21 bin çocuk ve gencin okuduğu bu kitapta, ülkeyi yöneten Başkan’ın kötü davranışları, aymazlığı ve halkını hiçe saymasının ortaya koyduğu sıkıntılar ele alınıyor. Bilgi ile her sorunun çözüleceği vurgulanmaya çalışılıyor. Baskıcı yönetimlerin eninde sonunda kendi kendini yok edeceği, barışın umutları yeşerteceği, örneklerle ortaya konuluyor. Kişisel çıkar uğruna ülke kaynaklarının çarçur edilmesi dillendiriliyor. Masal sıcaklığında, akıcı bir dille ve de gerçekçi bir bakışla yansıtılan bu olayları izleyenler, hem deney kazanacaklar hem de görüş alanlarını genişleteceklerdir.
***
“Sevgili yeğenim Eylül Zırhlı ile onun yaşıtı tüm çocuklara armağandır.”
Bir varmış bir yokmuş. Eskiden masal ülkeleri çokmuş. Çalışanlar zengin, tembeller yoksulmuş. Bazı ülkelerde hak hukuk biliniyormuş, bazılarında ise düzen bozukmuş. Halkı ilgilendiren tek şey hedefe varacak okmuş. Hedef ise büyükmüş.
Doğruyu, güzeli arayalım. Dertlerimizi azaltıp mutlu olalım. Bunun için becerili yöneticiler bulalım. İyileri alkışlayıp, kötülere karşı duralım. Barış içinde hep birlikte kalkınalım.
Ama mutlu olmak kolay mı? Bizi aydınlatan güneş mi, ay mı? Davul zurna ile oynanan halay mı? Bilge kişiler kitap beklerken, Başkan’ın istediği kırk odalı saray mı?
Başkan’ın istediği sarayla bitse. Yaptığı baskılar halkın gücüne gitse. Çobanlar sürüyü güzelce gütse. Elbette yoğurda üfler, halkın ağzını yakan sütse.
O zaman doktor yarayı sarar, koyun kuzuyu arar. Demokratik yollardan alınır bir karar. Sonuçları hem yönetene, hem de halka yarar. Kimse görmez, hakça düzenden zarar.
İşte, kimsenin zarar görmeyeceği bir düzeni kuramadıkları için bir ülkede sorunlar çoğalmış. Saygı ve sevginin yerini düşmanlık, öfke ve kin almış. Bu düzenden korkan balıklar derin sulara dalmış. Yolsuzluk, adam kayırma arttıkça artmış. Bu kötü durum bilge kişilerin içini karartmış.
Oysa bu ülkenin güzelliği dillerde dolaşıyormuş. Dağlarının bir yanından bal, öteki yanından da yağ akıyormuş. Gündüzlerinde meyve kokuları, gecelerinde bülbül sesleri varmış. Serin ormanları, buzlu suları, çiçek dolu çayırlarıyla, bu ülkede tüm mevsimler baharmış. Bunlara karşın halkın başına yağan tipiymiş, karmış.
Karanlıkları yenmek için ışık yakalım. “Böyle bir ülkede yoksulluğun işi ne?” diye düşünün bakalım. Denizlerde balık kalmamış, oltayı neden atalım. Bir olayı anlatırken, üçe beş katalım. Keloğlan der ki, “saçtan vazgeçtim, nerede benim sakalım.”
Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. “Her ülke ilerlerken, bu ülke nasıl geriler?” diye şaşıp kal. İstersen eşeğini sat katır al. İstersen Nasrettin Hoca gibi göle maya çal.
Eşek yerine katır alınsa da, göle maya çalınsa da, bu güzelim ülkenin gerilemesine çare bulunamıyormuş. İnsanları çalışkan, toprakları verimli, madenleri bol bir ülkenin neden gerilediği araştırma konusu olmuş. Bilgeler bu konuda doluymuş, halkın kafası ise boşmuş.
Bu konuları iyi bilen biri:
– Bu duruma neden geldik, demiş üç beş kişiye.
Üç beş kişi de:
– Bu duruma neden geldik, demiş beş on kişiye.
Beş on kişi de:
– Bu duruma neden geldik, demiş her önüne çıkana.
Böyle bir soruyu birbirine sormayan kalmamış. Boşa koysan olmamış, doluya koysan almamış. Bu konuda bir sonuca varılamamış.
Kimi demiş:
– Suç bizde.
Kimi demiş:
– Suç bizi yönetende.
Zaman akıp gitmiş. Bir yerde umutlar yitmiş. Bedenen güçlü olan değil, bu yönetime direnç gösterenler yiğitmiş. Sonunda halkın sabrı bitmiş.
Ama kimse suçu kabul etmemiş. Elbette ki, dürüst halk bu ülkeyi geriletmemiş. Başkan’a karşı direnç girişimleri boşa gitmemiş.
Kimi demiş:
– Bu işi, bir bilene soralım.
Kimi demiş:
– Duyarlı olup sorunlar üzerinde duralım.
Kimi demiş:
– İşi gücü bırakıp bu konuya kafa yoralım.
Kimi demiş:
– Aksakallı Bilge’dir çözümü bulacak kişi. Bitirelim sarpa sarmadan işi.
Kitap odasında kalabalığı karşılamış ak sakallı Bilge. Anlatmış dilinin döndüğünce:
– Suç hem biz de, hem de bizi yönetende.
– Anlat Bilge, aydınlanalım sayende.
Okuduğu kitabı kapatan Bilge anlatmaya başlamış:
– Suç bizde. Çünkü, yönetici seçimlerine gereken önemi vermiyoruz. Dürüstlüğüne, çalışkanlığına bakmadan başkan seçiyoruz. Önümüze kim düşse, ardından bilinçsizce koşuyoruz. Başa geçen her başkanı alkışlıyoruz. Hiç eleştirmiyoruz. Hatalarını göstermiyoruz.
– Haklısın.
– Suskun bir toplum olduk.
– Geleceğimizi tayinde söz sahibi olamıyoruz.
– Bizim adımıza başkaları karar veriyor.
– Doğru yerde durması gereken halk, yanlış yerde duruyor, diyerek hak verilmiş Bilge kişiye.
Bilge kişi konuşmasını sürdürmüş:
– Meydanı beceriksizlere, çıkarcılara bırakmanın sonu budur işte. Uzaktan izlenen düğünün zurnası bozuk öter bu gidişle. Pahalılık bitmez böyle çıkışla inişle.
– Herkes birbirini suçlamış. Bilge kişinin konuşması durmamış: