Cahit Zarifoğlu`nun Hikayeleri, özellikle İnsan anlatısı, edebiyatımızda kendine özgü, özgün bir çizgidir. Sanatsal olgunun, anlatı türünde bu denli yoğun öne çıktığı nadirdir. Bu tatla okunabilen eser sayısı da sınırlıdır. Şiirin hemen yanıbaşında yer alan öyküleri, şiiri gibi imge yüklüdür. Bu bakımdan Zarifoğlu öyküsü de, şiiri gibi güç anlaşılır. Okundukça intibak edilen ve sevilen bir tarzı vardır.
Cahit Zarifoğlu ve öyküsünün Kaynakları ve Tarzı
Cahit Zarifoğlu’nu değerlendirir ele alırken, asıl damarından yürümek doğru olanı. Şair Cahit Zarifoğlu, yazı hayatında çeşitli yazı türleri denemiş, başarılı bir çizgi yakalamıştır. Şiir, öykü, günlük, deneme, roman, çocuklar üzerine şiir ve öyküler, gazetelerde köşe yazısı ve okurlarla yazışmalar gibi türlerdir bunlar. Bütün bu yazı türleri bir arada düşünüldüğünde şiirinin merkeze alınarak diğer türlerin belli bir sıralamayla ele alınmasında yarar vardır. Ancak Zarifoğlu bütünlüğü içinde de bakılmalıdır. Sanatçı şiirleriyle yazı hayatına başladığında öyküleriyle de görünür. Diğer türler zamanla gelişir . Şiir ve öykü yazı serüveninin temelini oluşturur. Bu süreç incelendiğinde öykü anlatısının şiiriyle içiçe olduğu da görülecektir. Diriliş Dergisinde hem şiirleri hem de öyküleri yayınlanır. Tabii şiir öne çıkar. Arkadaşları Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Akif İnan, Alaeddin Özdenören ile birlikte Edebiyat Dergisi’ni yayınladıklarında şiir ve öykünün birlikte yürüdüğü görülecektir. Mavera Dergisi sürecinde ise öykü yayınlamaz. Dergide okurla yazışmalarında örnek parçalar dener. Daha çok şiir yayınlar. Bu dönemde diğer anlatı türleri olan roman ve çocuk öykülerinin gündeme geldiği görülür. Öykü anlatısı yerine gene kendisine ait bir tür olan Yaşamak ortaya çıkar. Bir bakıma anlatıda kendini sürdürmek isteyen sanatçı kendi önünü gene özgün bir hiçimde açar Şiir ana damardır O nda ve sanatının odağıdır.
Bazan bireyin önünde farkında olunmadan bekleyen bir gelecek vardır. Zamanın akışında her şey yerli yerine oturur. Biri diğerinden kopar ya da tamamen ayrılır Hayatın beklenmedik yanlarıdır. Şair öykü ve anlatıyı şiirinin yanıbaşında taşıyabilecek bir konumda iken, belli bir süre direnmesine karşın, şiir diğerleriyle arayı açar. Zarifoğlu’nda gözlemlediğim bir olgudur bu.
İns anlatısı, edebiyatımızda kendine özgü özgün bir çizgidir. Sanatsal olgunun anlatı türünde bu denli yoğun öne çıktığı nadirdir. Bu tadla okunabilen eser sayısı da sayılıdır. Şiirinin hemen yanı başında yer alan öyküleri şiiri gibi imge yüklüdür. Bu bakımdan Zarifoğlu öyküsü de şiiri gibi güç anlaşılır. Okundukça intibak edilen ve sevilen bir tarzı vardır. “Zarifoğlu Öyküsü ve Anlatısı” adlı yazımda bu konuya ilişkin değerlendirmem şöyleydi: “Öykü yazmış olsa da Zarifoğlu şairdir. Bir anlamda öykü yazarken de sanki bir başka şiir yazar. Bazan bu, belirginlik kazanır. Şiir hemen hemen elinizin altındadır, satırların arasında gezinir durur. Bazen çok gizlidir, bazan da sabretmez açığa çıkar. Rodin mermerin içindeki heykeli, o ise düz yazı içinde şiir arar. Olgunlaşmamış şiirinin ham maddesi oradadır. Çünkü cümleler bir şairin elinden çıkmıştır.”
Zarifoğlu’na ait bir yan da, başının yukarılarda ve etrafını görüyor olmasıdır. İçine sığmayan taşkın ve başı göklerde bulutlara değen biridir, içe kapanık ve içinde gezinen biri değildir. Şairin kişiliğini yansıtan bir yanı vardır bu eserin, İns’teki öykü toplamı okunup dışarıdan bakılırsa genel anlamda bir Zarifoğlu portresiyle karşılaşılır. Elbette bunlar ruhunun yansımalarıdır. Doğuda at sırtında özgürlüğünü yaşayan biridir. Sanatçı dikkati, gözlem gücü, taşkın ruhu ve artistik özelliği hemen hepsi bir aradadır. Bunlar bir yazar için yeterli özelliklerdir. Doğada çılgınlar gibi koşar, bir radar gibi çevresini tarar, önemsiz bir olguyu, bir durumu çarpıcı bir biçimde dikkate değer hale getirir, içe kapanık değildir. Bakan ve gören keskinliğiyle bir dikkat ustasıdır. Bir nesne, bir durum, bir basit olay O’nda önem kazanır.
Kendisinden yola çıkan kimse, onun gibi olmaya çalışır. Sanatçı kendinden sonraki kuşağı sadece şiirde değil nesirde de etkilemiştir. Gerek şiirde gerek anlatıda sanat hayatımıza bir yenilik getirmiştir. Özellikle şiirde, İns anlatısında. Yaşamak ve çağdaş masallarında… Zihni açık ve üretici bir sanatçıdır.
Zarifoğlu anlatısının ana kaynağı İns’tir. Bize ins kitabının serüveniyle anlattığı şuydu: “ins öyküsü bu haliyle bitmemişti ve daha uzun bir öykü olacaktı. O öyküyü bir başına kitaplaştırmayı tasarlamıştım. Nuri Bey (Pakdil) ben Sarıkamış’ta askerliğimi yaparken, bütün öykülerimi bir araya toplayarak kitaplaştırmıştı. Ben de kitabı öyle gördüm., demişti. Yarım kalmış bir bölümünü biz Yedi iklim Dergisinde kendisiyle ilgili özel sayıda yayınlamıştık Bir kader sonucu demek daha doğru olur, tasarlanan ve düşünülen şey yarım kalır. Ancak Zarifoğlu, başat bir eser olan Yaşamak’ı yazar. Benzer tadı orada da alırız. Bununla yetinmez. Serçe Kuş, Katıraslan ve diğer eserleri birbirini izler.
İns’le yol alındığında, O’nunla birlikte doğa, bütün güzelliğiyle bir başına kalarak gözlemlenebilir.
Kendi sanat alanının dairesinde olgunlaşan bir sanatçı.
daireden bir başka daireye geçiş yolları arar. Asıl alanında da bunu dener. Zarifoğlu şiiri, içinde değişik akışları olan, daireden daireye, kanaldan kanala geçen bir Özellik gösterir Hemen her yer de özelliklidir. Bu, Ona nasib olmuş bir durumdur. Hayatında olduğu gibi sanatında da üreticidir. Tıkanık değildir. Durduk yerde proje üretir. Şiiri. İşaret Çocukları, Yedi Güzel Adam. Menziller ile Korku ve Yakarış’ı ayrı birer bütünlük gösterirler ve okunduklarında ayrı tadları olan eserleridir. Yedi Güzel Adam’ın destansı özelliği Türk şiiri içinde bir ayrıcalıktır. Onü kesilmemiş bir sanatçıdır Zarifoğlu Nesirde sürdürdüğü tarzları böyle değerlendirmek yerinde olur.
İns kitabına daha önce alınmamış, Dirilişte ve başka yerlerde yayınlanmış öyküleri de bu yeni kitabında bir araya toplandı. Ayrıca, Yeni Devir Gazetesi’nde yayınlanmış ve tamamlanamamış olan Şeyh Ana da bu çalışma toplamı içinde bir araya toplandı. Şeyh Ana okunduğunda görülecektir ki, Zarifoğlu denemeye kalkıştığı her türün altından başarıyla kalkmıştır. Sanat ve edebiyatımıza bir özgünlük getirmiştir. Okurun bu anlayışla eserlerine bakışında bir yarar olacağını umuyoruz.
Ali Haydar Haksal
İns
İns karanlık dolu bir gecede sessizce doğdu. Hemen büyüdü ve başka dağları, ovaları, ırmakları kaplıyan geceyi ve gündüzü yerlerinde görmek üzere tek başına atını, keçisini ve kadınını hazırladı. Beyaz saçlı anayla beyaz saçlı baba da yola çıktılar, onlarca amaç yoktu, artık gönüllerine amaç konuk gelmiyordu, toprağa girdikten sonra kendilerini devam ettirecek olan oğullarının peşini bırakmadılar, insin düşüncelerini, yapacaklannı katı ve ihtiyar beyinleriyle, buruşuk derileriyle, ilgiyle izliyeceklerdi. iyice yaşlandıkları için çadırdan ayrılırken ölümlerini yanlarına aldılar.
Beyaz saçlı anayla beyaz saçlı baba İnsin atının iki yanında, keçisiyle kadını atın önünde yürüyordu.
Keçi gittikçe yaşlanıyordu. Küçük yeşil fundalıklar arasından uzanan ince yollar durmadan ovalara iniyor, dağlara çıkıyor, bazen denizi gören sivri kayaların tepesine yükseliyor, bazen de durup dururken kayboluyordu. İnce toprak yolu kimlerin geçe geçe yol yaptığı anlaşılmıyordu. İns önce bunu merak etti, atından indi, toprağı yokladı, eline toprak ve taş aldı, yakından baktı, toprakları haber sordu.
İns yüce başını göğe kaldırdı. Toprağa daha sıkı bastı. Yerden çıkan sağlam bir ağacı kavradı kuvvetle yukarı çekti.
En uzaktaki dağa baktı, güneş durmadan göründü, durmadan akşam oldu.
Keçinin iyice yaşlandığı anlaşılıyordu Tırmanıp tepelerini kopardığı fidanlar eskisi gibi boylu fidanlar değildi şimdi, sesi eski canlılığını taşıyordu ama sesli bağırmaları en yakın ağacın arkasından işitilmiyordu. Çayırları gezerken ağzına aldığı otu daha koparmadan daha ilerdeki otlarda gezinen eski gözleri, şimdi ağzındaki otu koparıp çiğneyinceye kadar, daha çok pahalı kalıyor, başını azıcık doğrulttuktan sonra, yürüyen ayaklarından sonra tam gözünün önüne gelen başka bir ota ürpererek bakıyor ve onun tam üzerine açık ağzını küçük bir sarsıntıyla yaklaştırırken gözleri yeniden kısılıyor ve sanki yaşlı keçi otun tadına bütün vücudunu tam veriyordu.
Otlar da başkaydı. Ağaçların tam diplerinde çıkanlar bir karış kadar yukarıya doğru İnsin kadınının zülüfleri gibi uzanıyor, keçi onlara sevgiyle çullanıyordu.
Son yaşlılığında otu çok az olan bir yerde geziniyordu. Yerden çekip kopardığı otlar nerdeyse sayılıydı, yine de yoruyordu onu. Otlar iyice bittiğinde zor yürüyen ayaklarının taşıdığı açık ve yere dönük ağzının altına hiçbir ot gelmiyordu. Ve bu gittikçe daha zor yürüyen ayaklarının gittikçe daha uzun yaptığı zaman içinde oluyordu. Cansız boynuz ve tırnaklarının etine değen ve her an uzamaya davranan canlı kökleri ot bekliyordu. Karnının, yaşlı kemiklerinin, belki de en çok alışan ağzının beklediği ot yoktu. Demek ki, yeryüzü bitmişti.
Ama bir süre sonra toprağı yeniden hissetmeye başladı. Yanında sürünerek ilerleyen ayaklar sezinliyordu. Birileri vardı ve gittikçe yoruluyorlardı.
Güneşin batar gibi olduğu bir anda İns keçiye doğru yürüdü. Keçi bir taşın dibinde, yorgun başını yere koymuş, onu bekliyordu. İns onu kulaklarından tutup daha düz bir yere sürüdü. Akşam güneşi kınından çıkardığı kamanın içinden bir kaç kere geçti. Keçinin başını, bakışlarını güneye gelecek şekilde çevirdi ve onun üzerine ağır bedeni ile eğildi. Tam o sırada rüzgarın başı çıktı, keçinin tüylerini hafifçe dalgalandırdı. İns büyük pençesi ile keçinin çenesini altından kavradı. Geriye doğru gerdi. Boynunun altındaki tüyler gergin boğazının üzerinde açıldılar, İns yine de kamayla onları belli bir yerden ikiye ayırdı, yer açtı. Keçi gözlerini kapamıştı. Herşeyi biliyor yine de bekliyordu, İns boynu hakimâne kesti. Bedenden ayrılan başı, çenesinden kavramış olarak ve dizi hala debelenen bedenin üzerine kuvvetle bastığı ve bir yandan bedendeki bocalayan ölüme de hükmettiği halde havaya kaldırdı, gözlerini ona dikti.
Havada hareket artıyordu. Büyüyen rüzgar uzun etekleri bedene iyice basıyor ve altından çok ince sırt ve bacakların şekilleri görünüyordu. Rüzgar büyüdükçe kayalar daha iri daha aglam duygusunu yaratıyorlardı. Zaten kayalar korkulacak kadar büyük, parçasız, düz ve şekilliydiler.
İns iki taraftan öne doğru kıvrılmış büyük omuzlarıyla önde gidiyordu. Dağın tepesinde gidiyorlardı. Etrafa bakınca her tarafta geniş ülkeler uzanıyordu. Ulaşılmaz gibi duran dağlar, bütün ovalar, ve onları gümüş bıçaklarla delik deşik etmiş ırmaklar, güneşin altında korkunç bir şekilde duruyorlardı. Yalnız hava, suları sıçratıyor, toprağı üfürüyor, kayalara basıyor her tarafı geziyordu.
İns bir kayanın ucuna oturdu. Gözlerini ileriye dikti. Oradaki kayaya baktı, her tarafa hakim gibi görünüyordu. Oraya dikilecek, geçtiği ülkelere sırtını dönecek, uzaktaki pikelere bakacaktı, ilerdeki kaya vadettigi şelere binlerce kayanın içinden ayrılıyor ve orada tek başına duruyordu.
İki ihtiyar ins’e yaklaştılar, dudaklarını dilleriyle güçlükle ıslattılar ve arkasından gelip İns’e baktılar. İns’in başındaki canlı saçlara baktılar, ilerdeki kayaya yürüdüler, oraya yaklaştıkça acele ettiler. İns uzun etekli giysiler içinde, rüzgarda savrularak, ama yine de süzülerek giden bedenlere, onların büyük topuklu ince ayaklarına baktı. Ve bu acele eden bedenlerin ölmek üzere olduklarını anladı, ihtiyarlar kayanın üzerine yanyana sırtüstü uzandılar. Güneşi karşılarına aldılar. Başları dağın kayalarla inerek eriştiği ovaya, ayakları İns’e çevriliydi. Can çekişiyorlardı. Gökteki güneş çocukluklarındaki güneş… İki ihtiyar, ayaklarının ucunda birdenbire hissedilmeye başlanan büyük rüzgarla, kayanın üzerinden dağdan aşağıya, daha ileriye fırlatılmak isteniyordu. Rüzgar onları zorluyor, kaya onları tutuyor, güneş onları emiyordu. Kemiklerine yapışık duran ince kupkuru etlerinde son ürpermeler, kımıldanışlar vardı. Kadın değiyordu, ama ona artık kapanmıştı. Rüzgar ikisini bir beze sarılmış tek beden gibi, ayak altlarından başlayarak zorluyor, dağdan aşağıya itiyordu. Açık ağızları iyice gerilmiş, parçalanmıştı. Sık ve birbirine uymayan soluklar alıyorlardı. Fakat rüzgarın dalgalandırdığı uzun giysilerinin içinde bedenin hiçbir hareketine yer kalmamıştı. İki beden aslında kımıldamadan yatıyor, iyice ölüyor, fakat İns durduğu yerden, baktığı alabildiğine geniş dünya içinde, herhangi bir yerde, bir kayanın üzerinde bir beyaz yığın çırpınıyor görüyordu.
İns doğruldu ve yürüdü. Kayayı hemen geçti. Önüne büyük topraklar açıldı. Güneş büyüdü. Omuzları zangırdıyarak, dağı kuvvetle indi.
Kayanın üzerinde iki ihtiyarın çok uzun beyaz saçları…