Hayal Sözleşmesi | Dilek Yardımcı


Hayatın farklı yönlerini görebiliyor musun? Yaşadığın her ânı anlamlı kılabiliyor musun? Hayallerini gerçekleştirebilmek için çaba sarf ediyor musun? Peki, hayallerine sahip çıkabilmen adına senden bir Hayal Sözleşmesi’ne imza atmanı istesek?..

8-A sınıfı öğrencileri için her şey, öğretmenlerinin “Gerçekleşmesini istediğiniz yakın ve uzak gelecekteki hayallerinizi anlatan birer mektup yazın.” ödevini vermesiyle başlar. Meslek hayatının belki de en önemli projesini kendileriyle paylaştığı için heyecanlanan gençler, kısa vadeli hedeflerine ulaşma arzusuyla kolları sıvar. Yakın gelecekte gerçeğe dönüşmesini ümit ettikleri hayalleri için sınıf içerisinde bir çekiliş düzenleyen öğrenciler, talihlilerin belirlenmesinin ardından, beş arkadaşlarının hayallerini el birliğiyle gerçekleştirmeye koyulurlar…

“Beni Baştan Yarat”, “Ah Beşiktaş”, “Teşekkür Ne Demek”, “Teknoloji Devi”, “O Buraya Gelecek”… Her insan ayrı bir hayali, her hayal ayrı bir insanı var eder. Kimileri kalbine kelebekler konsun, kimileri karnesi 100’lerle dolsun ister. Hayal kurmak güzel, hoş da peki ya hayallerin gerçeğe dönüşme ihtimali? İşte bu noktada ‘Hayal et, gerçekleştir!’ operasyonu ile 8-A sınıfı dümen başına geçiyor!

Kendini bildi bileli “KOB” (kitap okuma bağımlılığı) virüsünü çok sevgili öğrencilerine bulaştırmak için azami gayret gösteren çiçeği burnunda yazar Dilek Yardımcı, Hayal Sözleşmesi romanıyla, okurlarını hayallerine sahip çıkmaya çağırıyor.

Mizahı elden bırakmayan akıcı metni, sevimli karakterleri ve eğlenceli kurgusuyla keyifli bir okuma vadeden hayalperest yazar, birbirlerinden tamamen farklı hayallerle donatılmış bir avuç gencin düşleri peşinden oradan oraya sürüklenişine tanıklık ettirirken kâh güldürüyor kâh hüzünlendiriyor.

Unutmayın; hedefler, hayallerle gerçekleşir. Bizden önceki insanlar bugünkü uygar topluma erişmenin temellerini hayallerle attılar; önce hayal kurdular, sonra bunları gerçeğe dönüştürdüler. Şimdi hayal kurma sırası sizde!

YOLCULUK

Babamın “araba hazır” sesiyle başladı telaşımız. Sonrasında annem, babam ve ben arabamızla çıktık yola. Yıllar önce ayrıldığımız İstanbul’a; Kız Kulesi’nin, martıların, çocukluğumun şehrine arkadaşlarımla buluşmaya gidiyoruz. Bu buluşma basit bir buluşma değil. İçinde sabır, hırs, fedakârlık, hayatımıza yön veren bir anlaşma ve size anlatmam gereken hikâyeler var. Her ânımızı yazdım, her yaptığımızı. Günü gününe, hiç üşenmeden… On yıl önce, bir Türkçe dersinde başladı her şey. Sık sık değişik uygulamalar yaptırarak bizi şaşırtan öğretmenimiz, yine yapacağını yapmış; dersin bitimine beş dakika kala, ertesi günkü ders için bizden ikişer zarf istemişti. Anlaşılan mektup yazacaktık. “İyi de Twitter, Facebook, Whatsapp, Instagram varken bu ilkel yöntem de neyin nesi? Oldu olacak, Bak Postacı Geliyor şarkısını da öğretsin!” dedi Arda. “Kime yazacağız?” diye atladı Seda! Biz cep telefonu kuşağıydık. Kâğıt, kalem hele zarfla ne işimiz olurdu? Bizim mektuptan anladığımız, sınıflar arasında gidip gelen, aşk itirafı taşıyan buruşuk kâğıtlardı; onları da genelde iki tost, üç hamburger karşılığında Neşe götürürdü.

Ertesi gün hepimizin önünde ikişer zarf vardı. Merak içinde öğretmenimizi beklerken birbirimizin suratına bön bön baktık! Kime yazacaktık, ne yazacaktık? Tam bunları düşünürken öğretmenimiz çıkageldi. Onu gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim. Çünkü olayı düşünmekten kafam patlamıştı. Öğretmenin açıklaması hepimizi rahatlattı. Birilerine mektup yazmayacaktık. Acaba bağış mı yapacaktık? En son Fiziksel Engelliler Vakfı için bağışta bulunmuştuk. Çünkü ders yine Türkçeydi ve öğretmenimiz o haftayı İyilik Haftası ilan etmişti.

O haftada Neşe mektubumu bedavaya götürmüştü. Büyük ihtimalle bu, onun o güne dek yaptığı tek iyilikti. Hasan hiç kopya çekmemiş, Engin yaşlı bir teyzeyi karşıdan karşıya geçirmişti. Bengisu bir hafta boyunca odasını dağıtmamıştı, sınıfımızın haylazı Ender de hepimize bir iyilik yapıp üç gün okula gelmemişti. Keşke bu haftaların sayısı daha çok olsaydı! Öğretmenimiz meraklı bakışlarımızın oluşturduğu zevkle, öylece bize bakıyordu. Bu bakışmalar daha ne kadar devam edecek derken en sonunda Neşe dayanamayıp söylendi: “Öğretmenim, sabahleyin kahvaltı yapmadım, biraz daha beklersek ben bu zarfları yerim.” Hepimiz gülmeye başladık. Öğretmenimiz gayet sakin bir biçimde, “Merak etmeyin, bu zarflarla ne yapacağımızı açıklayacağım ama önce bir şey görmenizi istiyorum,” dedi. Bilgisayarını ayarladı, fotoğrafı tahtaya yansıttı. Yüzümüze anlamlı anlamlı baktı, sonrasında da ekledi: “Bu fotoğrafın altına ne yazardınız? On dakikanız var. Bekliyorum!”

Keyif alarak yazdık. Sonra yazdıklarımızı paylaşmamızı istedi. Biz de zevkle paylaştık: Bengisu: “Bir sonraki hayalim, Everest’e tırmanmak.” Seda: “Bana normal kedi diyen gözlük taksın.” Ender: “Uçlarda yaşıyorum abi, yerler bana dar geliyor.” Berra: “Ne zaman yalnız kalmak istesem buraya gelirim.” Hasan: “Nalan gelmeden buradan inmem! Söyleyin gelsin, yoksa atarım kendimi!” Arda: “İşsizim abi, açım! Bir iş istiyorum!” Buna benzer bir sürü cevap bizi epey eğlendirdi. Sonra öğretmenimiz hedefine ulaşmış olmanın rahatlığıyla konuşmasına devam etti: “Bu kedi sıradan bir kedi değil, farklı. Düşünsenize, kapı koluna çıkmış kaç kedi görebilirsiniz ki şu dünyada! Yaşamın farklı yönlerini görüyor; oturmuyor, merak ediyor, deniyor.” Neşe iki kolunu da çaresizce açıp sordu: “Ne yapalım öğretmenim, arabaların kapı kollarına mı çıkalım?” Öğretmen sitemli sözlerle Neşe’ye yanıt verdi:

“Bundan çıkardığın ana fikir bu mu yavrum?” Hasan konuşmalara dahil oldu: “Bizden bu kedi gibi olmamızı mı istiyorsunuz? Şahsen benim yükseklik korkum var!” Öğretmenimiz konuşmasına devam etti: “Yaşam kaygısı duymanızı, sıradan olmanın sizi korkutmasını istiyorum. Yaşadığınız her ânı anlamlı hale getirmekten bahsediyorum. İşte bu nedenledir ki bugün sizinle bir sözleşme yapacağız çocuklar.

Size birazdan iki kâğıt vereceğim, o kâğıtta ne yapacağınız yazıyor. İki kâğıda da aynı şeyi yazacaksınız.” Arka sıralardan Mert’in sesi duyuldu: “Öğretmenim, bir tane yazıp diğerini fotokopi çeksek olmaz mı?” “Hayır, ikisini de burada, gözümün önünde yazacak, zarfları da burada kapatacaksınız!” Neler oluyordu, gizli bir şeyler mi yapılıyordu? Neden zarfları hemen kapatmak zorundaydık? Tam oflayıp puflamaya başlamıştık ki sihirli sözcükler öğretmenin ağzından çıkıverdi: “Hayal Sözleşmesi yapacağız. Hayallerinizi yazacaksınız.” Bu muydu yani? “Oleeey!” diye sevindi Mehmetcan, sonra da büyük bir keyifle ekledi: “Hayallerimizi yazıp ailemize göndereceğiz; onlar da gerçekleştirecek, değil mi öğretmenim? Sözleşme iyi oldu, yoksa bizimkiler beni dikkate almıyor. Valla ben ne zamandır bir cep telefonu ve tablet istiyorum.” “Elbette, yavrum!

Siz hayallerinizi yazacaksınız, biz de Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan cin gibi gerçekleştireceğiz bunları. Dileyin benden ne dilerseniz! Hepiniz böyle olmasını istersiniz değil mi? Ama maalesef öyle olmayacak. Birazdan yazacağınız her şeyi kendiniz gerçekleştireceksiniz. Alın terinizle, emek harcayarak, kafa patlatarak… 8. sınıfa geldiniz, birçoğunuzun doğru dürüst hedefi yok. Hedefler, hayallerle olur. Bizden önceki insanlar bugünkü uygar topluma erişmenin temellerini hayallerle attılar; önce hayal kurdular, sonra bunları gerçeğe dönüştürdüler.

Şimdi sıra sizde. Dağıttığım kâğıtlarda iki başlık var: 1. Gerçekleşmesini istediğim yakın hayallerim (önümüzdeki beş altı ay) 2. Gerçekleşmesini istediğim uzak hayallerim (gelecek) İlk olarak sizden hayallerinizi yazmanızı istiyorum, sonra ne yapacağınızı anlatacağım.” Önce birbirimizin suratına baktık, ne varsa artık suratımızda! Ne yapacağını bilememenin verdiği o şaşkınlık haliyle kâğıtlara baktık ardından. Aradan beş dakika geçmemişti ki Arda telaşla bağırdı: “Öğretmenim, Hasan bana bakıyor, kopya çekiyor!” Öğretmenimiz öfkeyle Hasan’a çıkıştı: “Hasan pes! Bu kadar da olmaz oğlum! Arkadaşının hayallerini çalmaya utanmıyor musun?

Bari burada kopya çekme!” Hasan oldukça masum bir biçimde boynunu büktü: “Alışkanlık olmuş öğretmenim, bakmadan duramıyorum. Yoksa bende hayal çook!” Hasan’ın yanıtı hem bizi hem de öğretmenimizi gülümsetmişti. Sonrasında kâğıtlara gömülmüş, dakikaların nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Teneffüs zili çalmış, kimse yerinden kıpırdamamıştı. İkinci derste de devam etmiştik. Nihayet bittiğinde öğretmenimiz zarfları kapatmamızı istedi. “Bu zarfların birini ben alacağım, bende kalacak. Siz gelip onları benden alıncaya kadar saklayacağım,” dedi. Hasan’ın kafası karışmıştı, merakla sordu:

“Öğretmenim, evinizi bilmiyoruz ki nasıl alacağız?” Ardından Neşe ekledi: “Öğretmenim ben çoğu yerde saçmaladım, onları okumayacaksınız değil mi?” Öğretmenimiz zarfları okumayacağını, on yıl boyunca saklayacağını; bu kâğıtlara yazdığımız yakın hayallerle değil, uzak hayallerle ilgileneceğini, onlardan hangilerini gerçekleştirebileceğimizi sabırsızlıkla bekleyeceğini belirtti. Sonra da mail adresini vereceğini ekledi. Bunun kendisi için çok önemli bir proje olduğunun, yıllarca bizim gibi bir sınıf aradığının, gerçekleşmesi halinde çok mutlu olacağının altını çizdi. Bir süre ne diyeceğimizi bilemedik. Sessizliği Seda bozdu: “İyi de öğretmenim, biz şimdi bile birbirimizle zor görüşüyoruz, yıllar sonra nasıl bir araya geleceğiz? Hem geldik diyelim, bakalım herkes hayallerini gerçekleştirebilecek mi?”

“Evet, zor bir şey olduğunu biliyorum, bazılarınıza imkânsız gibi de gelebilir. Ama düşünsenize çocuklar, neden olmasın? Yıllar sonra bir araya gelsek ve sizin de bu yazdıklarınızı gerçekleştirdiğinizi görsek güzel olmaz mı? Belki bu uygulama bir şeyleri başarmak adına size ilham verir. Hedefiniz olur, fena mı? Devir teknoloji devri. İnternet sayesinde ortaokul ve lise arkadaşlarımın çoğuna ulaştım. Bunu sizler de yapabilirsiniz. Hepiniz on yıl sonra beni bulmaya çalışacak mısınız bilmiyorum ama ben bu sınıftaki pek çok çocuğun bunu başaracağını hissediyorum. İçinizde iki kişiyi iletişim sorumlusu olarak seçeceğim. Ve size bir tarih vereceğim. Günü geldiğinde de okulunuzun yanındaki tarihi mekânda buluşacağız. Yalnız, kural gereği son beş ya da altı yılınızda birbirinizle pek görüşmemeniz gerekiyor.”

Sınıftan, “Aaaa!” sesleri yükseldi. Arda, bundan cesaret alarak itiraz etti: “Ama öğretmenim, bu çok saçma, neden birbirimizle görüşmüyoruz?” Seda, Arda’ya yanıt verdi: “Liseye gidince şimdiki gibi görüşeceğimizi mi sanıyorsun? Her birimiz başka yerlere savrulacağız.” Seda’yı destekleyen öğretmenimiz Arda’ya döndü: “Arkadaşın haklı Arda, eskisi gibi görüşmeyeceksiniz tabii. Ben birbirinizden kopmanızı istemiyorum ki. Etkinliğimizi biraz daha gizemli hale getirsek fena mı olur? Hem sürekli birbirinizle görüşürseniz, yaptıklarınızla ilgili konuşursanız buluşma günümüzün ne anlamı kalır. O gün geldiğinde birbirinizi özleyip özlemediğinizi, sözleşmeye yazdığınız hayallerinizi gerçekleştirip gerçekleştirmediğinizi hep birlikte görmek ne kadar güzel olur!

Böyle bir fırsat kaç kişinin karşısına çıkar? Denemeye değmez mi?” Bu cümlelerden sonra zil çalmış, dersimiz bitmişti. Öğretmenimiz kafamızın içini bir sürü düşünceyle doldurmuş olmanın mutluluğuyla çıktı sınıftan. Arkasından bakarken Bengisu’yu gördüm. Bakışları hiç normal değildi. Aklına ilginç bir fikir geldiğinde gözlerini pörtletir, bir noktaya sabitlenirdi. Kimse o sırada karşısında olmak istemezdi. Ama ne yazık ki ben karşısındaydım. Neyse ki kahramanım Seda onu kuvvetli bir biçimde silkeledi de kedi bakışlarını üzerimden çekti.

Hepimiz ona odaklandık. Ve ilk kelime ağzından çıktı: “Buldum!” Seda: “Neyi buldun Bengisu?” “Aradığım şeyi” “Aradığın neydi?” Engin atladı: “Kesin aklını arıyordur, bugün bir garip davranıyor çünkü.” Hep beraber güldük. Zaten hep beraber yaptığımız en iyi iş; salak salak, gevrek gevrek gülmekti. Öğretmenimiz nasıl olmuş da bu projeyi bize vermişti, doğrusu anlayamamıştım. Sınıf olarak 8-B bizden daha iyiydi. (Bunu söylemek hiç hoşuma gitmese de gerçek buydu.) Onca yıllık öğretmen, meslek hayatının belki de en önemli projesini bizimle heba edecekti. Sınıf öğretmenimiz olduğu için mi yapmıştı acaba! Ya da bizde kimsenin farkına varamadığı bir cevher mi vardı?

Bir an için dalgınlığımdan sıyrılıp, “Hey millet, cıvıtmayın da kız ne söylüyor bir dinleyelim!” diye ortaya atıldım. Ve başladı Bengisu anlatmaya: “Arkadaşlar, hayallerimizi yazdık ya biz! Var mısınız bunun üzerinden bir oyun oynamaya? Yarın üçüncü ve dördüncü derslerimiz matematik. Öğretmenimiz raporlu. Ama bütün sınıf yarın okula gelsin. Zarflarınızı yanınıza almayı unutmayın. Kimse devamsızlık yapmasın. Size müthiş planımdan söz edeceğim.”

Benzer İçerikler

Aşkın Şehidi | Ahmet Turgut

yakutlu

Buse Cinayeti – Mehmet Murat Somer – Online Kitap Oku

yakutlu

Gönül Meselesi – Tuna Kiremitçi – Online Kitap Oku

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy