“Gemide Yer Yok”
“Her şeye rağmen şimdiye dek yaşadıklarımıza, bildiğimize tutunmaya çalışıyoruz, geçmişimizden başka bir şeyimiz yok. Tutunacak başka bir şey yok.”
“Bu durumda sokaktaki bilinmez ve düşman gölgelerden biri de ben olurdum. Kargaşanın kahramanlarından birisi. Sinsice apartmanların camlarını gözetleyen, köşe başlarında nöbet tutanları kollayan diğer gölgeler gibi bir gölge. Kargaşanın asli bir unsuru olarak, kargaşanın öznelerinden biri olarak sarhoşluğa doğru sürüklenerek bilinçsiz de olsa yıkımı hızlandırmaya uğraşırdım. Bunun canlılık ve hayatiyet olduğunu kabul ediyorum ama bunların hiçbirisini yapamıyorum, hatta şu kadını bile sürükleyip dışarı atamıyorum, yaşamın kurallara göre aktığı fikrine sarılmaya devam ediyorum. Geçmişe ve kurallara sarılmak ölümcüldür.”
“Gemide Yer Yok” Ömer F. Oyal’in beklense de hazırlıksız yakalanılan bir iç savaşı bir iç konuşma, gündelik olaylar, küçük ama hayati ayrıntılar üzerinden anlattığı çarpıcı bir roman. Bütün hayatların ve mekânların işgal edildiği, yetişkinlerin hızla zalimleştiği, çocukların hızla büyüdüğü, yarın duygusunun herkesin avucundan kayıp gittiği, umutsuzca bir bilinmeze yelken açılan bir hayatta kalma mücadelesi…
Oğlumun yatağı yaşlı kadının nefesiyle kirletiliyor. Yastığın üzerindeki buruşuk deriyi, morarmış ince dudakların arasından sızan salyayı, yorgun saç tellerini düşünmemeye çalışıyorum. Yaşlı kadının oğlumun yatağı üzerindeki belirtileri, üstlerine tek tek kafa yorulduğunda, hacim ve derinlik kazanarak yastığa, çarşaflara siniyor, bir daha çıkmamacasına yatağın birer bileşeni haline geliyor. Yaşlı kadının yatağa elbiseleriyle girdiğine eminim. Sokağın tozu ve kanı da yatakta yerini alıyor, yatak da şehir gibi geçmişin kokularını bütünüyle yitiriyor.
Karanlığın kendine has bir kokusu ve tadı var. Sesler yakınlaşıyor ve karanlık çıtırdıyor. Küçük çıtırtılar, sonra büyük çıtırtılar. Kapılar vuruluyormuş, üst katta üç tekerlekli bir bahçe arabası sürülüyormuş gibi tıkırtılar. Bir süre sonra tıkırtılara kulak asmamaya başlıyorum, tıkırtılar bizatihi karanlıkla birlikte var oluyor, ondan ibaret. Bir gıcırtı, masadan gelen bir yakınma, koltuktan gelen tok bir ses, banyo kapısının inleyişi.
Belki bir böceğin kendi açlığının peşinde hışırdayarak ilerleyişi. Onlara artık alışıyorum. Arada bir kendi kendime mırıldanıyorum. Tutarsız ve aslında bir anlamı olmayan cümleler. Karanlık, konuşmayı ve hatta düşünmeyi zorunlu kılıyor. Konuşmak ya da düşünmek istemediğim anlarda hareket etmek ve yürümek istiyorum. Bazen bir sehpaya ya da yere yığılmış şeylere çarpıyorum ama şiddetli değil, karanlıkta yavaş ve ihtiyatlı biçimde yürüyorum.
Elektrik kesintilerine iyice alıştım. Mum yakmıyorum, mum yakmayı kesin ve zorunlu bir aydınlık gerektiren anlara bırakıyorum. Hele gaz lambasını veya şarjlı feneri kullanmak söz konusu bile olamaz. Bunlara tuvalete gittiğimde veya mutfakta bir şeyler yapmak, örneğin bir şeyler yemek zorunda olduğumda başvuruyorum. Bu saatte yemek yemek istemiyorum. Oldukça geç bir saat, sadece can sıkıntısından kurtulmak için yiyecek tüketmek istemiyorum.
…