“Artık, toprağı kazmak Yadigâr için bir araç değil, amaç olmuştu. İster maden ister firar ister define olsun, tüm bu kazılar, onu öksüz bırakan kalpsiz dünyadan toprak ananın rahmine doğru bir yolculuktan başka bir şey değildi.”
Aslında bir hayatımız var mı? Zamansal, mekânsal, bedensel ve sosyal olarak tümüyle kendimize ait bir hayat? Peki, yaşadıklarımızı bir hayat saysak bile tüm bunların bir anlamı var mı? Bu efsunlu romanın kahramanları biraz absürttür, yaşamları ve başlarına gelenler gerçekliğin sınırını zorlar. Ama bu onların tercihi değildir. Bunun sebebi, atalarının, kahramanlarımızın üzerine göçen hayatlarının, kaldırılması imkânsız lanetli hafriyatıdır.
Osman Özarslan’ın Hafriyat adlı bu ilk romanında, kahramanlar cezbeyle çekilerek bir kara deliğin içine düşmüş gibi, zamansız ve mekânsız oradan oraya dolanırken küçük fısıltılar duyarlar, bu hayatı onlara miras bırakanların siluetlerini görürler, bir zamanlar bir anlamı vardıysa da artık ne anlama geldiği belli olmayan nesnelerle birlikte zamanın giderek büyüyen boşluğunda savrulurlar.
İÇİNDEKİLER
İdam Gecesi………………………………………………………….. 9
Sabahın Salâsı……………………………………………..31
Mutmainler………………………………………………………..37
Gömlekler Savaşı…………………………………….61
Dört Ölü Yıkığı……………………………………………..77
Terra Mater……………………………………………………..101
Hayatın Kırışıkları…………………………..125
Simyacılar………………………………………………………..143
Ütüle(r)……………………………………………………………………155
Hayaletler…………………………………………………………..161
Ecinniler………………………………………………………………179
İki Defin…………………………………………………………………185
Genesis…………………………………………………………………….195
İdam Gecesi
Yargıçlar, senatörler, konsüller, danışmanlar, koruma birlikleri, bunların çocuklarını eğiten gramatikuslar, bu yüksek görevlilerin hizmetçileri ve süt anneler birer-ikişer Roma’ya gidip bir daha dönmeyince, kenti korumakla görevli sipahiler açlıktan ölmemek için son atı yiyip bitirdiklerinde, kentten ayrılmaya karar verdiler. Kaderleri, geçimleri ve hatta bazılarının gönülleri de askerlerinkine bağlı olan fahişeler, nalbantlar ve semerciler de askerlerle birlikte yeni bir kent, yeni bir ordu, yeni bir kader aramak üzere yola koyuldular ve kenti terk ettiler. Yöneticiler ve askerlerin ardından şarap, et ve ekmek satan dükkânlar kapandı.
Kentin sabık komutanına Afrika’daki lejyonlardan hediye olarak gelen timsaha bakan asker, kentten ayrılmakta en fazla direnenlerdendi. Ola ki, komutan geri gelir de timsahı bulamazsa diye derelerden kurbağa topladı, askerlerin kestiği atların derilerini, kemiklerini, bağırsaklarını timsaha yedirdi ama timsah, atlar tükenip askerler gittikten ve et satan dükkânların son kırıntılarını da tükettikten sonraki yirmi gün boyunca kurbağadan başka bir şey yiyemeyince, yirmi sekizinci gün akşama kadar yeşil yeşil kustu, otuzuncu gün ise, fildişi karnını yukarı getirip böğüre böğüre öldü. Timsah ölünce, timsahın zimmetli olduğu askerin kaçmaktan başka bir çaresi kalmamış oldu.
Onları bazilikanın etrafındaki ağaçlara bakan ama yöneticiler gittiğinden beri yevmiyelerini alamayan bahçıvanlar takip etti. Bahçıvanların da gitmesiyle, bir zamanlar Roma’dan rahipler tarafından buraya bazilikanın açılışında getirilmiş olan Apollon’u temsil eden zeytinlerin ve Venüs’ü temsil eden defnelerin yaprakları, dalları, tıpkı yeni yeni ortalarda görülmeye başlayan Hıristiyan müminlerin saçları sakalları gibi birbirine karıştı.
Bahçıvanlarla birlikte meydancılar da gidince, toz tabakasının altında kaybolmak üzere olan mozaiklerin üstü son kalan birkaç çiftçi ailesinin çocukları için oyun alanı, başka bir memleket arayamayacak kadar yaşlılar ve meczuplar için pinekleme yeri haline geldi. Bir zamanlar güneşte altın gibi parlayan küfeki taşından bazilika binasının diplerinde kaya mantarları yeşermeye, onarılmayan çörtenlerden bazilikanın bedenine akan yağmur sularından binanın gövdesi pullanmaya başladı.
Zamanla, çalı süpürgesiyle ortalığı süpüren, saçı sakalı birbirine girmiş ve kendilerine Pavlikiler diyen Hıristiyanların sayısı arttı. Pavlikiler, bazilika binasını onardılar, meydandaki mozaikleri Pagan Roma’nın dişlerini söker gibi tek tek söküp, o mozaiklerle, Hazreti Meryem’i başındaki haleyle ve kucağında yeni doğmuş İsa ile ya da Hazreti İsa’yı başındaki diken tacı ile çarmıhta resmeden mozaikler yaptılar ve duvardaki diyonizos şölenlerini, titanların savaşlarını ve pagan ayinlerini resmeden fresk dizilerinin üstünü bu mozaiklerle örttüler.
Bazilika zamanla muhitin en büyük kiliselerinden birisi haline geldi. Pavlikiler gidip Fransiskenler geldiğinde yeni-
….