Doğru Yaşama Sanatı bizlere Lucinda ve John tarafından yazılmış, içindeki cömertlik ve doğruluk hakkındaki gerçek hikâyelerle bizi doğru yaşamak konusunda cesaretlendiren, geliştiren bir kitap olarak karşımıza çıkıyor.
Bu sıra dışı kitap; ikili ilişkileri düzletmek ve güçlendirmek, bireylere destek verip güçlendirerek bir sosyal ortam oluşturmak ve bu sayede gündelik hayatımızda oluşturacağımız ruhsal birliktelik ile dünyaya daha yararlı bireyler olmamıza yardımcı olacak olağan üstü bilgiler içeriyor.
Hepimiz özel günlerde hediye dağıtırken veya felaketler ve doğal afetlerde olduğu gibi paramız konusunda cömert davranabiliriz. Fakat Lucinda Vardey ve Jonh Della Costa bu konu için şöyle söylüyorlar: “Bu gibi özel anlarda hissettiğimiz cömertlik sadece bu zamanlara özel bir aktivite olarak algılanıyor. Eğer gerçekten kaygı ve sorunlarla dolu bu dünyamıza el uzatacaksak, birey olarak her alanda etrafımıza nasıl yardımcı olabileceğimizi araştırmamız gerekir. Bunu yaparken de ilk olarak etrafımızda etkileşim içinde olduğumuz insanlara; çocuklarımız, eşlerimiz, meslektaşlarımız, arkadaşlarımız kısaca çevremizdekilere öncelik tanımamız gerekir.”
Vardey ve Della Costa Doğru Yaşama Sanatı’nı: Günlük yaşantımızda her zaman aile arasında, işimizde ve sosyal alanlarda aktif bir şekilde, alçakgönüllülük ile cömert olabilmek olarak tanımlıyor.
Bunları tanımlarken hem pratikte hem de bir değer olarak cömertliğin hayatımızın içinde ne kadar etkin bir öğe olduğunu, bizi nasıl eğittiğini, etkilediğini ve bizleri eğitirken yaptığı testleri gözler önüne seriyor. Ufacık, bencillikten uzak bir bireysel cömertliğin dönüp dolaşıp herkesi içine katan bir olguya dönüştüğü açıkça sergileniyor.
John Dalla Costa, uluslar arası bir danışmanlık olarak; etik ahlak, güvenilirlik ve yönetimsel alanda çalışan Centre for Ethical Orientation organizasyonunun kurucusudur. Harvard Business School’dan İleri Yönetim derecesi ve Toronto University’den teoloji dalında (summa cum laude) yüksek lisans yapmıştır.
…büyük ilgiyi hak eden muhteşem bir kitap.”
THE STANDART, ST CATHERINES, CANADA
“Düşündürücü ve aynı zamanda rahatlık verici bir kitap.”
EDINBURGH EVENING NEWS, UK
“Derinlemesine düşünceler için ciddi bir kılavuz.”
MIRABELLA, USA
“Bu kitapta, daha önce diğerlerinde hiç görmediğim bir mükemmellik ve zarafet buldum.”
THE COUNTRY CHRONICLE
DAVBT
“SİZİNLE konuşabilir miyim?” diye sormuştu adam nazikçe. Ben Japonya’nın, turistlerin pek uğrak yeri olmayan, küçükçe şehirlerinden birinde, Batılı olduğu her halinden belli olan bir adam; dolaşıyordum. Adamsa İngılızcesini geliştirmek istiyordu. Konuşabiliriz elbette, dedim, önünde hafifçe eğilerek. Konu döndü dolaştı, bir Pazar günü, o parkta, o şehirde ne aradığıma geldi. Adamın îngilizcesi, eşin dostun orta yaş krizi dediği, ancak benim kendini keşfetme yolculuğu olarak gördüğüm bir evreden geçmekte olduğumu anlatmama yetecek seviyede değildi. Keşke hakkıyla anlatabîlseydim bir işim olmadığını, hayatta bir planımın olmadığını, gerçek bir şeyleri, daha doğrusu kendimi bulmak üzere her şeyi arkamda bıraktığımı. Japonya seyahati bir kaçış, hatta öz gürlüğe kaçıştı benim için. Adama ne Katolik inançlarımdan bahsettim, ne de bu yolculuğun varoluşsal bir huzursuzluğun eseri olduğunu anlatmaya kalkıştım. Ancak aramızda geçen kısa cümlelere rağmen içinde bulunduğum durumu sezmişti. Bu Japon beyefendi, ayrılıp kendi yollarımıza gitme vakti geldiğinde bileğindeki Budist dua tespihini çıkarıp bana sundu. Bu jestten etkilenmiştim ve o insanların kültürüne biraz aşina olduğum için kabul etmekten başka çarem olmadığım da biliyordum. Ve bu nezaketine tepki vermeme ve yahut da karşılığında bir jest yapmama kalmadan çekip gitmişti adam.
Otobüsle otele dönerken yolda bu hediyeyi avucumun içme alıp olanlara bir anlam vermeye çalıştım. Adamınki gerçek bir nezaketti ve bir yabancıya hoş geldin demenin en büyük göstergesiydi. Böyle basit ve beklenmedik bir jest, aramızdaki muazzam kültürel uçuruma bir köprü olmuş, o sıcak ya/ gününde iki yabancıyı birleştirmişti. Dua tespihlerinin eksik olmadığı bir evde büyümüş olduğum için, aldığım bu hediyenin başkaca ö/el bir anlamı daha olduğunu iyi biliyordum. Tespihe yüklenen tarihi ve teolojik anlam, ona ayrıca aşkın bir değer de katmıştır. Öte yandan son derece şahsi, hatta mahrem bir inanç sembolüdür de. Kişinin günlerce, aylarca, yularca elinden düşürmediği bu araç zaman içinde neşe, üzüntü ve inancın izlerim taşır. Sadece tanınmamış, görülmüş olduğumu da fark edip etkilenmiştim. Bu tespihi almak, kaybolmuşluk hissimi azaltmıştı nedense. Böylece elimde tuttuğum şey o anın hatırası olmakla kalmamış, veren kişiden bir parça olmuştu benim için. Çoğu Batılı bunlara “dert tespihi” der. Oysa benim gözümde “derde ne gerek var?” tespihi olup çıkmıştı. Karımla tanışmamdan bir yıl, bu kitaba başlamamızdan on üç yıl önce bu tespihi, küçük cömertliklerin büyük sonuçlar doğurabileceğini bana hatırlatsın diye evimin başköşesine koymuştum.
Yazar olarak meslek hayatımızda ve de evli bir çift olarak Özel hayatımızda, cömertliğin, insan olmanın esaslarından biri olduğunu öğrendik. Çeşitli kültürler ve inançlar arasında, tarih boyunca rastlanan pek çok farklılığa rağmen, cömertlik eylemi, insan kalbinin en yüce niteliklerinden biri olarak görülmüştür. İyi kalpli Samimiyetlı, ihtiyacı olan birine yardım etmek için çırpınan örnek bir kişi değildir yalnızca. Onun gerçek anlamı, iki yabancı arasında, tanıdık ve insanca bir şeyleri, iyilik yoluyla ortaya çıkarmasında yatar. Cömertlik bireyin karakterinin bir göstergesi olduğu kadar, medeni toplum ya da medeniyet dediğimiz şeyin de bir vasfıdır aslında. Bazı saygın kurumlardevlet okulları, kütüphaneler, hastaneler, üniversiteler meselaadanmış gönüllülerin ve hayırseverlerin bitmek bilmeyen cömertliği ile kurulmuş ve şekillenmiştir. Cömertlik hayırseverliği kapsar ancak her hayırseverlik de cömertlik sayılamaz. Zira acıma ve sempatinin çok ötesindeki cömert eylemler eksikleri ve zorlukları giderip iyileşmeye katkıda bulunarak daha insani bir geleceği mümkün kılmaktadır. Pozitif değişime destek olan cömertlik eylemi genelde yarattığı umut kıvılcımı sayesinde insanın değişmesini ve yeniden hayat bulmasını sağlar.
Bu kitabın yazarları olarak, şahsen tamamlayıcı olduğunu keşfettiğimiz cömertliğin neşe dolu zenginliklerini incelemeye çalıştık. Birlikte yazmak (evli bir çift olarak birlikte bir kitap yazmak), doğru yaşama sanatı dediğimiz ve hayatımızın merkezine oturtarak sahip çıktığımız bir değerin gerekliliklerini ve getirdiği neşeyi sınamamıza olanak sağladı. Birbirimizden bağımsız olarak öğrendiğimiz cömertliğin kaynaşmasını izlemek heyecan vericiydi. Neredeyse taban tabana zıt diyebileceğimiz kültürlerden ve çevrelerden gelen ailelerimizin aslında içten içe cömertlik olarak tanımladığımız tutum ve eylemlerin iyi birer örneğini yaşatmış ol duklarını fark ettik. İngiltere’nin güneyinde bir yerlerde yaşayan ve ressamlık yapan bir anne ve bir baba meslek hayatlarının yanı sıra çocuklarının ihtiyaçlarına ve yaratıcılıklarına zaman ayırmayı başarmıştı. Dış şartlar ya da mesleki baskılar ne kadar yoğun olursa olsun evdeki öncelik her zaman çocuklardan yanaydı. Bunun için tartışmaya elverişli bir ortam yaratıyorlar, fikirlerin paylaşılmasını cesaretlendiriyorlar ve ilham verici konulara destek oluyorlardı. Küçük isteklere gereken ilgi gösteriliyordu: kınlan bozulan oyuncaklar, kol saatleri veya eskimiş elbiseler tamir ediliyor; ev ödevlerine yardım ediliyor; çocukların bitmek bilmeyen konserlerine ve tiyatrolarına gereken sabır gösteriliyordu. Kanada’nın küçük bir kasabasında yaşayan başka bir anne baba ise, yabancı bir memlekete yerleşmenin tüm zorluklarına göğüs gererken bir yandan da diğer yeni göçmenlere sığınılacak bir yuva ve ev yemeği sunuyor; gerektiğinde delik çoraplar bile yamanıyordu. Kıt kanaat geçinebilmek için uzun saatler çalışıyor olmalarına rağmen bu yorucu iş temposunda çocuklarına, kendilerinin hiçbir zaman sahip olamadıkları olanakları sunmak için gereken /.amanı da ayırıyorlardı. Televizyon ve telefon gibi mütevazı imkânlar, bunlardan yoksun olan komşularla paylaşılıyordu her zaman.
Kısacası ikimiz de cömertliğin müstesna bir eylem olarak değil, gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak görüldüğü evlerde büyümüştük. Hayatı öğrenirken, çatışmalar ve anlaşmazlıklarla başa çıkarken ve içimizdeki yaratıcılığı besleyip büyütürken bu gerçek, kendi denklemimizin de bir parçası olmuştu. Ve bu görünmez ilke bir yandan aile üyeleriyle etkileşimlere tüm varlığıyla nüfuz ederken, bir yandan da dışarıdaki dünyaya ve toplum içindeki diğer bireylere yaklaşımımızı şekillendiriyordu. Bu cömertlik ruhunun benzer dini geçmişlerle şekillendiği çok açıktı. İtalyan ve İrlandalı Katolik köklerden gelen bireyler olarak başkalarına hizmet etmenin ya da iyi ve doğru bir amaç uğruna yapılan fedakârlıkların yüceltildiği ortamlarda yetiştik. Diğer bütün dünya dinlen gibi Katoliklik de topluma karşı hayırsever, şefkatli ve sorumlu olmamızı vaaz eder. Ancak bizleri bu kadar cömert yapan sadece Katoliklik değildi elbette. Cömertliğimizin kültürel donanımı aslen her gün karşılaştığımız yaşayan Örnekler sayesinde şekillenmişti Birer Hıristiyan olarak yetiştirilirken aldığımız manevi dersler ve ilhamlar bizi cömertliğe de teşvik etmişti. Ancak bizi bu yöne iten, doktrin ya da ahlaki kurallardan çok, yaşadıklarımızdan tecrübe edindiğimiz şahsi özlemlerimiz olmuşlu.
Annemizin babamızın cömertliğinden aldığımız cesaretle her birimiz, dünya üzerinde kendi yaratıcı izlerini bırakmak üzere kendimize bir yol çizdik. Cömertliği olağan karşıladığımız için yetişkinliğe erdiğimizde ilişkilerimizde ve dostluklarımızda saygı, terbiye ve nezaket arar olduk. Zorlu meslek hayalımızda, başarma hırsıyla bazen aşırıya kaçsak bile, daha adil ve daha anlayışlı bir topluma olan inancımızı hiç kaybetmedik. Ve daha sonra, birer yazar olarak, kendimizi hep en iyimser projelerin içinde bulurken, metin ile okur arasında saygın ve katılımcı bir etkileşimi sağlayacak doğru dili yakalamak için çaba verdik hep. Gündelik hayatın rutini içindeyken dahi ortak amaçlar ve anlamların bir araya getirdiği projelere katkı sağlamanın hayalini kuruyorduk. Ve de çalışma hayatının engebeli yollarında ikimiz de kendimizce, insan olarak gerçekliğimizin içindeki güzelliği ve doğanın ihtişamı içindeki ferahlığı ve yenilenmeyi aramaktan vazgeçmedik hiçbir zaman.
İlk kez çıkmaya başladığımızda da devam ediyordu cömertlik etrafında donen arayışlarımız. Tanıştığımız ilk andan itibaren sezmiştik birbirimize ait olduğumuzu. Karşılıklı dürüstlüğümüzün ve açıklığımızın, aslında ortak eğilimlerimizden kaynaklan dığını sonradan anladık. Cömertlik ruhumuzda değerini koruyan bir vasıftı; ancak ikimiz de bunun önemini kavramış ve adeta dilini öğrenmiş olmamıza rağmen ne yazıktır ki, önceki ilişkilerimizde bunu bulamamıştık. Aramızdaki çekimin adını koymaya ve bir çift olarak umutlarımızı dillendirmeye başladığımızda cömertlik ilişkimizin, ve sonradan evliliğimizin temelini oluşturdu. Cömertliği olanca tevazu ve iyi niyetimizle diğer bütün değerlerimize nüfuz edecek bir üstün değer; ortak yaşantımızın ve cemiyet içindeki hayatımızın bir parçası haline getirmeye adadık kendimizi. Geçen zaman içinde cömertliği, yaşadıklarımızı süzmek için kullanmayı öğrenirken, ona gündelik hayatın gereklerinden biri olarak da bağlandık. Zamanla, başarılı başarısız sayısız deneme sonunda, ruhun ve benliğin cömertliğiyle doğru olanı yapmak, yanı doğru yaşama sanatı olduğuna inandığımız değerler için bazı temel prensipleri ve yöntemleri ortaya çıkardık. Bu kitapta yapmaya çalıştığımız şey, özetle, öğrendiklerimize bir şekil vermektir.
Cömertlik sadece vermekten de öte yaratmaktır aslında. Sadaka vermekten çok yaratıcı bir eylem, kendinden daha az şeye sahip olanla aranızdaki alışverişten çok bir tavır ya da ahlâki değerdir cömertlik. Başka amaçlar veya niyetlerle yapıldığı zamanlarda bile huzur ve gerçek özdeğer yaratmaktan geri durmayız cömertliğimizle. Piyango bileti almayı alışkanlık edinmiş insanlarla yapılan pek çok çalışma, kazanma hayalinin arkasında, elindekini paylaşarak ailenin ve yakınların hayatında bir fark yaratma isteğinin, yani bir “çifte Ödül” arzusunun yattığını ortaya çıkarmıştır. Cezaevlerinde, kadın barınaklarında ve hastanelerde yaptığımız gönüllü etkinliklerde şunu öğrendik ki, bizim gibi pozitif bir şeyler yapmak için yola çıkan, yani cömertlik dağıtmayı amaç edinen her insanın payına bol bol neşe, aydınlanma ve memnuni…..