Gılgamış (Hepsi Sana Miras Serisi – 2)

“Gerçek dost yüreğinin yoldaşıdır.”

Bu öykü sıradışı ama yıkıcı bir güce sahip olan bir çocuğun nasıl bilge bir erkeğe dönüştüğünü anlatıyor. Bu çocuğun da, tıpkı sizin gibi, çok özel bir ismi var: Gılgamış.

On kitaplık Hepsi Sana Miras serisinde, Gılgamışın öyküsünü bize prestijli Guardian İlk Kitap Ödülü sahibi Yiyun Li anlatıyor, ünlü çizer Marco Lorenzetti ise resimliyor.

Hepsi Sana Miras serisi hakkında:

Peki ya bugünün büyük yazarları, tüm zamanların en büyük hikayelerini, sana yeniden anlatsa.

Unutulmakta olan klasikleri, bugünün büyük yazarlarının yardımıyla çocuklarla buluşturmak. İşte Hepsi Sana Miras serisinin amacı bu. Ünlü İtalyan yazar Alessandro Baricco’nun dünyanın dört yanındaki yazar dostlarını yardıma çağırması ile ortaya çıkmış bir “kurtarma botu”. Umberto Eco’dan Jonathan Coeya, Dave Eggerstan Nobel ödüllü Mario Vargas Llosaa, günümüzün önemli yazarları birer klasik seçip, bunları sanki kendi çocuklarına anlatırmış gibi, etkileyici ama kolay anlaşılır bir dille yeniden hikayelendirdi. Üstelik zaman zaman kendi hayal güçleriyle zenginleştirmekten de kaçınmayarak. Ve yine günümüzün önemli çizerleri bu metinleri resimlediler.

Hepsi Sana Miras (özgün isim: Save The Story) serisinde anlatım dilinden görsel tasarıma kadar her şey klasikleri çocuklara sevdirmek amacıyla tasarlandı. Ama yetişkinler de okurken büyük keyif alacaklar. Hele bir de dizlerinde onları dinleyen (mümkünse 6 yaşından büyük) bir çocuk varsa…

1

Bu öykü sıradışı ama yıkıcı bir güce sahip olan bir çocuğun nasıl bilge ve metanetli bir erkeğe dönüştüğünü anlatıyor. Bu çocuğun da, tıpkı sizin gibi, çok özel bir ismi var: Gılgamış.

Gılgamış, sizden ve benden farklı bir zamanda ve muhtemelen farklı bir yerde yaşardı. Günümüzden dört bin sekiz yüz yıl kadar önce yaşadığı için öyküsü size eski, hatta kadim bir öykü gibi gelebilir. Gılgamış’ın yurdu Uruk denen kentti. Haritaya bakarsanız bu kentin, sonsuz öykülerin ülkesi Irak’ta olduğunu görebilirsiniz. Eğer Gılgamış’ın öyküsünün eski ve yabancı bir öykü olduğunu düşünüyorsanız, sizi temin ederim ki öyle değil. Okuduğunuz zaman göreceksiniz ki bu öykü, anne babalarınızın, nine ve dedelerinizin, amca ve dayılarınızın, teyze ve halalarınızın ya da en sevdiğiniz öğretmeninizin öyküsünden çok da farklı değil. Günün birinde siz bile, bilge ve metanetli bir yetişkin olarak Gılgamış’ın öyküsünü hatırlayabilir ve bunun kendi öykünüzden, en yakın dostunuzun öyküsünden pek de farklı olmadığını fark edebilirsiniz. İşte o zaman öyküyü, tıpkı benim

şimdi yaptığım gibi, kendi çocuklarınıza anlatmak isteyebilirsiniz.

Haydi gelin başlayalım…

2

Uruk denen büyük bir kentte, Gılgamış adlı genç bir kral yaşardı. Babası Kral Lugalbanda, annesi tanrıça Ninsun olduğundan, Gılgamış’ın damarlarında kutsal bir kan akardı. Çok özel bir çocuk olan (iyi de hangi çocuk özel değil ki, diye sorabilirsiniz, haklı da olursunuz çünkü tüm çocuklar özeldir) Gılgamış da, tıpkı siz ve arkadaşlarınız gibi, anne babasının gözünde akıllı, aslan gibi, kusursuz bir çocuktu.

Ev denen yer her çocuk için, dört bir yanıyla ona bir sığınak ve hoşgörü sunan ilk dünyadır. Çocukların her gün nasıl aynı merakla oyuncak sandıklarını karıştırdığını gördünüz mü? Bunun nedeni oyuncakların çocuklar için asla eskimemesi ve her yeni günle birlikte yeni bir oyunun parçası haline gelmesidir. Ama bazen oyunda işler ters gider: Oğlan en sevdiği robotunu elinden fırlatır ya da kız en sevdiği kâğıt prensesi yırtıp parçalar. Eşyalarını sevmediklerinden değildir bu. Bir çocuğun egosu (ego sözcüğünü bilmiyorsanız söyleyeyim, Latinceden gelir ve anlamı “benlik”tir), yani bir çocuğun benlik duygusu, tıpkı vücudu gibi, büyüyüp gelişmek zorundadır. Ne var ki vücudumuzun aksine, ego bazen aşırı büyüyüp, kocaman olabilir. Çocuklar genelde egolarının ne zaman sınırı aşıp başkalarına ve kendisine zarar vermeye başladığını anlayacak kadar deneyimli değildir. (Size bir sır vereyim: Bazı yetişkinler bile egolarını nasıl kontrol edeceklerini bilemezler.)

İşte Gılgamış’ın başına gelen de aynen buydu. Küçükken koskoca Uruk kenti onun oyun alanı olmuştu, büyürken okulu oldu, genç bir kral olduğunda ise hükmettiği dünyası… Ne muhteşem bir yerdi Uruk, Gılgamış için. Başı dimdik arşınlardı kenti boydan boya ve herkes onu tanır, saygı gösterirdi. Sokaklara dizili evlerin kapıları ona açıktı, çünkü hepsi Gılgamış’ın malıydı; tıpkı o evlerin önünde açan çiçekler, çatılarının altına yuva yapmış kuşlar, o evlerde oturan kadın ve erkekler gibi. Gılgamış çok severdi tüm bu sahip olduklarını ama şımartılmış çocuklarda sıkça olduğu gibi, o da bazen kalbinde, hep daha fazlasını, hep daha çoğunu istemesine yol açan, vahşi ve azgın bir hissin giderek büyüdüğünü hissederdi. Peki ama, neyin daha fazlası ? İşte onu bilmiyordu. Hatta o istediği şeyi tarif edecek kelimeleri bile bulamıyordu. Bu öfke ve kendini bilmezlik içinde sinir nöbetleri geçiriyor, karşısına çıkanı tekmeleyip eziyordu. Daha da kötüsü, küçük oğlanları babalarının elinden alıp, oyuncak robotunu fırlatan bir çocuk gibi sağa sola fırlatıyordu. Çocukların canı yanıyordu elbet ama ağlayıp haykırdıklarında, Gılgamış daha da azıyor, daha da zalimleşiyordu. Gılgamış sonunda genç kızları da annelerinden koparmaya, yanına alıp evine götürmeye, zavallı kâğıt bebekler gibi parçalamaya başladı.

Gılgamış’ın gaddarlığı karşısında dehşete düşen ama ona karşı çıkmaya cesaret edemeyen Uruk halkı, tanrılara dua ediyordu: “Yüce Tanrı, duy yakarışımızı. Gılgamış çok akıllı genç bir kral ama gücünün sınırını bilmiyor. Ne olur yardım et bize, kurtar bizi bu derdimizden!”

Nihayet tanrıların kralı Anu, halkın yakarışlarına kulak kabarttı ve bir plan yaptı. Gılgamış o gece tuhaf bir rüya gördü ve ertesi gün annesi tanrıça Ninsun’a gitti.

“Anne,” dedi, “bir rüya gördüm dün gece. Gökten parlak bir yıldız Uruk’a düştü ve sert bir kayaya dönüştü. Ben kayayı kaldırmaya çalıştım ama çok ağırdı. Sonra düştüğü yerde bırakmaya kalkıştım, bu defa sanki bana seslendi, ben de yanından ayrılamadım. Rüyamda başımı kaldırıp gökte sana baktım, sense gülümsedin ve kayanın benim ikizim olduğunu, diğer yarım olduğunu söyledin.”

Gılgamış rüyasını anlatmayı bitirince bilge ve sevecen bir anne olan tanrıça Ninsun gülümsedi. “Oğlum, rüyanda gökten gönderilen o kaya, gerçek bir dost olarak sana gelecek birini simgeliyor.”

“Dost mu?” dedi Gılgamış. Dosta ihtiyacı olduğu hiç aklına gelmemişti. Bir hükümdar olarak ona akıl veren danışmanları, onu koruyan savaşçıları vardı. Sarayında onunla ilgilenen aşçıları, hizmetkârları, yorulduğunda onu eğlendiren müzisyenleri ve şarkıcıları vardı. “Ne işe yarar ki dost?”

“Gerçek bir dost,” dedi Ninsun, “sevincini ve mutluluğunu paylaşır, üzüldüğünde avutur seni.

Kararsız kaldığında aklını netleştirmene yardımcı olur, tehlikelere hazırlıksız yakalandığında seni korur. Gerçek bir dost yüreğinin yoldaşıdır.” Gılgamış gözlerini iri iri açtı. “Şimdi can atıyorum gerçek bir dostum olması için, anne. Çabucak çıkıp gelsin.”

KİM KİMDİR

YİYUN Lİ NEW YORKER TARAFINDAN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN 40 YAŞ ALTINDAKİ EN İYİ YAZARLARI ARASINDA GÖSTERİLDİ. KİTAPLARI 20 DİLDE YAYIMLANMIŞ VE ARALARINDA Guardian İlk Kitap Ödülünün de bulunduğu, pek çok ödül kazanmıştır. Amerikalı olan yazarın anlattığı öykülerin merkezinde, köklerinin uzandığı Çin yer alır.

MARCO LORENZETTİ MARKE’DE DOĞDU. DOĞDUĞU GÜNDEN BERİ RESİM YAPMAYI ÇOK SEVER. SANAT, TARİH VE MİTOLOJİ ÇOCUKLUK VE OKUL YILLARINDA EN SEVDİĞİ DERSLER OLMUŞTUR. 2010 SENESİNDE İTALYA’DA, MACERATA GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ’NDE YAYINCILIKTA ÖYKÜ RESİMLEME ÜSTÜNE YÜKSEK LİSANS YAPTI. ANCONA’DA YAŞAMAKTA VE ÇOK ÇALIŞMAKTADIR.

SAVE THE STORY GEÇMİŞİN ENGİN DENİZİNDE BOĞULMAK ÜZERE OLAN BAZI ŞEYLERİ YENİ BİNİNCİ YILDA KARAYA ÇIKARMAYA ÇALIŞAN BİR CANKURTARAN SANDALIDIR. (“HEPSİ SANA MİRAS”) MARKASI TAŞIYAN BU KİTAP BENZERİ NESNELER TEHLİKE ALTINDAKİ TÜRÜN ÖRNEKLERİDİR.

SCUOLA HOLDEN 1994 YILINDA DİĞERLERİNDEN FARKLI OLMA İDEALİYLE TORİNO’DA KURULMUŞTUR. İÇİNDE KİTAPLARIN VE KAHVENİN HİÇ EKSİK OLMADIĞI BİR EVE BENZER. BURADA, ADINA “MASALCILIK” DENİLEN GİZEMLİ BİR İŞ ÜZERİNDE ÇALIŞILMAKTA; YANİ KİTAP, SİNEMA, TELEVİZYON, TİYATRO, ÇİZGİ FİLM GİBİ MÜMKÜN OLAN HER DİLDE ÖYKÜ ANLATMANIN GİZEMLİ YOLLARI ARAŞTIRILMAKTADIR. KISACASI, SONUÇLARI ŞAŞIRTICI OLAN HER ŞEY BU OKULUN ÇALIŞMA KONUSUDUR.

İşte bu seri de Ali’lere, Olivia’lara, Ayşe’lere, Arturo’lara, Beren’lere, Kostas’lara, Arman’lara, Pietro’lara, Julia’lara, Idil’lere, Sandra’lara, Thomas’lara ve Duru’lara adanmıştır.

Benzer İçerikler

Hikâyeler | Cahit Zarifoğlu | Birazoku

yakutlu

Karne Sevinci

yakutlu

Cankız’ın Kuzuları

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy