdu? Mahkeme salonunun ortasında bir sürprizle karşılaşır, bir çift otomobil farının ışığına yakalanan bir geyik gibi bakakalırsa ne olurdu? Bu yüzden kendimizi sınıra kadar zorladık ve onun küçük, iş merkezli dünyasına ben de çekildim. Çoğu aklı başında insan evlerinde aileleriyle zaman geçirirken, biz, saatin iki kölesi, çelik ve camdan bir gökdelenin altmış dördüncü katında dünyayı elimizde tuttuğumuzu düşünerek, başarının aldatıcı görünümüyle körleşmişhalde canla başla çalışıyorduk.
Julian ile daha çok zaman geçirdikçe onun kendini daha derine gömmeye çalıştığını görebiliyordum. Bir tür ölüm arzusu duyar gibiydi. Hiçbir şey onu tatmin etmiyordu. Sonuçta evliliği yıkıldı, artık babasıyla konuşmuyordu, herhangi birinin isteyebileceği her türlü malvarlığına sahip olduğu halde aradığı şeyi hâlâ bulamamıştı. Bu duygusal, fiziksel ve ruhsal açıdan ortadaydı.
Elli üç yaşına geldiğinde yetmişlerinde gibi görünüyordu. Genelde yaşama “asla rehin alma” prensibiyle yaklaşması ve özelde dengesiz yaşam tarzının getirdiği muazzam stres nedeniyle yüzü kırışıklık içindeydi. Pahalı Fransız restoranlarında geç saatlerde yenen akşam yemekleri, kalın Küba puroları ve kadehlerce içtiği konyak onu rahatsız edici şekilde şişmanlatmıştı. Kendini sürekli hasta ve yorgun hissettiğini söylerdi. Espri anlayışını yitirmişti ve artık gülmüyordu, Julian’ın geçmişteki hevesli ruh hali ölümcül bir melankoliye dönüşmüştü. Kendi adıma, onun yaşamında amaç duygusunun tamamen ortadan kalktığını düşünüyordum.
Belki de en üzücü olan şey, mahkeme salonunda dikkatinin dağılmasıydı. Bir zamanlar orada bulunan herkesi konuşma sanatının incelikleriyle kurduğu sıkı bir kapanış konuşmasıyla şaşkına çevirirken, şimdi saatlerce sonuca varamıyor, mahkemenin gözünde davaya pek az katkısı olan ya da hiç olmayan anlaşılmaz olgulardan söz ederek konuyu dağıtıyordu. Eskiden diğer tarafın avukatının itirazlarına verdiği yanıtlarla onun bir hukuk dâhisi olduğunu düşünmesini sağladığı yargıcın sabrını test eden iğneleyici bir alaycılık sergilerdi. Oysa şimdi Julian’ın yaşam ışığı sönmeye başlamıştı.
Bu yalnızca onu mezara erken götürecek çılgın yaşamının eseri değildi. Bunun daha derinlerden geldiğini hissetmiştim. Bu ruhsal bir şey gibi görünüyordu. Hemen her gün, yapmakta olduğu şey için hiç tutku duymadığını ve boşluk hissiyle çevrelendiğini söylerdi. Julian daha genç bir avukatken, her ne kadar ailesinin sosyal konumu nedeniyle bunun içine itilmişse de hukuku gerçekten sevdiğini söylemişti. Hukukun karmaşaları ve entelektüel zorluklan onu kendine bağlamış ve enerjiyle doldurmuştu. Hukukun sosyal değişimi etkileme gücü ona esin kaynağı olmuş ve motive etmişti. O zamanlar Connecticut’lı herhangi bir zengin çocuktan daha fazlasına sahipti. Elinde gerçekten iyilik yapma gücünü görmüştü, bu tanrı vergisi yeteneği diğerlerinin sosyal iyileşmesine yardım için kullanabileceği bir araçtı. Bu bakış açısı yaşamına anlam katmıştı. Ona bir amaç vermiş ve umutlarını ateşlemişti.
Julian’ın çöküşünde mesleğiyle olan sorunlu ilişkisinden daha fazlası vardı. Ben firmaya girmeden önce büyük bir trajedi yaşamıştı. Kıdemli ortaklardan birine göre Julian’ın başına kimseye sözünü etmek istemediği bir şey gelmişti, ancak bu konuyu deşebileceğim birini bulamamıştım. Ritz-Carlton’ın barında, devasa ofisinden daha çok zaman geçiren çenesi düşük, yaşlı Harding bile bu sırrı asla açıklamayacağını söylemişti. Bu derin ve karanlık sır her neyse, Julian’ın içine düştüğü girdapta payı olduğu yönünde bir kuşkum var. Elbette biraz meraklı davranmıştım, ama her şeyin ötesinde ona yardım etmek istiyordum. O sadece hocam değil, benim en iyi arkadaşımdı.
Ve sonra olan oldu. Bu büyük kalp krizi, dâhi Julian Mantle’ı yere serdi ve onu ölümle yüzleştirdi. Yedi numaralı mahkeme salonunun tam ortasında, daha önce Tüm Cinayet Davalarının Anasını kazandığımız o salonda, bir Pazartesi sabahı.
İKİNCİ BÖLÜM
Gizemli Ziyaretçi
Tüm firma mensuplarının katıldığı bir acil toplantıdaydık. Toplantı büyük salonda yapıldığı için ciddi bir sorun olduğunu anlamıştım. Toplanan kalabalığa ilk konuşacak olan yaşlı Harding’di.
“Korkarım çok kötü haberlerim var. Julian Mantle, dün Atlantik Havayolları davası görülürken mahkeme salonunda ciddi bir kalp krizi geçirdi. Şimdi yoğun bakım servisinde, ama doktorları durumunun kontrol altına alındığını ve iyileşeceğini söylediler. Ancak Julian bir karar verdi ve sanırım bunu hepinizin bilmesi gerek. Ailemizden ayrılma kararı almış, hukuk çalışmalarını bırakacak. Firmaya dönmeyecek.”
Şok geçirmiştim. Sorunlar yaşadığını biliyordum, ama bırakacağını asla düşünmemiştim. Ayrıca yaşadığımız onca şeyden sonra bunu ondan kişisel olarak duyma nezaketini hak ettiğimi düşünüyordum. Onu hastanede görmeme bile izin vermedi. Her uğradığımda hemşireye, uyuduğu için rahatsız edilmemesi talimatı verilmiş oluyordu. Telefonlarıma yanıt vermeyi bile reddetti. Belki ona unutmak istediği yaşamını hatırlatıyordum. Kim bilir? Ancak size bir tek şey söyleyeyim: Kırılmıştım.
Tüm bunlar üç yıldan biraz fazla bir zaman önce yaşanmıştı. Son duyduğum, Julian’ın bir tür keşif gezisi için Hindistan’a gittiğiydi. Ortaklardan birine yaşamını sadeleştirmek istediğini, “kimi yanıtlara ihtiyacı olduğunu” ve onları bu mistik ülkede bulmayı umduğunu söylemişti. Malikânesini, uşağını ve özel adasını elden çıkardı. Ferrari’sini bile satmıştı.”Julian Mantle, Hintli bir yogi?” diye düşündüm, “Yasa en gizemli şekillerde işliyor.”
Bu üç yıl içinde, çok çalışan genç bir avukattan bıkkın, biraz sinik ve daha yaşlı bir avukata dönüştüm. Eşim Jenny ile bir ailemiz vardı. Sonuçta kendi anlam arayışıma başladım. Sanırım buna yol açan çocuğumuz olmasıydı. Onlar dünyaya ve benim onun üzerindeki rolüme bakış açımı kökten değiştirdi. Bunu babam, “John, ölüm döşeğindeyken isteyeceğin şey asla ofisinde biraz daha fazla zaman geçirmiş olmak olmayacak” sözleriyle en iyi şekilde ifade etmişti. Bu yüzden evde daha çok zaman geçirmeye başladım. Biraz sıradansa da oldukça keyifli bir varoluş biçimini benimsedim. yardım derneğine üye oldum, ortaklarım ve müşterilerimi memnun etmek için cumartesileri golf oynamaya başladım. Ancak size şunu söylemeliyim ki kendimle baş başa kaldığım zamanlarda Julian’ı sıkça düşünür, firmadan beklenmedik şekilde ayrılmasından sonra neler yaşadığını merak ederdim.
Herhalde Hindistan’a yerleşmişti, bu ülke öyle farklı bir yerdi ki Julian’ınki kadar huzursuz bir ruh bile orada dinginliğe kavuşabilirdi. Veya belki Nepal’de seyahat ediyor, Caymanlar’da sualtına dalıyordu. Kesin olan bir şey vardı; resmi mesleğine geri dönmemişti. Hukuktan kendi isteğiyle uzaklaştıktan sonra hiç kimse ondan bir kartpostal bile almamıştı.
Yaklaşık iki ay önce çalan kapım kimi sorularıma ilk yanıtları getirdi. Yorucu bir günde tam son müvekkilimle görüşmemi tamamlamışken, akıllı biri olan asistanım Genevi eve kapıdan küçük fakat şık döşenmiş ofisime kafasını uzattı.”Burada seni görmek isteyen biri var John. Acil olduğunu söylüyor ve seninle konuşmadan gitmeyecekmiş.”
Duraksamadan cevap verdim, “Çıkmak üzereyim Genevieve Hamilton dosyasını bitirmeden önce bir şeyler atıştıracağım. Şu an kimseyi görecek vaktim yok. Ona herkes gibi randevu almasını söyle ve sana daha fazla sorun çıkarırsa güvenliği ara.”
“Ama seni gerçekten görmesi gerektiğini söylüyor. ‘Hayır’ı yanıt kabul etmiyormuş!”
Bir an güvenliği kendim çağırmayı düşündüm, fakat gerçekten muhtaç durumdaki biri olabileceğini düşünerek daha bağışlayıcı bir tavır takındım.
“Tamam, onu içeri gönder” diyerek geri adım atlım, nasılsa işim olduğunu bahane edebilirdim.
Ofisimin kapısı yavaşça açıldı. Kapı ardına dayandığında otuzlu yaşlarının ortalarında, gülümseyen bir adam göründü. Uzun boylu, ince ve kaslıydı; canlılık ve enerji yayıyordu. Bana hukuk fakültesinde birlikte okuduğum şu mükemmel çocukları hatırlattı, mükemmel ailelerden gelen, mükemmel evleri, arabaları, mükemmel ciltleri olan. Fakat ziyaretçimde genç ve iyi görünüşünden fazlası vardı. Altta yatan huzuru ona neredeyse kutsal bir hava katıyordu. Ve gözleri. Delici mavi gözleri ilk tıraşı konusunda kaygılı bir yeni yetmenin taze ve esnek cildine değen bir jilet gibi beni bölüp geçiyordu.
“İşimi elimden almaya niyetli bir başka hızlı avukat” diye düşündüm kendi kendime.”Yüce tanrım, neden öylece orada durmuş bana bakıyor? Umarım geçen hafta kazandığım büyük boşanma davasında temsil ettiğim kadının eşi değildir. Belki güvenliği çağırmak o kadar da aptalca bir fikir değildi.”
Genç adam sevdiği bir öğrencisini izleyen Buda gibi gülümseyerek bana bakmayı sürdürdü. Dayanılmaz sessizlik içinde geçen uzun bir aradan sonra şaşırtıcı biçimde emredici bir ses tonuyla konuştu:
“Tüm konuklarına böyle mi davranırsın John, hele sana mahkeme salonundaki başarının ilmini öğreten birine? Meslek sırlarımı kendime saklamalıydım” dedi, kendine güvenen bir gülümsemeyle.
“Julian? Bu sen misin? İnanamıyorum! Gerçekten sen misin?”
Konuğumun güçlü kahkahası kuşkularımı doğruladı. Önümde duran genç adam uzun süredir kayıp olan şu Hintli yogiden başkası değildi: Julian Mantle. İnanılmaz değişimi karşısında şaşkına kayıp olan şu Hintli yogiden başkası değildi: Julian Mantle. İnanılmaz değişimi karşısında şaşkına dönmüştüm. Eski meslektaşımın hayalete benzer rengi, hastalıklı öksürüğü ve cansız gözleri artık yoktu. Alameti farikası haline gelen yaşlı görünüşü ve hastalıklı hali gitmişti. Aksine, karşımda duran adam bana son derece sağlıklı görünüyordu, kırışıksız cildi ışıltılar saçarak parlıyordu. Parlak gözleri sıradışı canlılığına açılan bir pencereydi. Belki daha da hayret verici olan Julian’ın yaydığı huzurdu. Oturmuş onu izlerken kendimi tamamen rahat hissettim. Artık önde gelen bir hukuk firmasının “A-tipi” kıdemli ortağı olan sinirli adam değildi. Bunun yerine, karşımda değişimin genç, yaşam dolu ve gülümseyen bir modeli duruyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Julian Mantle’ın Mucizevi Dönüşümü
İyileşmiş ve yenilenmiş Julian Mantle karşısında hayrete düşmüştüm.
İçimden kuşkuyla “Yalnızca birkaç kısa yıl önce yorgun ve yaşlı bir adam gibi görünen biri şimdi nasıl olur da böyle canlı ve yaşam dolu olabilir?” diye sordum, “Gençlik çeşmesinden büyülü bir ilaç içmesine izin mi verildi? Bu sıradışı dönüşümün nedeni ne olabilir?”
İlk konuşan Julian oldu. Bana, yalnızca fiziksel ve duygusal açıdan değil spiritüel açıdan da kendisine bu faturayı çıkaranın aşırı rekabetçi hukuk dünyası olduğunu anlattı. Hızlı yaşantı ve bitmeyen istekler onu yıpratmış ve hızla tüketmişti. Vücudunun çökmüş, zekâsının pırıltısını yitirmiş olduğunu itiraf etti. Geçirdiği kalp krizi daha derinde yatan sorunun yalnızca bir belirtisiydi. Bu birinci sınıf savunma avukatının üzerindeki sürekli baskı ve tüketici çalışma temposu, en önemli ve belki de en insani varlığını yitirmesine de yol açmıştı; ruhunu. Doktoru ya hukuktan ya da yaşamından vazgeçmesi konusunda bir ültimatom verdiğinde, gençliğinde sahip olduğu yaşam ateşini, hukuk daha az keyifli hale gelip daha çok işe dönüştükçe sönmüş olan o ateşi tekrar canlandırmak için altından bir fırsat gördüğünü anlattı.
Julian tüm malvarlığını nasıl sattığını ve Hindistan’a, kadim kültürü ile mistik gelenekleri onu hep büyülemiş olan bu ülkeye gidişini anlattıkça gözle görülür şekilde heyecanlanıyordu. Küçük bir köyden başka bir küçük köye, kimileyin yürüyerek kimileyin trenle yolculuk ederken gelenekleri öğrenmiş, sonsuz manzaraları görmüş, Hindistan’ın sıcaklık ve şefkat yayan insanlarına giderek artan bir sevgi duymuş ve yaşamın gerçek anlamına dair tazeleyici bir bakış açısı kazanmıştı. Hatta, çok az şeye sahip olan bu insanlar Batı’dan gelen bu yorgun misafire evlerini ve kalplerini açmışlardı. Bu büyüleyici ortamda günler haftaları kovaladıkça. Julian yavaş yavaş kendisini belki de çocukluğundan beri ilk kez yeniden canlı ve bütün hissetmeye başlamıştı. Doğal merakı ve yaratıcı zekâsı, heves ve yaşam enerjisiyle birlikte geri dönmüştü. Ve tekrar gülmeye başlamıştı.
Bu egzotik ülkede geçirdiği her anın keyfini çıkarmışsa da Julian bana bunun yorgun bir zihni dinlendirmek için yapılan basit bir tatilden fazlası olduğunu anlattı. Bu uzak ülkede geçirdiği zamanı “kendi benliğine yaptığı seyahat” olarak tanımlıyordu. Çok geç olmadan gerçekten kim olduğu ve ne için yaşadığını bulmaya karar vermişti. Bunun için önceliği daha yaşamaya değer, tatmin edici ve aydınlanmış bir yaşam sürmeye dair kadim bilgeliğe sahip kültürlerle tanışmaktı.
Julian “Anlattıklarım kulağa çok tuhaf gelsin istemem John, ama içimden bir komut aldım, bir ses bana kaybettiğim kıvılcımı yeniden ateşlemek için spiritüel bir yolculuğa başlamamı söylüyordu” dedi.”Bu benim için olağanüstü bir özgürleşme dönemiydi.”
Araştırdıkça, yüz yıldan uzun yaşayan Hint bilgeleri hakkında daha fazla şey duyuyordu, bunlar İlerleyen yaşlarına karşın gençlik dolu, enerjik ve canlı bir yaşam sürdüren bilgelerdi. Yeni yolculuklar yaptıkça zihin kontrolü ve spiritüel uyanış sanatında ustalaşmış, yaşlanmayan yogiler hakkında daha çok şey öğrenmişti. Gördükleri çoğaldıkça insan doğasının bu mucizelerinin ardındaki dinamikleri daha iyi anlamış, onların felsefesini kendi yaşamına uygulamayı ummuştu.
Yolculuğunun ilk aşamalarında Julian tanınmış ve çok saygı duyulan birçok öğretmenle tanışmıştı. Her birinin onu acık kalplilikle kucakladığını, varlıklarını çevreleyen yüce konularda derin düşünceler ve sessizlik içinde geçirdikleri yaşamları boyunca edindikleri bilgi hazinelerini kendisiyle paylaştığını anlattı. Julian Hindistan’ın mistik manzarası boyunca yayılmış, asırların bilgeliğinin asil bekçileri olarak yükselen tarihi tapınakların güzelliğini de tarif etmeden geçmiyor bu çevrenin kutsallığından ne kadar etkilendiğini itiraf” ediyordu.
“Bu yaşamımın çok büyülü bir dönemiydi John. Sonunda ben yarış atından Rolex’ine kadar her şeyini satmış olan yorgun ve yaşlı bir avukattım ve geri kalanları Doğu’nun sonsuz geleneklerine doğru atıldığım macerada sürekli eşlikçim olacak büyükçe bir sırt çantasına doldurmuştum.”
Merakımı yenemeyerek “Ayrılmak zor muydu?” diye sordum.
“Aslında yaşamım boyunca yaptığını en kolay şeydi. Çalışmaya ve tüm dünyevi işlere elveda demek bana doğal göründü. Albert Camus bir keresinde ‘Geleceğe yönelik gerçek cömertlik şu an mevcut olan her şeyden vazgeçmeyi içerir’ demiş. Evet, benim yaptığım da tam olarak buydu. Değişmem gerektiğini biliyordum, bu yüzden kalbimi dinlemeye ve bunu çok etkili bir biçimde yapmaya karar verdim. Geçmişimin yüklerini geride bıraktığımda yaşamım daha kolay ve anlamlı hale geldi. Yaşamın büyük zevklerini kovalamak için bu kadar çok zaman harcamayı bıraktığım anda ay ışığında gökte dans eden yıldızları izlemek veya güzel bir yaz sabahı güneş ışınlarıyla yıkanmak gibi küçük nazlardan mutluluk duymaya başladım. Üstelik Hindistan entelektüel açıdan o kadar uyarıcı bir yer ki geride bıraktıklarım nadiren aklıma geldi.”
Bu egzotik kültürün bilge ve âlimleriyle ilk karşılaşmalar ilginçse de Julian’ın açlık duyduğu bilgiyi ona vermemişti. Yaşam kalitesini değiştireceğini umarak aradığı bilgelik ve pratik teknikler yolculuğunun bu ilk günlerinde ondan kaçmaya devam etmişti. Bu durum Julian’ın Hindistan’daki yedinci ayında yaşadığı ilk gerçek aydınlanmaya kadar da değişmemişti.
Himalayalar’ın eteklerinde uyur gibi duran antik ve gizemli eyalet, Keşmir’deyken Yogi Krishnan adlı biri ile karşılaşma şansını yakalamıştı. Saçları tamamen tıraşlı bu ufak tefek adam da ‘önceki yaşamında’ bir avukat idi ve bunu sıkça espri konusu yapıyordu, O da modern Yeni Delhi’nin karakteristik hızlı yaşam tarzından bıkarak maddi servetinden vazgeçmiş ve daha sade bir dünyaya çekilmişti. Köy tapınağının bakıcısı olan Krishnan, kendini tanımaya ve daha geniş bir perspektifte varoluş amacını bulmaya geldiği söylemişti.
Julian’a ‘Yaşamımı büyük, ‘havalı bir matkap’ gibi çalışarak geçirmekten yorulmuştum. Görevimin
başkalarına yardım etmek ve bir şekilde bu dünyayı daha iyi bir yer yapmaya katkıda bulunmak olduğunu kavradım. Şimdi vermek için yaşıyorum” demişti.”Günlerimi ve gecelerimi bu tapınakta geçiriyor, sade fakat doygunluk veren bir yaşam sürüyorum. Öğrendiklerimi buraya dua etmeye gelen herkesle paylaşıyorum. Muhtaç olanlara hizmet ediyorum. Ben bir bilge değilim. Sadece kendi ruhunu bulmuş biriyim.”
Julian bir avukatken yogiye dönüşen bu adama kendi öyküsünü anlatmıştı. Ün ve ayrıcalıktan oluşan önceki yaşamından söz etmişti. Yogi Krishnan’a servet açlığı ve çalışma saplantısından bahsetmişti. Yaşamının parlak ışığı dengesiz yaşam tarzının rüzgârıyla titreşmeye başladığında yaşadığı iç karışıklığı ve ruhsal krizi büyük bir samimiyetle ortaya sermişti.
Yogi Krishnan sempati ile “Ben de bu yoldan geçtim dostum. Senin hissettiğin acıyı ben de yaşadım. Ancak her şeyin bir nedeni olduğunu öğrendim” demişti.”Her olayın bir amacı ve her yenilginin verdiği bir ders vardır. Kişisel gelişim için kişisel, mesleki, hatta spiritüel anlamda olsun bir başarısızlık yaşamanın gerekliliğini kavradım. Geçmişinden asla pişmanlık duyma. Bunun yerine onu bir öğretmen olarak kabul et.”
Julian bana, bu sözleri dinledikten sonra büyük bir sevinç duyduğunu söyledi. Belki de Yogi Krishnan’da aradığı akıl hocasını bulmuştu. Bir avukata daha dengeli, keyifli ve memnun edici bir yaşam yaratmanın sırlarını öğretmek için, eskiden başarılı bir avukat olan ve kendi spiritüel yolculuğunda daha iyi bir yaşamın yolunu bulmuş birinden daha iyisi olabilir miydi?
“Yardımına ihtiyacım var Krishnan. Daha verimli ve dolu bir yaşam sürmeyi öğrenmek için.”
“Sana bu yolda yardım etmek bana onur verir” dedi yogi.”Ancak sana bir öneride bulunabilir miyim?”
“Elbette.”
“Bu küçük köydeki bu tapınağın bakımı için çalıştığım süre boyunca. Himalayalar’da yaşayan gizemli bir grup bilgeye ilişkin söylentiler duydum. Efsaneye göre onlar insanın yaşam kalitesini büyük ölçüde iyileştiren bir çeşit sistem keşfetmişler üstelik yalnızca fiziksel anlamda değil. Bunun zihin, vücut ve ruhun potansiyelini serbest bırakmaya yönelik kutsal ve ebedi bir prensipler ve teknikler bütünü olduğu söyleniyor.
Julian etkilenmişti, bu mükemmel görünüyordu.
“Bu bilgeler tam olarak nerede yaşıyor?”
“Kimse bilmiyor ve itiraf etmeliyim ki ben aramaya başlamak için fazla yaşlıyım. Ancak sana bir tek şey söyleyeceğim dostum; onları bulmayı pek çok kişi denedi ve bir çoğu başarısız oldu, hem de trajik sonuçlarla. Himalayalar’ın yüksek kesimleri akla gelmeyecek kadar tehlikelidir. En iyi dağcılar bile doğal engeller karşısında çaresiz kalır. Ama aradığın mükemmel sağlık, kalıcı mutluluk ve ruhsal tatmin ise ulaşmak istediğin bu bilgeliğe sahip olan ben değilim, onlar…”
Julian vazgeçen biri değildi, Yogi Krishnan’ı biraz daha sıkıştırdı.”Onların nerede yaşadıkları konusunda hiçbir fikrin olmadığına emin misin?”
“Sana tüm söyleyebileceğim köyün yerlileri arasında ‘Sivana’nın Büyük Bilgeleri’ olarak bilindikleridir. Yerlilerin mitolojisinde Sivana ‘aydınlanma vahası’ anlamına gelir. Bu bilgeler yapıları ve etkileri açısından kutsal kabul edilirler. Onları nerede bulabileceğini bilseydim emin ol sana söylerdim. Ancak inan ki bilmiyorum, aslında kimse bilmiyor.”
Ertesi sabah Hindistan güneşinin ilk ışıkları renkli ufukta dans etmeye başladığında Julian kayıp Sivana topraklarına yapacağı yolculuk için hazırlanmıştı. İlkin dağlara tırmanmasına yardım etmesi için bir Sherpa rehber tutmayı düşündü, ancak tuhaf bir biçimde içgüdüleri ona bunun tek başına yapılması gereken bir yolculuk olduğunu söylüyordu. Böylelikle belki de yaşamında ilk kez sağduyusunu zincirlerinden kurtardı ve sezgilerine güvendi. Güvende olacağını hissetti. Bir şekilde aradığını bulacağını biliyordu; bir adanmışlık coşkusuyla tırmanmaya başladı.
İlk birkaç gün kolaydı. Kimi zaman patikalarda yürürken belki bir yontu için ağaç parçası bulmaya çalışan ya da bu gerçeküstü yerin cennete ulaşacak gibi görünen yüksekliklerine tırmanmaya cesaret eden herkese sunduğu mabedi arayan aşağıdaki köyün neşeli sakinlerinden birine rastlayabiliyordu. Diğer zamanlarda yalnız yürüyor, bu süreyi sessizce, yaşamında nereye geldiğini ve şimdi nereye gitmekte olduğunu düşünerek geçiriyordu.
Aşağıdaki köyün, doğal ihtişamın bu fevkalade tablosunda küçük bir benek haline gelmesi uzun zaman almadı. Himalayalar’ın tepelerini kaplayan kar krallığı kalbinin daha hızlı çarpmasına ve nefesinin uzun süre kesilmesine neden oluyordu. Çevresindeki doğayla bir olduğunu hissetti; bu, iki arkadaşın birbirlerinin en içten düşüncelerini dinleyip ve birbirlerinin şakalarına gülerek geçirdikleri uzun yıllardan sonra hissedebilecekleri türden bir bağ gibiydi. Temiz dağ havası zihnini açtı ve ruhuna enerji verdi. Dünyayı birçok kez dolaşmış olan Julian her şeyi gördüğünü düşünürdü.
Ama böyle bir güzellikle hiç karşılaşmamıştı. O büyülü anda içine çektiği bu güzellikler doğanın senfonisine mükemmel bir övgüydü. Kendini bir anda sevinçli, canlanmış ve tasasız hissetti. İşte burada, aşağıdaki köyün sırtlarında, Julian sıradanlığın kozasından yavaşça sıyrıldı ve sıradışının topraklarını keşfe başladı.
“Orada aklımdan geçeni hâlâ hatırlıyorum” dedi Julian. “Yaşamın, sonuçta tamamen seçimlerden ibaret olduğunu düşündüm. Birinin kaderi yaptığı seçimlerle belirleniyor ve ben yaptığım seçimin doğru olduğunu hissettim. Biliyordum ki yaşamım bir daha asla aynı olmayacak ve harika, hatta mucizevi şeyler yaşayacağım. Bu olağanüstü bir uyanış.”
Julian bana Himalayalar’ın nadiren ayak basılan kesimlerine tırmandıkça bir gerilim hissetmeye başladığını anlattı. “Ama bu olumlu yönde bir heyecandı, sanki mezuniyet balosundaymışım veya medya heyecanlı bir davadan önce beni mahkeme salonunun basamaklarında izliyormuş gibi. Bir rehber ya da haritadan yararlanmasam da yolum açık ve kesindi, az kullanılan bir patika beni yükseklere, bu dağların en ücra yamaçlarına doğru götürüyordu. Beni yavaşça hedefime yönlendiren bir çeşit iç pusulaya sahip gibiydim. İstesem de tırmanmayı bırakabileceğimi sanmıyordum.” Julian heyecanlanmıştı, sözcükler ağzından yağmurdan sonra dağdan akan bir sel gibi dökülüyordu.
Onu Sivana’ya götürmesi için dua ettiği rotada iki gün daha yürüyen Julian’ın düşünceleri önceki yaşamını sorguluyordu. Önceki dünyasını şekillendiren baskı ve gerginlikten tamamen kurtulduğunu hissetse de bundan sonraki günlerini avukatlık mesleğinin Harvard Hukuk Fakültesinden beri sunduğu entelektüel mücadele olmaksızın geçirip geçiremeyeceğini gerçekten merak ediyordu. En göz alıcı semtlerdeki en iyi restoranlara birlikte sıkça gittikleri eski arkadaşlarını düşündü. Değerli Ferrari’sini de düşündü ve motorunu çalıştırdığında otomobili yırtıcı bir kükremeyle sıçrayarak canlanınca kalbinin nasıl çarptığını.
Bu gizemli yerin derinliklerine yürüdükçe geçmişe dair düşünceleri, içinde bulunduğu anın hayret verici mucizeleriyle dağılıyordu. O doğanın zekâsının armağanlarını içine sindirirken ürkütücü bir şey oldu.
Yolun biraz ilerisinde, tuhaf şekilli, uzun, dalgalanan kırmızı bir cüppesi ve lacivert bir başlığı olan bir başka figürün durduğunu göz ucuyla fark etti. Julian ulaşması yedi tehlikeli gün süren bu ıssız yerde başka birini gördüğüne şaşırmıştı. Gerçek uygarlıktan kilometrelerce uzakta olduğu ve son hedefi olan Sivana’nın yerini hâlâ bilmediğinden bu dost görünüşlü yolcuya seslendi.
Figür yanıt vermeyi reddetti ve Julian’ı fark ettiğine dair bir tepki göstermeksizin arkasına bile bakmadan ikisinin de yürümekte olduğu yöne doğru adımlarını hızlandırdı. Gizemli yolcu az sonra koşmaya başlamıştı, kırmızı cüppesi rüzgârlı bir sonbahar günü bir çamaşır ipinde salınan ince pamuklu öttüler gibi arkasında zarifçe dans ediyordu.
Julian “Lütfen dostum, Sivana’ya gitmek için yardımına ihtiyacım var” diye seslendi, “Yedi gündür birazcık su ve yiyecek ile yolculuk ediyorum. Galiba kayboldum!”
Figür aniden durdu. Yolcu tamamen sessiz ve hareketsiz hakle beklerken Julian ona yaklaştı. Başını oynatmıyordu, elleri hareket etmiyordu ve ayaklan yerinde duruyordu. Julian başlığın altındaki yüzü göremiyordu, fakat yolcunun elinde tuttuğu sepetin içindekilere bakakaldı: Bunlar Julian’ın ömrü boyunca gördüğü en zarif ve en güzel çiçeklerdi. Julian yaklaştıkça figür elindeki sepeti daha sıkı kavradı, bu hem o güzel şeylere duyduğu sevginin hem de bu bölgede ancak çöldeki bir su damlası kadar ender rastlanabilecek bir batılıya karşı güvensizliğin göstergesiydi.
Julian yolcuyu büyük bir merakla süzdü. Bir an parlayan güneş haslığın altında bir erkeğin yüzü olduğunu ortaya çıkardı. Fakat Julian böyle bir adamı daha önce hiç görmemişti. En azından kendi yaşlarında olsa da bu adamın Julian’ı hipnotize edici, sonsuzluk gibi görünen etkisi karşısında durup bakakalmasına yol açan çarpıcı özellikleri vardı. Gözleri kedilerinkine benziyordu ve o kadar deliciydi ki Julian bakışlarını kaçırmak zorunda kaldı. Zeytin rengi cildi esnek ve düzgündü. Vücudu güçlü kuvvetli görünüyordu. Adamın elleri onun genç olmadığı gerçeğini açığa vuruyorsa da o kadar çok gençlik ve canlılık saçıyordu ki Julian gördükleri karşısında ilk kez bir sihirbazın gösterisini izleyen bir çocuk gibi büyülenmişti.
“Bu ‘Sivana’nın Büyük Bilgeleri’nden biri olmalı” diye düşündü kendi kendine, ancak bu keşfine pek az sevinebildi.
“Adım Julian Mantle. Buraya Sivana Bilgelerinden bir şeyler öğrenmek için geldim. Onları nerede bulabileceğimi biliyor musunuz” diye sordu.
Adanı Batı’dan gelen bu yorgun ziyaretçiye düşünceli bir ifadeyle baktı. Dinginliği ve huzuru, ışık saçan bir melek gibi görünmesine neden oluyordu Adam yavaşça neredeyse fısıldayarak konuştu, “Bilgeleri neden arıyorsun dostum?”
Kendisinden önce birçoklarını savmış olan gizemli bilgelerden birini bulduğuna gerçekten inanan Julian kalbini açtı ve bu yolcuya kendi seyahatini anlattı. Önceki yaşamından ve atlattığı ruhsal bunalımdan, sağlık ve enerjisini hukuk mesleğinde kazandığı kısa süreli basanlar uğruna nasıl feda ettiğinden söz etti. Manevi değerlerini kabarık bir banka hesabına nasıl değiştiğini ve ‘hızlı yaşa genç öl’ yaşam biçiminin verdiği sahte mutluluğu anlattı. Gizemli Hindistan’daki seyahatlerinden ve yine iç denge ile kalıcı huzur bulma umuduyla eski yaşamına veda eden Yeni Delhi’li eski avukat Yogi Krishnan ile nasıl tanıştığından bahsetti.
Yolcu sessiz ve hareketsiz kalmayı sürdürüyordu. Julian aydınlanmış yaşamın kadim ilkelerini öğrenmek için yanıp tutuştuğunu, neredeyse saplantılı bir arzu duyduğunu söyleyene kadar da konuşmadı.
Ancak Julian’ın bu sözlerinden. sonra adam bir elini onun omzuna koyarak hafifçe: “Daha iyi bir yolun bilgeliğine ulaşmayı gerçekten, kalpten istiyorsan eğer, sana yardım etmek benim görevimdir. Aslında ben bulmak için bu kadar uzağa geldiğin o bilgelerden biriyim. Tebrikler. Azmini takdir ediyorum. Gerçekten iyi bir avukatmışsın” dedi.
Sonra ne yapacağını düşünerek kararsızlıkla bir an duraklayarak “İstersen konuğum olarak benimle tapınağımıza gelebilirsin” diyerek devam etti.”O bu dağların gizli bir bölgesinde ve varmamız saatler sürecek. Orada erkek ve kız kardeşlerim seni sevgiyle karşılayacaktır. Atalarımızın yüzlerce yıllık mirası olan kadim ilkeleri ve stratejileri sana hep birlikte öğreteceğiz.”
“Seni özel dünyamıza götürmeden ve yaşamını daha fazla mutluluk, güç ve amaçla dolduracak bilgi birikimimizi paylaşmadan önce senden bir söz istemeliyim” dedi bilge. “Bu ebedî gerçekleri öğrendiğinde Batı’daki yurduna dönmeli ve sana sunulan bilgeliği ihtiyacı olan herkesle paylaşmalısın. Bu büyülü dağlarda izole olsak da sizin dünyanızın içinde bulunduğu kargaşadan haberdarız. İyi insanlar yollarını kaybediyor. Onlara hak ettikleri umudu vermelisin. Daha önemlisi düşlerini gerçekleştirmelerini sağlayacak araçları onlara sunmalısın. Tüm istediğim bu.”
Julian bilgenin koşullarını hemen kabul etti değerli mesajlarını Batı’ya ileteceğine söz verdi. İki adam patikada daha yükseklere, kayıp Sivana köyüne doğru yola çıktıklarında Hindistan güneşi batmaya başlamıştı, ateşten kırmızı küre uzun ve yorucu bir günün ardından büyülü uykusuna yatıyordu. Julian bana tüm mucizeleri ve gizemleriyle birlikte bulmak için çok zaman harcadığı yere, kardeşçe bir sevgi duyduğu o yaşı olmayan Hint bilgeleriyle birlikte yürüdüğü anın görkemini asla unutamadığını anlattı.
“Bu Yaşamımın kesinlikle en hatırlanmaya değer anıydı” dedi. Julian her zaman yaşamın birkaç önemli anla biçim-lendiğine inanmıştı. Bu da onlardan biriydi. Ruhunun derinliklerinde, bunun, sonraki yaşamının başlangıç noktası olduğunu hissetmişti, öncekinden çok daha fazla şey ifade eden bir yaşamın.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sivana Bilgeleri ile Büyülü Karşılaşma
Bir dizi karmaşık patika ve otlarla kaplı yollarda uzun saatler yürüdükten sonra iki yolcu verimli, yeşil bir vadiye vardılar. Vadinin bir yanında Himalayalar’ın karla kaplı tepeleri onlara komutanlarının kaldığı yeri koruyan ciltleri rüzgârlardan sertleşmiş askerler gibi bekçilik ediyordu. Diğer yanda, çam ağaçlarından oluşan sık bir orman bu büyüleyici düş ülkesine doğanın mükemmel bir armağanıydı.
Bilge Julian’a baktı ve nezaketle gülümsedi “Sivana’nın Nirvana’sına1 hoş geldin.”
Sonra ikisi az kullanılan başka bir yolu izleyerek vadinin tabanını oluşturan sık ormanın içine girdiler. Çam ve sandal ağaçlarının kokusu serin ve taze dağ havasına karışıyordu, Julian şimdi ağrıyan ayaklarını dinlendirmek ve toprağı kaplayan nemli yosunları hissedebilmek için yalınayak yürüyordu. Ağaçların arasında dans eden zengin renkli orkideleri ve diğer güzel çiçekleri görünce şaşırdı, bu küçük cennet parçasının güzelliği ve görkemiyle bütünleşmiş gibiydi.
Julian uzaktan gelen konuşmalar duydu. Ses çıkarmaksızın bilgeyi izlemeyi sürdürdü. İki adam on beş dakika kadar yürüdükten sonra bir açıklığa vardılar. Karşısında gördüğü, tüm dünyayı gezmiş ve nadiren şaşıran Julian Mantle’ın bile asla hayal edemeyeceği bir manzaraydı. Bütünüyle, yalnızca güllerden inşa edilmiş gibi görünen bir köy. Köyün merkezinde Julian’ın Tayland ve Nepal’e yaptığı seyahatlerde gördüklerine benzer bir tapınak vardı; ancak bu, çok renkli dallar ve saplarla birbirine tutturulmuş kırmızı, pembe ve beyaz çiçeklerden yapılmıştı. Geri kalan alana saçılmış küçük kulübeler bilgelerin sade evleri olmalıydı. Bunlar da güllerden yapılmıştı. Julian’ın dili tutulmuştu.
1 Budizm’de yüce mutluluk. —Ç. N.
Köyde yaşayan bilgeler ise Julian’ın şimdi adının Yogi Raman olduğunu öğrendiği yol arkadaşına benziyordu. Yogi Raman, ona, Sivana Bilgelerinin en yaşlısı ve bu grubun lideri olduğunu anlattı. Bu düşsel koloninin sakinleri şaşırtıcı biçimde genç görünüyordu ve kendilerine güven duyarak bir amaç için hareket ediyor gibiydiler. Hiçbiri konuşmuyordu, bu yerin dinginliğine saygı göstererek sessizce görevlerini yapmayı seçmişlerdi.
Sayısı yaklaşık on kadar olan erkeklerin hepsi Yogi Raman’ınkine benzer kırmızı cüppeler giymişlerdi ve köye geldiklerinde Julian’a sessizce gülümsediler. Hepsi de sakin, sağlıklı ve derin bir mutluluk içinde görünüyordu. Modern dünyada çoğumuzu etkileyen gerginlik musibeti bu mutluluk zirvesinde kabul görmüyordu ve davetkâr bir hoş görüyle yer değiştirmişti. Aralarında yeni bir yüz görmeden uzun yıllar geçirmişlerse de bu insanlar konukseverliklerinde ölçülüydüler, onları bulmak için bu kadar uzun yol kat etmiş birine selamlarını sunmak için basit bir kap yemek ikram etmişlerdi.
Kadınlar da aynı derecede etkileyiciydi. Dalgalanan pembe ipek sarileri içinde ve beyaz lotuslarla süslenmiş simsiyah saçlarıyla günlük işlerini yapmak üzere köyde sıradışı bir çeviklikle dolaşıyorlardı. Ancak bu bizim toplumumuzda insanların yaşamlarının neredeyse tamamını kaplayan çılgınca çalışma hali değildi. Aksine onlarınki rahat ve zarifti. Kimileri Zen-benzeri bir konsantrasyon ile tapınakta festival için yapıldığı anlaşılan hazırlıklarla uğraşıyordu. Diğerleri yakacak odun ve zengin renklerle işlenmiş kilimler taşıyordu. Hepsi üretici bir eylemlilik içindeydi. Hepsi mutlu görünüyordu.
Sonuçta, Sivana Bilgelerinin yüzleri yaşam tarzlarının gücünü ortaya koymaktaydı. Olgun yetişkinler oldukları açıklı, ancak hepsi de çocuksu bir tazelik saçıyor, gözleri gençliğin canlılığıyla parlıyordu. Hiçbirinde kötü kırışıklar yoktu. Saçları ağarmam işti. Hiçbiri yaşlı görünmüyordu.
Yaşadıklarına inanmakta güçlük çeken Julian’a taze meyveler ve egzotik sebzelerden oluşan bir yemek ikram ettiler, sonradan öğreneceği üzere, bu diyet bilgelerin sahip olduğu değerli bir hazine olan ideal sağlığın anahtarlarındandı. Yemekten sonra Yogi Raman kalacağı yere kadar Julian’a eşlik etti: Bu küçük bir yatak ile boş bir günlüğün bulunduğu, çiçeklerle bezeli bir kulübeydi. Burası onun yakın gelecekteki evi olacaktı.
Julian, Sivana’nın büyülü dünyasına benzer bir yeri daha önce asla görmemişse de kendisini bir şekilde evine, uzun zaman öncesinden hatırladığı bir cennete dönmüş gibi hissetti. Güllerden yapılmış olan bu koy nedense ona pek yabancı gelmemişti. İçgüdüleri ona buraya ait olduğunu söylemişti, en azından bir süre için. Burası hukuk mesleği ruhunu çalmadan Önce sahip olduğu yaşam ateşinin yeniden canlanacağı yerdi, incinmiş olan ruhunun yavaşça İyileşmeye başlayacağı bir yer. Böylece Julian’ın Sivana Bilgeleri arasındaki yaşamı başladı. Bu sadelik, huzur ve denge dolu bir yaşamdı. Yakında iyi şeyler olacaktı.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Bilgelerin Spiritüel Öğrencisi
Büyük hayalperestlerin düşleri asla gerçekleşmez, onlar her zaman daha fazlasını ister.
Alfred Lord Whitehead
Saat 20. 00 olmuştu ve hâlâ yarınki duruşma için hazırlanmalıydım. Ama, Hindistan’daki bu fevkalade bilgelerle karşılaşıp onların öğrencisi olduktan sonra yaşamı dramatik biçimde değişen bu eski hukuk savaşçısının deneyimleri beni büyülemişti. Ne kadar hayret verici diye düşündüm ve ne kadar sıradışı bir dönüşüm! Julian’ın bu uzak dağlarda saklı olan o yerde öğrendiği sırlar benim yaşam kalitemi de yükseltip yaşadığımız dünyaya dair mucize anlayışımı yeniden canlandırabilir mi diye düşündüm içimden. Julian’ı dinledikçe kendi ruhumun da paslanmaya yüz tutmuş okluğunu fark ettim. Gençliğimde yaptığım her İşte ortaya koyduğum sıradışı tutkuya ne olmuştu? O zamanlar en basit şeyler bile bana keyif verirdi. Belki benîm için de geleceği tekrar çizme zamanı gelmişti.
Serüven karşısında duyduğum heyecanı ve bilgelerin ona aktardığı aydınlanmış yaşam sistemini öğrenme arzumu hisseden Julian öyküsünü anlatmaya devam etti. Keskin zekâsıyla birleşen öğrenme arzusundan söz etti; uzun yıllar boyunca mahkeme salonlarındaki mücadeleleriyle bilenen zekâsı onu Sivana topluluğunun sevilen bir üyesi yapmıştı. Bilgeler Julian’a duydukları sevginin bir işareti olarak sonunda onu topluluklarının onur konuğu kabul etmiş ve geniş ailelerinin ayrılmaz bir parçası gibi davranmışlardı.
Julian kendini kontrol etme ustalığını kazanmak üzere akli, bedensel ve ruhsal eğitim çalışmalarına dair bilgilerini artırma hevesiyle neredeyse her anını Yogi Raman’dan bir şeyler öğrenmeye çalışarak geçirmişti. Aralarında yalnızca birkaç yaş fark olduğu halde bu bilge Julian için öğretmenden çok bir baba haline gelmişti. Bu adamın birçok yaşamın bilgeliğini biriktirdiği, daha iyisi bunları Julian İle paylaşmak istediği açıktı.
Yogi Raman bu hevesli öğrencisini gün ağarmadan yanına oturtup zihnini yaşamın anlamına ilişkin bilgilerle dolduruyor, daha canlı, yaratıcı ve doyurucu bir yaşam sürme konusunda ustası olduğu az bilinen teknikleri öğretiyordu. Julian’a herkesin daha uzun yaşamak, genç kalmak ve çok daha mutlu olmak için kullanabileceğini söylediği kadim ilkeleri öğretmişti. Julian Batı dünyasındaki yaşamını şekillendiren krizlerle kaosa dönmesini önleyecek olan kişisel bilgelik ve kendi sorumluluğunu alma çifte disiplinini de öğrenmişti. Haftalar aylan kovaladıkça kendiyle barışık olmak, aydınlanmayı beklemek ve daha yüksek amaçlara hizmet etmenin hazine değerindeki potansiyelini anlamaya başlamıştı. Kimi zaman öğretmen ve öğrencisi birlikte öylece oturup parlak Hindistan güneşinin çok aşağılardaki koyu yeşil otlaklardan doğuşunu izliyorlardı. Kimi zaman sessizce meditasyon yaparak dinginlikle gelen armağanların mutluluğunu yaşıyorlardı. Kimi zaman da ormanlarında dolaşarak felsefi konuları tartışıyor ve birbirlerinin varlığından duydukları mutluluğu paylaşıyorlardı.
Julian Sivana’da geçirdiği üç kısa haftanın ardından kişisel gelişimine ilişkin ilk işaretin geldiğini anlattı. En sıradan şeylerdeki güzelliği fark etmeye başlamıştı. Bu ister yıldızlı bir gece, ister yağmurdan sonra bir örümceğin ağ örüşü olsun; Julian tümünü özümsüyordu. Ayrıca yeni yaşam biçimi ve bununla ilişkili yeni alışkanlıklarının iç dünyasında büyük bir etki göstermeye başladığını söyledi. Bana, bilgelerin ilke ve tekniklerini uygulamaya başladığı ilk ay içinde Batı’da yaşadığı uzun yılların olumsuz etkilerinden sıyrılmaya, derin bir dinginlik ve iç huzuru kazanmaya başladığını anlattı. Daha neşeti ve içten biri olmuş, her geçen gün daha enerjik ve yaratıcı duruma gelmişti.
Julian’ın davranışlarındaki bu değişiklikleri fiziksel canlılık ve spiritüel güç izlemişti. Eski aşırı kilolu vücudu güçlü ve ince bir görünüm kazanırken yüzündeki hastalıklı solgunluk yerini mükemmel sağlık pırıltılarına bırakmıştı. Gerçekten kendisini her şeyi ama her şeyi başarabilirmiş ve hepimizin içinde bulunduğunu Öğrendiği sonsuz potansiyeli açığa çıkarmış gibi hissediyordu. Yaşama saygı duyar ve yasanım her yanındaki kutsallığı fark eder duruma gelmişti. Bu gizemli bilge topluluğunun kadim sistemi mucizelerini göstermeye başlamıştı.
Julian sanki kendi öyküsüne inanmazmış gibi bir an durakladıktan sonra filozofça bir tavır takındı.”Çok önemli bir şeyi kavradım John. Dünya, benim iç dünyam da dahil olmak üzere çok özel bir yer. Ayrıca kendi iç dünyanda başarılı olmadıkça dışarıdaki başarının hiçbir anlamı olmadığını anlamış bulunuyorum. İyi olmakla hali vakti yerinde olmak arasında çok büyük bir fark var. Sıkı bir avukat olduğum zamanlarda iç ve dış dünyalarını iyileştirmeye çalışan insanları alaya alırdım. ‘Yaşamana bak’ diye düşünürdüm. Ancak birinin kendisini bulması ve düşlerini yaşayabilmesi için kendini kontrol etmenin yanı sıra zihin, vücut ve ruhuna da sürekli özen göstermesinin zorunlu olduğunu öğrendim. Kendine bite özen göstermezken başkalarına nasıl gösterebilirsin? Kendin iyi hissetmezken nasıl iyilik yapabilirsin? Kendimi sevmezsem başkalarını da sevemem” eledi.
Julian aniden sinirli ve huzursuz göründü.”Daha önce kalbimi kimseye böyle açmamıştım. Bunun için özür dilerim John. O dağlarda öyle bir arınma, evrenin güçlerine da-ir öyle bir aydınlanma yaşadım ki bildiklerimi başkalarının da öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Julian geç olduğunu fark ederek çabucak gitmesi gerektiğini söyleyip veda etmeye kalk ışınca” Şimdi gidemezsin Julian” dedim.”Himalayalar’da edindiğin bilgeliğe ve Öğretmenlerine Batı’ya taşımak için söz verdiğin mesaja ilişkin çok daha fazla şey duymayı gerçekten çok istiyorum. Beni merak içinde bırakamazsın, biliyorsun buna dayanamam.”
“Kesinlikle geri döneceğim dostum. Beni bilirsin bir kez güzel bir öykü anlatmaya başlarsam duramam. Ama senin yapılacak işlerin ve benim de ilgilenmem gereken özel konular var.”
“O halde tek bir şey söyle. Sivana’da öğrendiğin yöntemler benim için de işe yarar mı?”
“Öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelir” diye yanıtladı çabucak.”Sen ve toplumumuzdaki diğer
birçokları şimdi elimde tutma ayrıcalığına sahip olduğum bilgeliğe hazır. Bilgelerin felsefesinden hepimiz haberdar olmalıyız. Bundan hepimiz yararlanabiliriz. Hepimiz onların doğal hali olan mükemmeliyeti tanımalıyız. Sabırlı ol. Seninle yarın senin evinde buluşacağım. Yaşamına çok daha fazla canlılık katmak için bilmen gereken her şeyi anlatacağım. Anlaştık mı?
“Evet. Sanırım bunca yıl onsuz yaşadıysam yirmi dört saat daha beklemek beni öldürmez” diye yanıtladım hayal kırıklığı ile.
Böylece, Doğunun aydınlanmış yogisine dönüşmüş olan usta avukat beni cevaplanmamış sorular ve karışık düşünceler içinde bırakarak gitti.
Ofisimde sessizce otururken dünyanın gerçekten ne kadar küçük olduğunun ayırtma vardım. Henüz ulaşamadığım ne kadar çok bilgi olduğunu düşündüm. Yaşamdan tekrar zevk almaya başlamanın ve gençliğimde sahip olduğum merak duygusuna tekrar kavuşmanın nasıl olacağını düşündüm. Kendimi daha canlı hissetmeyi ve yaşamıma gem vurulmamış bir enerji katmayı çok istiyordum. Belki ben de hukuk mesleğini bırakmalıydım. Belki benim içinde yukarıdan gelen bir çağrı vardı. Aklımda bu ağır düşüncelerle ışıkları söndürdüm ofisimin kapısını kilitledim, dışarıya, bir başka sıcak yaz gecesinin içine yürüdüm.
ALTINCI BÖLÜM
Kişisel Değişimin Bilgeliği
Ben bir yaşam sanatçısıyım; benim sanat eserim yaşamımdır.
Suzuki
Julian sözünü tutarak sonraki akşam bana geldi. Saat yedi sularında, ön kapının hızlıca dört kez vurulduğunu duydum, Cape Cod tarzı evimizin, eşimin onu Architectural Digest dergisinden çıkmış gibi gösterdiğine inandığı, çirkin pembe panjurları var. Julian önceki güne göre oldukça farklı görünüyordu. Hâlâ sağlık saçıyor ve harikulade bir dinginlik hissi veriyor; sade giysileri biraz tuhaf geldi bana.
Esnekliği her halinde belli olan vücudunun üzerine geçirdiği şey tepesinde süslü işlemeli mavi bir başlık olan uzun, kırmızı bir cüppeydi. Terletici bir temmuz akşamında olduğumuz halde bu mavi başlığı kafasına geçirmişti.
“Selamlar dostum” dedi Julian coşkuyla.
“Selamlar.”
“Öyle şaşkın bakma, ne giymemi bekliyordun. Arman i mi?”
Önce ikimizde gülümsedik. Sonra kıkırdamalar kahkahalara dönüştü. Julian çok önceden beri beni eğlendiren espri anlayışından kesinlikle bir şey kaybetmemişti.
Benim dağınık ama sıcak oturma odamda biraz rahatladıktan sonra gözlerim boynunda sallanan tahta tespih boncuklarından yapılmış süslü kolyeye takıldı.
“Bunlar nedir? Gerçekten güzeller.”
“Bundan sonra bahsederim” dedi, boncukları parmaklan arasında ovalayarak.”Bu gece konuşacak çok şeyimiz var.”
“O halde başlayalım. Bugün görüşeceğimiz için o kadar heyecanlıydım ki ofisteki işlerimi zorlukla tamamladım.”
Beklediği işareti alan Julian hemen kişisel dönüşümü ve bu sayede sahip olduğu mutluluk hakkında daha fazla şey anlatmaya koyuldu. Öğrendiği kadim tekniklerin, zihnin kontrolüne ve karmaşık toplumumuzda birçoklarını tüketen kaygı alışkanlığını silmeye yönelik olduğunu anlattı. Yogi Raman ve diğer bilgelerin onunla paylaştığı daha amaçlı ve doyurucu bir yaşam sürme bilgeliğinden söz etti. Hepimizin içinde, derinlerde saklı olduğunu söylediği gençlik ve enerji kaynağını ortaya çıkarmaya yönelik bir dizi yöntemden bahsetti.
Sözlerinin saflığına inanmakla birlikte biraz şüpheci olmaya başlamıştım. Bir şakanın kurbanı mıydım? Her şey bir tarafa bu Harvard eğitimli avukat bir zamanlar firmada haylazca şakalarıyla tanınırdı. Öte yandan öyküsü biraz tuhaftı. Bunun üzerinde düşünmeliydim; ülkenin en tanınmış avukatlarından biri havlu atıyor, dünya mallarını satıyor ve spiritüel bir yolculuk için Hindistan’a gidiyor, Himalayalar’dan geriye bilge bir kâhin olarak dönüyor. Bu gerçek olamazdı.
“Haydi Julian. Benimle alay etmeyi bırak. Tüm bu öykü senin şakalarından biri gibi kokmaya başladı. Bahse varım bu cüppeyi ofisimin olduğu caddedeki kostüm dükkânlarının birinden aldın” dedim en çekingen gülümseyişimle.
Julian inanmazlığım beklediği bir şeymiş gibi hemen yanıt verdi.”Mahkemede davanı nasıl savunursun?”
“İnandırıcı deliller sunarım.”
“Doğru. Sana sunduğum delile bak. Düzgün, kırışıksız cildime bak. Fiziğime bak. Sahip olduğum enerjiyi hissetini-yor musun? Ne kadar huzurlu olduğumu fark etmiyor musun? Eminim değiştiğimi görebilirsin.”
Söylediği mantıklıydı. Bu adam yalnızca birkaç yıl önce onlarca yıl daha yaşlı görünüyordu.
“Plastik cerrahi geçirmedin değil mi?”
“Hayır” diyerek gülümsedi.”Onlar sadece dış görünüşle ilgilenir. Benim içimin de iyileşmeye ihtiyacım vardı. Dengesiz ve kaotik yaşam tarzım bana büyük bir stres yüklüyordu. Yaşadığım şey bir kalp krizinden çok daha fazlasıydı. Özde bir yırtılmaydı bu.”
“Ama öykün, o kadar… gizemli ve alışılmamış ki.”
Julian ısrarım karşısında dinginliğini ve sabrını korudu. Yanındaki masaya bıraktığım çaydanlığı görerek bardağıma çay doldurmaya koyuldu. Bardağı ağzına kadar doldurdu; ama sonra da doldurmaya devam etti! Çay, bardağın kenarlarından tabağa ve oradan da eşimin İran işi değerli örtüsüne akmaya başladı. İlkin sessizce izledim. Ama sonra dayanamadım.
“Julian ne yapıyorsun. Bardağım taşıyor. Ne kadar denesen de daha fazla dolduramazsın!” diye bağırdım sabırsızca.
Uzun bir süre bana baktı.”Lütfen yanlış anlama. Sana saygı duyarım John. Her zaman böyleydi. Ama tıpkı bu bardak gibi sen de kendi fikirlerinle dolmuş görünüyorsun. Şimdi daha fazlasını nasıl alabilirsin… İlkin bardağını boşaltmadan?”
Bu sözlerin doğruluğuyla çarpılmıştım. Haklıydı. Muhafazakâr hukuk dünyasında geçirdiğim uzun yıllar boyunca her gün aynı şeyleri, hep aynı şeyleri düşünen insanlarla yaparak bardağımı ağzına kadar doldurmuştum. Eşim Jenny, bana hep yeni insanlarla tanışmamız ve yeni şeyler keşfetmemiz gerektiğini söyler, “Biraz daha maceracı olsan John” derdi.
En son ne zaman hukukla ilgili olmayan bir kitap okuduğumu hatırlayamıyordum. İşim benim yaşamımdı. İçinde yetiştiğim kısır dünyanın yaratıcılığımı körelttiğini ve görüşümü sınırladığını fark etmeye başladım,
“Tamam. Ne demek istediğini anlıyorum” diye itiraf ettim.”Belki avukat olarak geçirdiğim onca yıl beni hayli kuşkucu yaptı. Seni dün ofisimde gördüğüm andan itibaren içimden bir şey bana dönüşümünün gerçek olduğunu söylüyor ve bunda benim için de bir tür ders var. Belki sadece buna inanmak istemedim.”
“John, bu senin yeni yaşamının ilk gecesi. Senden sadece seninle paylaşacağım bilgelik ve stratejiler hakkında derinlemesine düşünmeni ve bunları bir ay süreyle inanarak uygulamanı istiyorum. Bu yöntemleri etkilerine derinden güvenerek uygula. Varlıklarım binlerce yıl korumuş olmalarının bir nedeni var; işe yarıyorlar.”
“Bir ay uzun bir zaman gibi görünüyor.”
“Bundan sonraki yaşamının her anını çok büyük ölçüde iyileştirmek için altı yüz yetmiş iki saat harcamanın iyi bir alışveriş olacağını düşünmüyor musun? Kendine yatırım, yapabileceğin en iyi yatırımdır. Bu yalnızca senin değil çevrendekilerin yaşamını da iyileştirecek.”
“Nasıl olacak bu?”
“Başkalarını yalnızca kendini sevme sanatında ustalaştığında gerçekten sevebilirsin. Başkalarının kalplerine yalnızca kendi kalbini açtığında ulaşabilirsin. Dengeli ve canlı hissettiğinde daha iyi bir insan olmak için çok daha iyi bir konumda olursun.”
“Bir ayı oluşturan bu altı yüz yetmiş iki saat içinde ne olmasını beklemem gerekiyor?” diye sordum içtenlikle.
“Zihnin, vücudun ve hatta ruhun için yaptığın çalışmalar sırasında yaşayacağın değişiklikler seni şaşırtacak. Şu anda ve belki de tüm yaşamında sahip olduğundan daha fazla enerji, istek ve iç uyuma erişeceksin. İnsanlar sana daha genç ve mutlu göründüğünü söyleyecek. Kalıcı bir iyi hissetme durumu ve denge, yaşamını süratle değiştirecek. Bunlar Sivana Sistemi’nin yararlarından sadece kimileri.”
“Vay!”
“Bu gece duyacaklarının tümü yaşamını iyileştirmek için tasarlanmıştır, yalnızca kişisel ve mesleki değil spiritüel anlamda da. Bilgelerin önerileri beş bin yıl önce olduğu gibi şimdi de güncelliğini koruyor. Bu, yalnızca iç dünyam zenginleştirmekle kalmayacak, dış dünyam da geliştirecek ve yaptığın her şeyde daha verimli olmam sağlayacak. Bu bilgelik gerçekten gördüğüm en büyük güç. Basit, kolay ve üstelik yaşam laboratuarında yüzyıllarca test edilmiş. En Önemlisi herkes için işe yarayabilir. Bu bilgiyi seninle paylaşmadan önce senden bir söz istemeliyim.”
Duyacaklarımı tahmin edebiliyordum, sevgili annemin söylediği gibi “Bedava yemek yok.”
Bana, “Sivana Bilgelerince öğretilen strateji ve becerilerin gücünü ve bunların yaşamına kazandırdığı çarpıcı sonuçlan bir kez gördüğünde, bu bilgeliği ondan yararlanabilecek olan diğerlerine aktarmayı görev kabul etmelisin. Senden tüm istediğim bu. Kabul edersen Yogi Raman’a verdiğim sözü yerine getirmiş olacağım” dedi.
İtirazsız onayladım ve Julian kutsal kabul ettiği sistemi bana Öğretmeye başladı. Julian’ın Himalayalar’da kaldığı süre içinde ustalık kazandığı teknikler farklılık gösterse de Sivana Sistemi’nin özünde yedi temel erdem bulunuyordu, bunlar kendine liderlik etme, kişisel sorumluluk ve spiritüel aydınlanma için anahtarları içeren yedi temel ilkeydi.
Julian bana, Yogi Raman’ın, yedi temel erdemi Sivana’da geçirdiği birkaç ayın ardından kendisiyle paylaştığını anlattı. Berrak bir gecede diğerleri derin uykuya çekildiğinde Raman, Julian’ın kaldığı kulübenin kapısını yavaşça vurmuştu. Düşüncelerini müşfik bir kılavuzun sesiyle dile getirmişti: “Seni günlerce yakından izledim Julian. Yaşamını İyilikle doldurmayı derinden isteyen ahlaklı bir insan olduğuna inanıyorum. Geldiğin günden beri kendini geleneklerimize açtın ve onları kendininmiş gibi benimsedin. Birçok günlük alışkanlık edindin ve bunların olumlu etkilerini gördün. Yaşama şeklimize saygılı oldun. Bizim İnsanlarımız bu sade, huzurlu yaşamı yüzyıllardır sürdürüyor ve yöntemlerimizi bilenlerin sayısı pek az. Dünyanın aydınlanmış yaşama ilişkin felsefemizi duyması gerek. Bu gece, Sivana’daki üçüncü ayına girerken sistemimizin iç dünyaya ilişkin öğretilerini seninle paylaşacağım, sadece senin değil geldiğin yerlerde yaşayan herkesin yararlanabilmesi için. Her gün bir süre seninle oturup konuşacağız, henüz küçük bir çocukken oğlumla yaptığım gibi. O ne yazık ki birkaç yıl Önce öldü. Zamanı gelmişti ve ben gidişini sorgulamadım. Birlikte geçirdiğimiz zamandan keyif aldım ve anılarımıza saygı duyuyorum. Şimdi seni oğlum olarak görüyorum ve sessiz bir düşünüşle geçen uzun yıllar boyunca öğrendiklerimin senin içinde yaşamaya devam edeceğini bilmek bana mutluluk veriyor.”
Julian’a baktım ve gözlerinin ona sunulan bilgilerle yıkandığı masalsı topraklara geri dönmüş gibi kapalı olduğunu gördüm.
“Yogi Raman bana İç huzur, mutluluk ve ruh zenginliği ile dolu bir yaşam için gerekli yedi erdemden söz edilen bir öykü anlattı. Bu öykü her şeyin özüydü. Şimdi senin oturma odanda yaptığım gibi gözlerimi kapatmamı istedi. Sonra zihnimde şu sahneyi canlandırmamı söyledi.”
‘Muhteşem, verimli ve yeşil bir bahçenin ortasında oturuyorsun. Bu bahçe gördüğün en olağanüstü çiçeklerle bezenmiş. Ortam son derece sakin ve sessiz. Bu bahçenin duyusal bazlarını içine çek ve tüm zamanım bu doğal imhada geçirebileceğini düşün. Çevrene baktığında bahçenin ortasında altı kat yüksekliğinde kırmızı bir fener kulesi görüyorsun. Kulenin giriş kapısının büyük bir gürültü çıkararak açılmasıyla bahçenin sessizliği aniden bozuluyor. Dışarıya üç metre boyunda üç yüz elli kilo ağırlığında bir Japon sumo güreşçisi fırlıyor. ‘
“Dahası var” diye güldü Julian.”Bu Japon sumo çıplak! Peki, tamamen çıplak değil. Özel bölgelerini örten ince pembe bir kordon var.”
‘Sumo, bahçede dolaşırken birinin yıllar önce bıraktığı altın bir kronometre buluyor. Kronometreye basıp kayıyor ve büyük bir gürültüyle yere düşüyor. Sumo bilincini yitiriyor, yerde sessiz re hareketsiz yatıyor Sen tam son nefesini verdiğini düşünürken güreşçi belki de orada açan sarı güllerin güzel kokusuyla uyanıyor. Enerjisini toplayan güreşçi ayağa zıplıyor ve bir içgüdüyle soluna bakıyor. Gördükleri karsısında şaşkınlığa kapılıyor. Bahçenin mı uzak ucundaki çalılığın içinden geçen milyonlarca parlak elmasla kaplı uzun bir patika bulunmaktadır. Bir şey güreşçiye bu patikayı izlemesini söylemiş gibidir ve o da böyle yapıyor. Patika onu tükenmeyen sevinç ve sonsuz mutluluk yoluna götürüyor. ‘
Julian bana Himalayalar’ın yüksek tepelerinde, aydınlanmanın meşalesini ilk elden görmüş olan bir bilgenin yanında oturur halde bu tuhaf masalı dinledikten sonra düş kırıklığına uğramış okluğunu söyledi. Açıkçası çarpıcı bir şeyler duymayı, onu harekete geçirecek, hatta belki gözyaşlarına boğacak bir bilgi edinmeyi ummuştu. Bunun yerine tüm dinlediği bir sumo güreşçisi ve fener kulesiyle ilgili aptal bir öyküydü.
Yogi Kaman ümitsizliğini fark etmiş, ona.”Sadeliğin gücünü asla küçümseme” demişti,
“Bu öykü belki senin beklediğin kadar sofistike bir söylev değil” demişti bilge, “Ama mesajında bir duyarlılık evreni ve amacında saflık var. Geldiğin günden beri bilgilerimizi seninle nasıl paylaşacağımı uzun uzun düşündüm. İlkin sana bir ay boyunca bir dizi erdemi anlatmaya karar verdim fakat bu klasik yaklaşımın senin aradığın ve edinmek üze-re olduğun bilgeliğin büyülü doğasına uymadığını fark ettim. Sonra tüm erkek ve kız kardeşlerimden felsefemizi öğretmeleri için her gün seninle biraz zaman geçirmelerini istedim. Ancak bu da anlatmak istediğimizi öğrenmenin en İyi yolu değildi. Uzun süre düşündükten sonra tüm Sivana Sistemi ve onun yedi erdemini paylaşmak için çok yaratıcı ve bir o kadar da etkili olduğunu düşündüğüm bir yol buldum.., işte bu gizemli öykü odur.”
Bilge ekledi, “îlkin önemsiz, hatta çocukça görünebilir. Ancak sent temin ederim öykünün her öğesi parlak bir yaşam için ebedi bir ilkeyi barındırıyor ve derin bir anlamı var. Bahçe, fener kulesi, sumo güreşçisi, pembe kuşak, kronometre, güller, elmaslarla kaplı dolambaçlı patika, aydınlanmış bir yaşam için gerekli yedi ebedi erdemdir. Yine, emin ol ki bu küçük öykü ve onun temsil ettiği temel gerçekleri hatırlarsan yaşamını en üst seviyeye çıkarmak için gereken her şeyi yanında taşıyor olacaksın. Senin ve ulaştığın herkesin yaşam kalitesini büyük ölçüde iyileştirmek için gerekli bilgi ve stratejilerin tümüne sahip olacaksın. Bu bilgileri her gün uygularsan değişeceksin; zihinsel, duygusal, fiziksel ve spiritüel bakımdan. Bu öyküyü zihninin derinlerine yaz ve onu kalbinde tası. Onu yalnızca koşulsuz benimsediğinde çarpıcı bir değişiklik yaratacaktır.”
“Şanslıyım ki John” dedi Julian, “Onu benimsedim. Cari Jung bir keresinde ‘Görüşünüz yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, İçe bakanlar uyanış yaşar’ demiş. O çok özel gecede kalbimin derinliklerine baktım ve yüzyılların zihni zenginleştirmeye, vücudu geliştirmeye ve ruhu beslemeye ilişkin sırlarını kavradım. Şimdi bunları seninle paylaşma sırası bende.”
YEDİNCİ BÖLÜM
En Harikulade Bahçe
Çoğu insan fiziksel, entelektüel veya ahlaki açıdan olsun kendi potansiyel varlıklarının çok azını kapsayan dar bir çemberde yaşar. Hepimiz içinden hayal bile etmediğimiz şeyleri çekip çıkarabileceğimiz yaşam sarnıçlarına sahibiz.
William James
“Öyküde bahçe, aklın simgesiydi” dedi Julian.”Ona özen gösterir, besleyip güçlendirirsen tıpkı verimli ve zengin bir bahçe gibi beklentilerinin çok ötesinde güzel çiçekler açar. Ama yabana otların kök salmasına izin verirsen kalıcı huzur ve derin iç denge senden hep uzaklaşacaktır, ”
“John, sana basit bir soru şurayım. Bana hep sözünü ettiğin arka bahçene gelip, değerli petunyalarının üzerine zehir boşaltsaydım hiç hoşuna gitmezdi, değil mi?”
“Elbette.”
“Doğaldır ki çoğu bahçıvan bahçesini gururlu askerler gibi korur ve çiçeklerine hiçbir zararlı maddenin bulaşmasına izin vermez. Şimdi bir de çoğu kimsenin kendi verimli bahçeleri olan zihinlerine her gün soktukları zehirli atıklara bak; endişeler ve kaygılar, geçmişle barışık olmamak, geleceğe karamsar bakmak ve kendi iç dünyalarında yıkıma yol açan kendi yarattıkları korkular. Sıvana Bilgelerinin binlerce yıldır varolan yerel dilinde kaygıyı simgeleyen harf ölülerin yakıldığı ateşi simgeleyene çarpıcı şekilde benzer. Yogi Kaman bana bunun basit bir rastlantı olmadığını söylemişti. Kaygı zihin gücünün büyük kısmını tüketir ve er ya da geç ruhu yaralar, ”
“En verimli şekilde yaşamak için bahçenin kapısında bir koruyucu gibi durmalı ve yalnızca en iyi bilgilerin içeri girmesine izin vermelisin. Olumsuz düşünce lüksüne gerçekten sahip değilsin, bir tekine bile. Bu dünyadaki en keyifli, dinamik ve doygun insanlar donanım açısından senden ve benden hiç farklı değiller. Hepimiz etten ve kemikten ibaretiz. Hepimiz aynı evrensel kaynaktan geliyoruz. Ancak yalnızca varolmak dışında bir şeyler yapanlar, insani potansiyellerinin ateşini canlı tutanlar ve yaşamın büyülü dansının zevkini çıkaranlar sıradan yaşamları olan bizlerden farklı şeyler yapıyorlar. Yaptıkları bu şeyler arasında en önemlisi, dünyalarındaki her şeye karşı pozitif bir yaklaşımı benimsemektir.”
Julian, “Bilgeler bana, ortalama bir insanın zihninden bir günde ortalama altmış bin düşünce geçtiğini söylemişti” diye ekledi.”Beni gerçekten şaşırtan şey, bu düşüncelerden yüzde doksan beşinin bir Önceki gün düşündüklerimizle aynı oluşuydu.”
“Ciddi misin?” diye sordum.
“Hem de nasıl. Kısır düşünme şeklinin yarattığı baskı bu. Her gün, çoğu olumsuz olmak üzere aynı şeyleri düşünen insanlar kötü zihinsel alışkanlıklara kapılırlar. Yaşamlarındaki onca iyi şeye odaklanmak ve bunları daha da iyileştirmeye çalışmak yerine, geçmişlerinin tutsağı olmuşlardır. Kimileri başarısız İlişkileri ve maddi problemleri nedeniyle kaygılıdır. Diğerleri mükemmel olmayan çocukluklarına öfkelidir. Bir kısmı daha da önemsiz konular yüzünden mutsuzdur; bu bir tezgâhtarın onlara davranışı veya iş arkadaşlarının kötü niyetle yaptığı bir yorum da olabilir. Zihinlerini bu biçimde çalıştıranlar kaybının yasam güçlerini alıp götürmesine izin verirler. Zihinlerinin mucizeler gerçekleştirme ve tüm duygusal, fiziksel ve evet. hatla spiritüel beklentilerini karşılamaya yönelik muazzam potansiyelini bloke ederler. Bu insanlar zihin kontrol ünün yaşamın kontrolü olduğunu asla anlayamazlar.
Julian.”Düşünme şeklin alışkanlıktan kaynaklanır, bu kadar basit” dedi inançla.”Çoğu kimse zihinlerinin büyük gücünü hiç fark etmez. En deneyimli düşünürlerin bile zihinsel kapasitelerinin yalnızca on binde birini kullandıklarını öğrendim. Sivana’da bilgeler düzenli olarak zihinsel kapasitelerinin gizli potansiyelini keşfetmeyi denerlerdi. Aldıkları sonuçlar çarpıcıydı. Yogi Raman düzenli ve disiplinli çalışmayla zihnini kalp atışlarını yavaşlatabilecek şekilde geliştirmişti. Kendisini haftalarca uyumadan ayakta kalabilecek şekilde eğitmişti. Hedef olarak bunları seçmeni öneriyor değilim, ancak doğanın en büyük armağanı olan zihinsel gücün neleri başarabileceğini görmeye başlamanı istiyorum.”
“Zihinsel gücümü açığa çıkarabileceğini birtakım egzersizler var mi? Kalp atışlarımı yavaşlatabilmek bir kokteyl partide kesinlikle çok sükse yapardı” dedim düşüncesizce.
“Şimdi sırası değil John” dedi.”Daha sonra denemen için sana bu kadim bilimin gücünü gösterecek kimi pratik teknikleri öğreteceğim. Şimdi önemli olan zihinsel ustalığın çalışmayla geldiğini anlaman, ne fazla ne de eksik. Çoğumuz ilk nefes aldığımız andan itibaren aynı hammaddeye sahibiz: daha fazlasını elde eden ve daha mutlu olan kimseleri diğerlerinden ayıran, bu hammaddeleri işlemek için kullandıkları yöntemdir. Kendini iç dünyanı değiştirmeye adadığında yaşamın bir çırpıda sıradanlıktan uzaklaşarak olağanüstü bir boyut kazanır.”
Öğretmenim o an daha da heyecanlanmış görünüyordu.
Zihnin mucizeleri ve bunların getireceğine kuşku olmayan sayısız iyiliklerden söz ettikçe gözleri parlıyordu.
“Biliyorsun John, her şey bir yana, üzerinde mutlak bir şekilde egemen olduğumuz tek bir şey var.”
“Çocuklarımız mı?” dedim gülümseyerek.
“Hayır dostum, zihinlerimiz. Hava durumunu, trafiği ya da çevremizdekilerin duygularını kontrol
edemeyebiliriz. Ama bu olaylar karşısındaki tavlımızı kesinlikle kontrol edebiliriz. Belirli bir anda ne düşüneceğimizi belirleme gücüne hepimiz sahibiz. İnsanı insan yapan biraz da bu yetenektir. Görüyorsun Doğu’ya yaptığını seyahatlerde öğrendiğim dünyevi bilgeliğin temel değerlerinden biri aynı zamanda en yalın olanı” diyerek sanki paha biçilmez bir armağan verecekmiş gibi durdu.
“Peki nedir bu?”
“Objektif gerçeklik veya ‘gerçek dünya’ diye bir şey yok. Hiçbir şey mutlak değil. En büyük düşmanının yüzü en iyi arkadaşının yüzü olabilir. Birine trajedi olarak görünen bir hadise bir başkasına sınırsız olanaklar sunabilir. Hep neşeli ve iyimser olan insanları sürekli bedbaht olanlardan ayıran şey, yaşam koşullarının nasıl yorumlandığı ve değerlendirildiğidir.”
“Julian, bir trajedi nasıl trajediden başka bir şey olabilir?”
“Sana hemen örnek vereyim. Kalküta’da seyahat ederken Malika Chand adında bir öğretmenle tanıştım. Öğretmeyi seviyordu ve öğrencilerine kendi çocukları gibi davranıyor, onların potansiyellerini büyük bir şefkatle besliyordu. Düsturu ‘İraden zekândan üstündür idi. Çevresinde vermek için yaşayan, gereksinimi olan herkese fedakârca yardım eden biri olarak tanınıyordu. Ne yazık ki kuşaklar boyu çocukların mutlu gelişimine sessizce tanıklık etmiş olan sevgili okulu bir gece bir kundakçının çıkardığı yangına teslim olmuştu, ”
“Malika’ya ne oldu?”
“O farklıydı, iyimserliğini sonsuza kadar koruyacak biri varsa bu Malika’ydı. Çevresindeki herkesin tersine olup biten her şeyde bir fırsat görürdü. Öğrencilerinin ailelerine yeterli zaman ayırırlarsa her tersliğin eşdeğer bir yarar sağladığını görebileceklerini anlatmıştı. Tamamen yanan okul eski ve yıpranmıştı. Çatı akıyordu, zemin üzerinde koşuşturan binlerce küçük ayağın baskısı altında eğri büğrü olmuştu. Bu, topluluk olarak el ete verip gelecek yıllarda daha birçok çocuğa hizmet verecek, çok daha iyi bir okul inşa etmek için bir şanstı. Böylelikle arkalarında altmış dört yıllık bir dinamo ile kolektif kaynaklarını doğru şekilde kullanıp zorluklar karşısında vizyonun gücüne örnek teşkil eden, pırıl pırıl yeni bir okul inşa etmeye yetecek para topladılar.”
“Bu bir bardağı yarı boş yerine yan dolu görmeye ilişkin eski özdeyişi hatırlatıyor.”
“Bu güzel bir bakış açısı. Yaşamında başına ne gelirse gelsin buna vereceğin yanıtı seçme kapasitesine yalnızca sen sahipsin. Her koşulda pozitifi arama alışkanlığı geliştirirsen yaşam kaliten en yüksek düzeyine ulaşacaktır. Bu tüm doğa yasalarının en muhteşem olanlarından biridir.
“Ve her şey zihnini daha verimli kullanmakla başlıyor?”
“Kesinlikle John. Yaşamdaki tüm başarılar, maddi ya da spiritüel anlamda olsun, omuzlarının arasındaki yaklaşık bir buçuk kiloluk kütleyle başlıyor. Veya daha spesifik olarak her gün, her dakika ve her saniye zihninde oluşan düşüncelerle. Dış dünyan iç dünyandaki durumu yansıtır. Düşüncelerini ve yaşamındaki olaylara tepki verme biçimini kontrol etmekle, kaderini kontrol etmeye başlarsın.”
“Bu çok anlamlı Julian. Sanırım yaşamım o kadar dolu ki bu şeyleri düşünecek zamanı hiç bulamadım. Hukuk fakültesindeyken arkadaşım, en yakın arkadaşım Alex ona esin veren kitaplar okumayı severdi. Bunların ezici çalışma temposuna karşı onu motive ettiğini ve enerji verdiğini söylerdi. Bir keresinde Çince’de ‘kriz’ sözcüğünün iki alt simgeden oluşan bir karakterle yazıldığını söylemişti. Bunlardan biri ‘tehlike’ diğeri ‘fırsat’ anlamına gelmekteydi. Sanırım eski Çinliler bile en karanlık koşulların aydınlık bir yanı olduğunu biliyorlarmış; arayacak cesaretin varsa…”
“Yogi Raman bunu şöyle anlatmıştı: ‘Yaşamda hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Olumsuz deneyim diye bir şey de yoktur, yalnızca kendi bilgeliğini kazanma yolunda olgunlaşmak, Öğrenmek ve ilerlemek için fırsatlar vardır. Güçlükten güç doğar. Acı bile mükemmel bir öğretmendir.
“Acı mı?” diye itiraz ettim.
“Kesinlikle. Acının üstesinden gelmek için Önce onu yaşaman gerekir. Ya da başka bir deyişle bir dağın zirvesinde olmanın keyfini önce eteklerinde yürümeden nasıl yaşayabilirsin. Beni anlıyor musun?”
“İyiden zevk almak için kötüyü tanımalısın?”
“Evet. Ama sana, olayları iyi veya kötü biçiminde değerlendirmeyi bırakmanı öneririm. Bunun yerine basitçe, onları yaşa, onları kutla ve onlardan ders al. Her olay sana dersler verir. Bu küçük dersler iç ve dış gelişimini ateşleyecektir. Bunlar olmadan hiç ilerleme kaydedemez durumda bir düzlükte takılı kalırsın. Şimdi kendi yaşamını düşün. Çoğu kimse en büyük gelişimi karşılaştıkları en büyük güçlüklerle kazanmışlardır. Beklenmedik bir sonuçla karşılaşır ve biraz düş kırıklığı yaşarsan anımsa ki doğa yasaları bir kapıyı kaparken her zaman bir başkasını açar.”
Julian heyecanla kollarını yukarı kaldırdı; cemaatine vaaz veren Güneyli bir rahip gibiydi.”Bu ilkeyi bir kez kalıcı olarak yaşamına geçirdiğinde ve zihnini her olayı olumlu ve sana güç veren bir şekle sokacak biçimde geliştirdiğinde kaygıyı sonsuza dek kovacaksın. Geçmişinin tutsağı olmayı bırakacaksın. Bunun yerine geleceğinin mimarı olacaksın.”
“Tamam bu kavramı anladım. Her deneyim, hatta en kötüsü bile bana bir ders verir. Bu nedenle zihnimi her olaydan bir şey öğrenmek için açık tutmalıyım. Böylelikle daha güçlü ve mutlu olacağım. Bu sıradan, orta sınıf avukatın bir şeyleri iyileştirmek İçin yapabileceği başka neler var?”
“Her şeyden önce yaşamını düş gücünün zenginliğine yönlendirmelisin, geçmişin değil.”
“Şunu bir daha anlatır mısın?”
“Tüm söylediğim zihin, vücut ve ruhunun potansiyelini serbest bırakmak için önce düş gücünü geliştirmen gerektiği. Görüyorsun ki her şey her zaman iki kez yaratılıyor; ilkin zihin atölyende ve sonra gerçekte. Bu süreci ‘taslak hazırlama* olarak adlandırıyorum, çünkü dış dünyada yaptığın herşey iç dünyanda bir taslak olarak başlıyor, zihninin parlak ekranında. Düşüncelerini kontrol etmeyi ve bu dünyevi varoluştan tam bir beklenti içinde istediklerini zihninde güçlü bir şekilde canlandırmayı öğrendiğinde içindeki gizli güçler uyanacaktır. Hak ettiğine inandığım büyülü yaşamı var etmek için zihninin gerçek potansiyelini açığa çıkarmaya başlayacaksın. Bu geceden İtibaren geçmişini unut. Mevcut koşullarının toplamından daha fazlasına gücünün yeteceğini düşleme cesaretini göster. En iyiyi bekle. Sonuçlar seni şaşırtacak.”
Julian kısa bir sessizlikten sonra devanı etti:
“Şimdi John, hukuk mesleğinde geçirdiğim onca yıl boyunca çok fazla şey bildiğimi düşündüm. En iyi okullarda eğilim görüp tüm hukuk kitaplarım okuyarak, en başarılı rol modellerinin yanında iş yaşamına atılabildim. Elbette hukuk oyununda kazanan ben oldum. Ancak şimdi anlıyorum ki bu sırada yaşam oyununda kaybediyordum. Yaşamın büyük zevklerinin peşinde koşmakla o kadar meşguldüm ki küçük mutlulukların tümünü elimden kaçırdım. Babamın bana okumamı söylediği muhteşem kitapların hiçbirini okumadım. Güçlü arkadaşlıklar kurmadım. Güzel müzikten zevk almayı hiç öğrenemedim. Bunları söylemişken, gerçekten şanslı biri olduğumu da düşünüyorum. Geçirdiğim kalp krizi benim için bir dönüm noktasıydı, buna kişisel bir uyanış çağrısı de istersen. İster inan ister inanma bu bana daha zengin, daha esin dolu bir yaşam sürmek için ikinci bir şanstı. Malika Chand gibi ben de acı verici deneyimlerimde fırsat tohumlan gördüm. Daha önemlisi bunları geliştirme cesaretini buldum.”
Julian’ın dış görünüşünde gençleşirken içinde daha akıllı biri haline geldiğini görebiliyordum. Bu akşamın eski bir arkadaşla yapılan enteresan bir konuşmadan daha fazlası olduğunu fark etmiştim. Bu gece benim dönüm noktam ve açıkça yeni bir başlangıç için fırsatım olabilirdi. Kuşkusuz mükemmel bir ailem ve saygı gören bir avukat olarak düzenli bir işim vardı. Ancak kendimle baş başa kaldığım anlarda eksik bir şeyler olduğunu düşünüyordum. Yaşamımı kuşatmaya başlayan bu boşlukları doldurmalıydım.
Çocukken büyük düşler kurardım. Kendimi bir başarılı bir sporcu veya büyük bir işadamı olarak hayal ederdim sıkça. Ne istersem olabileceğime veya elde edebileceğime gerçekten inanıyordum. Güneşle yıkanan batı sahillerinde geçirdiğim gençliğimde neler hissettiğimi de hatırlıyorum. Mutluluk küçük zevkler halinde gelirdi. Eğlence mayosuz yüzmek veya ormanda bisiklete binmekti. Yaşama karşı büyük bir merak duyuyordum. Bir maceracıydım. Geleceğimin getirebileceklerinin sınırı yoktu. Doğrusu bu tür bir özgürlük ve mutluluğu on beş yıldır hissetmedim. Bana ne olmuşu?
Belki de bir yetişkin olup yetişkinlerden beklenen biçimde davranmaya başladığımda düşlerimi kaybettim. Onları belki de hukuk fakültesine başlayıp bir avukattan beklenecek biçimdi’ konuşmaya başladığımda yitirdim. Ne olursa olsun bu akşam Julian yanımda oturur ve bir bardak soğuk çayın üzerinden bana kalbini açarken para kazanmak için bu kadar çok zaman harcamayı bırakıp bir yaşam yaratmak için çok daha fazla zaman ayırmaya karar verdim.
“Seni yaşamın üzerine düşünmeye ittim gibi görünüyor” dedi Julian.”Bir değişiklik yapma konusunda düşünmeye başladın, tıpkı küçük bir çocuk olduğun zamanlardaki gibi. Jonas Saik, Düşlerim ve kâbuslarım vardı. Düşlerim için kâbuslarımın üstesinden geldim’ sözleriyle bunu en güzel şekilde ifade etmiş. Düşlerinin pasını sil John. Yaşama tekrar saygı göstermeye başla ve onun tüm mucizelerini kutla. Zihninin isteklerini gerçekleştirme gücünü fark et. Bunu bir kez yaptığında evren yaşamına mucizeler katmak için senin yanında olacak.”
Sonra Julian cüppesinin derinlerine uzanarak küçük bir kart çıkardı. Bu kenarlarının aşınmasından uzun süredir kullanılmakta olduğu anlaşılabilecek yaklaşık bir kartvizit boyutlarında bir karttı.
“Bir gün Yogi Raman ve ben sessiz bir patika boyunca yürürken ona en beğendiği filozofun kim olduğunu sordum. Bana yaşamında pek çok şeyden etkilendiğini ve bunun için tek bir kaynak göstermenin güç olduğunu söyledi. Ancak kalbinin derinliklerinde taşıdığı bir alıntı vardı; derin dalınçlar içinde geçen yaşamı boyunca saygı duyduğu tüm değerleri içinde barındıran sözlerdi bunlar. Bilinmeyen topraklardaki bu muhteşem yerde Doğu’nun bu akıllı bilgesi onu benimle paylaştı. Bu sözleri ben de kalbimin derinlerine kazıdım. Ne olduğumuzu bize her gün hatırlatmaya ya-rıyorlar ve ancak ne olabileceğimizi. Sözler büyük Hint filozofu Patanjali’ye ait. Onları her sabah meditasyona başlamadan önce sesli şekilde tekrarlamanın günümün geri kalanı üzerinde çok güçlü bir etkisi olmuştur. Hatırla John, sözcükler, gücün sesle vücut bulan biçimidir.”
Sonra Julian bana kartı gösterdi. Alıntı şöyleydi:
Büyük bir amaçtan, sıradışı bir fikirden etkilendiğinizde tüm düşünceleriniz zincirlerini koparır; zihniniz sınırlarını aşar, bilinciniz her yönde genişler ve kendinizi yeni, mükemmel ve şaşırtıcı bir dünyada bulursunuz. Uyuyan güçler, yetenekler ve beceriler canlanır ve her zaman hayal ettiğinizden daha iyi biri olduğunuzu keşfedersiniz.
O sırada fiziksel canlılıkla zihin açıklığı arasındaki bağlantıyı gördüm. Julian’ın sağlığı mükemmeldi ve ilk tanıştığımız tarihteki halinden çok daha genç görünüyordu. Canlılık doluydu, enerjisi, heyecanı ve iyimserliği sınır tanımıyordu. Yaşam biçiminde pek çok değişiklik yaptığını görebiliyordum, ancak muhteşem dönüşümünün başlangıç noktasının zihinsel zindelik olduğu açıktı. Dışarıdaki başarı gerçekten içeride başlıyordu ve Julian Mantle düşüncelerini değiştirmekle yaşamını değiştirmişti.
“Bu pozitif, huzurlu ve canlılık dolu tavrı gerçekten nasıl geliştirebilirim Julian?” Bunca yıllık rutin yaşantımdan sonra sanırım zihin kaslarım biraz hamlaştılar. Bir düşün, akıl bahçemde dolaşan düşüncelerim üzerinde çok az kontrolüm var” dedim samimiyetle.
“Zihin mükemmel bir hizmetkâr, ancak berbat bir efendidir. Olumsuz düşünen biri haline gelirsen bu zihnine özen göstermediğin ve iyiliğe odaklanmak için çalışmaya zaman ayırmadığın içindir. Winston Churchill ‘Büyüklüğün bedeli, düşüncelerinizin her birinden sorumlu olmaktır’ demiş. Sonra aradığın düşünce biçimini benimseyeceksin. Zihnin, gerçekte vücudundaki kaslardan farklı olmadığını hatırlamalısın. Kullan ya da kaybet.”
“Zihnimi çalıştırmazsam zayıflayacağını mı söylüyorsun?”
“Evet. Şu açıdan bak. Daha fazlasını kaldırabilmek için kol kaslarını güçlendirmek istersen onları
çalıştırmalısın. Bacak kaslarını güçlendirmek istersen önce onları kullanman gerekir. Benzer biçimde zihnin ancak onu kullanırsan harika şeyler yapabilir. Onu verimli kullanmayı öğrendiğinde istediğin her şeyi yaşantına katabilirsin. Ona, doğru özeni gösterirsen sana ideal sağlığı getirir, doğal hali olan huzur ve dinginliğe kavuşur; bunu isteyecek vizyona sahipsen tabii. Sivana Bilgeleri, ‘Yaşamının sınırları, sadece kendi yaratılarındır’ derler.”
“Bunu anladığımı sanmıyorum Julian.”
“Aydınlanmış düşünürler, düşüncelerinin kendi dünyalarından ve yaşam kalitelerinin düşüncelerinin zenginliğinden geldiğini bilirler. Daha huzurlu ve anlamlı bir yaşam sürmek istiyorsan daha huzurlu ve anlamlı şeyler düşünmelisin.
“Bana kestirme bir çözüm öner Julian.”
“Ne demek istiyorsun?’1 diye sordu Julian bronzlaşmış parmaklarını parlak desenli cüppesinin önünde gezdirerek.
“Anlattıkların beni heyecanlandırdı. Ama ben sabırsız biriyim. Zihnimi çalıştırma biçimimi değiştirmek için şu anda kendi oturma odamda kullanabileceğim egzersiz veya teknikler yok mu?”
“Kestirme çözümler işe yaramaz. Tüm kalıcı İç değişimler zaman ve çaba ister. Kişisel değişimin kaynağı sürekliliktir. Yasanımda büyük değişiklikler yapmanın yıllar süreceğini söylemiyorum. Seninle paylaştığım stratejileri yalnızca bir ay boyunca her gün dikkatle uygularsan sonuçlar karşısında şaşkınlığa düşeceksin. Kapasitenin en üst düzeylerine çıkacak ve mucizevi bir boyuta geçeceksin. Ancak bu hedefe ulaşmak için sonuca takılı kalmamalısın. Onun yerine kişisel gelişim ve olgunlaşma sürecinin keyfini çıkarmalısın. İronik bir biçimde, sonuca ne kadar az odaklanırsan o kadar çabuk gelecektir, ”
“Nasıl yani?”
“Bu büyük bir öğretmenden ders almak için evinden çok uzaklara giden gencin klasik öyküsüne benziyor. Bilge yaşlı adamla karşılaştığında ilk sorusu ‘Senin kadar akıllı olmam ne kadar sürecek?’ olmuş. Yanıt çabuk gelmiş; beş yıl. Bunun çok uzun bir süre olduğunu söylemiş genç adam. ‘Ya iki kat çok çalışırsam?’ demiş. O halde on yıl’ demiş usta. ‘On! Bu çok daha uzun. Ya her gün ve gece çalışırsam, her saat?’ diye üsteleyince genç, ‘On beş yıl’ demiş bilge. ‘Anlamıyorum’ diye yanıtlamış genç. ‘Her seferinde amacıma ulaşmak için daha fazla enerji harcayacağıma söz verdim ve sen daha da uzun süreceğini söyledin; neden?’ diye sormuş. ‘Cevabı basit’, demiş bilge. ‘Bir gözünü hedefe sabitlersen, sana yolculuğunda kılavuzluk edecek yalnızca bir gözün kalır. Bu daha açık oldu mu?’ diye sormuş.”
“Ne demek istediğinizi iyi anladım sayın avukat” dedim saygılı bir ifadeyle.”Benim yaşam öyküme benziyor.”
“Sabırlı ol, hazırlanır ve beklersen tüm aradıklarını kesinlikle bulabileceğin bilgisiyle yaşa.”
“Fakat ben hiç şanslı biri olmadım Julian. Sahip olduklarımı hep sabır ile elde ettim.”
“Şans nedir dostum?” diye yanıtladı Julian kibarca.”Bu, hazırlık ve fırsatın evliliğinden başka bir şey değil.”
Sonra usulca ekledi: “Bana Sıvana Bilgeleri tarafından aktarılan kesin yöntemleri sana öğretmeden önce birkaç önemli ilkeyi anlatmalıyım. İlkin zihin ustalığının temelinde konsantrasyonun bulunduğunu her zaman hatırlamalısın.”
“Ciddi misin?”
“Biliyorum. Beni de şaşırtmıştı. Ama bu doğru. Zihin sıradışı şeylerin üstesinden gelebilir, bunu Öğrendin. Asıl gerçek, arzu veya düşlere sahip olmanın, bunları gerçekleştirebilecek kapasiteye de sahip olduğun anlamına gelmesidir. Bu Sivana Bilgeleri’nce bilinen büyük evrensel gerçeklerden biridir. Ancak zihin gücünü açığa çıkarmak için önce onu kontrol altına almayı ve elindeki işe odaklamayı öğrenmelisin. Zihnini tek bir amaca odakladığında yaşamında sıradışı armağanlarla karşılaşacaksın.”
“Konsantre bir zihne sahip olmak neden bu kadar önemli?”
“Soruna güzel bir yanıt bulacağın bir bilmece sorayım sana. Diyelim ki kış ortasında ormandasın, limitsizce kendini sıcak tutmaya çalışıyorsun. Sırt çantanda sadece arkadaşının gönderdiği bir mektup, bir kutu ton balığı ve gözlerin bozulmaya başladığı için yanında taşıdığın bir büyüteç var. Şans eseri yakacak kuru odun buluyorsun ancak hiç kibritin yok. Nasıl ateş yakarsın?”
Yüce tanrım. Julian beni faka bastırmıştı. Yanıtın ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.
“Pes ediyorum?” dedim.
“Çok basit. Mektubu odunların arasına koy ve büyüteci üzerine tut. Güneş ışınları odaklanacak ve odunlar birkaç saniye içinde tutuşacaktır.”
“Ton balığı ne olacak?”
“Ah! Onu sadece çok açık olan çözümü saklamak üzere dikkatini dağıtmak İçin kullandım” diye yanıtladı Julian gülümseyerek.”Ancak bu örnekten çıkarılacak ders şu; yalnızca mektubu odunların arasına yerleştirmek çözüm getirmez. İkinci aşama olarak güneş ışınlarını odaklamak için büyüteci kullanırsan ateş yanacaktır. Bu benzetme zihin için de geçerlidir. Onun muazzam gücünü belirli, anlamlı amaçlar için kullanırsan kişisel potansiyelini kolayca ateşler ve şaşırtıcı sonuçlar alırsın.”
“Ne gibi?” diye sordum.
“Bu soruyu yalnızca sen cevaplayabilirsin. Aradığın nedir? Daha İyi bir baba olmak ve daha dengeli, doyurucu bir yaşam mı istiyorsun? Daha fazla spiritüel tatmin mi arıyorsun? Eksikliğini hissettiğin macera ve eğlence mi? Bunu biraz düşün.”
“Sonsuz mutluluktan ne haber?”
“Büyük oyna ya da evinde otur” diye güldü, “Küçükten başlamak diye bir şey yoktur. Pekâlâ ona da sahip olabilirsin.”
“Nasıl?”
“Sivana Bilgeleri mutluluğun sırlarını beş bin yıldan uzun süredir bilmekteydi. Şanslıyım ki bu armağanı benimle paylaşmak istediler.. Bunu duymak ister misin?”
“Hayır, sanırım önce garajı duvar kâğıdı kaplayacağım…”
“Ne diyorsun?”
“Sonsuz mutluluğun sırrını öğrenmeyi elbette istiyorum Julian. Sonuçta herkesin aradığı bu değil mi?”
“Doğru. İşte anlatıyorum… Ama önce bir fincan çay istesem zahmet olur mu?”
“Haydi, oyalanma.”
“Tamam. Mutluluğun sırrı basit: Yapmayı gerçekten sevdiğin şeyin ne olduğunu bul ve tüm enerjini bunu yapmaya yönlendir. Dünyadaki en mutlu, en sağlıklı ve hoşnut insanların kimler olduğunu araştırırsan, her birinin, yaşamdaki tutkularını keşfetmiş ve günlerini bununla uğraşarak geçiren kişiler olduğunu göreceksin. Bu mesaj neredeyse her zaman bir şekilde insanların işine yarar. Zihin gücünü ve enerjini sevdiğin bir uğraş üzerinde yoğunlaştırdığında yaşamına zenginlik dolar, tüm arzuların kolay ve İncelikli bir biçimde yerine gelir.”
“O halde özetlersek, beni neyin heyecanlandırdığını bulup onu mu yapacağım?”
“Eğer uğraşmaya değerse” diye yanıtladı Julian.
“‘Değer olmak’ kavramını nasıl tanımlıyorsun?”
“Dediğim gibi John, tutkuların bir şekilde başkalarının yaşamını iyileştirir veya onlara da hizmet eder. Victor Frankl şu sözleriyle bunu benim yapabileceğimden daha zarif” bir biçimde anlatmış: ‘Mutluluk gibi, basan da kovalanamaz. O bir sonuç olmalıdır. Üstelik bu yalnızca birinin kendini büyük bir amaca adamasının planlanmamış yan etkisi olarak ortaya çıkar. ‘ Bir kez yaşama amacım ne olduğunu bulduğunda, dünyan canlanacak. Her sabah sınırsız bir enerji ve heves kaynağıyla uyanacaksın. Tüm düşüncelerin belirli amacına odaklanacak. Boşa vakit harcamayacaksın. Böylelikle değerli zihinsel gücün değersiz düşüncelere harcanmayacak. Kaygı alışkanlığını otomatik olarak silecek, çok daha verimli ve üretken olacaksın. İlginçtir ki görevini gerçekleştirmen için sana bir şekilde kılavuzluk ediliyormuşçasına, bir iç dengeye kavuştuğunu da derinden hissedeceksin. Bu muhteşem bir his. Bunu seviyorum” dedi Julian neşeyle.
“Şaşırtıcı. İyi hissetmeye başlamak kısmından hoşlandım. Gerçekten samimi olmak gerekirse Julian, çoğu gün yorganın altından çıkmak istemiyorum. Bu trafikle, sinirli müvekkillerle, hırslı rakiplerle ve aralıksız negatif etkilerle mücadele etmekten çok daha iyi görünüyor. Bütün bunlar beni çok yoruyor.”
“İnsanların neden bu kadar çok uyuduklarını biliyor musun?”
“Neden?”
“Çünkü gerçekten yapacak başka bir şeyleri yok. Güneşle uyanan insanların tümü ortak bir özelliğe sahiptir.”
“Çılgınlık mı?”
“Çok komik. Tabii ki hayır, onların tümünün, kendi iç potansiyellerini ateşleyecek bir amaçlan var. Onlar kendi öncelikleriyle hareket ederler, ama sağlıksız ve takıntılı bir biçimde değil. Bu daha az yorucu ve ılımlı bir tavır. Heves ve sevgilerini yaşamda yaptıkları işe veren böyle insanlar anı yaşarlar. Dikkatleri tamamen ellerindeki işe yönelmiştir. Bu nedenle enerji kaybı olmaz. Bu insanlar rastlama şansını bulabileceğin en sağlıktı ve canlı bireylerdir.”
“Enerji kayıpları? Bu kulağa biraz Yeni Çağ felsefesi gibi geliyor Julian. Bunu Harvard Hukuk Fakültesi’nde öğrenmediğine eminim.”
“Doğru. Bu kavramın öncüleri Sivana Bilgeleridir. Yüzyıllardır mevcutsa da tıpkı İlk ortaya çıktığı zamanlarda olduğu gibi bugün de geçerlidir. Çoğumuz gereksiz ve sonsuz kaygılarla tükeniriz. Bu doğal canlılığımızı ve enerjimizi alıp götürür. Hiç bisikletin iç lastiğini görmüş müydün?”
“Elbette.”
“Tam olarak şişirildiğinde seni istediğin yere kolayca götürebilir. Ancak sızıntılar varsa lastik sonunda söner ve yolculuğun aniden son bulur. Zihnin çalışma şekli de böyledir. Kaygılar değerli zihinsel enerji ve potansiyelinin tıpkı o iç lastikten kaçan hava gibi boşalmasına yol açar. Kısa sürede geriye hiç enerji kalmaz. Yaratıcılık, İyimserlik ve motivasyonun seni tükenmiş bir durumda bırakarak uzaklaşır.”
“Bu hissi tanıyorum. Günlerimi çoğunlukla kaos İçinde geçiriyorum. Aynı anda her yerde olmam gerekiyor ve kimseyi memnun edemiyormuş gibi görünüyorum. Böyle günlerde çok az fiziksel iş yapsam da tüm kaygılarım günün sonunda beni tamamen tükenmiş bir duruma getiriyor. Eve döndüğümde tek yapabildiğim kendime bir bardak viski doldurup televizyonun uzaktan kumandasına sarılmak oluyor.”
“Kesinlikle. Sana bunu ya