Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır.
Böyle bir erkek yeni bir muhite ilk adımını atarken ne hissediyor, ne düşünüyor, kimse bilmez, ama bu gerçek civardaki ailelerin aklına öyle yerleşmiştir ki onu kızlarından birinin ya da diğerinin tapulu malı sayarlar.
“Duydun mu Mr. Bennet, şekerim,” dedi eşi bir gün, “Netherfield Korusu nihayet tutulmuş.”
Mr. Bennet duymadığını söyledi.
“Ama tutulmuş,” diye devam etti eşi; “Mrs. Long az önce buradaydı, bana her şeyi anlattı.”
Mr. Bennet cevap vermedi.
“Kim almış, merak etmiyor musun?” diye haykırdı karısı sabırsızca.
“Söylemek istiyorsan itiraz etmem.”
Bu kadar davet ona yeterdi.
“Valla, şekerim, bunu dinlemelisin, Mrs. Long diyor ki Netherfield’i kuzey İngiltere’li, büyük servet sahibi bir genç almış; Pazar günü dört atlı arabasıyla gelip yeri görmüş ve öyle beğenmiş ki Mr. Morris’le şıp diye anlaşmış; Michaelmas’dan önce mülkü devralacakmış, birkaç hizmetçisi de gelecek hafta sonuna kadar evde olacakmış.”
“Adı neymiş?”
“Bingley.”
“Evli mi bekar mı?”
“Aa! Bekar, şekerim, bekar tabii! Çok zengin, yılda dört beş bin kazanan bir bekar. Kızlarımız için ne hoş bir şey!”
“Nasıl yani? Kızlarımızla ne ilgisi var?”
“İlahi Mr. Bennet,” diye cevapladı karısı, “nasıl bu kadar yorucu olabiliyorsun! Kızlardan birini onunla evlendirmeyi düşündüğümü anlamış olmalısın.”
“Buraya bu amaçla mı gelmiş?”
“Nasıl böyle konuşabiliyorsun! Kızlardan birine aşık olması çok mümkün; o yüzden gelir gelmez onu ziyaret etmelisin.”
“Bunun için bir sebep yok. Sen kızlarla gidebilirsin, ya da onları kendi başlarına gönderebilirsin, hatta bu belki daha iyi olur, çünkü güzellikte onlardan aşağı kalır yanın olmadığı için Mr. Bingley aradan seni seçebilir.”
“İltifat ediyorsun, şekerim. Ben de güzellikten payımı almışım elbette, ama artık kendimi bir şey sanacak halim yok. Beş kız büyütmüş bir kadın kendi güzelliğini düşünmekten vazgeçmelidir.”
“O durumda düşünecek bir güzelliği olmaz zaten.”
“Şekerim, taşındığı zaman gerçekten gidip Mr. Bingley’yi görmelisin.”
“O kadarına söz veremem, emin ol.”
“Ama kızlarını düşün. Bak, kızlar için ne büyük bir kısmet. Sir William’la Lady Lucas gitmeye kararlılar, hem de sadece bu yüzden, çünkü bilirsin onlar genelde yeni gelenleri ziyaret etmezler. Gerçekten gitmelisin, çünkü sen gitmezsen bizim gitmemiz de imkansız olur.”
“Sen de çok ince hesap yapıyorsun. Eminim Mr. Bingley sizi gördüğüne çok sevinecek; ben de birkaç satır yazar seninle gönderirim kızların hangisini seçerse seçsin razıyım diye; ama tabii küçük Lizzy’m için güzel bir şeyler eklemem lazım.”
“Umarım öyle bir şey yapmazsın. Lizzy ötekilerden bir nebze bile üstün değil; hatta ne Jane’in yarısı kadar güzel, ne de Lydia’nın yarısı kadar iyi huylu. Ama sen her zaman onu tutuyorsun.”
“Hiçbirinin aman aman bir özelliği yok,” diye cevap verdi Mr. Bennet; “hepsi de başka kızlar gibi aptal ve cahiller; ama Lizzy kardeşlerinden daha zeki.”
“Mr. Bennet, kendi çocuklarını nasıl böyle aşağılayabiliyorsun? Canımı sıkmaktan zevk alıyorsun. Zavallı sinirlerime hiç acıman yok.”
“Beni yanlış anladın, hayatım. Sinirlerine büyük saygım var. Sinirlerin benim eski dostum. En az yirmi yıldır ısrarla sinirlerinden bahsetmeni dinliyorum.”
“Neler çektiğimi nereden bileceksin.”
“Sen atlatırsın, daha uzun yıllar yaşar, yılda dört bin kazanan bir sürü gencin buralara geldiğini görürsün.”
“Sen ziyaret etmedikten sonra yirmi tane de gelse bize faydası olmaz.”
“İçin rahat olsun, hayatım, yirmi tane olursa hepsini ziyaret ederim.”
Mr. Bennet öylesine tuhaf bir hazırcevaplık, ince alaycılık, soğukluk ve bencillik karışımı bir adamdı ki yirmi üç yıllık deneyim karısının onun karakterini anlamasına yetmemişti. Karısının huyunu anlamak daha az zordu. Anlayışı kıt, eğitimi düşük, tepkileri kestirilemez bir kadındı. Mutsuz olduğu zaman sinirleri bozuldu sanırdı. Hayatta bütün derdi kızlarını evlendirmekti; tesellisi ise ziyaretler ve haberlerdi.
Bölüm II
Mr. Bennet Mr. Bingley’ye ilk uğrayanlardan biri oldu. Son ana kadar karısını gitmeyeceğine inandırdıysa da gitmeye baştan beri niyetliydi; ziyaretten sonra akşama dek karısına bunu söylemedi. Akşamleyin de aşağıdaki şekilde açıkladı. İkinci kızının şapka süslemesini izlerken ansızın,
“Umarım Mr. Bingley beğenir, Lizzy,” dedi.
“Mr. Bingley’nin neyi beğendiğini anlama imkânımız yok,” dedi annesi kederle, “ziyaretine gitmeyeceğimize göre.”
“Ama unutuyorsun, anne,” dedi Elizabeth, “onunla baloda karşılaşacağız; Mrs. Long tanıştırmaya söz verdi.”
“Mrs. Long’un tanıştıracağını sanmıyorum. Kendi iki yeğeni varken. Bencil, ikiyüzlü bir kadın o, itibar etmem.”
“Ben de etmem,” dedi Mr. Bennet; “hem, onun yardımına ihtiyacınız olmadığını memnuniyetle söyleyebilirim.”
Mrs. Bennet cevap vermeye tenezzül etmedi, ama kendini tutamayıp kızlarından birini azarlamaya başladı.
“Öyle öksürüp durma Tanrı aşkına, Kitty! Sinirlerime acı biraz. Parça parça ettin sinirlerimi.”
“Kitty öksürük konusunda hiç dikkatli değil,” dedi babası; “yanlış zamanda öksürüyor.”
“Keyfimden öksürmüyorum,” diye cevap verdi Kitty huysuzca.
“İlk balo ne zaman, Lizzy?”
“Bir dahaki hafta yarın.”
“Al işte,” diye haykırdı annesi, “Mrs. Long ancak bir gün önce dönecek, o zaman da adamı tanıştıramaz, çünkü daha kendisi tanışmamış olur.”
“Öyleyse, şekerim, arkadaşının yerini sen al ve Mr. Bingley’yi onunla tanıştır.”
“İmkânsız, Mr. Bennet, imkansız, adamla daha ben tanışmıyorum; nasıl böyle bunaltıcı olabiliyorsun?”
“Titizliğine katılıyorum. On beş günlük tanışıklık elbette çok az. İnsan on beş günden önce tanınmaz. Ama biz harekete geçmezsek başkası geçer; kaldı ki, Mrs. Long’la yeğenleri de şanslarını deneyecekler; o halde, maksat kibarlık değil mi, sen yardımı reddedersen, bu işi ben üstlenebilirim.”
Kızlar babalarına baktılar. Mrs. Bennet, “Saçmalıyorsun!” dedi sadece.
“Bu sert sözün anlamı ne olabilir?” diye haykırdı Mr. Bennet. “Tanışma adetlerini ve bunlara verilen önemi saçmalık olarak mı görüyorsun? O konuda seninle aynı fikirde değilim. Ne diyorsun, Mary, derin düşünceleri olan, büyük kitaplar okuyan, notlar alan bir kız olarak?”
Mary çok anlamlı bir şey söylemek istedi, ama beceremedi.
“Mary fikirlerini toparlarken,” diye devam etti Mr. Bennet, “biz Mr. Bingley’ye dönelim.”
“Bıktım Mr. Bingley’den,” diye haykırdı karısı.
“Bunu duyduğuma üzüldüm; ama niye daha önce söylemedin? Bunu bu sabah biliyor olsaydım adamı ziyaret etmezdim. Büyük şanssızlık; ama gittiğime göre artık tanışmıyormuş gibi yapamayız.”
Hanımların şaşkınlığı tam istediği gibiydi; hatta Mrs. Bennet’ınki diğerlerini geçti; yine de ilk neşe dalgası durulurken Mrs. Bennet bunu baştan beri beklediğini söylemeye başladı.
“Ne kadar iyisin, sevgili Mr. Bennet! Ama seni sonunda ikna edeceğimi biliyordum. Kızlarını böyle bir tanışıklığı ihmal edemeyecek kadar sevdiğinden emindim. Valla nasıl memnun oldum! Ayrıca çok da iyi bir şaka, sen bu sabah git, ama bu saate kadar tek kelime etme.”
“Hadi bakalım, Kitty, şimdi istediğin kadar öksürebilirsin,” dedi Mr. Bennet; bunları derken odadan çıktı, karısının coşkusundan bitap düşmüş halde.
“Ne muazzam bir babanız var, kızlar,” dedi Mrs. Bennet, kapı kapandığı zaman. “Emeklerini nasıl ödeyeceksiniz bilmiyorum, hatta benim emeklerimi. Bizim yaşımızda her gün yeni biriyle tanışmak insana pek hoş gelmez; ama sizin hatırınız için her şeyi yaparız. Lydia, tatlım, sen en küçüklerisin ama, bence Mr. Bingley ilk baloda seninle dans edecek.”
“Yo!” dedi Lydia, gözüpeklikle, “ben korkmuyorum; en küçükleri olabilirim, ama en uzunlarıyım.”
Akşamın sonraki saatleri Mr. Bingley’nin ziyareti ne zaman iade edeceğini tahmin etmekle ve onu ne zaman yemeğe davet edebileceklerine karar vermekle geçirildi.
Bölüm III
Mrs. Bennet beş kızıyla birlikte ne kadar sıkıştırdıysa da kocasından Mr. Bingley’nin tatmin edici bir tarifini almayı beceremedi. Adamcağıza her yandan saldırdılar, arsız sorularla, kurnaz tahminlerle, uzak imalarla, ama o bu girişimlerin hepsini savuşturdu; onlar da sonunda komşuları Lady Lucas’ın ikinci elden edindiği bilgiyle yetinmek zorunda kaldılar. Lady Lucas’ın raporu hayli olumluydu. Sir William adamdan hoşlanmıştı. Gayet genç, harikulade yakışıklı, son derece sevimliydi ve, bunları taçlandırırcasına, ilk baloya geniş bir arkadaş grubuyla katılmak niyetindeydi. Daha sevindirici bir şey olamazdı! Dansı sevmek aşık olma yolunda önemli bir adımdı; Mr. Bingley’nin kalbi için keyifli umutlar beslendi.
“Kızlarımdan birinin Netherfield’e şöyle mutlu mutlu yerleştiğini görebilsem,” dedi Mrs. Bennet kocasına, “bir de ötekiler öyle iyi evlilikler yapsalar, dünyada başka hiçbir şey istemem.”
Birkaç gün içinde Mr. Bingley Mr. Bennet’ın ziyaretine karşılık verdi ve onunla kütüphanede on dakika kadar oturdu. Güzelliklerini işittiği genç hanımların huzuruna kabul edileceğini umut etmişti, ama sadece babayı görebildi. Hanımlar biraz daha şanslıydılar; üst kat penceresinden, mavi bir ceket giydiğini ve siyah bir ata bindiğini görme imkânı buldular.
Yemek daveti hemen sonra kendisine iletildi; Mrs. Bennet evsahibeliğine itibar kazandıracak yemekler tasarlamaya başlamıştı ki hepsini erteleyen bir cevap geldi. Mr. Bingley ertesi gün şehre inmek zorundaydı, dolayısıyla davetlerini üzülerek vs vs kabul edemiyordu. Mrs. Bennet’ın çok canı sıkıldı. Hertfordshire’e gelişinden hemen sonra şehirde ne işi olabilir, anlayamıyordu; her an oradan oraya kaçan biri olabileceğinden ve Netherfield’e doğru dürüst yerleşmeyeceğinden korkmaya başladı. Lady Lucas Londra’ya sadece balo için geniş bir arkadaş grubu getirmeye gittiği fikrini ortaya atarak korkularını bir parça yatıştırdı; çok geçmeden, Mr. Bingley’nin baloya beraberinde on iki bayan ve yedi bey getireceği bilgisi geldi. Kızlar o kadar çok hanımı düşününce endişelendiler; ama balodan önceki gün Londra’dan beraberinde on iki yerine sadece altı hanım getirdiğini, beşinin kızkardeşi, birinin de kuzeni olduğunu duyunca rahatladılar. Nihayet balo salonuna girdikleri zaman grup sadece beş kişiden oluşuyordu; Mr. Bingley, iki kızkardeşi, büyüğün kocası ve bir başka delikanlı.
Mr. Bingley yakışıklı ve kibardı; hoş bir yüzü, rahat, özentisiz davranışları vardı. Kızkardeşleri zarif kadınlardı ve sosyetik bir havaları vardı. Eniştesi Mr. Hurst beyefendi görünüyordu, o kadar; ama arkadaşı Mr. Darcy ince, uzun boyu, güzel yüzü, soylu duruşuyla ve içeri girdikten beş dakika sonra ortada dolaşan yılda on binlik geliri olduğu söylentisiyle çabucak odanın dikkatini çekti. Beyler düzgün bir adam olduğunu söylediler, hanımlar da Mr. Bingley’den çok daha yakışıklı olduğunu açıkladılar ve hayranlık dolu bakışlar üstünde toplandı, ta ki akşamın ortalarına doğru, tavırları hoşnutsuzluk yaratarak popülerliğini tersine çevirene kadar; çünkü gururlu, kendini etrafından üstün gören, memnuniyetsiz biri olduğu anlaşılmıştı; o zaman Derbyshire’deki geniş arazisi bile onu itici, tipi bozuk ve arkadaşıyla mukayeseye değmez bulunmaktan kurtaramadı.
Mr. Bingley kısa sürede kendini salonun bütün önde gelenlerine tanıtmıştı; canlı ve içtendi, her dansa katıldı, balo o kadar erken bittiği için kızdı ve Netherfield’de kendisi balo vermekten söz etti. Böyle canayakın hareketler onun hakkında bir fikir verir. Arkadaşıyla ne kadar zıttı! Mr. Darcy sadece bir kez Mrs. Hurst’le, bir kez de Miss. Bingley’yle dans etti; başka bir hanıma takdim edilmeyi reddetti ve akşamın geri kalanını odada dolaşarak, arada bir kendi grubundan biriyle laflayarak geçirdi. Karakteri konusunda karar verildi. Dünyadaki en gururlu, en sevimsiz adamdı; herkes bir daha oraya gelmemesini diledi. Ona karşı en şiddetli tepki gösterenlerden biri Mrs. Bennet’dı; adamın genel haline duyduğu hoşnutsuzluk kızlarından birini hafife alması üzerine öfkeye dönüştü.
Elizabeth Bennet erkek kıtlığından iki dans boyunca oturmak zorunda kalmıştı; bir ara Mr. Darcy Elizabeth’in o kadar yakınında dikiliyordu ki, Elizabeth arkadaşını katılmaya zorlamak için birkaç dakikalığına danstan gelen Mr. Bingley’yle arasında geçen konuşmaya kulak misafiri oldu.
“Hadi Darcy,” dedi Mr. Bingley, “dans etmen lazım. Yalnız başına kös kös dikilip durduğunu görmekten nefret ediyorum. Dans et hadi.”
“Asla olmaz. Hoşlanmadığımı bilirsin, eşimi iyi tanımadan dans etmem. Böyle bir toplulukta imkânsız. Kızkardeşlerin dolu, salonda da bana eziyet olmadan dansa kaldırabileceğim başka kadın yok.”
“Dünyayı verseler,” diye haykırdı Bingley, “senin kadar müşkülpesent olmam! Doğrusu, bunca güzel kızı ömrümde bir arada görmedim; hele birkaç tanesi var ki olağanüstü alımlılar.”
“Tabii sen odadaki en güzel kızla dans ediyorsun,” dedi Mr. Darcy, en büyük Miss. Bennet’a bakarak.
“Gördüğüm en güzel yaratık! Ama hemen arkanda oturan bir kardeşi var, o da çok güzel ve çok sevimli. Eşime söyleyeyim seni tanıştırsın.”
“Hangisini kastediyorsun?” ve arkasını dönüp bir an Elizabeth’e bakındı, gözlerini yakalayınca kendi gözlerini çekip, soğukça şöyle dedi: “Eh işte, ama beni baştan çıkaracak kadar güzel değil; hem, şu an başka erkeklerin dudak büktüğü kızlara önem verecek halde değilim. Bence eşine dön ve gülücüklerinin keyfini çıkar, çünkü benimle zamanını harcıyorsun.”
Mr. Bingley arkadaşının tavsiyesine uydu. Mr. Darcy uzaklaştı ve Elizabeth ona karşı hiç de hoş olmayan duygularla başbaşa kaldı. Yine de hikâyeyi olanca neşesiyle arkadaşlarına anlattı; çünkü her gülünç şeyden zevk alan, canlı, şakacı bir ruhu vardı.
Akşam bütün aile için keyifli geçti. Mrs. Bennet büyük kızının Netherfield grubunun derin hayranlığını kazandığını görmüştü. Mr. Bingley onunla iki kez dans etmişti, kızkardeşleri de ona özel davranmışlardı. Jane bunu annesi kadar memnuniyetle ama annesinden daha sakin karşıladı. ElizabethJane’in memnuniyetini hissetti. Mary kendisinden Miss. Bingley’ye civardaki en hünerli kız diye
Jane’in memnuniyetini hissetti. Mary kendisinden Miss. Bingley’ye civardaki en hünerli kız diye bahsedildiğini duymuştu; Catherine’le Lydia da hiç eşsiz kalmayacak kadar şanslıydılar, zaten şimdilik balo deyince tek akıllarına gelen buydu. Böylece Longbourn’a keyifli döndüler; evleri Longbourn köyündeydi ve köyün arazi sahibi onlardı. Mr. Bennet’ı hala ayakta buldular. Mr. Bennet eline kitap alınca zamanı unuturdu ama, şimdi öyle muazzam beklentiler yaratan akşamın havadislerini pek merak ediyordu. Karısının yabancıyla ilgili tüm umutlarının boşa çıkacağını düşünmüştü, daha çok; ama az sonra farklı bir hikâye dinlemek üzere olduğunu anladı.
“Ah sevgili Mr. Bennet,” dedi karısı odaya girerken, “nasıl zevkli bir akşam geçirdik, nasıl müthiş bir balo oldu! Keşke sen de gelseydin. Jane’e tek kelimeyle bayıldılar. Herkes ne kadar müthiş göründüğünü söyledi; Mr. Bingley de ona bayıldı, onunla iki kez dans etti. Düşünsene hayatım, onunla gerçekten iki kez dans etti; üstelik koca odada ikinci kez dansa kaldırdığı tek kız oydu. İlk önce Miss. Lucas’ı kaldırdı. Gerçi onları beraber görünce çok canım sıkıldı ama neyse ki kızdan hoşlanmadı: zaten kim hoşlanır ki; ama dans başlayınca Jane’e tam anlamıyla çarpılmış gibiydi. Sonra kim olduğunu soruşturdu, kendini tanıştırttı, sonra ikinci dans için ona teklifte bulundu. Sonracığıma, üçüncü dansı Miss. King’le, dördüncüyü Maria Lucas’la, beşinciyi yine Jane’le, altıncıyı da Lizzy’le-”
“Bana biraz acıması olsaydı,” diye haykırdı kocası sabırsızca, “yarısı kadar bile dans etmezdi! Tanrı aşkına, artık eşlerinden bahsetme. İlk dansta bileğini burksaymış keşke!”
“Ama hayatım,” diye devam etti Mrs. Bennet, “adamı çok beğendim. Acayip yakışıklı! Kızkardeşleri de çok alımlı kadınlar. Hayatımda daha zarif elbiseler görmedim. Bence Mrs. Hurst’ün tuvaletindeki dantel-”
Burada yine sözü kesildi. Mr. Bennet kılık kıyafet tarifine itiraz etti. Mrs. Bennet bunun üzerine konunun bir başka yönünü aramak zorunda kaldı ve içi acıyarak ve biraz da abartarak Mr. Darcy’nin inanılmaz kabalığını anlattı.
“Ama seni temin ederim,” diye ekledi, “Lizzy onun zevkine uymamakla pek bir şey kaybetmedi; çünkü son derece sevimsiz, korkunç bir adam, ilgilenmeye değmez. Öyle kendini beğenmiş, öyle burnu havada ki katlanması imkânsız! Ortalarda dolandı durdu, matah bir şeymiş gibi! Dans edecek kadar bile yakışıklı değil! Keşke orada olsaydın da, şekerim, haddini bildirseydin. Adamdan cidden nefret ettim.”
Bölüm IV
Jane’le Elizabeth yalnız kaldıkları zaman, daha önce Mr. Bingley’yi övmek konusunda tedbirli davranan Jane kızkardeşine onu ne kadar beğendiğini anlattı.
“Bir erkek işte tam böyle olmalı,” dedi, “akıllı uslu, iyi huylu, canlı; daha önce hiç böyle hoş tavırlar görmemiştim! Öyle rahat, öyle terbiyeli ki!”
“Yakışıklı, ayrıca,” diye cevapladı Elizabeth, “eh, bir erkek aynı zamanda yakışıklı da olmalı, mümkünse. Demek ki her şeyi dört dörtlük.”
“İkinci kez dansa kaldırması çok gururumu okşadı. Böyle bir iltifat beklemiyordum.”
“Öyle mi? Ben senin adına bekliyordum. Ama bu da aramızdaki bir başka büyük fark. İltifatlar seni hep şaşırtıyor, beni hiç şaşırtmıyor. Sana tekrar teklif etmesinden daha doğal ne olabilirdi ki? Odadaki her kadından beş kat daha güzel olduğunu görmemesi mümkün değildi. Bunu onun kibarlığına borçlu değiliz. Evet, cidden çok hoş; onu beğenmene izin veriyorum. Çok daha aptallarını beğendin.”
“Aman Lizzy!”
“Valla, genelde insanları beğenmeye çok hazırsın. Kimsenin kusurunu görmüyorsun. Sana göre bütün dünya iyi, sevimli. Hayatta kimseden kötü bahsettiğini duymadım.”
“Kimseyi yargılamak konusunda acele etmek istemem; ama düşündüğümü de her zaman söylerim.”
“Biliyorum söylersin; tuhaf olan da bu zaten. Senin sağduyuna sahip olup başkalarının aptallıklarına, saçmalıklarına karşı böyle içtenlikle kör olmak! Samimiyet numarası yapmak yeterince yaygın –her yerde görüyorsun. Ama gösterişsiz, plansız şekilde içten olmak –herkesin karakterinin iyi yanını alıp daha da iyi yapmak, ve kötü yanından bahsetmemek –sadece sana has. Sen şimdi bu adamın kızkardeşlerini de sevmişindir, değil mi? Onların hali tavrı onunki gibi değil.”
“Değil tabii, ilk başta. Ama konuştuğun zaman çok hoş kadınlar. Miss. Bingley kardeşiyle kalıp evi idare edecek; bizim için çok tatlı bir komşu olmazsa epey yanılmış olurum.”
Elizabeth sessizlik içinde dinledi, ama ikna olmadı; iki hanımın balodaki tavırları pek öyle herkesin hoşuna gidecek gibi değildi; ablasından daha hızlı bir gözlem gücü, daha az esnek bir tabiatı, kendisine yönelik ilgiden hiç etkilenmeyen bir muhakeme yeteneği olan Elizabeth onların davranışlarını onaylamaya pek eğilimli değildi. Aslında gayet zarif kadınlardı; keyifli oldukları zaman kibar davranmaktan, diledikleri zaman sevimli olmaktan geri kalmıyorlardı; ama gururlu ve kendini beğenmiştiler. Güzel sayılırlardı, şehirdeki ilk özel okulların birinde eğitim görmüşlerdi, yirmi bin pound’luk bir servetleri vardı, gereğinden fazla para harcama ve mevki sahibi insanlarla görüşme alışkanlıkları vardı, dolayısıyla kendilerini yüksek görmeye, başkalarını küçük görmeye her bakımdan hakları vardı. Kuzey İngiltereli saygın bir aileye mensuptular ve bu gerçek, belleklerine, erkek kardeşlerinin servetinin de kendi servetlerinin de ticaret yoluyla edinilmiş olduğu gerçeğinden daha derinlemesine yerleşmişti.
Mr. Bingley’ye babasından yaklaşık yüz bin pound’luk bir mülk miras kalmıştı; babası hep bir malikâne almak istemiş ama ömrü yetmemişti. –Mr Bingley de aynı şeye niyetlenmiş ve birkaç kez bölgesini seçmişti; ama şimdi iyi bir ev ve avlanacak arazi bulduğuna göre onun rahat tabiatını iyi bilen birçok kişi ömrünün geri kalanını Netherfield’de geçirebileceğinden ve satın alma işini sonraki kuşağa bırakabileceğinden kuşkulanıyordu.
Kızkardeşleri onun kendi malikânesi olsun diye çok heves ediyorlardı; şimdi sadece kiracı olarak yerleştiyse de, Miss. Bingley onun evini idare etme konusunda hiç de isteksiz değildi; servet sahibi olmaktan çok mevki sahibi bir adamla evli olan Mrs. Hurst ise onun evini canı istediği zaman kendi evi olarak görmekten hoşlanmıyor değildi. Mr. Bingley raslantı sonucu Netherfield Konağı’na bakması tavsiyesine uyduğu zaman reşit olalı daha iki sene olmamıştı. Yarım saat evin içine dışına baktı, konumunu ve ana odalarını beğendi, mal sahibinin övgülerinden tatmin oldu ve evi hemen tuttu.
Bingley’yle Darcy arasında büyük karakter farkına rağmen istikrarlı bir arkadaşlık vardı. –Bingley rahatlığı, açıklığı, yumuşakbaşlılığıyla kendini Darcy’ye sevdirmişti, oysa hiçbir kişilik kendi kişiliğine daha zıt olamazdı, kaldı ki kendi kişiliğinden de şikayetçi görünmüyordu. Bingley Darcy’nin görüşlerinin sağlamlığına alabildiğine güveniyor, onun muhakeme yeteneğine büyük saygı duyuyordu. Darcy’nin anlayış gücü daha yüksekti. Bingley yetersiz olduğundan değil, ama Darcy zekiydi. Aynı zamanda mağrur, mesafeli ve titizdi, ve tavırları, görgülü de olsa, davetkar değildi. Bu bakımdan arkadaşı çok daha ayrıcalıklıydı. Bingley her gittiği yerde kendini sevdireceğinden emindi, Darcy ise sürekli olarak insanları küstürüyordu.
Meryton balosu hakkındaki konuşmaları da kişiliklerini yeterince gösteriyordu. Bingley daha önce hiç o kadar hoş insanlara, o kadar güzel kızlara raslamamıştı; herkes ona karşı son derece nazik ve özenli davranmıştı, hiçbir resmiyet ya da kasıntılık olmamıştı; kısa zamanda kendini tüm salonla tanış hissetmişti; Miss. Bennet’a gelince, daha güzel bir melek hayal edemiyordu. Onun aksine, Darcy güzelliği az, görgüsü sıfır bir kalabalık görmüştü; kimseye en ufak bir yakınlık duymamış, kimseden ilgi alaka görmemişti. Miss. Bennet, kabul ediyordu, güzeldi, ama fazla gülüyordu.
Mrs. Hurst ve kızkardeşi aynı fikri paylaşsalar da ona hayran olmuş, ondan hoşlanmışlardı; tatlı bir kız olduğunu, onu daha iyi tanımaya itiraz etmeyeceklerini söylüyorlardı. Böylece Miss. Bennet tatlı bir kız olarak kabul edildi ve erkek kardeşleri dilerse onu düşünmek konusunda kendini izinli hissetti.
Bölüm V
Longbourne’dan kısa bir yürüyüş mesafesi uzakta Bennetlar’ın sıkıfıkı oldukları bir aile yaşıyordu. Sir William Lucas vaktiyle Meryton’da tüccardı; hatırı sayılır bir servet yapmış, belediye başkanlığı sırasında Kral’a şükranlarını sunarak şövalyelik şerefine erişmişti. Bu ayrıcalık belki fazla güçlü bir biçimde hissedilmişti. Adamın küçük bir pazar kasabasındaki işinden ve evinden soğumasına yol açmıştı; sonra ikisini de bırakıp ailesiyle Meryton’dan bir mil kadar uzaktaki bir eve taşınmış, ev o tarihten itibaren Lucas Köşkü adını almıştı; burada iş güç derdinden uzakta, kendi önemini zevkle düşünebiliyor, kendini sadece dünyaya karşı kibar davranmakla meşgul edebiliyordu. Ünvanı onu gururla doldurduysa da küstahlaştırmadı; tam tersine, herkese karşı nezaket kesildi. Doğası gereği yumuşak başlı, dost canlısı ve hatırşinastı; St. James’deki takdimi onu saraylı da yapmıştı.
Lady Lucas çok iyi kalpli bir kadındı, Mrs. Bennet’a iyi komşu olamayacak kadar akıllı değildi. –Birkaç çocuğu vardı. Yirmi yedi yaşında, aklı başında, zeki bir genç kadın olan en büyükleri, Elizabeth’in yakın arkadaşıydı.
Lucaslar’ın ve Bennetlar’ın kızlarının buluşup her balo hakkında konuşmaları şarttı; balonun ertesi sabahı Lucaslar’ın kızları dinlemek ve anlatmak için Longbourn’a geldiler.
“Akşama iyi başladın, Charlotte,” dedi Mrs. Bennet Miss. Lucas’a, kibar bir ağırbaşlılıkla. “Mr. Bingley’nin ilk seçimi sen oldun.”
“Evet, ama ikinci seçimini daha çok beğendi galiba.”
“Aa! Jane’i kastediyorsun sanırım –onunla iki kez dans etti diye. Elbette bu onu beğendiğini düşündürüyor –doğrusu ben de beğendiğine inanıyorum –bu konuda bir şeyler duydum –ama tam ne, bilmiyorum –Mr Robinson’la ilgili bir şey.”
“Belki Mr. Robinson’la konuşurken duyduğum şeyleri kastediyorsun; sana bahsetmedim mi? Mr. Robinson ona bizim Meryton balolarını nasıl bulduğunu, odada pek çok güzel kadın olduğunu düşünüp düşünmediğini, en çok hangisini beğendiğini sordu, o da son soruya hemen cevap verdi –Aa! Miss. Bennet şüphesiz, kimse aksini söyleyemez.”
“Vay canına! –Evet, bu gayet açıkmış cidden –öyle görünüyor ki sanki –ama yine de bütün bunlar bir yere varmayabilir.”
“Benim işittiklerim seninkilerden daha anlamlı, Eliza,” dedi Charlotte. “Mr. Darcy arkadaşı kadar kulak verilecek biri değil, değil mi? –Zavallı Eliza! –ona zor katlanılır.”
“Lütfen Lizzy’nin aklına girme, o adamın terbiyesizliğini kafasına takmasın; öyle sevimsiz bir adam ki onun tarafından beğenilmek tam bir talihsizlik olurdu. Mrs. Long dün gece bana yarım saat yanında oturup bir kere bile ağzını açmadığını söyledi.”
“Emin misiniz, hanımefendi? –ufak bir hata yok mu?” dedi Jane. “Mr. Darcy’nin onunla konuştuğunu açıkça gördüm.”
“Öyle –çünkü sonunda ona Netherfield’i nasıl bulduğunu sordu, o da mecburen cevap verdi; ama kendisiyle konuşuldu diye çok kızmış gibiydi dedi.”
“Miss. Bingley bana onun yakın tanıdıkları arasında değilse konuşmadığını söyledi,” dedi Jane. “Tanıdıklarıyla olunca gayet canayakın biriymiş.”
“Tek kelimesine inanmıyorum, şekerim. O kadar canayakın olsaydı Mrs. Long’la konuşurdu. Nasıl olduğunu tahmin edebiliyorum; herkes onun gurur delisi olduğunu söylüyor; galiba Mrs. Long’un arabası olmadığını, baloya kiralık faytonla geldiğini duymuş.”
“Mrs. Long’la konuşmaması umurumda değil,” dedi Miss. Lucas, “ama keşke Eliza’yla dans etmiş olsaydı.”
“Bir dahaki sefere, Lizzy,” dedi annesi, “yerinde olsam ben de onunla dans etmem.”
“İnanıyorum ki, hanımefendi, onunla asla dans etmeyeceğime rahatlıkla söz verebilirim.”
“Adamın gururu,” dedi Miss. Lucas, “beni o kadar rahatsız etmiyor, çünkü bir açıklaması var. Ailesi ve serveti olan, o kadar yakışıklı, her şeyi tamam bir gencin kendine değer vermesinde şaşılacak bir şey yok. Gururlu olmaya hakkı var diyebilirim.”
“Bu çok doğru,” diye cevapladı Elizabeth, “ben de gururunu kolayca affedebilirdim, benim gururumu yaralamasaydı.”
“Gurur,” diye gözlemde bulundu Mary, her zamanki gibi fikirlerinin sağlamlığıyla övünç duyarak, “bence çok yaygın bir kusurdur. Okuduğum onca şeyden sonra şuna inandım ki gerçekten çok yaygın; insan doğası gurura bilhassa eğilimli; o ya da bu gerçek ya da hayali bir özellikten ötürü kendinden memnuniyet duymayan pek az kişi vardır. Gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. İnsan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize.”
“Mr. Darcy kadar zengin olsaydım,” diye haykırdı ablalarıyla gelen Lucaslar’ın oğullarından biri, “ne kadar gururlu olduğuma aldırmazdım. Tazı sürüsü besler, her gün bir şişe şarap içerdim.”
“O zaman gereğinden çok içerdin,” dedi Mrs. Bennet; “ben de gördüğüm an şişeyi elinden alırdım.”Oğlan alamazdın diye itiraz etti; Mrs. Bennet alırdım demeye devam etti ve tartışma ancak ziyaretle birlikte bitti.
Bölüm VI
Longbourn’lu hanımlar hemen Netherfield’i ziyaret ettiler. Ziyaret usulünce iade edildi. Miss. Bennet’ın hoş tavırları Mrs. Hurst’le Miss. Bingley’nin beğenisini artırdı; her ne kadar anne dayanılmaz, küçük kardeşler konuşmaya değmez bulunduysa da, onlarla daha iyi tanışmak arzusu en büyük iki kıza doğru ifade edildi. Bu ilgi Jane tarafından büyük bir zevkle kabul edildi; ama Elizabeth neredeyse ablası da dahil olmak üzere herkese nasıl küçümseyerek davrandıklarını gördü ve onlardan hoşlanmaya yanaşmadı; yine de Jane’e gösterdikleri ve muhtemelen erkek kardeşlerinin Jane’e olan hayranlığından kaynaklanan kibarlığın bir değeri vardı. Adamın ona hayran olduğu her karşılaşmalarında belli oluyordu; Elizabeth’e göre Jane’in adam için en başta beslemeye başladığı duygulara kendini bırakmakta olduğu, nihayet sırılsıklam aşık olacağı açıktı; ama bunun dünya tarafından farkedilmesi ihtimalinin bulunmadığını zevkle düşünüyordu, çünkü Jane ağırbaşlılığı ve neşeliliği büyük bir duygu gücüyle birleştiriyor, bu da onu münasebetsiz insanların kuşkularından koruyordu. Bunu arkadaşı Miss. Lucas’a söyledi.
“Böyle bir durumda,” diye cevapladı Charlotte, “etrafa karşı vakur olmak hoş olabilir; ama bu kadar iyi korunuyor olmak bazen zararlıdır. Eğer bir kadın sevgisini sevdiği adamdan aynı beceriyle saklarsa adamı elde etme fırsatını kaçırabilir, o zaman dünyanın da haberi olmadığına inanmak zayıf bir teselli olur. Hemen her ilişkide öyle çok minnet ya da gösteriş duygusu vardır ki bir şeyleri kendi haline bırakmak emniyetli olmaz. Hepimiz serbestçe başlayabiliriz –hafif bir eğilim gayet doğaldır, ama pek azımızda cesaret verilmeden gerçekten aşık olacak yürek vardır. Onda dokuz, kadın için doğrusu hissettiğinden daha fazla sevgi göstermektir. Bingley kuşkusuz ablanı beğeniyor, ama ablan devamı için ona yardım etmezse adam beğenmekten öteye gidemeyebilir.”
“Ama yardım ediyor, elinden geldiğince. Adama gösterdiği ilgiyi eğer ben algılayabiliyorsam o anlamamak için aptal olmalı.”
“Unutma, Eliza, o Jane’in tabiatını senin kadar bilmiyor.”
“Ama bir kadın bir erkeği beğeniyorsa ve bunu saklamaya çalışmıyorsa erkek bunu fark eder.”
“Fark eder belki, eğer kadını yeterince görürse. Ama Bingley’yle Jane sık görüşüyor olsalar da uzun süre başbaşa kalmıyorlar; birbirlerini hep büyük karışık gruplar içinde görüyorlar, bu yüzden her anı birbirleriyle konuşarak değerlendirmeleri imkansız. Dolayısıyla Jane adamın dikkatini kendinde toplayabildiği her dakikayı sonuna dek kullanmalı. Adamı garantiye aldıktan sonra aşık olmak için bol bol vakti olur.”
“Planın sağlam,” diye cevapladı Elizabeth, “tabii iyi evlilik yapma arzusu dışında hiçbir şey sözkonusu değilse; eğer ben zengin bir koca bulmaya, hatta sadece bir koca bulmaya kalkışsaydım herhalde planını uygulardım. Ama Jane’in duyguları böyle değil; o plana göre hareket etmiyor. Henüz kendi duygularından bile emin değil, bunun akıllıca olup olmaması bir yana. Adamı sadece on beş gündür tanıyor. Meryton’da onunla dört dans yaptı; bir sabah onu evinde gördü ve o zamandan beri dört kez akşam yemeğinde bir araya geldiler. Bu kadarı adamın karakterini anlamasına yetmiyor.”
“Düşündüğün gibi değil. Onunla sadece yemek yemiş olsaydı bir tek iştahlı olup olmadığını öğrenmiş olurdu; ama unutma ki dört akşam da birlikte geçirildi –dört akşam çok şey farkettirebilir.”
“Evet, bu dört akşam onlara yirmibiri konkenden daha çok sevdiklerini öğrenme şansı verdi; ama başka temel özellikler konusunda çok şeyin ortaya çıktığını sanmıyorum.”
“Valla,” dedi Charlotte, “Jane’e bütün kalbimle başarı dilerim; onunla yarın evlense on iki ay karakterini inceledikten sonra evlenmiş kadar büyük bir mutluluk şansı olacağına inanıyorum. Evlilikte mutluluk tümüyle şans meselesidir. Taraflar birbirlerini gayet iyi tanısalar da, hatta baştan çok benzer olsalar da, bu, mutluluklarına en ufak bir katkıda bulunmaz. Sonradan daima değişmek için çırpınır, başlarını derde sokarlar; hayatını birlikte geçireceğin kişinin kusurlarını ne kadar az bilirsen o kadar iyidir.”
“Beni güldürüyorsun, Charlotte; ama bu akıl kârı değil. Sen kendin bu şekilde davranmazdın.”
Mr. Bingley’nin ablasına gösterdiği ilgiyi gözlemlemekle meşgul olan Elizabeth kendisinin de onun arkadaşının gözünde ilgi odağı haline gelmekte olduğundan şüphelenecek durumda değildi. Mr. Darcy ilk başta onun güzel olduğunu bile kabul etmemişti; baloda ona hayranlık duymadan bakmıştı; bir dahaki karşılaşmalarında ise ona sadece eleştirmek için bakmıştı. Ama kızın yüzünde tek bir güzel taraf olmadığını kendisine ve arkadaşına söylemesiyle kara gözlerindeki harikulade ifadenin o yüzü olağandışı zeki kıldığını görmeye başlaması neredeyse bir oldu. Bu keşfi aynı şekilde dikkat dolu başkaları takip etti. Eleştirel bir gözle bakınca biçiminde birden fazla simetri kusuru bulduysa da görüntüsünün aydınlık ve iç açıcı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı; tavırlarının sosyete tavırları olmadığını tespit etmesine karşın o tavırların rahatlığına aklı takıldı. Elizabeth bunların farkında değildi; –Darcy onun için sadece kendini hiçbir yerde sevdiremeyen ve onu dans edecek kadar güzel bulmayan adamdı.
Darcy onu daha iyi tanımak istedi, ve onunla bizzat sohbet etme adımı olarak, başkalarıyla olan sohbetine katıldı. Böyle yapınca Elizabeth’in dikkatini çekti. Sir William Lucaslar’da oluyordu bu; büyük bir parti veriliyordu.
“Mr. Darcy ne demek istiyor,” dedi Elizabeth Charlotte’a, “Albay Forster’la sohbetimi dinleyerek?”
“Bu sadece Mr. Darcy’nin cevap verebileceği bir soru.”
“Ama buna devam ederse neyin peşinde olduğunu anladığımı söyleyeceğim ona. Çok iğneleyici bakışları var; eğer önce ben kabalık yapmaya başlamazsam beni çabuk korkutur.”
Birazdan onlara yaklaşınca, gerçi konuşmaya niyetli görünmüyordu ama, Miss. Lucas arkadaşına böyle bir şey söylememesini tembihledi; tembihin o an kışkırttığı Elizabeth Darcy’ye dönüp şöyle dedi:
“Az önce Albay Forster’ı Meryton’da bize balo vermesi için bunaltırken sizce kendimi olağanüstü iyi ifade etmiyor muydum, Mr. Darcy?”
“Müthiş bir enerjiyle hem de; –ama bu konu bir bayanı her zaman enerjik yapar.”
“Bize karşı acımasızsınız.”
“Bunaltılma sırası yakında ona gelecek,” dedi Miss. Lucas. “Piyanoyu açıyorum, Eliza; arkasından ne gelecek, biliyorsun.”
“Sana arkadaş demeye bin şahit lazım! –hep insanların önünde çalayım söyleyeyim istiyorsun! Müzikle gösteriş merakım olsa çok işe yarardın; ama bu halimle, en iyi yorumcuları dinlemeye alışmış insanların önüne çıkmamayı tercih ederim.” Yine de, Miss. Lucas ısrar edince, “Pekâlâ, madem öyle diyorsun, öyle olsun,” diye ekledi. Ve Mr. Darcy’ye cesur bir bakış atarak şöyle dedi: “Eski bir deyiş vardır, buradaki herkes bilir –’Nefesini yemeğine üflemek için sakla,’ derler –iyisi mi ben de nefesimi şarkımı söylemek için saklayayım.”
Gösterisi ahım şahım değilse de tatlıydı. Birkaç şarkı sonra, tekrar söylemesi için yapılan ricalara cevap vermesine kalmadan kızkardeşi Mary bir hevesle piyanonun başına oturdu; Mary ailenin en sıradan üyesi olması nedeniyle bilgi ve beceri kazanmak için çok çalışır, kazandıklarını sergilemekte her zaman sabırsız davranırdı.
Mary’nin ne yeteneği ne de zevki vardı; gösteriş duygusu ona çalışma azmi verdiği gibi aynı şekilde çok bilmiş bir hava ve kendini beğenmiş tavırlar da vermişti ki bu onun ulaştığından daha yüksek bir mükemmellik düzeyinde bile itici olurdu. Rahat ve özentisiz Elizabeth onun yarısı kadar bile iyi çalmadığı halde çok daha zevkle dinlendi; Mary uzun bir konçertonun sonunda onu memnun edecek övgüyü ve alkışı küçük kardeşlerinin ricası üzerine çaldığı İskoç ve İrlanda havalarıyla aldı; küçük kardeşleri, Lucaslar’ın birkaç kızı ve bir iki subayla birlikte odanın diğer ucunda neşeli bir dansa başladılar.
Mr. Darcy akşamı geçirmenin bu şekli karşısında her türlü konuşmayı bırakıp sessiz bir küçümsemeyle yanlarında dikildi; Sir William Lucas’ın ona komşu geldiğini farketmeyecek kadar düşüncelerine gömülmüştü ki Sir William konuşmaya başladı:
“Gençler için ne cazip bir eğlence bu, Mr. Darcy! Dans etmek gibisi yoktur valla. Kibar toplumların ilk inceliklerinden biridir diye düşünürüm.”
“Elbette, efendim; ayrıca dünyanın daha az kibar toplumlarında da moda olma özelliğine sahip. Her vahşi dans edebilir.”
Sir William sadece gülümsedi. Bingley’nin gruba katıldığını görünce bir an duraklayıp, “Arkadaşınız harikulade dans ediyor,” diye devam etti; “kuşkum yok ki bu sanatta siz de hünerlisiniz, Mr. Darcy.”
“Efendim, beni Meryton’da dans ederken görmüşsünüzdür.”
“Evet, elbette; gördüğümden de az buz zevk almadım. St. James’de sık sık dans eder misiniz?”
“Hayır, efendim.”
“Dansın o mekan için uygun bir saygı ifadesi olduğunu düşünmüyor musunuz?”
“Kaçınabildiğim sürece hiçbir mekana göstermediğim bir saygıdır.”
“Şehirde eviniz var, değil mi?”
Mr. Darcy başını salladı.
“Bir zamanlar ben de şehre yerleşmeyi düşünmüştüm –yüksek sosyeteye ilgi duyarım; ama Londra’nın havası Lady Lucas’a iyi gelir mi, emin olamadım.”
Cevap alma umudu içinde durakladı; ama arkadaşı cevap vermeye niyetli değildi; o anda Elizabeth’in onlara doğru geldiğini görünce gözüpek bir şey yapma fikrine kapılıp ona seslendi–
“Sevgili Miss. Eliza, neden dans etmiyorsun? –Mr Darcy, bu genç hanımı size çok uygun bir eş olarak takdim etmeme izin vermelisiniz. Önünüzde böyle bir güzellik varken eminim dans etmeyi reddedemezsiniz.” Tam Elizabeth’in elini tutup, çok şaşırmış ama isteksiz de görünmeyen Mr. Darcy’ye verecekti ki Elizabeth elini hemen geri çekti ve biraz rahatsızlıkla Sir William’a şöyle dedi–
“Gerçekten, efendim, dans etmeyi hiç düşünmüyorum. Bu yana doğru eş aramak için geldiğimi düşünmemenizi rica ederim.”
Mr. Darcy, gayet ciddi bir kibarlıkla, elini tutma şerefini bağışlamasını rica etti, ama boşuna. Elizabeth kararlıydı; Sir William da ikna girişiminde bulundu ama düşüncesini değiştiremedi.
“Dansta harikalar yaratıyorsun, Miss. Eliza, bizleri seni seyretme mutluluğundan yoksun bırakman zalimlik; her ne kadar bu beyefendi eğlenceden hoşlanmıyorsa da eminim yarım saat nazımızı çekmeye itirazı olmaz.”
“Mr. Darcy pek kibardır,” dedi Elizabeth, gülümseyerek.
“Öyledir tabii; ama sebebin ne olduğuna bakınca, sevgili Miss. Eliza, nezaketine şaşmamalı –böyle bir eşe kim itiraz edebilir?”
Elizabeth fettan bir bakış atıp uzaklaştı. Gösterdiği direnç Darcy’nin gözündeki değerini azaltmamıştı; genç adam belli bir keyifle onu düşünüyordu ki Miss. Bingley yanında belirdi–
“Hülyalarınızın konusunu tahmin edebiliyorum.”
“Hiç sanmam.”
“Bu şekilde bunca akşam geçirmenin ne imkânsız olduğunu düşünüyorsunuz –bu insanlarla yani; ben de aynı fikirdeyim. Ömrümde böyle sıkılmadım! Bütün bu insanların ruhsuzluğu ve gürültüsü, anlamsızlığı ve önemli adam havaları yok mu! Onlar hakkındaki tespitlerinizi dinlemek için neler vermezdim!”
“Tahmininizde yanılıyorsunuz. Aklımda daha tatlı düşünceler vardı. Hoş bir kadının yüzündeki bir çift güzel gözün bahşedebileceği o müthiş zevk üzerinde düşünceye dalmıştım.”
Miss. Bingley hemen gözlerini yüzüne dikti ve hangi bayanın böylesi düşünceler esinleme şerefine sahip olduğunu ona söylemesini istedi. Mr. Darcy büyük bir cesaretle cevapladı–
“Miss. Elizabeth Bennet.”
“Miss. Elizabeth Bennet!” diye tekrarladı Miss. Bingley. “Çok şaşırdım. Ne zamandır gözdeniz oldu? –peki ne zaman size mutluluk dileyeceğim?”
“Bu tam da sormanızı beklediğim soru. Kadınların hayal gücü çok hızlı; bir anda beğeniden aşka, aşktan evliliğe sıçrıyor. Bana mutluluk dileyeceğinizi biliyordum.”
“Madem bu kadar ciddisiniz, meseleyi olmuş bitmiş sayıyorum. Müthiş bir kaynananız olacak, bu arada; ve tabii, her zaman Pemberley’de sizinle kalacak.”
Miss. Bingley kendini böyle eğlendirmeyi tercih ederken Mr. Darcy tam bir kayıtsızlıkla onu dinledi; yüz ifadesinden ortada tehlikeli bir durum olmadığını anlayan kız alaycı zekasını iyice serbest bıraktı.
Bölüm VII
Mr. Bennet’ın hemen tüm serveti yılda iki bin getiren bir araziden ibaretti ve, kızların şanssızlığı, bu servet erkek varis yokluğundan uzak bir akrabaya kalacaktı; annelerinin geliri ise hayattaki durumu için fazlasıyla yeterliydi, ama evin açığını kapamaya yetmiyordu. Mrs. Bennet’ın babası Meryton’da avukatlık yapmıştı ve kızına dört bin pound bırakmıştı.
Mrs. Bennet’ın bir kızkardeşi vardı, Mr. Philips diye biriyle evliydi; adam babalarına kâtiplik yapmış, ölümünden sonra işin başına geçmişti; bir de erkek kardeşi vardı Mrs. Bennet’ın, Londra’da muteber bir alanda ticaret yapıyordu.
Longbourn köyü Meryton’dan sadece bir mil uzaktaydı; teyzelerine karşı vazifelerini yapmak ve hemen yol üstündeki bir şapkacı dükkânına uğramak için haftada üç dört kere Meryton’a gitme kışkırtısına kapılan genç hanımlar için gayet elverişli bir mesafe. Ailenin en küçük iki kızı, Catherine ve Lydia bu isteği bilhassa sık duyuyorlardı; onların aklı kardeşlerinin aklından daha boştu ve daha iyi bir teklif olmadığı zaman Meryton’a yapılacak bir yürüyüş sabah saatlerine neşe katmak ve akşam sohbetine malzeme sağlamak için gerekliydi; bölge genellikle havadis fakiri olsa da onlar bir yolunu bulur, teyzelerinden bir şeyler öğrenirlerdi. O günlerde civara yeni bir milis alayının gelmesi elbette onlara bol bol haber ve mutluluk vermişti; alay kış boyunca kalacak, Meryton da karargâh olacaktı.
Mrs. Philips’e yaptıkları ziyaret şimdi en ilgi çekici istihbaratı üretiyordu. Her gün subayların isimleri ve bağlantıları hakkındaki bilgilerine bir yenisi ekleniyordu. Kaldıkları yer artık sır değildi; sonunda subayların kendilerini de tanımaya başladılar. Mr. Philips hepsini ziyaret etti, bu da yeğenlerine daha önce tatmadıkları bir mutluluk kaynağının kapılarını açtı. Artık subaylardan başka hiçbir şey konuşmuyorlardı; Mr. Bingley’nin her sözü edildiğinde annelerinin yüzünü aydınlatan büyük serveti şimdi onlara asker üniformasının karşısında değersiz görünüyordu.
Bir sabah bu konudaki hararetli konuşmalarını dinledikten sonra Mr. Bennet soğuk bir gözlemde bulundu–
“Konuşma şeklinize bakılırsa, vilayetteki en aptal iki kız olmalısınız. Bir süredir kuşkulanıyordum zaten, ama şimdi eminim.”
Catherine’in canı sıkıldı, cevap vermedi; ama Lydia olanca kayıtsızlığıyla Yüzbaşı Carter’a duyduğu hayranlığı ifade etmeyi sürdürdü, hatta adam ertesi sabah Londra’ya gideceği için gün içinde onu görmeyi umduğunu söyledi.
“Çok şaşırdım, şekerim,” dedi Mrs. Bennet, “nasıl kendi çocuklarına aptal demeye bu kadar hazır olabiliyorsun. Başkasının çocuklarını küçümseyecek olsam bile kendi çocuklarıma dokunmam.”
“Çocuklarım aptalsa, her zaman bunun farkında olmak isterim.”
“Evet –ama işte, hepsi de çok zeki.”
“Gururla söyleyebilirim ki bu seninle aynı fikirde olmadığımız tek konu. Görüşlerimiz her ayrıntıda buluşsun isterdim, ama şu an en küçük iki kızımızın fevkalade salak oldukları konusunda senden ayrılıyorum.”
“Sevgili Mr. Bennet, bu kızların anne babaları gibi düşünmesini bekleyemezsin. Bizim yaşımıza gelince eminim onlar da subayları bizden fazla düşünmeyecekler. Benim de vaktiyle bir kırmızı ceketliyi beğendiğimi hatırlıyorum –hatta, içimden hâlâ beğenirim; yılda beş altı bin kazanan parlak genç bir albay kızlarımdan birini istese ona hayır demem; bence Albay Forster geçen gece Sir Williamlar’da üniforması içinde çok yakışıklıydı.”
“Anne,” diye haykırdı Lydia, “teyzem Albay Forster’la Yüzbaşı Carter’ın Miss. Watsonlar’a ilk baştaki kadar sık gitmediklerini söyledi; onları şimdi sık sık Clarke’ın kitapçı dükkânında takılırken görüyormuş.”
Mrs. Bennet’ın cevap vermesine kalmadan haberci içeri girip Miss. Bennet’a mektup getirdi; mektup Netherfield’den geliyordu ve uşak cevap için bekliyordu. Mrs. Bennet’ın gözleri keyifle ışıldadı; kızı mektubu okurken bir heves seslenip durdu–
“Hadi Jane, kimdenmiş? Konu ne? Ne diyor? Hadi Jane, çabuk ol, söyle, çabuk ol tatlım.”
“Miss. Bingley’den,” dedi Jane ve mektubu yüksek sesle okudu.
“Sevgili Dostum,
“Bugün merhamet edip akşam yemeğini Louisa ve benimle yemezseniz hayatımız boyunca birbirimizden nefret etme tehlikesi içinde olacağız, çünkü iki kadın bütün gün fiskos yapınca sonunda mutlaka kavga çıkıyor. Bu mektubu alınca çabucak gelin. Kardeşim ve beyler akşam yemeğini subaylarla yiyecekler. –Sizin olan,
Caroline Bingley.”
“Subaylarla!” diye haykırdı Lydia. “Teyzem niye bize bundan bahsetmedi, merak ediyorum.”
“Dışarıda yiyor,” dedi Mrs. Bennet, “bu büyük şanssızlık.”
“Arabayı alabilir miyim?” dedi Jane.
“Hayır hayatım, atla gitsen daha iyi olur, çünkü yağmur yağacak gibi; o zaman bütün gece kalman
gerekir.”
“Bu iyi bir plan olurdu,” dedi Elizabeth, “onu geri göndermeye kalkışmayacaklarından emin olsaydın.”
“Evet ama beyler Meryton’a Mr. Bingley’nin arabasıyla giderler; Hurstler’in de kendi atları yok.”
“Arabayla gitmeyi tercih ederim.”
“Ama hayatım, baban atları ayıramaz eminim. Çiftlikte lazımlar. Değil mi Mr. Bennet?”
“Çiftlikte bize olduğundan daha çok lazımlar.”
“Ama zaten oradalarsa,” dedi Elizabeth, “annemin istediği olmuş olur.”
Sonunda babasından araba atlarının meşgul olduğu teyidini kopardı; bunun üzerine Jane atla gitmek zorunda kaldı ve annesi hava bozacak diye neşeli tahminlerde bulunarak onu kapıya kadar geçirdi. Dileği gerçekleşti de; Jane gideli çok olmamıştı ki sıkı bir yağmur başladı. Kızkardeşleri onun için endişelendiler, ama annesi memnun oldu. Yağmur bütün akşam aralıksız devam etti; Jane elbette geri dönemeyecekti.
“Bunu çok iyi düşündüm valla!” dedi Mrs. Bennet durup durup, yağmur yağdırmak kendi becerisiymiş gibi. Gelgelelim, kurnazlığının mutlu sonucunu ancak ertesi sabah farketti. Kahvaltı henüz bitmişti ki Netherfield’den gelen bir uşak Elizabeth’e şu mektubu getirdi:-
“Sevgili Lizzy,
Bu sabah kendimi çok hasta hissediyorum, herhalde dün ıslandığım için oldu. İyi kalpli arkadaşlarım iyileşene kadar eve dönmenin sözünü bile ettirmiyorlar. Mr. Jones’u görmem konusunda da ısrar ediyorlar –o yüzden bana baktığını duyarsan endişelenme– sadece boğazım şiş, başım ağrıyor, başka pek bir şeyim yok. – Sevgiler.”
“Valla, hayatım,” dedi Mr. Bennet, Elizabeth mektubu sesli okuduğu zaman, “kızın tehlikeli bir hastalığa yakalanır da ölürse senin emrine uyup Mr. Bingley’nin peşinde öldüğünü bilmek hepimizin içini rahatlatır.”
“Aa! Ne ölmesi canım. Azıcık üşütmekten kimse ölmez. Ona iyi bakarlar. Orada kaldığı sürece her şey yolunda demektir. Arabayı alabilirsem gidip görürüm.”
Gerçekten endişelenen Elizabeth gidip onu görmeye karar verdi, ama araba müsait değildi; at binmeyi de bilmediği için tek çaresi yürümekti. Kararını açıkladı.
“Nasıl bu kadar aptal olabiliyorsun,” diye haykırdı annesi, “bu çamurda böyle işe kalkışılır mı! Gittiğin yerde insan içine çıkacak halin kalmayacak.”
“Jane’i görecek halde olurum –tüm istediğim bu.”
“Bana laf mı işittiriyorsun, Lizzy,” dedi babası, “atları çağırtmam için?”
“Hiç değil. Yürümekten şikâyet etmem. İnsan isteyince mesafenin önemi yoktur; sadece üç mil. Akşam yemeğine dönerim.”
“İyi kalpliliğindeki bu enerjiye hayranım,” diye gözlemledi Mary, “ama her duygusal tepki aklın sınamasına tabi tutulmalıdır; kanımca, gösterilecek tepki duyulan ihtiyaçla orantılı olmalıdır.”
“Biz de Meryton’a kadar seninle geliriz,” dedi Catherine ve Lydia. Elizabeth onların arkadaşlığını kabul etti ve üç genç hanım birlikte yola koyuldular.
“Acele edersek,” dedi Lydia, yürürlerken, “belki Yüzbaşı Carter’ı gitmeden birazcık görebiliriz.”
Meryton’da ayrıldılar; küçükler subay eşlerinden birinin evine yöneldiler, Elizabeth de tek başına yürümeye devam etti, hızlı adımlarla ardarda tarlaları geçerek, sabırsız bir enerjiyle duvar basamaklarının üstünden zıplayarak, gölcüklerin üstünden atlayarak; sonunda, yorgun ayak bilekleri, kirli çoraplar ve hareketin sıcaklığından yanan bir yüzle kendini evin karşısında buldu.
Onu kahvaltı odasına aldılar; Jane dışında herkes oradaydı; gelişi büyük bir sürpriz yarattı. O kadar erkenden, o kadar pis bir havada ve tek başına üç mil yürümüş olması Mrs. Hurst’e ve Miss. Bingley’ye neredeyse inanılmaz geldi; Elizabeth bunun için onu küçümsediklerini hissetti. –Yine de onu gayet kibarca karşıladılar; erkek kardeşlerinin davranışlarında kibarlıktan daha iyi bir şeyler vardı: iyi niyet ve nezaket vardı. –Mr Darcy pek az konuştu, Mr. Hurst hiç konuşmadı. Mr. Darcy yürüyüşün yüzüne verdiği parlaklığa hayranlık duymakla durumun o kadar uzaktan tek başına gelmesini gerektirip gerektirmediği konusunda kuşku duymak arasında bocalıyordu. Mr. Hurst sadece kahvaltısını düşünüyordu.
Ablasıyla ilgili sorularına aldığı cevaplar içaçıcı değildi. Miss. Bennet iyi uyuyamıştı; ayaktaydı ama çok ateşi vardı ve odasından çıkacak kadar iyi değildi. Elizabeth hemen yanına çıkarıldığı için memnun oldu; ailesini korkutmak ya da rahatsız etmekten çekindiği için böyle bir ziyareti ne kadar istediğini mektubunda dile getirmemiş olan Jane onun geldiğini görünce sevinç duydu. Yine de pek konuşacak halde değildi, ve Miss. Bingley ikisini yalnız bıraktığı zaman ona gösterdikleri olağanüstü nezaket için minnettarlığını ifade etmek dışında pek az şey söyleyebildi. Elizabeth sessizce onu dinledi.
Kahvaltı bittiği zaman kızkardeşler onlara katıldı; Jane’e ne kadar ilgi ve yakınlık gösterdiklerini görünce Elizabeth onlardan hoşlanmaya başladı. Eczacı geldi; hastasını muayene edip, beklendiği gibi, şiddetli bir soğuk algınlığına yakalandığını, atlatmak için çaba sarfetmeleri gerektiğini söyledi, yatağa dönmesini tavsiye etti ve ona şurup sözü verdi. Tavsiyeye hemen uyuldu, çünkü ateşi yükseliyordu, başı
şiddetli biçimde ağrıyordu. Elizabeth bir an olsun yanından ayrılmadı; diğer hanımlar da yanından pek ayrılmadılar: beyler dışarıda oldukları için onların da, doğrusu, başka yerde yapacak bir şeyleri yoktu.
Saat üçü vurduğu zaman Elizabeth gitmesi gerektiğini hissetti ve isteksizce öyle söyledi. Miss. Bingley ona arabayı teklif edince kabul etmesi için azıcık ısrar yeterli oldu, ama o sırada Jane ondan ayrılmakta gönülsüz davranınca Miss. Bingley araba teklifini şimdilik Netherfield’de kalma davetine çevirmek durumunda kaldı. Elizabeth minnettarlıkla kabul etti; aileyi kalışından haberdar etmek ve yedek giysi getirmek üzere bir uşak Longbourn’a gönderildi.