Sözcüklerle düşünüyoruz; kurduğumuz düşünce sistemleri sözcüklere dayanıyor. Fakat atalarımız konuşmuyordu. Bebekler de konuşmuyor. Ama yine de düşünüyorlar. Dile sahip olmadan önce düşünebiliyorsak, bu durumda bizim düşüncelerimizi oluşturan aslında nedir?Psikolog Barbara Tversky düşüncenin gerçek temelinin dil değil, hareket ve uzamdaki etkileşimlerimiz olduğunu söylüyor. Uzamsal düşünüş, bedenlerimizden ve bedenlerimizin dünyadaki eylemlerinden anlam çıkarmamıza olanak sağlıyor. Haritaları yaratma ve kullanma becerimizin, mobilya montajı yapabilmemizin, futbol stratejileri oluşturmamızın, binalar tasarlayabilmemizin, sanat üretebilmemizin, insanların, trafiğin, suyun ve fikirlerin akışını anlayabilmemizin altında yatan şey, uzamsal düşünüş. Düşünce üzerindeki eylemler de, nesneler üzerindeki eylemler gibi.Bilim, sanat, edebiyat, dünya tarihinin büyük fikirleri sadece beyinlerimizden değil, tüm bedenimizden doğdu. Hareket Halindeki Zihin nasıl düşündüğümüz konusunda yepyeni bir bakış ortaya koyuyor.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / DÜŞÜNCENİN TEMELİ: UZAMDA HAREKET ETMEK 11
1. KISIM: ZIHIN IÇINDEKI DÜNYA
1. BEDENİN UZAMI: UZAM EYLEM İÇİNDİR 19
2. BEDENİN ETRAFINDAKİ BALONCUK: İNSANLAR,
YERLER, ŞEYLER 45
3. BURADA VE BU ANDA, ORADA VE O ANDA:
ETRAFIMIZDAKİ UZAMLAR 75
4. DÜŞÜNCENİN DÖNÜŞÜMÜ 103
2. KISIM: DÜNYANIN IÇINDEKI ZIHIN
5. BEDEN FARKLI BİR DİL KONUŞUYOR 131
6. NOKTALAR, ÇİZGİLER VE PERSPEKTİF: KONUŞMADA VE
DÜŞÜNCEDE UZAM 167
7. KUTULAR, ÇİZGİLER, AĞAÇLAR: GERİYE KALAN NEREDEYSE
HER ŞEY HAKKINDA KONUŞMA VE DÜŞÜNCE 183
8. BİZİM YARATTIĞIMIZ UZAMLAR: HARİTALAR,
DİYAGRAMLAR, ESKİZLER, AÇIKLAMALAR,
ÇİZGİ ROMANLAR 221
9. SAYFAYLA KONUŞMALAR: TASARIM, BİLİM, SANAT 295
10. DÜNYA BİR DİYAGRAM 317
BİLİŞİN DOKUZ YASASI 331
GÖRSEL HAKLAR 333
KAYNAKÇA 337
DIZIN 407
ÖNSÖZ
DÜŞÜNCENİN TEMELİ: UZAMDA HAREKET ETMEK
“Hayvan hareket etmeyi düşünmedi; hareket ediverdi
ve hareket etmesi sayesinde dünyayı keşfetti, sonra da
dünya onun düşüncelerinin içeriğini oluşturdu.”
Larissa MacFarquhar, “The Mind-Expanding Ideas of
Andy Clark” The New Yorker
Her şey her zaman hareket halindedir. Fizikçiler bize masanızın üzerindeki titreşen moleküller birbirleriyle uyumlu hareket ederse, masanın bulunduğu yerden sıçrayabileceğini söylüyor. En hareketsiz bitkiler bile büyüyor, salınıyor, güneşe yüzünü dönüyor, açıyor, kapanıyor. Bunu yapmaya mecburlar, hareket etmeseler ölürler. Uzam harekete iki temel kısıt getiriyor ve bu kısıtlar düşüncede yansımasını buluyor: Yakınlık; yakın yerlere ulaşmak uzak yerlerden daha kolay oluyor ve kütleçekim; yukarı çıkmak aşağı inmekten daha çok çaba gerektiriyor. Düşünce de sürekli hareket ediyor ve bazen yakalaması zor oluyor. Bir fikirden diğerine atlanıyor. Ama bakın: Fikir. Onu dondurdum, statik bir şey haline getirdim, onu yakalamanın tek yolu bu. Varlıkları etrafımızdaki hiç dinmeyen akışın içinden uzamın ve zamanın dışına çekip alıyoruz: insanları, yerleri, şeyleri, olayları. Onları donduruyor, sözcüklere ve kavramlara çeviriyoruz.
Bu hareketli şeyleri durağan şeyler haline getiriyoruz, böylece onları zihinlerimizle işleyebiliyoruz. Uzamda sürekli hareket, verilidir; olmuş ve olacak olan her şeyin arka planıdır. Düşüncenin temeli olması da şaşırtıcı değil. Uzamda eylem dilden çok önce ortaya çıktı, uzamda eyleme dayalı düşünce de öyle. Bizim uzamdaki eylemlerimiz uzamı değiştiriyor, bizleri ve başkalarını değiştiriyor. Bizim eylemlerimiz, uzama koyduğumuz şeyler yaratıyor ve bunlar bizi ve başkalarını değiştiriyor.
Bizim düşüncemizi ve başkalarının düşüncesini değiştiriyorlar. Yarattığımız şeyler (bu sözcükler gibi) orada, uzamda kalıyor ve hiç tanımadığımız, hayal dahi edemeyeceğimiz insanların düşüncelerini değiştiriyor. Bir şeyleri uzam ve zamanın içinde dondurmakla kalmıyoruz. Şeklini inceliyor, yapısına bakıyoruz; bedenlerimizde, eylemlerimizde ve tepkilerimizde, dünyada, dünyada olan olaylarda, konuştuğumuz dildeki yapı ve şekline. Parçaları ve parçaların birleşip nasıl bütün oluşturduklarını buluyoruz. Parçalar ve bu parçaların birbirine nasıl uyduğu, şeylerin ne yapabileceğini ve onlarla neler yapılabileceğini bize söylüyor. Kalıplar, çizgiler, biçimler, dallanmalar arıyoruz.
Yapı da yaratıyoruz; eylemlerde, konuşmada, topluluklarda, bilimde, sanatta yapılar: resim, heykel, sinema, dans, şiir, tiyatro, opera, gazetecilik, roman, müzik. Parçaları bir arada tutan şey yapı; yapı olmazsa şeyler parçalara ayrılıyor. Bazen tam da bunu yapıyoruz; ne olacağını görmek için, ortalığı sarsmak için, yeni yapılar bulmak için yapıyı söküyor, hatta tümden yıkıyoruz. Tası tarağı toplayıp gidiyoruz. Mobilyaların yerini değiştiriyoruz. Şirketi yeniden yapılandırıyoruz. Rasgele bir sayı tablosundan müzik notaları seçiyoruz. Hopscotch1 kitabını herhangi bir yerinden okuyoruz. İsyan ediyoruz. Dünyaya kaos saçıyoruz.
Düzyazı doğrusaldır, sözcük sözcük ilerler. Anlatıların zamanla akan bir doğrusal yapısı vardır, kuramların doğrusal yapısına ise mantık yön verir. Teorik olarak böyledir. Perec’in Life: A User’s Manual’inin2 yapısı yerdir, bir apartman ve bir bulmacadır, zaman değildir. Düzyazının doğrusallığı okurları dizginlemez, ileri geri atlayabilirler. Konuşma doğrusaldır, sözler birbiri ardına gelir; öte yandan konuşmacılar o sırada akıllarına gelen, teğet düşüncelerini araya karıştırmaktan geri durmadığı gibi, dinleyiciler de aynısını yapar. Bir de kendi düşüncelerimiz vardır, iç konuşmamızda sık sık ifade kazanırlar; ama genelde düz bir hatta ilerlemez, bazen hemen o anda aklımızdan uçar giderler.
Müzik zamanda doğrusaldır ama aletlerde uzamsaldır, farklı zamanlarda ortaya çıkabilir, farklı tempolarda ve yerlerde farklı notalar çalabilir. Resim kompozisyona sahiptir, ama bu da doğrusal değildir, merkez ve çevreden oluşur. En azından Pollack ve Rothko’ya dek. Yapı anlaşılması güç bir şeydir. Yapılır, bozulur, yeniden yapılır. Mahkeme savunmaları, tiyatro oyunları, vaazlar, kampanya konuşmaları.
Onlar da tıpkı müzik gibi, dünyevi olan ile ulvi olan, mantıksal olan ile duygusal olan arasında zikzaklar çizen, kıssa içeren mesellere dönüşen hikâyeler içerir; duygusal, düşünceli, ateşli, kaygı verici, efkârlı, neşeli zikzaklar çizerler. Yavaş ve ağır, hızlı ve hafif biçimde tempo değiştirirler. Anlatı da bunu yapar. Geleneksel bahçeler mükemmel simetrik kalıplar oluşturacak şekilde düzenlenir, çiçek tarhları ve budanmış ağaçlar arasında belirgin biçimde uzanan yollarıyla her şey açık ve kesindir; sanki, bu yolların dışına çıkmaya sakın kalkmayın, denmektedir. Çin bahçeleri farklıdır. Yollar bir oraya bir buraya, bir yukarıya bir aşağıya döner ve kıvrılır, her dönemeçte karşınıza çıkan yeni manzaralar sizde ilerleme arzusu uyandırır, pek az şey açıktır, hiçbir şey kesin değildir; içinde kaybolur, nerede olduğunuzu sonra anlarsınız. Kitap yazmak da insanı ya da beni, yapı üzerine düşünmeye sevk ediyor. Bu kitapta bir yapı var, ama sizin belirlenmiş yollar üzerinden ilerlemeniz gerekmiyor, geleneksel bahçe yerine Çin bahçesi gibi düşünüp kendiniz keşfetme özgürlüğüne sahipsiniz. Kitap uzam hakkında nasıl düşündüğümüzü ve düşünmek için uzamı nasıl kullandığımızı göstermeyi amaçlıyor. Kitap bu iki parçadan oluşuyor. Önerme cüretkâr: Uzamın ve onun içindeki eylemin algılanmasından kaynaklanan uzamsal düşünüş, tüm düşüncelerin temelidir. Temelidir, binanın tamamı değildir. Arkadaşlarınızın yüzlerini, sevdiğiniz yerleri, hayatınızdaki anlamlı olayları betimlemeye çalışın. Anı ve imgeler canlı olabilir, ama sözcükler gidip gelir, tam olarak hatırlanmaz.
Oturma odanızdaki mobilyaları yeniden düzenlemek hakkında düşünün ya da bir kazağın nasıl katlanacağını, çocukluğunuzu geçirdiğiniz evde kaç pencere olduğunu, klavyede X tuşunun nerede olduğunu düşünün. Gözlerinizin hareket ettiğini ya da bedeninizin kıpırdadığını hissedebilirsiniz. Sadece sözcükler yetmez. Uzama, eyleme ve düşünceye bu odaklanma, üzülerek söylemeliyim ki, kitabın kapsamına alamadığı birçok harika çalışmanın olduğu anlamına geliyor. Bu kitabın, birlikte çalışma şansına sahip olduğum, birbirinden farklı birçok topluluğun ilgisini çekeceği düşünüldü: psikologlar, bilgisayar bilimciler, dilbilimciler, nörologlar, biyologlar, kimyacılar, tasarımcılar, mühendisler, sanatçılar, sanat eğitimcileri, müze eğitimcileri, bilim eğitimcileri ve şu veya bu nedenle uzamsal düşünüşe ilgi duyan başkaları.
Bir Çin bahçesinde gezinir gibi, içinizden kimileri bahçenin bir ucundan diğer ucuna, kimileri de bir oraya bir buraya, bazı yerleri atlayıp hoşuna giden yerlere bakarak yürümek isteyebilir. Her ağaca ve çiçeğe tek tek bakmak zorunda değilsiniz. Özel ilgi sahiplerine bir rehber sunmak gerekirse; Temel bilgiler için, algı ve eylemin içinde olduğumuz uzamlar hakkındaki düşünüşü nasıl biçimlendirdiği konusunda: 1. Bölüm (bedenin uzamı), 2. Bölüm (bedenin etrafındaki uzam), 3. Bölüm (yön bulma uzamı). Uzamsal düşünce ve uzamsal beceri çeşitleri ve dönüşümleri için 4. Bölüm. Jestlerin düşünceyi yansıtma ve etkileme biçimleri için 5. Bölüm.
Uzam ve hemen hemen her şey hakkında konuşma ve düşünme için 5. 6. ve 7. bölümler. Bilişsel araçların, haritaların, diyagramların, notasyonun, grafiklerin, görsellerin, açıklamaların, çizimlerin, eskizlerin, tasarımın, sanatın tasarımı ve kullanımı için 8. 9. ve 10. bölümler. Tanıdığım ve hayran olduğum bir sanatçı, Gideon Rubin tablolarını hep tamamlanmamış halde bıraktığını söylüyor. Bu şekilde izleyiciler tamamlayabiliyor. Sanatı eski nostaljik fotoğraflara dayanıyor; büyükbabanızın, büyükannenizin albümlerinde bulabileceğiniz türden, mutlu ortamlarda kameraya bakan çocukların, gençlerin tatlı fotoğrafları. Yüzlerin üzerini boyuyor, böylece kendinizi bedenlerin duruşuna bakar, hatta onları hisseder halde buluyorsunuz ve bedenlerden, giysilerden, arka plandaki şeylerden ne kadar çok şey öğrenebildiğinizi fark ediyorsunuz. Arka plana ve giyimlere bakıyorsunuz ve yüzlere baktığınız için genellikle bunları gözden kaçırdığınızı fark ediyorsunuz. Boş yüzleri büyükannenizin veya kuzeninizin yüzüyle doldurabilirsiniz, bu durumda da insanların gençken nasıl göründüğünü unutmuş olduğunuzu fark ediyorsunuz.
Birçok izleyici boşluğu o kadar istekli dolduruyor ki bir yüz gördüğünden emin oluyor. Bilimde, tarihte, siyasette, belki sanattan daha da fazla, böyle bu: Hiçbir şey bitmez. Bununla beraber, bu kitap bitti. Ya da benim ipin ucunu bırakmam gerekiyordu. Kaynak olmadan araştırma yapmak neredeyse imkânsız; NSF, ONR, NIMH, AFOSR ve John Templeton Vakfı’ndan destek alabilmemin büyük şans olduğunun farkındayım. Yıllar içerisinde düşüncelerinden doğrudan veya dolaylı şekilde yararlandığım çok sayıda öğrenci, dost ve meslektaşla karşılaşma ayrıcalığına sahip oldum. Çoğunuz bu kitaptan habersizsiniz ve kitabı hiç görmediniz.
Unuttuklarımdan, kendilerini yanlış aktardıklarımdan, hiç bahsetmediklerimden özür diliyorum. Bahsetmek istediğim çok daha fazla kişi vardı. Üzülerek alfabetik sırayla bazılarınızın adını geçirebiliyorum; her birinizin bana benzersiz bir katkısı oldu ve her biriniz güçlü kavrayışa sahip, taklit edilemez, yeri doldurulamaz kişilersiniz: Maneesh Agrawala, Gemma Anderson, Mireille Betrancourt, Gordon Bower, Jonathan Bresman, Jerry Bruner, David Bryant, Stu Card, Daniel Casasanto, Roberto Casati, Juliet Chou, Eve Clark, Herb Clark, Tony Cohn, Michel Denis, Susan Epstein, Yvonne Eriksson, Steve Feiner, Felice Frankel, Nancy Franklin, Christian Freksa, Randy Gallistel, Rochel Gelman, Dedre Gentner, John Gero, Valeria Giardino, Susan Goldin-Meadow, Pat Hanrahan, Eric Henney, Bridgette Martin Hard, Julie Heiser, Kathy Hemenway, Azadeh Jamalian, Danny Kahneman, Andrea Kantrowitz, T.J. Kelleher, David Kirsh, Stephen Kosslyn, Pim Levelt, Steve Levinson, Elizabeth Marsh, Katinka Matson, Rebecca McGinnis, Julie Morrison, Morris Moscovitch, Lynn Nadel, Jane Nisselson, Steven Pinker, Dan Schacter, Roger Shepard, Ben Shneiderman, Ed Smith, Masaki Suwa, Holly Taylor, Herb Terrace, Anthony Wagner, Mark Wing-Davey, Jeff Zacks. Beraber kaç yıl geçirirsek geçirelim yeterli değilse de, tüm bu yıllar boyunca Amos yanımda oldu ve sesi bundan sonra da hep benimle olacak. Çocuklar her zaman en büyük ikinci taraftar grubum oldu. Amos’un sesinin yankısını onların tezahüratlarında duyabiliyorum; futbol maçlarını izlerken benim onlara bağırdığım gibi sesleniyorlar bana: “Haydi anne!”
1. KISIM
ZİHNİN İÇİNDEKİ DÜNYA
1
BEDENİN UZAMI: UZAM EYLEM İÇİNDİR
Bu bölümde bedenimize yönelik eylemlerimiz ve duyumlarımızla şekillenen içeriden bir bakışa sahip olduğumuzu, bunun görünüşün şekillendirdiği dünyamızdaki diğer şeylere dışarıdan bakışımıza benzemediğini gösteriyoruz. Ayna nöronları başkalarının bedenlerini kendimizinkiyle bağlantılandırarak eşleştirip başka bedenleri kendi bedenimiz yoluyla anlamamıza ve eylemlerimizle onların eylemleri arasında eşgüdüm kurmamıza olanak sağlıyor.
Deriyle; bedenlerimizi saran ve bizi diğer her şeyden ayıran o ince, esnek zarla başlıyoruz. Son derece önemli bir sınır. Eylemlerimizin hepsi derimizin dışındaki uzamda gerçekleşiyor ve hayatlarımız bu eylemlere bağlı durumda. Her annenin mutlulukla söyleyeceği gibi bu etkinlik doğumdan önce başlıyor. İçimizde büyüyen bu meraklı varlıklar kim bilir neden “tekme atıp” duruyorlar; kendilerine daha rahat bir pozisyon bulmak için mi? Bir de hiç istenmedik zamanlarda niçin bu kadar hareketli oluyorlar acaba; içlerinden birinin doktora sunumumu yaparken giysimde bir aşağıdan bir yukarıdan baş gösterme çabası neden? Neyse ki bedenler tekme atmaktan daha fazlasını da yapıyor. Nihayetinde hayret verici çeşitlilikte etkinlikler gösteriyorlar. Bu kadar çok çeşitte davranışın altında yatan ahenkli koordinasyon, düzinelerce kasın birbirine eklenen eylemiyle birçok duyudan akan değişik bilgilerin kesintisiz bütünleşimine bağlıdır (bu kadar ağır bir cümleyle başladığımız için affedin!) Derimiz bedenlerimizi, çevreleyen dünyadan koparıp ayırsa da, bu etkinliklerin başarıyla gerçekleşmesi dünyayla sayısız etkileşime girmeyi gerektirir. Etrafımızdaki dünyadan gerçek anlamda ayrılamayız. Bedenlerimizi kavrayışımızın altında bu etkileşimler yatar. Dışarıdan bakıldığında bedenler, aşina olduğumuz masa, sandalye, elma, ağaç, köpek, araba gibi başka nesnelere benzer. Sık rastlanan bu nesneleri esasen prototipik yönlenmeleri içerisinde dış hatlarından, şekillerinden çabucak tanımakta ustalık kazandık. Nesnelerin bu dış hatlarına şekil veren de sonuçta parçalarının biçimlenişi oluyor; köpeklerde ve masalarda bacaklar ve gövdeler, ağaçlardaysa gövdeler ve saçaklar bu işi görüyor. Bu nesneleri tanıma becerisi, beyinde bir sürü yerde oluşuyor.
Yüzler bir yerde, bedenler bir başka yerde, sahneler bir başkasında. Bu bölgeler bu tür şeyleri gördüğümüzde aktif oluyor (ışıklar yanıyor), başka kategorilerdeki şeyleri gördüğümüzdeyse aktif olmuyor. Nesneler (ve yüzler) açısından bazı bakış açıları daha iyi oluyor. Ters bir masanın ya da ağacın tanınması, dik duran bir masa ya da ağacın sağ yanından tanınmasından daha zor oluyor; bir köpeğin arka taraftan veya bir bisikletin üstten görünüşünün tanınması da, yandan görünüşlerden daha zor oluyor. İyi bir bakış açısı nesnenin ayrıksı özelliklerini gösteriyor. Bir köpek prototipi dört bacağa (bir masa prototipi gibi), uzun, yatay, tüp şeklinde bir bedene, gözler, burun, ağız ve her iki taraftan dışarı açılan kulaklarla simetrik bir başa sahiptir. Bir köpeğin net bir görünümünde bu özelilkler görülecektir.
Tam da bu görünüşler, yani yerinde bir dizilimle ayırt edici özellikleri daha iyi sunan görünüşler, bizim en hızlı tanıyacağımız ve nesnenin daha iyi temsilleri olarak değerlendireceğimiz görünüşlerdir. Köpekler ve masalarda da geçerli olmak üzere birçok nesne açısından en iyi görünüşler elbette dik ve yarı cepheden görünüşler veya görünümlerdir. İyi görünüşlerin dış hatları ya da siluetleri de hızlı bir tanınma için birçok durumda yeterli olur.
Bedenler ve Parçaları
Dışarıdan baktığımızda kanonik yönlenmelerin dış hatları bedenleri tanımada, tıpkı nesnelerdeki gibi özellikle etkili oluyor. Fakat özellikle bedenlere özgü, ayrıca bir içeriden perspektife de sahibiz. Bu özel içeriden perspektifin sağladığı birçok ek fayda var. Bedenlerin neler yapabildiğini ve bedenlerin nasıl bir his doğurduğunu içeriden biliyoruz. Sandalyeler, hatta köpekler, şempanzeler veya böcekler için (Kafka hariç) bu bilgiye sahip olamayız. Dik durmanın ya da bir yere çöküp oturmanın, merdiven çıkmanın veya ağaçlara tırmanmanın, hoplamanın, zıplamanın, düğme iliklemenin, ayakkabıların bağcıklarını bağlamanın, parmaklarla her şey yolunda işareti yapmanın, ağlamanın, gülmenin nasıl bir duygu yarattığını biliyoruz.
Bu eylemleri yapmanın nasıl bir his uyandırdığını bilmekle kalmıyor, daha da önemlisi gerinmenin ve gevşemenin, ağlamanın ve gülmenin, bu eylemleri yapmanın da ne anlama geldiğini biliyoruz. Hepsinden önemlisi, başka bedenleri sadece tanıma yoluyla değil, aynı zamanda içselleştirme yoluyla da anladığımızı düşündüren bir biçimde başka bedenleri ve onların eylemlerini kendimizinkilerle bağlantılandırarak eşleştirebiliyoruz. Bundan önce bedenlerimizi beyinlerimizle, beyinlerimizin üst kabuğu olan korteks boyunca bir kulaktan diğer kulağa dek yayılmış homunculus’la, yani “küçük insan”la bağlantılandırırak eşleştiriyoruz. (Bkz. Şekil 1.1.) Korteks, beynin evrimsel açıdan daha eski kısımları üzerine yayılmış, kalın, mazgallı bir katmandır. Beyin dışarıdan dev bir ceviz gibi görünür.
Beyin de aynı bir ceviz gibi, önden arkaya doğru, tam simetrik olmayan, sağ ve sol iki parçaya ya da yarımküreye bölünmüştür. Sağ yarımküre esas itibarıyla bedenin sol tarafından girdiler alarak sol tarafı kontrol eder. Sol yarımküre için de tersi geçerlidir. Her yarımküre lop adı verilen yaylalara ayrılır; bu yaylalar da vadilere bölünür, bu vadilere de sulcus, yani oluk denir. Korteksten coğrafi olmayan bir dille bahsetmek zordur; yaylaların, katmanların, vadilerin yerkürede ve beyinde oluşumuyla ilgili rahatlıkla birçok benzetme yapılabilir. Bu kırışıklıklar daha fazla yüzey yaratır ve bunlar toprak için olduğu kadar beyin için de önemlidir. Çeşitli duyu sistemlerinden sağlanan girdiler korteksin kısmen ayrı loplarına yönlendirilir; örneğin görme başın arkasındaki oksipital lopa, ses kulakların üzerindeki temporal lopa gider. Lopların her biri birçok bölgeye, birçok katmana, birçok bağlantıya, birçok hücre türüne, birçok işleve sahiptir ve olağanüstü karmaşıktır.
Bir yüzün belirli bir görünüşü için veya bir perdenin arkasında hareket eden bir nesnenin takip edilmesi için tekil nöronların bile özelleşmiş olması çok çarpıcıdır. Ve insan beyninde bunlardan milyarlarca vardır. Yakın dönemde yapılan bir tahmine göre seksen altı milyar nöron. Aslında merkezi oluk boyunca yayılmış iki “küçük insan” çifti vardır; bir çift bedenden gelen duyumları saptamakta, diğer çift bedene verilen motor tepkileri saptamaktadır. Beynin sol tarafındaki çift, bedenin sağ tarafıyla eşleşmekte, beynin sağ tarafındaki çiftse, bedenin sol tarafıyla eşleşmektedir. Duyusal ve motor homunculus’lar yüz yüze durur. Motor homunculus daha önde (teknik ifadeyle anterior ya da frontal), gözlere ve burna doğru konumlanmıştır. Çıktıyı kontrol ederek kaslara nasıl hareket edeceklerini söyler. Duyusal homunculus’un yeri başın arkasına doğrudur (teknik ifadeyle “kuyruk”un Latincesinden gelen dorsal veya posterior). Bedenlerimizin tepki verdiği çok çeşitli duyumlardan girdileri getirir; konum, acı, basınç, sıcaklık ve benzeri. Homunculus’lar büyük kafaları, dev dilleri, devasa elleri, cılız gövdeleri, kol ve bacaklarıyla acayip küçük insanlardır.
…