ATEŞİ KIVILCIMKEN SÖNDÜRMELİ
Vaktiyle köyün birinde îvan Şcerbakov adında hali vakti yerinde, güçlü kuvvetli, çalışkan bir adam yaşıyordu. Üç oğlu vardı. Oğullarından biri evli, diğeri nişanlıydı. Üçüncü oğlu henüz toy bir delikanlıydı. Karısı, ev işlerinden anlayan akıllı bir kadındı. Büyük gelini de akıllı uslu ve çalışkandı. Hep birlikte geçinip gidiyorlardı. Ailede yalnızca tvan’ın ihtiyar ve yatalak babası çalışmıyordu. Nefes darlığı çektiği için yedi yıldır peçin üzerinde yatıyordu. İvangille-rin kendilerine yetecek kadar hayvanı vardı, üç at, bir tay, bir danalı inek, onbeş tane de koyun.
Kadınlar hem ev işlerine bakıyor, hem de tarlada çalışıyorlardı. Erkekler de kendi işleriyle uğraşıyordu. Tarladan kaldırdıkları buğday kendilerine yetiyor, hatta artıyordu. Yetiştirdikleri yulafı satarak hem vergilen ödüyor, hem de masrafları karşılıyorlardı. İvangiller bu şekilde rahatça yaşayıp gidiyordu. Fakat kısa bir zaman sonra komşuları Gordey İvanov’un oğlu Topal Gavrilo ile aralarında bir düşmanlık başladı.
İhtiyar Godey’in hayatta olduğu sıralarda bu iki komşu 7
güzel güzel geçiniyordu. Birbirlerine ellerinden gelen yardımı yaparlardı. Mesela komşulardan biri elek, kova, çuval, tekerlek gibi şeylere ihtiyaç duyunca biri diğerinin hemen yardımına koşardı. Birinin danası diğerinin harmanına girse harman sahibi yalnızca; “Komşu senin dana bizim harmana girmiş, hayvanını al götür, henüz harmanı kaldırmadık da” der, hayvanı kilit altına almak, birbirleriyle ağız dalaşı yapmak gibi şeylere başvurmazlardı.
İhtiyarlar birbirleriyle bu şekilde geçinip gidiyordu. Fakat evin idaresini oğullar ele alınca işler değişiverdi. Hiç yoktan, bir anlaşmazlık çıktı aralarında.
İvan’ın gelininin tavuğu erken yumurtlamaya başlamıştı. Genç kadın da Paskalya yortusu için yumurta biriktirmeye karar verdi. Her gün kümese giderek, takadan yumurtayı alıp saklıyordu. Günün birinde çocuklar tavuğu ürküttükleri için tavuk çit üstünden uçup, komşunun kümesine girdi ve oraya yumurtladı. O sırada evde bayram temizliği yapmakta olan genç kadın, tavuğun gıdakladığını duyduysa da yumurtayı “sonra alırım” diye aldırış etmedi. Akşamleyin kümese gidince yumurtanın takada olmadığını gördü. “Acaba kaynım ya da kaynanam mı aldı” diye düşünerek gidip onlara sordu. Onlar da almadıklarını söylediler. Gelinin küçük kaynı Taraska ona; “Senin tavuk komşunun kümesine yumurtlamış olmalı. Orada gıdakladığını duydum.
Hatta oradan geldiğini gördüm” dedi.
Genç kadın kümese gidip, gözlerini yumup horozun yanına çökmüş olan tavuğa, nereye yumurtladığını sormak istercesine baktı. Hayvan ona cevap verecek değildi ya. Bunun üzerine kalkıp komşusunun evine gitti.
Onu ihtiyar kadın karşıladı.
– Ne istiyorsun kızım, dedi.
– Benim tavuk sizin kümese girmiş, acaba baraya mı 8
yumurtladı nine?
Kadın sert bir dille ona cevap verdi:
– Biz tavuk mavuk görmedik. Hem bizim tavuklar da çoktan beri yumurtluyor. Bizim yumurtamız bize yetiyor, başkalarının yumurtalarına ihtiyacımız yok. Hem biz sizin gibi başkalarının kümeslerinden yumurta toplamıyoruz.
Bu sözlere genç kadın çok kızdı ve ağır bir söz söyledi. İhtiyar kadın da daha ağır bir şekilde ona karşılık verdi. Bunun üzerine kavgaya tutuştular. O sırada, su getirmekte olan ivan’ın karısı da kavgaya karıştı.
Derken Gavrilo’nun karısı da dışarı çıkarak, olmuş olmamış bir sürü olayı sayıp dökerek söylemediğini bırakmadı. Böylece kavga büyüdükçe büyüdü. Herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor, kimin ne dediği anlaşılmıyordu. Sen susun, sen busun, sen hırsızsın, kötü kadının birisin, kaynatanı açlıktan gebertiyorsun, sen dinsizsin gibi bir sürü ağza alınmayacak laflar söylediler birbirlerine.
– Ya sen, sen hırsızın birisin. Eleğimi çalıp yırtmadın mı, sırığımızı da sen çaldın, dedi bir diğeri.
Kavga anında sırığı kapmak için üstüne atılırken suyu döktüler.
Birbirlerinin başörtülerini yırttılar, saç saça, baş başa kavga ediyorlardı.
O sırada tarladan dönen Gavrilo da karısının tarafını tutarak, kavgaya katıldı. Ivan ve oğlu da koşa koşa kavga yerine geldiler. İvan güçlü kuvvetli bir adamdı. Oradakileri sağa sola iterek öfke içinde Gavrilo’nun yanına geldi. Sakalından bir tutam kıl kopardı. Bereket versin ki halk yetişip onları ayırdı.
işte iki komşu arasındaki düşmanlık bu şekilde başladı.
Sonra Gavrilo, sakalından koparılmış kılları bir kağıda sarıp: – Ben sakalımı çil suratlı Ivan koparsın diye uzatmadim, dedi ve doğruca mahkemeye gitti.
Gavrilo’nun karısı da konu komşuya İvan’ı nasıl Sibirya’ya sürgüne gönderttireceğini anlatıp duruyordu. Böylece aralarındaki düşmanlık gün geçtikçe daha da arttı.
Yatalak ihtiyar onlara daha ilk günden beri barışmalarını söylüyor: – Hiç yoktan kavga çıkardınız. Bir yumurta yüzünden kavga edilir mi hiç?
Bir yumurta değil mi, belki de çocuklar almıştır. Kısmet değilmiş demek ki. Kötü söz söyleyene, kötü sözle karşılık vermemek lazım. Kavga ettiniz de ne oldu sanki. Bunlar olmayacak şeyler değil. Haydi gidin de barışın.
Dargınlığın uzaması daha kötüdür, diyordu.
Gençler ihtiyarın saçmaladığını düşünüp, onun söylediklerini pek kale almadılar.
İvan komşusuyla barışmayı kabul etmeyerek: – Onun sakalını ben yolmadım, kendisi çekip kopardı. Üstelik onun oğlu düğmelerimi koparıp gömleğimi yırttı, dedi.
Sonra İvan da gidip komşusunu mahkemeye verdi. Davalarına hem sulh mahkemesinde, hem de bucak mahkemesinde bakılmaya başladı. O
sıralarda Gavrilo’nun arabasının tahtası kayboldu. Köyün kadınları; “Tahtayı îvan’ın oğlu çaldı. Onu geceleyin pencereden geçip, arabaya doğru giderken gördük” dediler. Başka bir kadın da, tahtayı îvan’ın oğlunun çalarak meyhaneciye sattığını söyledi.
Bu olay üzerine yine mahkemelik oldub”. Böylece her gün kavga gürültü durmak bilmedi. Çocuklar bile büyüklerden öğrendikleri küfürleri birbirlerine savurmaya başladılar. Kadınlar ırmak kenarına çamaşır yıkamaya gittiklerinde, tokaçtan çok çenelerini işletiyorlardı.Önceleri erkekler birbirlerine bilmeyerek iftira ediyorlardı ama sonraları bile bile birbirlerine kara çalmaya başladılar. Kadınlar çocukları kışkırtıyordu. Böylece günden güne yaşam çekilmez bir hale geldi. İvan ve Topal Gavrilo birbirlerini dava ederek hem köy ihtiyar heyetini, hem bucak, hem de sulh mahkemesini bıktırdılar. Ya Gavrilo îva-nı, ya da İvan Gavrilo’yu mahkemeye veriyor, bunun neticesinde de aralarındaki düşmanlık büyüdükçe büyüyordu. Hani köpekler boğuşurken birbirini ısırdıkça daha çok kızar ya aynen öyle. Boğuşma esnasında köpeklerden birine sopa ile vurulsa, kendine sopayla vurulan köpek, diğer köpek ısırdı sanarak öfkesi bir kat daha artar ya, onlar da aynen köpekler gibi birbirleriyle boğuşuyorlardı. Biri diğerini mahkemeye veriyor, ona ceza giydiriyor, bunun üzerine ötekinin düşmanlığı bir kat daha artıyor: “Bekle görürsün. Ben bunun acısını senden çıkarırım” diye diş biliyordu. Aralarındaki kavga bu şekilde tam altı yıl sürdü. Bu arada, yatalak ihtiyar sürekli onlara öğüt veriyor: “Çocuklar, siz ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Birbirinizle kavga edeceğinize, işinize gücünüze baksanız daha iyi olmaz mı? Şu eski hesapları kapatın artık. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Keskin sirke küpüne zarar” diyordu. Fakat ona kulak asan yoktu.
Kavganın yedince yılında, bir düğünde îvan’ın gelini açıktan açığa Gavrilo’ya” hakaret edip, atları çalarken nasıl yakalandığını anlattı elâleme Zaten sarhoş olan Gavrilo’nun gözünü o anda kin bürüdü ve kadına öyle bir tokat patlattı ki zavallı, tam bir hafta yataktan kalkamadı.
Üstelik kadın hamileydi. Gelinin düşük yapacağını düşünen îvan bu duruma çok sevinip, hemen mahkemeye koştu. Artık komşudan kurtulacaktı. Onu ya hapsederler ya da Sibirya’ya sürerler diye düşünüyordu. Fakaı ümidi boşa çıktı. Doktorlar kadını muayene edip, durumunun iyi ol11
duğunu söylediler. Yargıç, ortada bir delil olmadığı için davayı geri çevirdi. îvan bunun üzerine sulh mahkemesine başvurdu. Sulh mahkemesi de davayı bucak mahkemesine havale etti. İvan, Gavrilo’ya ceza verdirebilmek için çabaladı durdu, başkana ve katibe şarap içirdi, sonunda Gavrilo’ya meydan dayağı cezası verdirebildi. Mahkemenin kararı şöyleydi: “Sanık Gavrilo Gordey, sırtına 20 değnek vurulmak suretiyle, halkın önünde cezalandırılacaktır.”
îvan, karar okunurken, Gavrilo’nun halini görmek için ona bakıyordu.
Karar açıklandıktan sonra Gavrilo’nun yüzü kireç gibi oldu, kendini dışarı güçbela attı. Ivan da arkasından çıktı. îvan, o sırada, Gavrilo’nun “Varsın bana değnek vurdurup, sırtımı yaktırsın. Bakalım onun neyi yanacak?” diye konuştuğunu işitti. Bu sözleri duyar duymaz hemen geri dönüp mahkeme salonuna girerek; “Sayın Yargıçlar, Gavrilo evimi yakacağını söylüyor. Şahitlerim de var,” dedi.
Bunun üzerine Gavrilo’yu tekrar çağırdılar: “Sen böyle birşey söyledin mi?” diye sorguya çektiler.
Gavrilo:
– Hayır, ben böyle birşey söylemedim. Bana istediğiniz kadar ceza verebilirsiniz. Madem ki size yetki verilmiş. Öyle görünüyor ki yalnızca ben ceza çekeceğim, ona birşey olmayacak dedi. bırşeyler daha söylemek istedi, fakat tüm vücudu zangır zangır titrediği için söyleyemedi. Onun bu halini gören yargıçlar kendine veya komşusuna bir zarar vermesinden korktular. İhtiyar bir yargıç onlara: – Beni dinleyin kardeşler! Sizin için tek çıkar yol barışmaktır. Gavrilo, sen, bir kadını dövmekle iyi birşey mi yaptın sanki. Allah’tan kadına birşey olmadı. Yoksa bir katil olacaktın. Beğendin mi yaptığını? Gel kabahatli olduğunu kabul et, îvan’dan özür dile. O da seni affetsin. Biz de 12
kararımızı değiştirelim, dedi. Katip buna itiraz etti: – Bu söylediğiniz anayasanın 117’nci madesine aykırı. Karar verilmiş
bulunuyor, bu karar tasdik edilmelidir.
Yargıç katibi dinlemeyerek:
– Kes artık konuşmayı. Her zaman l’inci madde: “Allah’ı unutma, Allah barışı emrediyor” olmalıdır.
Yargıç boş yere davalıları barıştırmaya uğraşıyordu. Bu çabalarından bir netice alamadı.
Gavrilo:
– Ben kırk dokuz yaşına gelmiş, oğul evlendirmiş bir adamım. Ömrüm boyunca hiç kimseden dayak yemedim. Şimdi Çil îvan bana meydan dayağı çektirecek. Ben de kalkıp ondan af dileyeceğim öyle mi? Hayır barış maris istemiyorum. Yeter artık. Bunun acısını îvan’dan çıkarmazsam bana da Gavrilo demesinler, dedi.
Yine Gavrilo’nun sesi soluğu kesildi ve salondan çıktı: Bucak ve ev arası on verst uzaklıktaydı. îvan eve geç kalmıştı. Atı arabadan çözüp, ahıra götürdü. Evde kimsecikler yoktu. Çocuklar tarlaya, kadınlar hayvanları otlatmaya gitmişti. îvan peykeye çöküp düşüncelere daldı. Mahkeme kararı okunurken Gavrilo’nun nasıl betinin benzinin attığını, yüzünün kireç gibi bembeyaz olduğunu gözünün önüne getirdi. Canı sıkıldı. Şayet kendisine böyle bir ceza verilse kendisinin ne durumda olacağını düşündü ve Gavrilo’ya acıdı. Tam o sırada ihtiyar babasının öksürdüğünü işitti ve yanına gitti. İhtiyar büyük bir güçlükle peç üzerinde doğruldu, ayaklarını yere sarkıtıp indi. Sonra sürüne sürüne gidip bir peykeye oturdu. Bu kadarcık bir hareket bile onu fazlasıyla yormuştu.
Yine öksürdü. Sonra masaya dayanarak: “Ne oldu, ceza verdiler mi” diye sordu.İvan “Yirmi değnek” dedi. İhtiyar başını salladı: – Evladım, çok kötü bir iş yapıyorsun. Aslında ona değil kendine kötülük ediyorsun. Onu kırbaçlatınca eline ne geçecek sanki.
– Bu ona iyi bir ders olur, bir daha da böyle birşey yapmaz.
– Bir daha yapmayacak öyle mi? Sanki sen ondan daha mı az kötülük yaptın?
– Onun hiç suçu yok mu yani? Bana neler etti. Az kalsın kadını öldürecekti. Şimdi de evi yakacağını söylüyor. O bana bunları yapsın, ben ona hiçbir şey yapmayayım, gidip onun önünde eğileyim öyle mi?
İhtiyar içini çekerek ona dedi ki:
– Bak evladım. Sen benim sadece peç üzerinde yattığımı, hiçbir şeyi bilmediğimi zannediyorsun. Herşeyi kendinin gördüğünü ve bildiğini düşünüyorsun. Hayır oğlum, hayır. Sen hiçbir şey görmüyorsun, gözlerini kin bürümüş senin. Başkalarının suçunu deve yapıp, gözünde büyütüyor, kendi kabahatini iğne yapıp, yakanda gizliyorsun. Sadece onun kötülük ettiğini söylüyorsun. Eğer kötülük yapan yalnız o olsaydı, ortada kötülük diye bir şey kalmazdı. Kötülük tek taraflı olmaz. Kabahat kimde, ölende mi, öldürende mi? Hem ölende hem öldürende derler. O
da suçlu, sen de suçlusun. Sen yalnız onun suçunu görüyor, kendininkini görmüyorsun. O kötü olsa da sen iyi olsaydın, bütün bunlar başımıza gelmezdi. Onun sakalını kim yoldu? Otları çalan kim? Onu mahkeme mahkeme koşturan kim? Sen, sadece onu suçlu çıkarıyorsun.
Halbuki kötü olan sensin. İşte gerçek felaket bu. Oğlum bizler böyle değildik. Ben sana kötü şeyler öğretmedim. Ben onun babasıyla böyle geçinmedim. Biz iyi birer komşuyduk. Unları 14
bitince onun karısı bana gelir: “Amca, biraz un verir misin?” der, ben de: “Ambara gidip istediğin kadar al kızım” diye karşılık verirdim. Onların atlarını getirmek için kimseleri yoktu. Ben sana: “Haydi İvan git, komşumuzun atlarını getir” derdim. Benim birşeye ihtiyacım olunca gidip ondan ister: “Gordey sende falan şey var mı?” derdim. O da: “Buyur, al” diye getirir verirdi. İşte biz böyleydik. O zamanlar birbirimizle gayet iyiydik. Ya şimdi ne oldu. Biraz önce bir asker Plevne savaşını anlattı. Sizin kavganız Plev-ne’den de mi çetin yahu. Bu yaşadığınız hayat mı sanki? Hele, ne kadar günaha girdiğini bir düşün.
Sen ev bark sahibi, sorumlu bir adamsın. Kadınlara ve çocuklara kavgadan başka ne öğretiyorsun? Daha demin küçük Taraşta Arina teyzeye söylemediğini bırakmadı. Annesi ise buna hiçbir tepki göstermedi, yalnızca güldü. Bu hoş bir şey mi? Bundan sen sorumlusun.
Elini bir kerecik olsun vicdanına koy da söyle insanın böyle mi yaşaması lazım? Sen bana bir küfür savur, ben sana iki küfür savurayım, ben sana bir tokat vurayım, sen bana iki… Yok azizim yok. İsa’nın bizlere gösterdiği yol böyle değil. Sana biri sövdüğü zaman, sen karşılık vermeyeceksin? Elbet birgün o adamın vicdanı sızlar. Isa bunu öğretti bize. Anlıyor musun, biri sana bir tokat vurunca öteki yanağını çevireceksin, istiyorsa bir tokat daha vursun diye. Düşmanın da vicdanı vardır, o da vicdan azabı nedir bilir. İsa, bizlere işte bu yolu gösterdi, kibir ve gururu değil. Niçin susuyorsun, haklı değil miyim?
İvan susuyor, sadece dinliyordu. İhtiyar, tutulduğu şiddetli öksürükten güç bela kurtularak sözlerine şöyle devam etti: – İsa bizlere kötü şeyler öğretmedi. O hep bizim için, bizim iyiliğimiz için uğraştı. Sen bir kere nasıl yaşadığını düşün. Aranızda şu Plevne savaşı başlamadan önce mi, yoksa sonra mı daha huzurlusun. Mahkeme için harcadı15
ğın paraları bir hesap et. Harcadığın paralarla oğullarının işlerini büyütebilirdin. Bu işler için para bırakmadın ki. Bu niye böyle, elbette senin inat ve kibrin yüzünden. Çoluk çocuğunla birlikte tarlaya gideceğin yerde kalkıp yargıç peşinde koşuyorsun. Tarlayı zamanında ekmezsen, birşey biçemezsin elbette. Bu yıl neden yulaf yok? Yulaf ekmeye vakit bulumadım ki. Gide gele şehri yol ettin kendine. Peki mahkemede ne kazandın? Düşmanlıktan başka eline ne geçti? Yok oğlum yok, bu iş
böyle yürümez. Sen kendi işine bak. Çoluk çocuğunla tarlanda, evinde çalış. Sana karşı bir kimse suç işlerse onu bağışla. Böylece hem Allah’ın emrini yerine getirmiş, hem de zarar görmemiş olursun. Rahat ve huzur içinde yaşarsın, îvan susuyordu:
– Bana bak Ivan. Beni, ihtiyar babanı dinle. Şimdiden tezi yok, arabanı hazırla ve doğruca şehre gidip tüm şikayet dilekçelerini geri al.
Sabahleyin de Gavrilo’nun yanma gidip onunla barış, bize davet et. Yarın Meryem’in doğum günü, mübarek bir bayram… Semaveri hazırla, bir şişe de votka al, böylece olanları unutun gitsin. Kararından kadın ve çocukları da haberdar et.
îvan, derin bir iç çekti. İhtiyarın doğru söylediğini anlamıştı. O anda içinde birdenbire bir rahatlık duydu. Fakat bu işi nasıl halledeceğini bilmiyordu.
İhtiyar onun ne düşündüğünü anlamıştı: – Haydi Îvan, git, işi geciktirme.
Ateşi kıvılcımken sön-dürmeli. Sonra başa çıkamazsın.
İhtiyar birşeyler daha söylemek istedi ama söyleyemedi. O anda kadınlar içeri girip karga gibi ötmeye, ortalığı gürültüye boğmaya başladılar.
Onlar da Gavrilo’nun değnek cezası giydiğini ve kendilerini evlerini yakmakla tehdit ettiğini biliyorlardı. Bunlara birşeyler daha ilave ederek,Gavrilogillerin kadınlarıyla meydanda nasıl sövüştüklerini anlatıyorlardı. Anlattıklarına göre Sorgu Yargıcı Gavrilo’nun tarafını tutacak ve karar değişecekmiş. Köy öğretmeni İvan’ın aleyhinde yeni bir dilekçe yazmış çara. Bu dilekçede arabadan çalınan tahta ile otlak meselesi anlatılıyormuş. Bundan böyle otlakların yarısı Gavrilo üstüne geçecekmiş. İvan bunları duyunca barışmaktan vazgeçti.
Elbette ev idare eden bir adamın işi bitmezdi. İvan kadınlarla konuştuktan sonra dışarı çıktı. Harman yerine gitti, oradan da ambara uğradı. İşlerini bitirip dönerken güneş batıyor, oğullan da tarladan dönüyorlardı. İvan onların yanına gidip işlerin nasıl gittiğini sordu, takımların yerleştirilmesine yardım etti, yırtılmış hamudu tamir etmek için bir kenara bıraktı, sırıkları ambara götürmek istedi ama ortalık iyice karardığı için bundan vazgeçti. Hayvanlara yem verdi. Taraska geceleyin atları otlatmaya götüreceği için dış kapıyı açık bıraktı. İç kapıyı kilitledi: “Artık yemek yiyip yatmalı” diye düşündü. Yırtık hamudu alıp sofaya girdiği sırada çitin arkasından Gavrilo’nun sesini işitti.
Gavrilo kısık sesle: “Cehennemin dibine giresice, onu gebertmek lazım aslında” diyordu. Bu sözleri duyar duymaz İvan’ın içine bir ateş düştü.
Durup, Gavrilo’nun bütün küfürlerini dinledikten sonra odaya girdi.
İçeride gelin bir köşeye oturmuş yün eğiriyor, karısı sofra kuruyor, bü <oik oğlu çarık dikiyor, ortanca oğlu kitap okuyor, Taraska da hayvanları otlatmaya götürmek için hazırlanıyordu.
Bu küçücük evde herkes mutluydu, yalnız bir de şu bela, şu kavgacı komşu olmasaydı.
İvan öfkeliydi. Kediyi peykenin üzerinden fırlatıp attı. Tekne yerinde değil diye kadınlara fırça çekti. Sinirinden ne yapacağını bilmiyordu.
Oturup hamudu onarmaya baş17
ladı. Fakat Gavrilo’nun mahkemede savurduğu tehditler, demin söylediği: “Onu gebertmek lazım aslında” sözü bir türlü aklından çıkmıyordu.
İhtiyar kadın, Taraska’nm yemeğini hazırladı. Taraska yemeğini yiyip, kaftanını, kürkünü giydi ve ekmeğini alarak dışarı çıktı. Büyük oğul onu geçirmek istediyse de, Ivan kalkıp kapıya kadar çıkardı. Dışarısı karanlıktı, şiddetli bir rüzgar esiyordu. Taraska’nm ata binmesine yardım etti. Bir müddet Taraska’nm at üstünde gidişini seyretti. Biraz kapısının önünde bekledi, Gavrilo’nun: “Ben ona değnek vurdurmanın ne demek olduğunu gösteririm. Bakalım onun neyi yanacak” diye homurdanışı kulaklarında çınlayıp duruyordu. Anlaşılan bu adam kendi canına acımayacak. Ortalık hem kurak hem de rüzgarlı. Evin arkasından gizlice yanaşıp, evi ateşleyip kaçar. Bizi yakar bu cani herif. Hem de sonunda suçu üstünden atar. Bir elime geçse, vallahi temizlerim onu.” Bu fikir İvan’ın kafasında öyle bir yer etti ki, sokağa çıkıp, köşeye kadar gitti. “Avlunun etrafını bir dolaşayım, ne var ne yok bir kolaçan edeyim”
diye düşünerek ağır ağır yürüdü. Köşeyi döner dönmez, çitin öbür ucunda, bir şeyin yürünmesiyle kaybolması bir oldu. Derhal olduğu yerde durup, etrafı dinledi. Her tarafta derin bir sessizlik vardı. Rüzgar asma yapraklarını oynatıyor, sapları hışırdatıyordu. İ1k önce karanlıkta etrafı göremiyordu, sonraları görmeye başladı. Artık çitin ucunu, damın kenarını görebiliyordu. Yine etrafa bakındı, ortalıkta kimsecikler yoktu.
Fakat: “Çitin etrafını bir dolaşı-vereyim” diyerek yine ağır ağır yoluna devam etti. Ambar duvarı boyunca yürüdü. Yere öyle yavaş basıyordu ki çarıkların sesini kendisi bile duymuyordu. Köşeye varınca öbür tarafa baktı. Çitin yanında bir parıltı olduğunu farketti. Yüreği ağzına geldi.
Olduğu yerde donup kaldı. O an aynı yerde daha şiddetli bir parıltı gördü. Orada sırtı ken18
dinden yana dönük, şapkalı, çömelmiş bir adam vardı. Elindeki sap demetini tutuşturuyordu, ivan’ın kalbi, göğsünü delercesine çarpmaya başladı. Hızlı hızlı yürümeye başladı. O an ayaklarını bile hissetmiyordu.
“Artık elimden kurtulamaz, suç üstü yakalayacağım onu” diye düşündü.
Ivan henüz oraya varmamıştı ki, o küçük kıvılcım birdenbire büyüdü.
Çatının altı, sonra üstü tutuştu. Oradaki adamın Gavrilo olduğu iyice belirginleşti.
Ivan, Topal Gavrilo’nun üzerine bir doğan gibi atıldı. “Artık işi bitti, kaçamaz artık” diye düşünüyordu. O anda ivan’ın ayak sesini duyan topal, kendinden beklenmeyen bir çeviklikle çitten atlayıp bir tavşan gibi kaçmaya başladı.
Ivan “Artık elimden kurtulamazsın” diyerek arkasından koştu. Tam yakasından yakalayacaktı ki Gavrilo kurtulmayı başardı. Ivan bunun üzerine eteğinden tuttu ama etek yırtılarak elinde kaldı. Birden yere düştü ama tekrar ayağa fırlayıp: “imdat. Yakalayın şu herifi” diye bağırarak peşinden koşmaya başladı.
İvan henüz ayağa kalkmadan, Gavrilo, kendi avlusuna yaklaşmıştı. Fakat Ivan yine de ona yetişti. Tam onu yakalayacağı sırada taş gibi sert birşeyin kafasına indiğini farketti. Gavrilo o anda yerden bir meşe parçası alıp olanca kuvvetiyle İvan’ın kafasına indirmişti.
Ivan çılgına döndü. Adeta gözlerinde şimşekler çakıyordu. Sonra gözleri karardı, dizlerinin bağı çözüldü ve olduğu yere yığılıverdi. Kendine geldiği zaman Gavrilo ortalıkta yoktu. Etraf sabah gibi aydınlıktı. Evin bulunduğu taraftan makine sesine benzeyen, çatur çutur sesler geliyordu. Ivan başını arkaya çevirince ambarın tamamıyla yanmış
olduğunu, ikinci ambarın da alev aldığını, rüzgarın yanan sapları eve doğru savurduğunu gördü.
Ellerini dizlerine vuruyor: “Aman Allah’ım, bu ne böy19
le?… Gördüğüm ilk kıvılcımı söndürmüş olsaydım böyle birşey olmayacaktı” diye bağırıyordu.
Bir süre sonra sesi kısıldı, sesi soluğu çıkmaz oldu. Koşmak istedi. Fakat bacaklarını güçbela yerinden oynatabildiği için yavaş yavaş yürüdü, sonra sendeledi, yine nefesi kesildi. Durup dinlendikten sonra yürümeye devam etti. Ambarı dolanıp yangın yerine vardığında alevler ikinci ambarı da sarmış, ateş evin dış kapısına kadar sıçramıştı. Evden ateş
fışkırıyordu, avluya girmek imkansızdı. Köylüler toplanmıştı ama ellerinden birşey gelmiyordu. İvan’ın evine yakın evler, yangının yayılması ihtimaline karşı eşyaları, hayvanları dışarıya çıkarıyorlardı.
İvan’ın evinden sonra Gavrilo’nun evi yanmaya başladı. Rüzgar şiddetli olduğu için, yangın sokağın ta öbür ucuna sıçradı. Sonunda köyün yarısı yandı.
İvan’ın ailesi yalnızca canlarını kurtarabilmişti bu yangından. Geceleyin otlamaya giden hayvanların haricindeki herşey; tavuklar, bütün eşyalar, arabalar, karasabanlar, kadınların sandıkları, erzak yanıp kül olmuştu.
Gavrilogiller ise hayvanları ve bazı eşyaları kurtarabildiler.
O gece, yangın sabaha kadar sürdü. îvan yangına bakıyor ve yalnızca; “Aman Yarabbi! Bu nasıl iş böyle? İlk kıvılcımı söndürmüş olsaydım böyle birşey olmayacaktı” diye kendi kendine söyleniyordu. Evin tavanı yanmaya başlayınca İvan alevler içine dalarak bir kütüğü kurtarmak istedi. Kadınlar onun buEvin tavanı yanmaya başlayınca İvan alevler içine dalarak bir kütüğü kurtarmak istedi. Kadınlar onun bu halini görünce bağırıp çağırmaya başladılar.
İvan aldırış etmeyerek kütüğün birini çekip çıkardı. Sonra başka bir kütüğü yakaladı ama o anda dengesini kaybederek ateşin üstüne düştü.
Oğlu imdadına yetişerek onu alevler arasından çıkardı. İvan’ın saçı, sakalı ve elbisesi yanmıştı. Köylüler onun için “felaketten serseme 20
döndü zavallı” diyordu. Yangın ar ak sönüyordu. İvan ise olduğu yerde put gibi duruyor: “ıık kıvılcımı söndürseydim…” diye söyleniyordu.
Sabahleyin köyün muhtarı oğlunu İvan’ı çağırmaya gönderdi: – İvan amca, baban ölmek üzere, seninle helalleşmek istiyor.
İvan babasını bile unutmuştu, çocuğun ne dediğini anlamayarak: – Ne babası, kim istiyor? dedi. Muhtarın oğlu tekrar: – Seni baban istiyor, vadalaşmak için seni çağırmamızı söyledi. Bizim evde, ölmek üzere, kalk da gidelim İvan amca, diyerek onu elinden çekti.
Birlikte babasının olduğu eve gittiler.
İhtiyar baba evden çıkarılırken üzerine düşen ateşli saplarla yanmıştı.
Onu alıp köyün öbür ucundaki muhtarın evine götürmüşlerdi.
İvan babasının yanına geldiğinde, orada sadece muhtarın karısı ve çocukları vardı. Herkes yangın yerine gitmişti. İhtiyar elinde bir mumla, peyke üzerinde yatıyor, yüzünü yana çevirmiş kapıya doğru bakıyordu.
Oğlu içeri girince kımıldayarak, oğlunun yaklaşmasını istedi. İvan yaklaşınca ihtiyar:
– Gördün mü İvan, sana söylememiş miydim? Köyü kim ateşe verdi?
diye sordu.
– O, baba, o. Onu gözümle gördüm. Benim gözlerim önünde ateşi çatıya attı. Eğer onun ilkin tutuşturduğu sapları ayaklarımla söndürseydim, bunların hiçbiri olmayacaktı.
– İvan, bak ben ölüyorum, sen de bir gün öleceksin. Doğruyu söyle suç kimde?îvan babasına bakıyor, susuyor, bir kelime bile söylemiyordu.
– Allah için doğruyu söyle suç kimde? Ben sana önceden söylememiş
miydim evladım.
Ivan ancak o anda kendine gelmiş, herşeyi anlamıştı. Burnuyla hızlı hızlı nefes alıyordu:
– Kabahat bende baba, dedi ve diz çökerek ağlamaya başladı: – Beni affet baba, sana karşı da, Allah’a karşı da suçluyum, dedi.
O anda ihtiyar mumu sol eline aldı, sağ elini alnına götürerek haç çıkarmak istedi ama yapamadı, durdu ve “Allah’ım sen büyüksün” diye bir dua mırıldandı. Sonra gözlerini oğluna dikerek: – İvan, Ey İvan! dedi.
– Ne var baba, ne var?
– Şimdi ne olacak? İvan ağlıyordu:
– Bilmiyorum baba. Bundan sonra nasıl yaşayacağımı bilmiyorum.
İhtiyar gözlerini yumup, son kez kuvvetini topladı ve diliyle dudaklarını ıslattı. Gözlerini tekrar açarak:
– Yaşarsınız oğlum. Allah’ı içinizde duyarsanız yaşarsınız, dedi ve biraz sustuktan sonra gülümseyerek şunu söyledi: – Bak İvan, yangını kimin çıkardığını kimseye söylemeyeceksin. Şunu unutma ki sen birinin bir günahını örtersen, Allah senin iki günahını örter.
İhtiyar bunları söyledikten sonra mumu iki eliyle tutup kalbinin altına götürdü, iç çekti ve öldü.İvan hakikati görmüştü. Gavrilo’yu ele vermedi, kimse de yangının sebebini öğrenemedi.
Artık İvan, Gavrilo’ya kızmıyor, Gavrilo, İvan’ın neden kendisini ele vermediğini düşünüyor ve şaşırıyordu. Önceleri Gavrilo İvan’ın birşey yapmasından korkuyordu. Fakat zamanla bu korku kayboldu. Erkekler ve kadınlar birbirleriyle kavgayı bıraktılar. Köy yenibaştan kuruldu. Yine iki aile aynı avlu içine yerleşti.
O zamandan sonra İvan ve Gavrilo, tıpkı babalarının zamanında olduğu gibi, iyi birer komşu oldular. İvan, babasının dediklerini hiç kulağından çıkarmıyordu: Ateşi kıvılcımken söndürmek lazımdı.
O günden sonra birisi İvan’a kötülük etse, o öç almıyor, işi düzeltmeye çalışıyor; kendisine küfredene küfürle karşılık vermiyor, karşısındaki adamı iyi konuşmaya teşvik ediyordu. Kadınlara ve çocuklara da böyle olmaları gerektiğini söylüyordu.
İşte İvan Şcerbakov bu şekilde vaziyetini düzeltti. Sonunda huzurlu bir yaşama kavuştu.YOKSUL KÖYLÜNÜN OĞLU
Vaktiyle yoksul bir köylünün bir erkek çocuğu olmuş. Köylü sevinçten âdeta ucuyormuş. Vaftiz babalığı etmesi için hemen komşusuna koşmuş.
Komşusu kabul etmemiş. “Yoksul bir köylünün mü vaftiz babası olacağım?” demiş. Yoksul köylü başka birine gitmiş ama o da kabul etmemiş.
Bütün köyü dolaşmış ama kimse vaftiz babası olmak istemiyormuş.
Bunun üzerine başka bir köye gitmek için yollara düşmüş. O sıradakarşısına bir yolcu çıkmış.
Yolcu: “Merhaba köylü dayı. Allah kısmet ederse, nereye gidiyorsun böyle?” demiş.
Köylü: “Allah bana, gençliğimde bakayım, ihtiyarlığımda avunayım, ölünce de hayırla anılayım diye, bir çocuk verdi. Fakat yoksulluğun gözü kör olsun. Köyde hiç kimse vaftiz babası olmak istemiyor. Ben de vaftiz babası aramaya çıktım.”