HÚRIN’IN ÇOCUKLARI-J. R. R. TOLKIEN

Muhtelif şekillerde (Silmarillion, Bitmemiş Öyküler ve Orta Dünya Tarihi kitaplarında) daha önce yayımlanmış olan Kadim Günlere dair efsanelerden, üslup ve biçim açısından anlaşılmaz ve tuhaf oldukları dışında, tamamen bihaber pek çok Yüzüklerin Efendisi okuyucusu olduğu inkar edilmesi imkansız bir gerçektir. İşte bu yüzden, uzun süredir, babam efsanenin bazı kısımlarını bitmemiş halde bırakmış olsa da, babamın yazdığı Húrin’in Çocukları efsanesinin uzun versiyonunu, eğer çarpıtma ya da icatlara başvurmadan yapılabiliyorsa, kendi cildi içinde, asgari editoryal müdahale ile ve her şeyden öte boşluk ya da kesinti içermeyen, sürekli bir anlatım içinde sunmak için iyi bir sebep olduğunu düşünüyordum.

Düşündüm ki, Húrin ile Morwen’in çocukları Túrin ile Niënor’un kaderlerinin öyküleri bu şekilde sunulursa, bilinmeyen bir Orta Dünya’da geçen, canlı ve içten, fakat uzak çağlarda kalmış hissi veren bir sahneye ve öyküye yeni bir pencere açılabilir: batıdaki boğulmuş topraklar, Mavi Dağların ötesi, Ağaçsakal’ın gençliğinde yürüdüğü yerler ve Túrin Turambar’ın Dor-lómin’de, Doriath’ta, Nargothrond’da ve Brethil Ormanı’nda geçen hayatı.

Bu yüzden, bu kitap öncelikle, Shelob’un postunun, “çeliği elf ya da cüce dövmüş olsa da, onu Beren’in ya da Túrin’in eli kullanıyor olsa da, hiçbir insanın gücünün delemeyeceği” kadar korkunç ölçüde sert olduğunu, ya da Elrond’un Rivendell’de Frodo’ya Túrin’den, “eskilerin kudretli elf dostlarından” biri olarak bahsettiğini hatırlayabilecek, ama onun hakkında bundan daha fazlasını bilmeyen okuyuculara hitap etmektedir.

Babam genç bir adamken, 1. Dünya Savaşı yıllarında, daha sonra Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi kitaplarının metnini oluşturacak öykülerden bir işaret bile yokken, Kayıp Öyküler Kitabı adını verdiği bir öykü derlemesi yazmaya başladı. İlk yaratıcı edebiyat çalışması buydu. Üstelik zengin bir çalışmaydı, çünkü bitirmeden bırakmış olmasına rağmen on dört tamamlanmış öyküsü vardı. Tanrılar ya da Valar’ın anlatımları ilk kez Kayıp Öyküler Kitabı’nda ortaya çıkmıştır; benzer şekilde, Ilúvatar’ın (Yaratıcı’nın) çocukları elfler ve İnsanların; büyük düşman Melkor-Morgoth’un; balrogların ve orkların; Öyküler’in geçtiği yörelerin, batı okyanusunun ötesindeki “Tanrıların toprakları” Valinor’un ve daha sonra “Orta Dünya” adı verilecek, doğu ve batı denizleri arasındaki “Büyük Topraklar”ın anlatımları da.

Kayıp Öykülerden üç tanesi çok daha uzun ve içerikçe zengindir ve üçü de elfler kadar insanlarla da ilgilidir; bunlar, Tinúviel’in Öyküsü ( Yüzüklerin Efendisinde, Aragorn’un Fırtınabaşı’nda hobbitlere anlattığı, Beren ile Luthien’in öyküsü olarak kısa bir biçimde geçmektedir; babam bu öyküyü 1917’de yazmıştı), Turambar ile Foalókë (Túrin Tuıambar ile Ejderha, daha önce olmasa bile 1919’da kesinlikle vardı) ve Gondolin’in Düşüşüdür (1916-17). Babam 1951’de, Yüzük Kardeşliği’nin yayımlanmasından üç sene önce yazdığı, yaptığı işi tarif eden uzun bir mektupta geçen ve sık sık alıntılanan bir pasajda, ilk zamanlardaki hırsını anlatır: “Bir zamanlar (gerçi süngüm düşeli epey oldu) birbiriyle bağlantılı, büyük ve yaratılışla ilgili olandan romantik peri-masalı düzeyinde olana dek değişen bir efsane bütünü oluşturmayı düşünüyordum —büyük olan, yeryüzü ile bağlantılı olarak düşük olana dayanacaktı, düşük olan engin bir fondan ihtişam alacaktı… Büyük öykülerin bazılarını eksiksiz olarak yazacaktım ve çoğu yalnızca öykü içinde geçecek, taslak olarak kalacaktı.”

Bu anıdan da anlaşıldığı gibi, ilk zamanlardan itibaren, daha sonra Silmarillion adını alacak öyküde olduğu gibi, “öykülerin” bazıları daha eksiksiz bir biçimde anlatılacaktı; gerçekten de, 1951 tarihli aynı mektupta, yukarıda bahsettiğim üç öykünün Kayıp Öyküler Kitabı’ndaki en uzun öyküler olduğunu açıkça ifade etmektedir. Burada, Beren ile Luthien’in öyküsünün, “Silmarillion’daki ana öykü” olduğunu belirtmiştir ve öykü hakkında şunları söylemiştir: “Öykü (bana göre güzel ve güçlü) bir kahramanlık-peri-aşk öyküsü, arka plan hakkında çok genel ve belirsiz bir fikre sahip olunarak, kendi başına kabullenilebilir. Ama aynı zamanda, efsanedeki temel halkalardan biri, oradaki yerinin dışında ele alınınca asıl öneminden yoksun kalmış.” Sonra: “Aynı ölçüde eksiksiz bir biçimde işlenmiş başka öyküler de var,” diye devam etmiş, “ve aynı ölçüde bağımsızlar, ama tarihin geneli ile bağlantılı.” Bunlar, Húrin’in Çocukları ve Gondolin’in Düşüşü’dür.

Dolayısıyla, babamın kendi sözlerinden kuşkuya yer bırakmayacak şekilde anlaşılabildiği gibi, anlatıları nihai bir biçimde, dilediği ölçekte tamamlayabilmiş olsaydı, Kadim Günlere dair üç “Büyük Öykü” (Beren ile Luthien, Húrin’in Çocukları ve Gondolin’in Düşüşü), Silmarillion olarak bilinen büyük efsanenin bilinmesine gerek bırakmayan, kendi içlerinde bütünlük sahibi çalışmalar olacaktı. Diğer yandan, babamın aynı yerde belirttiği gibi, Húrin’in Çocukları’nın öyküsü, elflerin ve insanların Kadim Günlerdeki tarihlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve o büyük öyküde geçen olaylara ve koşullara, zorunlu olarak, pek çok atıfta bulunulmaktadır.

Anlatımın esası açısından pek de önemli olmayan kişiler ve olaylar hakkında bilgi veren bir sürü not ekleyerek okunmasını güçleştirmek bu kitabın amacına tamamen aykırı olurdu. Bununla beraber, böyle bir destek bazı yerlerde faydalı olabilir; ben de bu amaçla Giriş bölümünde, Kadim Günlerin sonuna doğru, Túrin ile Niënor’un doğduğu zamanlarda, Beleriand ve orada yaşayan halklar hakkında çok kısa bir taslak verdim; aynı zamanda, bir Beleriand ve Kuzey toprakları haritasına ek olarak, metinde geçen tüm isimlerin (her biri ile ilgili çok özlü notlar içeren) bir listesini ve sadeleştirilmiş soyağaçları ekledim.

Kitabın sonunda iki bölümlü bir Ek var: ilki, babamın üç öykü için nihai bir biçim oluşturma girişimleri ile ilgili; İkincisi ise, bu kitaptaki, Bitmemiş Öykülerden pek çok açıdan farklı olan metnin oluşumu ile ilgili.

Giriş ve Ek kısımlarındaki malzemenin düzenlenmesi ve sunumu konusundaki vazgeçilmez yardımı ve kitabı (benim ürkütücü bulduğum) elektronik iletim dünyasına taşıdığı için oğlum Adam Tolkien’e çok minnettarım.

GİRİŞ

KADİM GÜNLERDE ORTA DÜNYA

Túrin karakteri babam için çok önemliydi ve açık sözlülüğü, dobralığı ile babamın kendi çocukluğundan, bütün karakterinin temelini oluşturan, keskin bir portre çizmektedir: haşinliği ve neşesizliği, adalet duygusu ve merhameti; Húrin karakterinin zekası, neşesi ve iyimserliği, annesi Morwen’in ketum, cesur ve gururlu karakteri; Túrin doğmadan önce, Morgoth’un Angband Kuşatması’nı kırdığı soğuk Dor-lómin diyarı senelerinde, ev halkının o zamandan korku dolmuş olan yaşamı da konu edilmektedir.

Ama bütün bunlar dünyanın Birinci Çağ’ında, Kadim Günlerde, hayal edilemez ölçüde uzak bir zamanda geçmekteydi. Bu öykünün eriştiği zaman derinliği, Yüzüklerin Efendisi’ndeki bir pasajda, hatırlanmaya değer bir biçimde aktarılmaktadır. Ayrıkvadi’deki büyük divanda, Elrond üç binden fazla sene önce elfler ile insanların son ittifakından, İkinci Çağ’ın sonunda Sauron’un alt edilmesinden bahsetmektedir:

Burada Elrond bir süre ara vererek iç geçirdi. “Sancaklarının ihtişamını gayet iyi hatırlıyorum,” dedi. “Bir arada onca ulu prens ve komutan, Kadim Günlerin görkemini ve Beleriand’ın ordularını aklıma getiriyordu. Yine de, Thangorodrim’in yıkıldığı ve elflerin de kötülüğe ilelebet son verdikleri yanılgısına kapıldıkları zamanki kadar kalabalık ve göz alıcı değillerdi.”

“Hatırlıyor musun?” dedi Frodo, hayretinden düşüncelerini yüksek sesle söyleyerek. Elrond ona doğru dönünce de, “Ama ben,” diye kekeledi, “ben Gil-galad’ın uzun çağlar önce düştüğünü zannediyordum.”

“Hakikaten de öyleydi” diye cevapladı Elrond vakarla. “Lâkin, benim hatıralarım ta Kadim Günlere kadar gidiyor. Pederim, Gondolin düşmeden önce orada doğmuş olan Eärendil, vÂlidem de Doriath’lı Luthien’in oğlu Dior’un kızı Elwing idi. Dünyanın Batı’sında bozgunlarıyla, meyvesiz gÂlibiyetleriyle üç çağ gördüm geçirdim.”

Túrin, Ayııkvadi’deki Elrond Divanı’ndan altı bin beş yüz sene kadar önce, Dor-lómin’de, Beleriand Vakayinameleri’nde kaydedildiği şekliyle, “senenin kış mevsiminde, keder alametleri ile” doğdu.

Ama hayatındaki trajedi yalnızca karakterinin tasvirinden anlaşılmaz, çünkü o muazzam ve gizemli bir gücün şerrinin, Húrin onu alt ettiği ve hükmünü reddettiği için Morgoth’un Húrin, Morwen ve çocuklarına ettiği nefret dolu lanetin pençesinde yaşamaya mahkûm olmuştu. Ve Morgoth, ona verilen adla “Kara Düşman”, tutsak edilip huzuruna getirilen Húrin’e bildirdiği şekliyle, “Melkor, Valar’ın birincisi ve en kudretlisi, dünyadan önce de var olan”, onun kökeninde vardı. Şimdi, devasa, görkemli ama korkunç bir kral olarak, Orta Dünya’nın kuzeybatısında kalıcı bir biçimde vücut bulan Morgoth, Angband Kalesi’nde, Demir Cehennemlerde, fiziksel varlığıyla bulunuyordu: Thangorodrim’in, Morgoth’un Angband üzerine yığdığı dağların zirvelerinden sızan kara dumanın kuzey göğünü kirlettiği çok uzaklardan görülebiliyordu. Beleriand Vakayinamelerinde, “Morgoth kapılarının, Menegroth köprüsünden yalnızca yüz elli fersah uzakta; uzak, ama fazla yakın olduğu” söylenir. Bu sözler, Túrin’i evlat edinen elf kralı Thingol’un meskenine giden köprüye atıfta bulunur: güneyde, uzakta ve Dor-lómin’in doğusunda bulunan bu meskene Menegroth, yani Bin Mağara deniyordu.

Ama, vücut bulmuş olduğu için Morgoth korkuyordu. Babam onun hakkında şunları yazmıştı: “Kötü niyeti büyüdükçe ve kötü yalanlar ve kötülük yaratıkları biçiminde yarattığı şerri yolladığı zaman gücü onlara aktarılmış oldu ve dağıldı, kendisi dünyaya çok daha bağımlı, karanlık kalesinden çıkmaya çok daha gönülsüz oldu.” Bu yüzden, Noldorin Elflerinin Âli Kralı Fingolfin atını tek başına Angband’a sürüp, teke tek dövüşmek üzere Morgoth’a meydan okuduğunda, kapıda şu şekilde bağırdı: “Öne çık, seni korkak kral, ki kendi ellerinle savaşasın! Mağaralara saklanan, köle güdücüsü, yalancı ve sinsi, Tanrıların ve elflerin düşmanı, gel! Çünkü senin ödlek suratını görmek istiyorum.” Sonra (diye anlatılır) “Morgoth geldi. Çünkü kumandanlarının gözleri önünde böyle bir meydan okumayı reddedemezdi.” Her darbede büyük bir çukur açan büyük çekiç Grond ile savaştı ve Fingolfin’i yerle bir etti; ama Fingolfin ölürken Morgoth’un koca ayağını yere çiviledi, “ve kara kan fışkırdı ve Grond’un açtığı çukurları doldurdu. Bundan sonra Morgoth topal kaldı.” Aynı zamanda, Beren ile Luthien, kurt ve yarasa kılığında Morgoth’un oturduğu, Angband’ın en derin salonuna gittiklerinde, Luthien ona bir büyü yaptı: ve “aniden Morgoth, çığla kayan bir tepe gibi düştü, gökgürültüsü gibi bir sesle tahtından fırlayıp cehennemin zeminine yüzükoyun serildi. Demir tacı yankılarla kafasından yuvarlandı.”

“Maksadımın gölgesi Arda’nın [Dünya’nın] üzerine yayılmış ve onun içindeki her şey ağır ağır ve kesin bir biçimde benim irademe göre şekilleniyor” diye bir iddiada bulunabilen böyle bir varlığın laneti, kuvvetçe çok daha düşük varlıkların lanetlerine ya da beddualarına hiç benzemez. Morgoth, Húrin ve çocuklarının üzerine bir şer ya da bela çağırmakta değildir, daha yüksek bir gücün aracılığına “başvurmamaktadır”: çünkü o, kendini Húrin’e tanıttığı isimle, “Arda’nın yazgılarının efendisi”, düşmanının yıkımını kendi muazzam iradesinin gücü ile getirmeye niyetlenmektedir. Bu şekilde, nefret ettiği kişilerin geleceğini “tasarlar” ve bu yüzden Húrin’e şöyle der: “Düşüncem sevdiğin herkesin üzerine bir Kıyamet Bulutu gibi çökecek ve onları karanlığa ve ümitsizliğe boğacak.” Húrin için tasarladığı işkence, “Morgoth’un gözleri ile görmek”ti. Babam bunun anlamını tarif etmişti: Biri Morgoth’un gözünün içine bakmaya zorlanırsa, olayların, Morgoth’un dipsiz kötülüğü ile çarpıtılmış, inanmak zorunda kalacağı kadar gerçekçi bir yansımasını “görürdü” (ya da Morgoth’un zihninden onun zihnine aktarılırdı); Morgoth’un emrini reddedebilecek biri varsa bile, o Húrin değildi. Babamın dediğine göre bunun sebebi kısmen kendi akrabalarına duyduğu sevgiden ve onlar için hissettiği ızdırap dolu endişeden kaynaklanan, onlara dair öğrenebileceği her şeyi, nereden gelirse gelsin öğrenme arzusuydu; kısmen de gururu yüzündendi, tartışmada Morgoth’u yendiğine ve Morgoth’un bakışlarını kaçırmasına sebep olabileceğine, ya da en azından eleştirel mantığını koruyup, gerçek ile kötülük arasındaki farkı ayırt edebileceğine inanıyordu.

Dor-lómin’den ayrılmasından sonra Túrin’in ve babasını hiç görmeyen kız kardeşi Niënor’un hayatları

Dor-lómin’den ayrılmasından sonra Túrin’in ve babasını hiç görmeyen kız kardeşi Niënor’un hayatları boyunca, Húrin’in kaderi bu oldu; Thangorodrim’in yüksek bir yerinde, işkencecisinden esinlenmiş, gittikçe artan bir ızdırap içinde, kıpırtısızca oturdu.

Turambar (Kaderin Efendisi) adını almış olan Túrin’in öyküsünde, Morgoth’un lanetinin şer işlesin diye salıverilmiş, kurbanlarını arayan bir güç olarak görüldüğü anlaşılır; bu yüzden, yenik Vala’nın bile, Túrin’in “gücünün, ona ettiği laneti boşa çıkaracak kadar büyümesinden, onun için tasarlanmış sondan kurtulmasından” korktuğu söylenir (s.168). Ve daha sonra, Nargothrond’da, Túrin gerçek ismini saklamıştır, öyle ki Gwindor açıkladığında öfkelenmiştir: “Gerçek ismimi ele vererek bana kötülük yaptın, dostum ve saklanmayı tercih edeceğim kaderi bana çağırdın.” Gwindor’un tutsak tutulduğu Angband’da dolaşan, Morgoth’un Húrin’i ve bütün akrabalarını lanetlediği söylentisinden Túrin’e bahseden Gwindor’du. Ama Túrin’in gazabına şu cevabı verdi: “Kaderin isminde değil, sende saklı.”

Öyküdeki bu karmaşık kavram öyle önemlidir ki, babam bunun için alternatif bir başlık bile önermiştir: Narn-e’Rach Morgoth, Morgoth’un Lanetinin Hikayesi. Ve bu konudaki görüşleri şu sözlerinden anlaşılabilmektedir: “Böyle bitti bahtsız Túrin’in hikayesi; kadim dünyada, insanlar arasında, Morgoth’un işlerinin en kötüsü.”

 

Ağaçsakal, Merry ile Pippin’i kollarında taşıyarak Fangorn Ormanı’nda yürürken, onlara uzak zamanlarda bildiği yerlerin ve orada yetiştirdiği ağaçların şarkısını söylüyordu:

 

Bahar vakti gezindim Tasarinan’ın söğütlü kırlarında.
Ah! Nan-tasarion’da ne güzeldir Bahar manzarası, Bahar kokusu!
İşte, dedim, en güzeli bu.
Yaz vakti dolandım Ossiriand’ın karaağaç ormanlarında.
Ah! Ne güzeldir Yaz ışığı, Yaz müziği Ossir’in Yedi Dereleri kıyısında!
İşte, dedim kendi kendime, en mükemmeli bu.
Neldoreth’in kayınlarına vardım Güz vakti.
Ah! Ne güzeldir Sonbahar, altın ve sarı ve ah
eden yapraklar Taur-na-Neldor’da!
Fazlaydı bunlar arzularımdan da.
Kışın tırmandım Dorthonion dağlıklarındaki çamlara.
Ab! Ne güzeldir Kış rüzgarı, Kış beyazı, kara dallar Orod-na-Thón’da!
Yükseldi sesim, şarkı söyledim semaya.
Şimdi bütün o topraklar dalgaların altında,
Yürüyorum Ambarona’da, Tauremorna’da, Aldalómë’de,
Kendi ülkemde, Fangorn diyarında
Köklerin uzun
Yılların yapraklardan da sık olduğu
Tauremornalómë’de.
“Topraktan doğmuş, dağlar kadar yaşlı ent” Ağaçsakal’ın hafızası gerçekten de çok eskilere dayanıyordu. Büyük Beleriand diyarındaki, Kadim Günlerin sonlarındaki Büyük Savaş’ın kargaşasında yok olan kadim ormanları hatırlıyordu. Büyük Deniz akıp gelmiş, Mavi Dağların batısındaki Ered Luin ve Ered Lindon adlı bütün toprakları kaplamıştı: bu yüzden Silmarillion’daki harita doğuda sıradağlar ile sona erer, buna karşılık Yüzüklerin Efendisi’ndeki harita batıda aynı sıradağlar ile biter; aynı zamanda hem Ossiriand, yani Yedi Nehir Diyarı, hem de Lindon denen, Ağaçsakal’ın karaağaç koruluklarında yürüdüğü yerden geriye Üçüncü Çağ’da kalan yegane yerler, dağların ardındaki, haritada Forlindon ve Harlindon (Kuzey Lindon ve Güney Lindon) olarak adlandırılmış kıyı topraklarıydı.

Daha sonra Morgoth onu “bir dehşet ve kara büyü, bir şaşkınlık ve ümitsizlik bölgesi”ne (s.174) döndürdüğünde Taur-nu-Fuin, yani “Gecenin Altındaki Orman” diye anılmaya başlanacak olan Dorthonion’un (Çam Diyarı) yaylalarındaki koca çamların arasında da yürüdü Ağaçsakal; ve Doriath’ın en kuzeyindeki ormana, Neldoreth’e, Thingol’un hükümranlık alanına geldi.

Túrin’in korkunç kaderi Beleriand’da ve kuzeydeki diyarlarda gerçekleşti; gerçekten de, Ağaçsakal’ın yürüdüğü iki yer, hem Dorthonion hem de Doriath onun hayatında yaşamsal öneme sahipti. Beleriand savaşlarının sonuncu ve en büyük çatışmaları yapılırken daha çocuk olsa da, savaşın kasıp kavurduğu bir dünyaya doğmuştu. Bunun nasıl olduğuna dair kısa bir özet, doğabilecek soruları ve anlatım sırasında yapılacak atıfları yanıtlayacaktır.

Kuzeyde Beleriand sınırlarını, ötesinde Húrin’in ülkesi Dor-lómin ve Hithlum’un bir parçasının bulunduğu Ered Wethrin, yani Gölge Dağları oluşturmuş gibi görünmektedir; doğuda Beleriand Mavi Dağların eteklerine dek uzanır. Daha da doğuda, Kadim Günler tarihinde nadiren adı geçen diyarlar vardır; ama o tarihi biçimlendiren halklar Mavi Dağlardaki geçitleri kullanarak doğudan gelmiştir.

Elfler yeryüzünde uzak doğuda, Cuiviénen, Uyanış Suyu adı verilen bir gölün yanında ortaya çıkmıştır; ve Valar tarafından Orta Dünya’yı terk etmeye davet edildiklerinde Büyük Deniz’i geçerek dünyanın batısındaki Aman’a, “Kutsanmış Diyar”a, Tanrıların topraklarına gelmişlerdir. Çağrıyı kabul edenler, Avcı lakaplı Vala Oromë’nin önderliğinde, Cuiviénen’den başlayıp Orta Dünya’yı boylu boyunca aşan bir yürüyüşe kalkmışlardır ve onlara Eldar, Büyük Göç’un Elfleri, Âli Elfler adı verilmiştir: çağrıyı reddedenler, toprakları ve kaderleri olarak Orta Dünya’yı seçenlerden ayrı tutulurlar. Bu İkinciler “düşük elflerdir”, onlara Avari, Gönülsüzler denir.

Ama, Mavi Dağları aşmış olmalarına rağmen, Eldar’ın tamamı Deniz’i aşarak Orta Dünya’yı terk etmemiştir; Beleriand’da kalanlara Sindar, Gri Elfler denir. Âli Kralları Thingol’dur (adı “Gri-pelerin” anlamına gelir) ve Doriath’taki Menegroth’tan, Bin Mağara’dan hüküm sürer. Büyük Deniz’i geçen Eldar’ın tamamı da Valar’da kalmamıştır; büyük soylarından biri, Noldor (irfan üstatları) Orta Dünya’ya döndü ve onlara Sürgünler deniyordu. Valar’a isyanda asıl elebaşı Fëanor, “Ateşten Ruh’tu”: Fëanor, Cuiviénen’den kalkan orduyu kaybeden, ama o zamanda artık ölmüş olan Finwë’nin en büyük oğluydu. Elf tarihindeki bu önemli olay, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Ek A’da babam tarafından kısaca aktarılmaktadır:

Sanatta ve ilimde Fëanor Eldar’ın en büyüğüydü, ama aynı zamanda en gururlu ve en dikbaşlısı. Üç Mücevher’i, Silmarilli’yi yaptı ve içlerini Valar diyarının ışığını veren İki Ağaç’ın, Telperion ile Laurelin’in ışıltısı ile doldurdu. Düşman Morgoth Mücevherler’i kıskandı, onları çaldı ve Ağaçlar’ı yok

ettikten sonra, Orta-Dünya’ya götürüp, Thangorodrim’deki [Angband’ın üzerindeki dağlar] büyük kalesine sakladı. Valar’ın dileğine karşı çıkan Fëanor Kutsal Diyar’ı terk etti ve Orta-Dünya’ya sürgüne gitti, halkının büyük kısmını da yanına aldı; çünkü gururuna kapılmış, Mücevherler’i Morgoth’dan güç kullanarak almayı amaçlıyordu. Bunun ardından, Thangorodrim’e karşı Eldar ile Edain’in verdiği umutsuz savaş geldi ve bu savaşta mutlak yenilgiye uğradılar.

Noldor’un Orta Dünya’ya dönmesinden kısa süre sonra Fëanor savaşta öldürüldü, ve yedi oğlu Beleriand’ın doğusunda, Dorthonion (Taur-nu-Fuin) ile Mavi Dağlar arasındaki geniş topraklara hakim oldular; ama sahip oldukları güç, Húrin’in Çocukları’nda anlatılan korkunç Sayısız Gözyaşı Savaşı’nda yok edildi ve bundan sonra “Fëanor’un oğulları rüzgara kapılmış yapraklar gibi savruldular” (s. 67).

Finwë’nin ikinci oğlu, tüm Noldor’un âli hükümdarı sayılan Fingolfin’di (Fëanor’un üvey kardeşi); oğlu Fingon ile birlikte, büyük Ered Wethrin Sıradağlarının, Gölge Dağlarının kuzeyinde ve batısında uzanan Hithlum’da hüküm sürüyordu. Fingolfin Mithrim’de, aynı ismi taşıyan büyük gölün kıyısında yaşıyordu; Fingon ise Hithlum’un güneyindeki Dor-lómin’de duruyordu. Ana kaleleri, Sirion Irmağı’nın Gölge Dağlarının doğu yüzünden doğduğu yerde, Eithel Sirion’daki (Sirion Pınarı) Barad Eithel’di (Pınar Kulesi): Húrin ile Morwen’in yaşlı, sakat hizmetkarı Sador, Húrin’e anlattığı gibi (s. 45) seneler boyunca orada askerlik yapmıştı. Fingolfin’in Morgoth ile teke tek dövüşte ölmesinden sonra, Fingon onun yerine Noldor’un Âli Kralı oldu. Túrin onu bir kez, “Kral Fingon ve beylerinin büyük kısmı at sırtında Dor-lómin’den geçerken, ışıl ışıl gümüşler ve beyazlar içinde, Nen Lalaith Köprüsü’nü aşarken” gördü (s. 43).

Fingolfin’in ikinci oğlu Turgon’du. Başta, Noldor’un dönüşünün ardından Dor-lómin’in batısında Nevrast bölgesindeki denizin yanında Vinyamar adlı meskende yaşıyordu; ama gizliden gizliye, Sirion Irmağı’nın doğusunda, Kuşatan Dağların tamamen sardığı Tumladen denen ovanın ortasında bir tepenin üzerinde duran saklı Gondolin şehrini inşa ettirdi. Senelerce emek verilen Gondolin’in inşası bittiğinde, Turgon Vinyamar’dan kalktı ve hem Noldor’dan, hem Sindar’dan oluşan halkı ile birlikte Gondolin’de yaşamaya başladı; ve yüzyıllar boyunca bu latif elf tabyası büyük gizlilik içinde korundu; tek girişi keşfedilmesi imkansız ve sıkı korunan bir yerdi, öyle ki hiçbir yabancı içeri giremezdi; ve Morgoth onun yerini öğrenmeyi başaramadı. Turgon’un büyük ordusu ile birlikte Sayısız Gözyaşı Savaşı’nda savaşmak üzere Gondolin’den çıkması için üç yüz elliden fazla sene geçmesi gerekti.

Finwë’nin üçüncü oğlu, Fingolfin’in kardeşi, Fëanor’un üvey kardeşi, Finarfin’di. O Orta Dünya’ya dönmedi, ama oğulları ve kızları, Fingolfin ve oğullarının başını çektiği kolla birlikte geldi. Finarfin’in en büyük oğlu, Doriath’ta ki Menegroth’un güzelliğinden ilham alarak yeraltındaki kale-şehri Nargothrond’u kuran ve bu yüzden (cücelerin dilinde “Mağaraların Beyi” ya da “Mağara Oyan” şeklinde yorumlanan) Felagund adını alan Finrod’du. Nargothrond’un kapıları Batı Beleriand’daki Narog Irmağı Geçidi’ne, ırmağın Taur-en-Faroth, yani Yüksek Faroth denen yüksek tepelerin arasından geçtiği yere açılıyordu; ama Finrod’un hükümranlık alanı çok daha uzaklara, doğuda Sirion Irmağına, batıda denize Eglarest Limanı’nda dökülen Nenning Irmağı’na kadar uzanıyordu. Ama Finrod, Morgoth’un başhizmetkarı olan Sauron’un zindanlarında öldü, ve Finarfin’in ikinci oğlu Orodreth Nargothrond tacını taktı: bu, Túrin’in Dor-lómin’de doğumunu takip eden sene oldu.

Finarfin’in diğer oğulları, erkek kardeşleri Finrod’un tebaası olan Angrod ile Aegnor, kuzeye, engin Ard-galen Ovası’na bakan Dorthonion’da yaşıyordu. Finrod’un kız kardeşi Galadriel uzun süre Kraliçe Melian’ın yanında, Doriath’ta yaşadı. Melian bir Maia’ydı, insan biçimine giren ve Kral Thingol ile birlikte Beleriand Ormanlarında yaşayan büyük güç sahibi bir peri: Luthien’in annesi, Elrond’un atalarındandı. Noldor’un Aman’dan dönüşünden kısa süre önce, Angband’dan çıkan büyük ordular güneye, Beleriand’a geldiğinde, Melian (Silmarillion’da dendiği gibi) “gücünü ortaya koydu ve egemenlik alanını [Neldoreth ve Region Ormanlarını] görünmez bir gölge ve şaşkınlık duvarı ile çevirdi: o zamandan sonra, Maia Melian’ın gücünden daha büyük bir güçle gelmediği sürece, onun ya da Kral Thingol’un izni olmadan kimse Melian Kuşağı’nı geçemedi.” Bundan sonra Doriath diyarına “Perde Diyarı” adı verildi.

Noldor’un dönüşünden sonraki altıncı sene, büyük bir ork ordusu Angband’dan inerek barış senelerine son verdi, ama Noldor tarafından mutlak yenilgiye uğratıldı ve yok edildi. Buna Dagor Aglareb, Muhteşem Savaş adı verildi; ama elf beyleri bu savaşı uyarı kabul ederek, yaklaşık dört yüz sene sürecek Angband Kuşatması’nı başlattılar.

Elflerin Atani “İkinci” ve Hildor “Takip Edenler” dediği insanların, Kadim Günlerin sonlarına doğru Orta Dünya’nın uzak doğusunda ortaya çıktığı söylenir; ama Beleriand’a Uzun Barış günlerinde, Angband kuşatılmış ve kapıları kapatılmışken giren insanlar, eski tarihlerinden asla bahsetmez. Mavi Dağları aşan o ilk insanların önderi İhtiyar Bëor’du; onları ilk karşılayan kişi olan Nargothrond Kralı Finrod Felagund’a şöyle dedi Bëor: “Arkamızda bir karanlık bıraktık; ve ona sırtımızı döndük, ve oraya dönmeyi hiç istemiyoruz, düşüncelerimizde bile. Yüreklerimiz batıya döndü ve orada Işık’ı bulacağımıza inanıyoruz.” Húrin’in ihtiyar hizmetkarı Sador, çocukluğunda Túrin’e aynı şeyleri anlattı (s. 46). Ama daha sonra, insanların ortaya çıktığını öğrendiğinde Morgoth’un Angband’dan son kez ayrılıp doğuya gittiği; ve Beleriand’a giren ilk insanların “tövbe edip Karanlık Güç’e isyan ettiği, o güce tapınanlar ve onun hizmetkarları tarafından zalimce avlanıp zulmedildiği” anlatılır oldu.

Bu insanlar, Bëor Evi, Hador Evi ve Haleth Evi olarak bilinen üç Ev’e bağlıydı. Húrin’in babası Uzun Galdor, onun oğlu olduğundan, Hador Evi’ndendi; ama annesi Haleth Evi’ndendi, karısı Morwen ise Bëor Evi’ndendi ve Beren ile akrabaydı.

Üç Ev’in halkı Edain (Atani sözcüğünün Sindarin karşılığı) idi ve onlara elf dostu deniyordu. Hador Hithlum’da yaşıyordu ve Kral Fingolfin Dor-lómin beyliğini ona vermişti; Bëor’un halkı Dorthonion’a yerleşti; ve Haleth’in halkı o sırada Brethil Ormanı’nda yaşıyordu. Angband Kuşatması sona erdikten sonra dağlardan çok farklı türden insanlar indi; onlara müşterek olarak Doğulular deniyordu, ve bazıları Túrin’in öyküsünde önemli rol oynadılar.

Angband Kuşatması, başladıktan 395 sene sonra bir kış ortası gecesinde (uzun zamandır hazırlık yapılıyor olmasına rağmen) korkunç bir anilikle sona erdi. Morgoth Thangorodrim’den aşağı ateş ırmakları salıverdi ve Dorthonion Yaylası’nın kuzeyinde uzanan büyük otlak Ardgalen Ovası, kavrulmuş kuru bir kıraça dönüştü; o zamandan itibaren farklı bir isimle, Anfauglith, Soluksuz Toz ismiyle anılır oldu.

Felaketle sonuçlanan bu saldırıya Dagor Bragollach, Ani Alev Savaşı adı verildi. Ejderhaların Babası Glaurung, ilk defa tüm kudreti ile Angband’dan çıktı; sonu gelmez ork orduları güneye döküldü; Dorthonion’un elf beyleri ve Bëor’un halkından gelen savaşçıların büyük kısmı katledildi. Kral Fingolfin

ve oğlu Fingon, Hithlum savaşçıları ile birlikte, Gölge Dağlarının doğu yamacındaki Eithel Sirion Kalesi’ne sürüldü, ve Hador Altınbaş kaleyi savunurken öldü. Sonra, Húrin’in babası Galdor Dor-lómin beyi oldu; çünkü ateş selleri Gölge Dağlarının oluşturduğu engelde durmuştu ve Hithlum ile Dor-lómin işgal edilmekten kurtulmuştu.

Bragollach’tan sonraki sene Fingolfin, çaresizliğinden kaynaklanan bir öfke içinde atını Angband’a sürdü ve Morgoth’a meydan okudu, İki sene sonra Húrin ile Huor Gondolin’e gitti. Bundan dört sene sonra Hithlum’a düzenlenen yeni bir saldırıda, Húrin’in babası Galdor Eithel Sirion Kalesi’nde öldürüldü: Sador, Húrin’e anlattığı gibi oradaydı (s. 45) ve Húrin’in (o sırada yirmi bir yaşında genç bir adamdı) “beyliği ve kumandayı aldığını” gördü.

Ani Alev Savaşı’ndan dokuz sene sonra Túrin doğduğunda bütün bunlar Dor-lómin’in hafızasında tazeydi.

Telaffuz Notları

Aşağıdaki notlar isimlerin nasıl telaffuz edileceği konusunda birkaç ana kuralı açıklama amaçlıdır.

Sessiz Harfler

C her zaman k olarak telaffuz edilir, s olarak değil; yani Celebros, Selebros diye değil, Kelebros diye okunur.

CH her zaman, İskoçların loch, Almanların buch kelimelerinde olduğu gibi, sert h olarak okunur, İngilizce church kelimesinde olduğu gibi ç olarak değil; Anach, Narn i Chîrı Húrin, buna örnek olarak verilebilir.

DH her zaman, İngilizcedeki ötümlü (“yumuşak”) th gibi okunur (dilin ucu üst ön dişlere yaslanarak çıkarılan d sesi gibi. ÇN), yani thin sözcüğündeki th gibi (dilin ucu üst ön dişlere yaslanarak çıkarılan t sesi. ÇN) değil, then sözcüğündeki th gibi. Glóredhel, Eledhqwen, Maedhros buna örnek olarak verilebilir.

G her zaman g olarak okunur; bu yüzden, Region sözcüğü İngilizcedeki region sözcüğü gibi okunmaz ve Ginglith sözcüğünün ilk harfi, İngilizcedeki gin sözcüğündeki gibi c değil, begin sözcüğündeki gibi g dir.

Sesli Harfler

AI İngilizcedeki eye gibi okunur (“ay”. ÇN); bu yüzden Edain sözcüğünün ikinci hecesi, İngilizcedeki Dane (“Deyn”. ÇN) gibi değil, dine (“dayn”. ÇN) gibi okunur.

AU İngilizcedeki town sözcüğündeki ow (“au”. ÇN) gibi okunur; bu yüzden Sauron sözcüğünün ilk hecesi, İngilizcedeki sore gibi değil, sour gibi okunur.

EI Teiglin sözcüğünde olduğu gibi, İngilizcedeki grey sözcüğü gibi okunur, (“ey”. ÇN)

IE İngilizcedeki piece( “piis”.ÇN) sözcüğünde olduğu gibi okunmamalı, i ve e sesleri art arda çıkarılmalıdır; yani Ni-enor diye okunur, “Neenor” (“Niinor”. ÇN) gibi değil.

AE Aegnor, Nirnaeth sözcüklerinde olduğu gibi, a ve e harflerinin birleşimidir, ama AI gibi de okunabilir.

EA ve EO bitişik telaffuz edilmez, iki ayrı heceymiş gibi okunur; bu birleşimler, Beór’da olduğu gibi ëa ve ëo biçiminde, ya da Eärendil’de olduğu gibi, isimlerin başında Eäa, Eö biçiminde yazılır.

U Húrin ve Túrin isimlerinde olduğu gibi, u biçiminde telaffuz edilir; yani “Tyurin” diye değil, “Túrin” diye okunur.

IR, UR sessiz harften önce geldiği zaman (Círdan, Gurthang sözcüklerinde olduğu gibi), İngil izcedeki fir, fur sözcükleri gibi (“för”. ÇN) değil, ir ve ur biçiminde telaffuz edilir.

E sözcüklerin sonuna geldiği zaman açık hece olarak okunur ve ë şeklinde yazılır. Celebros, Menegroth sözcüklerinde olduğu gibi sözcüğün ortasına geldiğinde her zaman seslendirilir.

TÚRİNİN ÇOCUKLUĞU

Hador Altınbaş bir Edain beyiydi ve Eldar tarafından çok sevilirdi. Ömrünün sonuna dek, ona Hithlum’un Dor-lómin denen bölgesinde geniş topraklar veren Fingolfin’in beyliği altında yaşadı. Kızı Glóredhel, Brethil insanlarının beyi olan Haltnir oğlu Haldir ile evlendi; ve aynı düğünde, oğlu Uzun Galdor, Halmir’in kızı Hareth ile evlendi.

Galdor ile Hareth’in iki oğlu oldu: Húrin ile Huor. Húrin üç yaş büyüktü, ama boyca akrabaları arasındaki diğer erkeklerden daha kısaydı; bu konuda annesinin halkına çekmişti, ama başka her konuda dedesi Hador’a benziyordu, vücudu güçlü, mizacı ateşliydi. Ama onun içindeki ateş istikrarlı yanıyordu ve iradesi son derece sağlamdı. Kuzey insanları arasında Noldor öğütlerini en iyi bilen oydu. Erkek kardeşi Huor uzun boyluydu; kendi oğlu Tuor dışında Edain içindeki en uzun boylu kişiydi ve hızlı koşardı; ama yarış uzun ve zorluysa eve ilk varan Húrin olurdu, çünkü o, yarışın sonunda da başındaki kadar hızlı koşardı. İki kardeş birbirini çok severdi ve gençliklerinde birbirlerinden nadiren ayrıldılar.

Húrin, Bëor Evi’nden Bregolas’ın oğlu Baragund’un kızı Morwen ile evlendi; yani Morwen, Tek-Elli Beren’in yakın akrabasıydı. Morwen siyah saçlı ve uzun boyluydu ve bakışlarındaki ışıltı, yüzündeki güzellik yüzünden insanlar ona Eledhwen, Elf-ışıltısı lakabını vermişti; ama mizacı sert ve gururluydu. Bëor Evi’nin hüzünleri Morwen’in yüreğini kederlendirmişti ; çünkü o, Bragollach’ın yıkılmasının ardından Dorthonion’dan Dor-lómin’e sürgün olarak gelmişti.

Húrin ile Morwen’in en büyük çocuklarının adı Túrin’di ve Beren’in Doriath’a geldiği, Thingol kızı Tinúviel’i bulduğu sene doğmuştu. Morwen Húrin’e bir de kız evlat verdi ve ona Urwen adını verdiler; ama kısa ömründe tanıyan herkes ona Lalaith, yani Kahkaha diyordu.

Huor, Morwen’in kuzeni Rían ile evlendi; Rían, Bregolas oğlu Belegund’un kızıydı. Kör talih eseri bu günlerde doğmuştu, çünkü iyi yürekliydi ve ne av ne de savaştan hoşlanırdı. Sevgisini doğadaki ağaçlara ve çiçeklere verirdi; şarkı söyler, şarkı bestelerdi. Huor ile evlenmesinin üzerinden yalnızca iki ay geçmişti ki, Huor kardeşi ile birlikte Nirnaeth Arnoediad’a gitti ve Rían onu bir daha görmedi.

Ama şimdi hikaye Húrin ile Huor’un gençliğine dönüyor. Galdor’un oğullarının, o günlerde Kuzey insanlarında âdet olduğu üzere, bir süre amcaları Haldir’in üvey evlatları olarak Brethil’de yaşadığı söylenir. O günlerde ülkelerinin kuzey sınırlarına saldırılar düzenleyen orklara karşı, Brethil insanları ile birlikte sık sık savaşmaya gitmişlerdir; çünkü yalnızca on yedi yaşında olan Húrin güçlüydü ve ondan küçük olan Huor, o halkın çoğu yetişkini kadar uzun boylu olmuştu.

Bir seferinde Húrin ile Huor bir keşif kolu ile birlikte çıkmışlardı, ama orkların pususuna düştüler ve dağıldılar, orklar iki kardeşi Brithiach Geçidi’ne kadar kovaladı. Ulmo’nun Sirion sularında hâlâ etkili olan gücü olmasa yakalanıp öldürülürlerdi; ırmaktan bir sisin yükseldiği ve onları düşmanlarından sakladığı, iki kardeşin Brithiach’ı aşıp Dimbar’a girdiği söylenir. Orada büyük güçlükler çekerek Crissaegrim’in dik duvarlarının dibindeki tepelerin arasında dolandılar ve sonunda arazinin aldatıcılığı yüzünden şaşkınlaşıp, nereye gideceklerini, nereye döneceklerini bilemez oldular. Thorondor onları orada gördü ve kartallarından ikisini onlara yardım etmeye gönderdi; ve kartallar iki kardeşi taşıyarak Kuşatan Dağların ötesine, saklı Tumladen Vadisi’ne, o ana dek hiçbir insanın görmediği gizli Gondolin şehrine götürdü.

Orada, soylarını öğrenince Kral Turgon onları iyi karşıladı; çünkü Hador elf dostuydu, üstelik Ulmo Turgon’a, ihtiyaç duyduğunda yardım alabileceği o Ev’in oğullarına müşfik davranmasını öğütlemişti. Húrin ile Huor bir seneye yakın bir süre Kral’ın evinde konuk oldular; ve bu süre içinde, zeki ve hevesli biri olan Húrin’in elflerden epey irfan öğrendiği, aynı zamanda Kral’ın öğütlerinden ve maksatlarından ders aldığı söylenir. Çünkü Turgon, Galdor’un oğullarını pek sevmişti ve onlarla bol bol sohbet ediyordu; elf olsun, insan olsun, gizli krallığın yolunu bulan ya da şehri gören hiçbir yabancının, Kral gizli şehirlerini açana ve saklı halk dışarı çıkana dek oradan bir daha ayrılamayacağı kanunu yüzünden değil, sırf onları sevdiğinden dolayı, onları Gondolin’de tutmayı diliyordu.

Ama Húrin ile Huor kendi halklarına dönmek, başlarına musallat olmuş savaşları ve acıları paylaşmak istiyorlardı. Húrin Turgon’a şöyle dedi: “Beyim, biz yalnızca ölümlü insanlarız, Eldar’a benzemeyiz. Onlar uzak bir günde düşmanlan ile savaşmayı beklemeye uzun süre tahammül edebilirler; ama bizim için zaman kısa, umudumuz ve gücümüz az zamanda solup gider. Dahası, Gondolin yolunu biz bulmadık, bu şehrin nerede durduğunu tam olarak bilmiyoruz, çünkü havadaki yüksek yollardan, korku ve hayret içinde getirildik ve merhamet eseri gözlerimize perde inmişti.” Bunun üzerine Turgon onun dileğini bahşetti ve şöyle dedi: “Thorondor izin verirse, geldiğiniz yoldan dönmek zorundasınız. Sizden ayrılmak beni üzecek; ama Eldar hesabıyla kısa süre sonra yine görüşebiliriz.”

Ama, Gondolin’de kudretli biri olan, Kral’ın kız kardeşinin oğlu Maeglin onların gidişine hiç üzülmemişti, Kral’ın onlara bahşettiği lütfü onlara fazla görüyordu, çünkü hiçbir insan soyuna sevgi duymuyordu; Húrin’e şöyle dedi: “Kral’ın lütfü bildiğinden daha büyük ve sıkı bir kanunun iki genç insan çocuğu için neden göz ardı edildiğini merak edenler çıkacaktır. Ömürlerinin sonuna dek burada, hizmetkarlarımız olarak yaşamaları dışında bir seçeneklerinin olmaması daha güvenli olurdu.”

“Kral’ın lütfü gerçekten de büyük,” diye yanıt verdi Húrin, “ama sözümüz yeterli değilse, size yemin ederiz.” Ve iki kardeş, Turgon’un öğütlerini asla açıklamayacaklarına, onun diyarında gördükleri her şeyi gizli tutacaklarına yemin ettiler. Sonra veda ettiler ve kartallar geceleyin gelip onları alarak şafaktan önce Dor-lómin’e bıraktı. Akrabaları onları gördüklerine çok sevindiler, çünkü Brethil’den gelen ulaklar onların kaybolduğunu bildirmişti; ama nerede olduklarını babalarına bile söyleyemezlerdi, yalnızca yabandayken, onları eve getiren kartallar tarafından kurtarıldıklarını açıklayabilirlerdi. Ama Galdor şöyle dedi: “Yani bir sene boyunca yabanda mı yaşadınız? Yoksa kartallar sizi dağdaki yuvalarında mı barındırdılar? Ama yemek ve giysi bulmuşsunuz, geriye genç prensler olarak dönmüşsünüz, ormanda kalmış kimsesizler gibi değil.”

“Bizim döndüğümüze memnun ol, baba,” dedi Húrin, “çünkü buna ancak bir sessizlik yemini karşılığında izin verildi. O yemin bizi hâlâ bağlıyor.” Bunun üzerine Galdor onları daha fazla sorgulamadı, ama o ve pek çok başkası gerçeği tahmin etmişti. Çünkü insanlar, sessizlik yemininin ve kartalların Turgon’a işaret ettiğini düşünüyordu.

Böylece günler geçti ve Morgoth’un düşürdüğü korku gölgesi uzadı. Ama Noldor’un Orta Dünya’ya dönüşünün dört yüz altmış dokuzuncu senesinde, elfler ve insanlar arasında bir umut doğdu; çünkü aralarında, Beren ile Luthien’in başarılarına ve Morgoth’un Angband’da, kendi tahtında mahcup edildiğine dair söylentiler dolaşıyordu, bazıları Beren ile Luthien’in hâlâ hayatta olduğunu, ya da ölümden döndüklerini söylüyordu. O sene, Maedhros’un büyük divanları da tamamlanmak üzereydi ve Morgoth’un ilerleyişi Eldar ile Edain’in canlanan gücü sayesinde durdurulmuştu ve orklar Beleriand’dan sürülmüştü. Sonra bazıları gelecek zaferlerden, Bragollach Savaşı’nın telafi edilmesinden, Maedhros’un birleşik ordulara ne zaman kumanda edip Morgoth’u yeraltına süreceğinden, ne zaman Angband Kapılarını mühürleyeceğinden bahsetmeye başladı.

Ama daha bilge olanlar hâlâ huzursuzdu, Maedhros’un artan gücünü çok erken açığa vurduğundan, Morgoth’un ona karşı önlem düşünecek zaman bulabileceğinden korkuyordu. “Angband’da, elflerin ve insanların tahminin ötesinde, yepyeni bir şer planlanacak,” dediler. Ve o senenin güzünde, kurşuni göklerin altında, Kuzey’den uğursuz bir rüzgar gelerek onların sözlerini haklı çıkardı. Habis Nefes adı verildi ona, çünkü hastalık getirmişti; ve o senenin güz mevsiminde, Anfauglith sınırındaki kuzey diyarlarında pek çok kişi hastalandı ve öldü, ölenlerin büyük kısmı insan evlerindeki çocuklar ya da gençlerdi.

O sene, Húrin oğlu Túrin daha beş yaşındaydı ve bahar başında kız kardeşi Urwen üç yaşına basmıştı. Urwen’in saçları, çimenliklerde aralarında koştuğu sarı zambaklar gibiydi ve kahkahası, babasının evinin duvarlarının ötesindeki tepelerden şarkı söyleyerek gelen neşeli derenin sesine benziyordu. Dereye Nen Lalaith deniyordu ve ev halkı o dereden esinle çocuğa Lalaith lakabını taktılar, o aralarında koşuştururken yürekleri sevinç doluyordu.

Ama Túrin onun kadar sevilmiyordu. Túrin annesi gibi siyah saçlıydı ve mizacı da ona benzeyecek gibiydi; çünkü Túrin neşeli değildi, konuşmayı erken öğrenmesine rağmen pek az konuşuyordu ve yaşından büyük gösteriyordu. Túrin haksızlıkları ve alayları kolay kolay unutmazdı; ama içinde, babasındaki ateşi de taşıyordu ve aniden öfkelenebiliyordu. Ama merhameti de tezdi, canlı varlıkların yaraları ve üzüntüleri onu gözyaşlarına boğabiliyordu; bu konuda da babasına çekmişti, çünkü Morwen başkalarına da kendine olduğu kadar haşindi. Túrin annesini çok seviyordu, çünkü annesi onunla açık sözlülükle ve sade bir şekilde konuşuyordu; ama babasını pek az görüyordu, çünkü Húrin, Fingon’un Hithlum’un doğu sınırlarını koruyan ordusu ile birlikte sık sık uzun sürelerle gurbete gidiyordu ve döndüğü zaman, yabancı sözcükler ve jestlerle, imalarla dolu hızlı konuşma tarzı Túrin’i şaşırtıyor, huzursuz ediyordu. O zamanlar yüreğindeki tüm sıcaklığı kız kardeşi Lalaith’e adamıştı; ama onunla nadiren oyun oynuyordu. Onun Edain çocuklarının elf dili henüz ağızlarında tazeyken yaptıkları şarkıları söyleyerek çimenlerde ya da ağaçların altında dolaşmasını izlemek, onu kendini göstermeden korumak daha çok hoşuna gidiyordu.

“Lalaith bir elf çocuğu kadar güzel,” dedi Húrin Morwen’e; “ama heyhat, ömrü daha kısa! Ve bu yüzden daha da güzel, daha da kıymetli geliyor belki.” Bu sözleri duyan Túrin düşünüp taşındı, ama anlayamadı. Çünkü hiç elf çocuğu görmemişti. O zamanlarda babasının topraklarında hiç Eldar yaşamıyordu ve onları yalnızca bir kez, Kral Fingon ve beylerinin büyük kısmı at sırtında Dor-lómin’den geçerken, ışıl ışıl gümüşler ve beyazlar içinde, Nen Lalaith Köprüsü’nü aşarken görmüştü.

Ama sene bitmeden babasının sözleri doğru çıktı; çünkü Habis Nefes Dor-lómin’e geldi ve Túrin hastalandı ve uzun süre ateşler içinde, karanlık düşler görerek yattı. İyileştiği zaman, çünkü yazgısı ve içindeki yaşam gücü böyleydi, Lalaith’i sordu. Ama dadısı şöyle yanıt verdi: “Artık Lalaith’ten bahsetme, Húrin’in oğlu; ama kız kardeşin Urwen’i annene sormalısın.”

Morwen yanına geldiğinde Túrin ona şöyle dedi: “Artık hasta değilim ve Urwen’i görmek istiyorum; ama neden artık Lalaith dememem gerekiyor?”

“Çünkü Urwen öldü ve bu evde kahkaha dindi,” diye yanıt verdi annesi. “Ama sen yaşıyorsun, Morwen’in oğlu; ve bunu bize yapan düşman da yaşıyor.”

Morwen, kendini avutmadığı gibi, oğlunu da avutmadı; çünkü kendisi ızdırabı sessizlik ve soğuk bir yürekle karşılaşmıştı. Ama Húrin açık açık yas tuttu, bir ağıt yakmak için arpını eline aldı; ama yapamadı, arpını kırdı ve dışarı çıkarken elini Kuzey’e doğru kaldırarak haykırdı: “Ey Orta Dünya’yı mahveden, umarım seninle yüz yüze gelir, beyim Fingolfin’in yaptığı gibi mahvederim!”

Túrin geceleyin yalnız kaldığında acı acı ağladı, ama Morwen’in yanında kız kardeşinin adını bir daha ağzına almadı. O günlerde tek bir dostuna döndü ve kederinden, evin boşluğundan yalnızca ona bahsetti. Bu dostun adı Sador’du, Húrin’in emrinde bir uşaktı; topaldı ve önemsiz biriydi. Eskiden oduncuydu ve talihsizlik eseri ya da baltasını beceriksizce kullanması sonucu, sağ ayağını kesmişti, ayaksız kalan bacak büzülmüştü; Túrin ona, “Seksekayak” anlamına gelen Labadal lakabıyla hitap ediyordu, ama bu lakap Sador’u üzmüyordu, çünkü horgörüyle değil, merhametle verilmiş bir lakaptı. Sador hizmet binalarında çalışıyor, evde ihtiyaç duyulan ufak tefek şeyleri yapıyor ya da onarıyordu, çünkü marangozlukta becerikliydi; ve Túrin, bacağını esirgemek için eksiklerini ona getiriyor, zaman zaman, kimse görmeden bulduğu bir aleti ya da tahta parçasını, arkadaşının işine yarayacağını düşünürse, gizliden gizliye ona götürüyordu. O zaman Sador ona gülümser, ama armağanlarını yerlerine götürmesini söylerdi; “Serbestçe ver, ama ancak sana ait olanı ver,” derdi. Çocuğun iyiliğini elinden geldiğince ödüllendiriyor, ona insan ya da hayvan figürleri oyuyordu; ama Túrin en çok Sador’un hikayelerinden zevk alıyordu, çünkü Sador’un gençliği Bragollach günlerine denk gelmişti ve şimdi, sakat kalmadan önceki, eksiksiz bir erkek olduğu kısa günleri anmaya bayılıyordu.

“O büyük bir savaştı, öyle diyorlar

Húrin’in oğlu. O sene, ihtiyaç doğduğundan, ormandaki görevlerimden çağrıldım; ama ben Bragollach’a katılmadım, yoksa yaramı daha şerefli bir biçimde almış olabilirdim. Çünkü biz çok geç geldik, Kral Fingolfin’i korurken ölen eski beyimiz Hador’un cenazesini geri getirmekten başka bir işe yaramadık. Bundan sonra asker oldum ve uzun seneler boyunca elf krallarının büyük kalesinde, Eithel Sirion’da yaşadım; ya da şimdi uzun senelermiş gibi geliyor, o zamandan bu yana geçen sıkıcı seneleri hatırlanır kılacak pek az şey oldu. Kara Kral saldırdığında Eithel Sirion’daydım ve Kral’ın yerine babanın babası Galdor kumandan olarak oradaydı. O saldırıda öldürüldü; erkekliğe yeni erişmiş olmasına rağmen beyliği ve kumandayı babanın aldığını gördüm. Onda elindeki kılıcı kızdıran bir ateş vardı, öyle eliyorlardı. Onun önderliğinde orkları kuma gömdük; ve o günden beri duvarlara yaklaşmaya cesaret edemiyorlar. Ama heyhat! Savaş aşkım dindi, çünkü yeterince kan ve yara gördüm; ve hasretini çektiğim ormanlara dönmek için izin aldım. İşte orada yaralandım; çünkü korkusundan kaçan bir adam, asıl onun kollarına koştuğunu keşfedebilir.”

Túrin büyürken Sador onunla bu şekilde konuştu; ve Túrin, Sador’un, onu eğitme işini daha yakın birinin yapması gerektiğini düşünerek yanıtlayamadığı pek çok soru sormaya başladı. Ve bir gün Túrin ona şöyle dedi: “Lalaith gerçekten de babamın söylediği gibi elf çocuğuna mı benziyordu? Hem ömrünün daha kısa olduğunu söyleyerek ne demek istedi?”

“Çok benziyordu,” dedi Sador; “çünkü çocukluklarında insan ve elf çocukları birbirlerine çok benzerler. Ama insan çocukları daha hızlı büyür ve çocuklukları çabuk geçer; bizim kaderimiz böyledir.”

Bunun üzerine Túrin sordu: “Kader nedir?”

“İnsanların kaderini,” dedi Sador, “Labadal’dan daha bilge olanlara sormalısın. Ama herkesin görebildiği gibi, biz daha çabuk yıpranıyoruz ve ölüyoruz; ve talihsizlik eseri pek çok kişi ölümle daha erken buluşuyor. Ama elfler yıpranmıyor ve çok kötü yaralanmadıkları sürece ölmüyorlar. İnsanları öldürebilecek yaralar ve ıstıraplar onlarda iyileşebiliyor; ve bedenleri harap olduğu zaman bile geri dönebildikleri söyleniyor. Bizim için böyle değil.”

“O zaman Lalaith geri dönmeyecek, öyle mi?” dedi Túrin. “O nereye gitti?”

“Geri dönmeyecek,” dedi Sador. “Ama nereye gittiğini hiçbir insan bilmiyor; ben de bilmiyorum.”

“Her zaman böyle miydi? Yoksa kötü Kral’ın Habis Nefes gibi bir lanetine mi uğradık?”

“Bilmiyorum. Arkamızda bir karanlık bıraktık ve o karanlıktan pek az hikaye kurtuldu. Babalarımızın babalarının anlatacak şeyleri vardı belki, ama anlatmadılar. Onların isimleri bile unutuldu. Onların kimbilir neden kaçarak geldikleri yaşamla aramızda dağlar var.”

“Korkuyorlar mıydı?” dedi Túrin.

“Olabilir,” dedi Sador. “Karanlık korkusundan kaçmış, ama onu burada, önümüzde bulmuş ve Deniz’den başka kaçacak hiçbir yerimiz kalmamış olabilir.”

“Artık korkmuyoruz,” dedi Túrin, “hepimiz değil. Babam korkmuyor, ben de korkmayacağım; ya da en azından, annem gibi, korkacağım ama belli etmeyeceğim.”

O zaman Sador’a, Túrin’in gözleri bir çocuğun gözleri değilmiş gibi geldi ve şöyle düşündü: “Zorlu zihinler için ızdırap bileğitaşıdır.” Ama sesli olarak şunları söyledi: “Húrin ile Morwen’in oğlu, yüreğinin nasıl olacağını Labadal tahmin edemez; ama onun içinde olanları nadiren pek az kişiye göstereceksin.”

Bunun üzerine Túrin şöyle dedi: “Elde edemeyeceksen, ne dilediğini söylememek daha iyidir belki. Ama, Eldar’dan biri olduğumu diliyorum, Labadal. O zaman Lalaith geri gelebilirdi ve o gideli uzun zaman olsa bile ben yine burada olurdum. Elimden gelen en kısa sürede, tıpkı senin yaptığın gibi bir elf kralının yanına asker gireceğim, Labadal.”

“Onlardan çok şey öğrenebilirsin,” dedi Sador ve içini çekti. “Latif ve harika bir halktırlar ve insanların yürekleri üzerinde nüfuzları vardır. Ama bazen düşünüyorum da, belki onlarla hiç karşılaşmasak, düşük yollarda yürüsek daha iyi olabilirdi. Çünkü onların bilgileri şimdiden kadim; gururlu, dayanıklı bir halk. Onların ışığının yanında biz soluk kalıyoruz, ya da alevimiz çok çabuk tükeniyor, kaderimizin ağırlığı üzerimize çöküyor.”

“Ama babam onları seviyor,” dedi Túrin, “ve onlarsız mutlu olmuyor. Bildiğimiz hemen her şeyi onlardan öğrendiğimizi, daha asil bir halka dönüştüğümüzü söylüyor; dağları yeni aşmış olan insanların orklardan pek de farkı olmadığını söylüyor.”

“Bu doğru,” diye yanıt vereli Sador; “en azından bazılarımız için doğru. Ama tırmanmak zordur ve yüksek yerlerden düşmek kolaydır.”

 

O günlerde Túrin sekiz yaşlarındaydı; Edain hesabıyla, unutulamayan senenin Gwaeron ayı sürüyordu. Büyükleri arasında büyük bir silahlanma, toplanma söylentileri dolaşıyordu, ama Túrin hiçbir şey duymadı; gerçi babasının, ayrılmak zorunda olduğu kıymetli bir şeye bakan biri gibi, sık sık gözlerini ona diktiğini fark etmişti.

Morwen’in cesaretini ve ihtiyatlı dilini bilen Húrin, elf krallarının planları, o planlar yolunda ya da ters giderse olabilecekler hakkında sık sık onunla konuşuyordu artık. Húrin’in yüreği umut doluydu ve savaşın sonucundan korkmuyordu; çünkü Orta Dünya’daki hiçbir güç Eldar’ın kudretini ve ihtişamını yıkamazmış gibi geliyordu. “Onlar Batı’daki Işık’ı gördüler,” diyordu, “ve sonunda Karanlık onların önlerinden kaçmalı.” Morwen ona karşı çıkmıyordu; çünkü Húrin’in yanındayken umut olası geliyordu. Ama onun soyu da elf irfanını bilirdi ve Morwen kendi kendine şöyle diyordu: “Ama onlar Işık’a sırtlarını dönmediler mi, şimdi ondan yoksun bırakılmadılar mı? Batı’nın Efendileri onları düşüncelerinden çıkarmış olabilir; o zaman, Büyük Çocuklar bile, nasıl Güçler’den birini alt edebilir?”

Húrin Thalion bu tür kuşkulara kapılmış görünmüyordu; ama o senenin baharında bir sabah, huzursuz bir uykunun ardından ağır bir yürekle uyandı, o gün neşesine gölge düşmüştü; ve akşam aniden şunları söyledi: “Beni çağırdıkları zaman, Morwen Eledhwen, Hador Evi’nin vârisini sana emanet edeceğim. İnsan ömrü kısadır ve barış zamanlarında bile, o ömür içinde pek çok talihsizlik olabilir.”

“Bu her zaman böyle oldu,” diye yanıt verdi Morwen. “Ama sözlerinin altında ne yatıyor?”

“Tedbir, kuşkusuz,” dedi Húrin; ama huzursuz görünüyordu. “Ama ileri bakan biri şunu görmeli: hiçbir şey eskisi gibi kalmayacak. Bu büyük bir girişim olacak ve bir taraf olduğu yerden düşmeli. Düşen elf kralları olursa işler Edain için de kötüye gidecektir; ve düşmanın en yakınında yaşayanlar bizleriz. Bu topraklar onun hükümranlığına girebilir. Ama işler gerçekten de kötüye gidecek olursa, sana Korkma! demeyeceğim. Çünkü sen korkulması gerekenden korkarsın, başkasından değil; ve korku seni allak bullak etmez. Ama sana şunu diyorum: Bekleme! Sana dönebilirsem dönerim, ama sen bekleme! Elinden geldiğince hızla güneye git -hayatta kalırsam arkandan gelirim ve Beleı iand’ı karış karış aramam gerekse bile bulurum seni.”

“Beleriand geniştir ve sürgünler için sığınaksızdır,” dedi Morwen. “Nereye kaçmalıyım, yanıma az kişi mi almalıyım, yoksa çok mu?”

Bunun üzerine Húrin bir süre sessizlik içinde düşündü. “Brethil’de annemin akrabaları var,” dedi, “kartal uçuşu ile otuz fersah kadar uzakta.”

“Gerçekten de böyle kötü zamanlar çökerse, insanlardan ne fayda gelir?” dedi Morwen. “Bëor Evi düştü. Büyük Hador Evi düşerse, Haleth’in küçük ahalisi hangi deliklere girsin?”

“Bulabildiklerine,” dedi Húrin. “Ama sayıca az ve eğitimsiz olsalar da, onların yiğitliğinden şüphe etme. Başka nerede umut var ki?”

“Gondolin’den hiç bahsetmiyorsun,” dedi Morwen.

“Hayır, çünkü o isim dudaklarımdan hiç dökülmedi,” dedi Húrin. “Ama işittiklerin doğru: orada bulundum. Ama şimdi sana, kimseye söylemediğim ve söylemeyeceğim kadar açık sözlülükle söylüyorum: nerede olduğunu bilmiyorum.”

“Ama tahmin ediyorsun ve tahminin gerçeğe yakın, sanırım,” dedi Morwen.

“Olabilir,” dedi Húrin. “Ancak beni yeminimin yükümlülüğünden bizzat Turgon kurtarmadığı sürece, o tahmini sana bile söyleyemem; ve bu yüzden arayışın boşuna olur. Ama mahçup düşmek pahasına konuşacak olursam, en iyi durumda kapalı kapılar bulursun; çünkü, Turgon savaş için çıkmadığı sürece (ve buna ilişkin haber duyulmadı, böyle bir umut da yok) kimse içeri giremez.”

“O zaman, senin akrabalarının faydası dokunmayacaksa ve dostların seni inkar edecekse,” dedi Morwen, “kendi düşüncelerime güvenmek zorundayım; ve şimdi benim aklıma Doriath geliyor.”

“Hedeflerin her zaman yüksek olmuştur,” dedi Húrin.

“Aşırı yüksek mi diyorsun?” dedi Morwen. “Ama bana göre en son kırılacak savunma Melian Kuşağı’dır; ve Doriath’ta Bëor Evi küçümsenmeyecektir. Artık kralın akrabası değil miyim? Barahir’in oğlu Beren, tıpkı babam gibi Bregor’un oğluydu.”

“Benim gönlüm Thingol’da değil,” dedi Húrin. “Kral Fingon ondan yardım almayacak; ve Doriath’ın adı geçtiğinde ruhuma nasıl bir gölge düşüyor bilmiyorum.”

“Brethil’in ismi benim de yüreğimi karartıyor,” dedi Morwen.

Sonra aniden Húrin kahkaha attı ve şöyle dedi: “Burada oturmuş, ulaşamayacağımız şeyleri ve hayali gölgeleri tartışıyoruz. İşler o kadar da kötü gitmeyecek; ama eğer giderse, o zaman her şey senin

cesaretine ve görüşlerine emanet. O zaman yüreğinin istediği gibi yap; ama hemen yap. Amacımıza ulaşırsak, elf kralları Bëor’un evinin tüm yurtluklarını onun vârisine iade etmeye kararlı; ve bu sensin, Baragund kızı Morwen. O zaman geniş beylikler yöneteceğiz ve oğlumuz çok şey miras alacak. Kuzey’in şerri olmadan, büyük servet edinecek ve insanlar arasında kral olacak.”

“Húrin Thalion,” dedi Morwen, “bu söylediğimin daha doğru olduğunu düşünüyorum: sen yükseklere bakıyorsun, ama ben düşmekten korkuyorum.”

“En kötü durumda, bundan korkmana gerek yok,” dedi Húrin.

O gece Túrin uyanır gibi oldu ve babası ile annesi yatağın yanında durmuş, ellerindeki mumların ışığında ona bakıyormuş gibi geldi; ama yüzlerini göremiyordu.

Túrin’in doğum günü sabahı Húrin oğluna bir armağan verdi, elf yapımı bir bıçak; bıçağın kabzası ve kını gümüş ve siyahtı; ona şöyle dedi: “Hador Evi’nin Vârisi, işte sana bir doğum günü armağanı. Ama dikkat et! Bu acı bir bıçaktır ve çelik yalnızca onu kullanabilene hizmet eder. Başka her şey kadar elini de kesebilir.” Ve Túrin’i bir masanın üzerine kaldırarak oğlunu öptü ve şöyle dedi: “Şimdiden beni geçtin, Morwen’in oğlu; kısa zamanda kendi ayakların üzerinde de bu boya geleceksin. O gün kılıcından çok kişi korkacaktır.”

Bunun üzerine Túrin koşa koşa odadan çıktı ve yalnız kaldı ve yüreğinde soğuk toprakta can yaratan güneşin sıcaklığı gibi bir sıcaklık vardı. Babasının sözlerini kendi kendine tekrarladı, Hador Evi’nin Vârisi; ama aklına başka sözler de gelmişti: Serbestçe ver, ama yalnızca kendinin olanı ver. Sador’a giderek bağırdı: “Labadal, bugün benim doğum günüm, Hador Evi’nin Vârisi’nin doğum günü! Ve bu günün anısına sana bir armağan getirdim. İşte sana bir bıçak, tam da ihtiyaç duyduğun gibi; dilediğin her şeyi kıl kadar ince keser.”

Bunun üzerine Sador huzursuz oldu, çünkü Túrin’in bıçağı o gün aldığını biliyordu; ama insanlar, kimden olursa olsun, serbestçe verilen bir armağanın reddedilmesini hakaret sayardı. Ciddi bir tavırla konuştu Túrin’le: “Cömert bir soydan geliyorsun, Húrin oğlu Túrin. Armağanını hak edecek hiçbir şey yapmadım ve bana kalan günlerde daha iyisini yapabileceğimi sanmıyorum; ama elimden geleni yapacağım.” Sonra, bıçağı kınından çıkarırken şöyle dedi: “Bu gerçek bir armağan: elf çeliğinden bir bıçak. Verdiği hissi uzun zamandır özlüyordum.” Húrin kısa süre sonra Túrin’in bıçağı taşımadığını fark etti ve uyarısı yüzünden ondan korktuğunu mu sordu. Túrin şöyle yanıt verdi: “Hayır; bıçağı marangoz Sador’a verdim.”

“Yani, babanın armağanını beğenmedin mi?” dedi Morwen; Túrin yine yanıt verdi: “Hayır, beğendim; ama Sador’u severim ve onun için üzülüyorum.”

Sonra Húrin şöyle dedi: “Üç armağan da şenindi, serbestçe verebilirdin, Túrin: sevgi, merhamet ve en önemsizi de bıçak.”

“Ama ben Sador’un onları hak ettiğinden kuşkuluyum,” dedi Morwen. “Kendi beceriksizliği yüzünden sakat kaldı ve eli yavaş, çünkü ondan istenmemiş önemsiz işler için çok fazla zaman harcıyor.”

“Yine de ona merhamet et,” dedi Húrin. “Dürüst bir el ve doğru bir yürek de yanlış kesebilir; ve verdiği zarara tahammül etmek, bir düşmanın vereceği zarara tahammül etmekten daha zor olabilir.”

“Ama artık yeni bir bıçak için beklemen gerekecek,” dedi Morwen. “Ki armağanın, kendi zararına verdiğin, gerçek bir armağan olsun.”

Bununla birlikte, o günden sonra Túrin Sador’a daha iyi davranıldığını fark etti ve Sador, beyin salonunda oturabileceği büyük bir sandalye yapmakla görevlendirildi.

 

Lothron ayının parlak bir sabahında Túrin ani boru sesleri ile uyandı; ve kapılara koştuğu zaman avluda yaya ve atlı, savaşa gidiyormuş gibi tepeden tırnağa zırh kuşanmış büyük bir insan kalabalığı gördü. Húrin de orada duruyor, adamlarıyla konuşuyor, emirler veriyordu; ve Túrin, o gün Barad Eithel’e doğru yola çıkacaklarını öğrendi. Bunlar Húrin’in kişisel korumaları ve ev ahalisinden adamlardı; ama topraklarında yaşayan, bu iş için esirgenebilen bütün adamlar çağrılmıştı. Bazıları önden, babasının erkek kardeşi Huor ile birlikte gitmişti; ve yolda Dor-lómin Beyi’ne pek çok başkaları katılacak, onun sancağını takip ederek Kral’ın büyük ordusuna dahil olacaklardı.

Sonra Morwen, gözyaşı dökmeden Húrin’e veda etti; ve şöyle dedi: “Bana emanet ettiklerini, hem olanı, hem de olacak olanı koruyacağım.”

Ve Húrin ona yanıt verdi: “Elveda, Dor-lómin’in Hanımı; hiç bilmediğimiz kadar büyük bir umutla sürüyoruz atımızı. Bu kış ortası, bayramın tüm öncekilerden daha şen olacağını, ardından korkusuz bir bahar geleceğini düşünelim!” Sonra Túrin’i omuzlarına kaldırdı ve adamlarına haykırdı: “Hador Evi’nin varisi kılıçlarınızın ışıltısını görsün!” Ve güneş, havaya kaldırılan elli kılıçta ışıldadı, avlu Kuzey Edain’in savaş çağrısı ile çınladı: Lacho calad! Drego morn! Alevlen Işık! Kaç Gece!

 

Sonra, sonunda Húrin eyerine sıçradı ve onun altın sancağı açıldı, ve borular o sabah bir kez daha öttü; ve böylece Húrin Thalion, Nirnaeth Arnoediad’dan ayrıldı.

Ama Morwen ile Túrin, uzaktan uzağa, rüzgarın getirdiği tek bir boru sesi duyana kadar kapılarda kıpırtısızca bekledi: Húrin, evini görebileceği en son yer olan tepeyi aşmıştı.

2
SAYISIZ GÖZYAŞI SAVAŞI

Fingon’un düştüğü ve Eldar’ın çiçeğinin solduğu Nirnaeth Arnoediad, yani Sayısız Gözyaşı Savaşı hakkında elfler arasında hâlâ pek çok şarkı söylenir, pek çok hikaye anlatılır. Şimdi her şey yeniden anlatılacak olsa, dinlemek için bir insan ömrü yetmez. Bu yüzden, burada yalnızca Hador Evi’nin ve Sadık Húrin’in kaderlerini etkileyen eylemler anlatılacaktır.

Sonunda toplayabildiğince güç toplamış olan Maedhros, bir gün, bir yaz ortası sabahı belirledi. O gün, doğan güneşi Eldar’ın boruları karşıladı ve doğuda Fëanor’un oğullarının sancağı açıldı; ve batıda Noldor Kralı Fingon’un sancağı açıldı.

Sonra Fingon, Eithel Sirion’un duvarlarının üzerinden baktı. Ordusu, Ered Wethrin’in doğusundaki vadilerde ve koruluklarda, düşmanın gözlerinden iyice saklanmış olarak sıralanmıştı; ama Fingon o ordunun büyük olduğunu biliyordu. Çünkü tüm Noldor Hithlumları orada toplanmıştı, Falas ve Nargothrond elflerinin büyük kısmı onlara katılmıştı; büyük bir insan gücü de vardı. Sağ tarafta Dor-lómin ordusu ve Húrin ile kardeşi Huor’un tüm yiğitliği konuşlanmıştı, kandaşları Brethilli Haldir orman insanlarının büyük kısmı ile birlikte onlara katılmıştı.

Sonra Fingon doğuya baktı ve eIf görüşü uzaklarda bir toz ve pus bulutunun içinde yıldız gibi çelik ışıltısı gördü ve Maedhros’un yola çıktığını anladı; ve sevindi. Sonra Thangorodrim’e doğru baktı. Thangorodrim’in çevresinde karanlık bir bulut vardı ve siyah bir duman yükseliyordu; Fingon, Morgoth’un gazabının uyandığını, meydan okumalarının kabul edileceğini anladı ve yüreğine kuşkunun gölgesi düştü. Ama o anda güneyden bir bağırış yükseldi, rüzgarın sırtında vadiden vadiye taşındı ve elfler ve insanlar hayret ve coşku içinde seslerini yükselttiler. Çünkü Turgon, çağrı olmamasına rağmen, beklenmedik bir biçimde Gondolin’in duvarlarını açmıştı ve parlak zincir zırhlarla kuşanmış, uzun kılıçları ve mızrakları orman gibi, on bin kişilik bir orduyla geliyordu. Sonra, Fingon uzaktan uzağa Turgon’un büyük borusunu duyduğunda gölge geçti ve yüreği hafifledi, ve yüksek sesle bağırdı: “Utúlie’n aurë! Aiya Eldalië ar Atanatarni, utúlie’n aurë! Gün geldi! Görün, Eldar halkı ve İnsanların Ataları, o gün geldi!” Ve onun gür sesinin tepelerde yankılandığını duyan herkes bağırarak yanıt verdi: “Auta i lómë! Gece geçiyor.”

Fazla zaman geçmeden büyük çatışma başladı. Çünkü Morgoth düşmanlarının yaptığı ve planladığı şeylerin çoğunu biliyordu, planlarını onların saldıracağı saate göre yapmıştı. Angband’dan çıkan büyük bir güç Hithlum’a yaklaşmaktaydı, bir başka, daha büyük bir tanesi, kralların güçlerini birleştirmesini engellemek üzere Maedhros’u karşılamaya gidiyordu. Ve Fingon’a karşı gelenlerin hepsi donuk renklere bürünmüş, çıplak çelik göstermiyorlardı, bu yüzden yaklaştıkları fark edildiğinde Anfauglith kumluklarında epey yol almışlardı bile.

Sonra Noldor’un yürekleri kızdı ve kumandanları düşmanlarına ovada saldırmak istedi; ama Fingon bu fikre karşı konuştu.

“Morgoth’un kurnazlığına karşı dikkatli olun, beyler!” dedi. “Gücü her zaman göründüğünden fazla, amacı açık ettiğinden farklı olmuştur. Kendi gücünüzü belli etmeyin, bırakın ilk önce düşman kendisininkini tepelere saldırarak harcasın.” Çünkü kralların planına göre Maedhros, elfler, insanlar ve cücelerden oluşan tüm gücüyle, açık açık Anfauglith’e yürüyecekti; ve umduğu gibi, karşılık olarak Morgoth’un ordularının esasını açığa çektiğinde, Fingon batıdan gelecekti, böylece Morgoth’un kudreti adeta çekiç ile örs arasına alınacak, paramparça edilecekti; ve bunun için işaret, Dorthonion’daki büyük işaret ateşinin yakılması olacaktı.

Ama Morgoth’un batıdaki kumandanına, bulabildiği herhangi bir yöntemle Fingon’u konuşlandığı tepelerden çekmesi emredilmişti. O nedenle, çatışma cephesini Sirion Irmağı’na, Barad Eithel duvarlarından Serech Bataklığı’na çekene kadar yürüyüşe devam etti; Fingon’un ileri karakolları düşmanlarının gözlerini görebiliyordu. Ama meydan okumasına yanıt alamadı, ve sessiz duvarlara ve tepelerin saklı tehdidine bakarken orkların sataşmaları kesildi.

Sonra, Morgoth’un kumandanı müzakere işaretleri ile birlikte biniciler gönderdi ve Barad Eithel’in tahkimatlarının duvarlarına yaklaştılar. Yanlarında, bir Nargothrond beyi olan Guilin’in, Bragollach’ta ele geçirdikleri ve kör ettikleri oğlu Gelmir’i getirmişlerdi; habercileri onu göstererek bağırdılar: “Evde bunun gibi çok var, ama onları bulmak istiyorsanız acele etmelisiniz. Çünkü geri döndüğümüzde hepsinin işini bu şekilde göreceğiz.” Ve Gelmir’in kollarını ve bacaklarını kesip, orada bıraktılar.

Talihsizlik eseri, o anda ileri karakolda Guilin’in oğlu Gwindor pek çok Nargothrondlu ile birlikte duruyordu; ve gerçekten de, kardeşinin yakalanması karşısında hissettiği acıyla, toplayabildiğince güçle savaşa yürümüştü. Bunun üzerine Gwindor’un gazabı alevlendi ve at sırtında, yanında pek çok binici ile birlikte öne atıldı, ve Angband’ın habercilerini kovaladılar ve onları öldürdüler; ve tüm Nargothrond

halkı arkalarından gitti ve Angband saflarının derinlerine kadar ilerlediler. Ve bunu gören Noldor ordusu tutuştu, Fingon beyaz miğferini takarak borularını öttürdü ve ordusunun tamamı ani bir hücum ile tepelerden fırladı.

Noldor’un çektiği kılıçların ışıltısı bir sazlık yangını gibiydi; ve hücumları öylesine şiddetli ve hızlıydı ki, Morgoth’un planları neredeyse bozulacaktı. Batıya gönderdiği yem ordu takviye edilemeden süpürüldü ve yok edildi Fingon’un sancakları Anfauglith’i aştı ve Angband duvarlarının önünde dalgalandı.

Gwindor ve Nargothrond halkı savaşın cephesinde gidiyordu daima, şimdi bile dizginlenemediler; dış kapılardan fırtına gibi geçtiler ve nöbetçileri Angband’ın kendi avlularında katlettiler; ve onların kapılarını dövdüğünü duyan Morgoth derin tahtında titredi. Ama Gwindor orada tuzağa düşürüldü ve canlı yakalandı, adamları katledildi; çünkü Fingon onun yardımına koşamamıştı. Morgoth, Thangorodrim’deki pek çok gizli kapıdan, o ana kadar beklettiği ana kuvvetini salıverdi ve Fingon büyük kayıp vererek Angband duvarlarından püskürtüldü.

Sonra, savaşın dördüncü günü, Anfauglith Ovası’nda, hiçbir hikayenin anlatamayacağı keder, Nirnaeth Arnoediad başladı. Burada, doğudaki savaşta olan her şey: Ejderha Glaurung’un Belegost cüceleri tarafından bozguna uğratılması; Doğuluların ihaneti ve Maedhros ordusunun dağılması, Fëanor’un oğullarının kaçışı hakkında başka hiçbir şey anlatılmayacaktır. Batıda, Fingon’un ordusu kumların üzerinde çekildi ve Halmir oğlu Haldir ile Brethil insanlarının çoğu orada öldü. Ama beşinci gün, gece çökerken ve onlar hâlâ Ered Wethrin’den uzaktayken, Angband orduları Fingon’un ordusunu kuşattı ve gün doğana dek savaştılar, daha da yaklaştılar. Sabah umut geldi, çünkü asıl Gondolin ordusu ile yaklaşan Turgon’un boruları duyulmuştu; Turgon güneyde konuşlanmış, Sirion Geçidleri’ni koruyordu ve halkının büyük kısmını düşüncesizce hücum etmekten alıkoymuştu. Şimdi kardeşinin imdadına koşuyordu; ve Gondolin Noldor’u güçlüydü ve safları güneşte çelikten bir ırmak gibi parlıyordu, çünkü Turgon’un en düşük savaşçılarının kılıçları ve koşum takımları, insanlar arasındaki herhangi bir kralın fidyesinden daha değerliydi.

Sonra, Kral’ın muhafızlarının kalkanlı piyadeleri ork saflarını yardı ve Turgon kendine yol açarak kardeşinin yanına vardı. Turgon ile Fingon’un yanında duran Húrin’in buluşmasının, savaşın ortasında mutlu bir buluşma olduğu söylenir. Sonra bir süre için Angband orduları geri sürüldü ve Fingon çekilmeye başladı. Ama doğuda Maedhros’u püskürtmüş olan Morgoth’un oraya ayıracak büyük güçleri vardı şimdi, Fingon ile Turgon tepelere sığınamadan, onlara kalan güçlerin üç katı büyüklüğünde bir düşman dalgasının saldırısına uğradılar. Angband’ın yüksek kumandanı Gothmog gelmişti; ve o, elf orduları arasına karanlık bir kama sürdü, Kral Fingon’u kuşattı ve Turgon ile Húrin’i kenara, Serech Bataklığı’na doğru süpürdü. Sonra Fingon’a döndü. Haşin bir karşılaşma oldu. Sonunda, muhafızları çevresinde öldükten sonra Fingon yalnız kaldı ve bir balrog gelip, çelikten bir maşa ile onu yakalayana dek Gothmog ile savaştı. Bunun üzerine Gothmog kara baltası ile biçti onu ve yarılırken Fingon’un miğferinden beyaz bir alev fışkırdı. Noldor Kralı bu şekilde öldü; ve onu topuzları ile dövüp toza karıştırdılar ve gümüş-mavi sancağı kanının çamurunda çiğnediler.

Meydan kaybedilmişti; ama Húrin, Huor ve Hador Evi’nden kalanlar Gondolinli Turgon’un yanında sağlamca duruyorlardı; ve Morgoth’un orduları henüz Sirion Geçitlerini kazanamamışlardı. Sonra Húrin Turgon’a şöyle dedi: “Henüz zaman varken, beyim, hemen git! Çünkü sen Fingolfin Evi’nden geriye kalan son kişisin ve Eldar’ın son umudu sende yaşıyor. Gondolin ayakta kaldığı sürece, Morgoth’un yüreği yine de korku bilecek.”

“Artık Gondolin daha fazla gizli kalamaz ve keşfedildiğinde düşecektir,” dedi Turgon.

“Ama birazcık daha dayanırsa,” dedi Huor, “evinden elflerin ve insanların umudu çıkacaktır. Sana, ölümün gözleriyle bakarken, şunu söylüyorum beyim: şimdi sonsuza dek ayrılacak olsak da, beyaz duvarlarınızı bir da ha görmeyecek olsam da, senden ve benden yeni bir yıldız doğacak: Elveda!”

Yakında duran, Turgon’un kız kardeşinin oğlu Maeglin bu sözleri duydu ve unutmadı.

Sonra Turgon Húrin ve Huor’un tavsiyelerini aldı ve ordusunun Sirion Geçitlerine çekilmeye başlaması emrini verdi; ve kumandanları Ecthelion ve Glorfindel sağ ve sol kanatları korudu, ki düşmanından hiç kimse yanlarından geçmesin, çünkü o bölgedeki tek yol dardı ve gittikçe büyüyen Sirion Irmağı’nın batı kıyısının yakınında akıyordu. Ama Dor-lómin İnsanları, Húrin ile Huor’un istediği gibi, arkayı kolluyordu; çünkü gönüllerinde Kuzey topraklarından kaçmak yoktu; ve evlerini geri kazanamayacaklarsa, sonuna kadar orada direneceklerdi. Bu yüzden, savaşa savaşa güneye giden Turgon oldu ve sonunda arkadan Húrin ile Huor’un muhafızlarına yetişti, Sirion’dan geçerek kaçtı ve dağlarda kayboldu, Morgoth’un gözlerinden gizlendi. Ama iki kardeş, Hador Evi’nin güçlü insanlarından geriye kalanları topladılar ve Serech Bataklığı’nın arkasına gelene, Rivil Irmağı’na dayanana kadar adım adım çekildiler. Orada durdular ve daha fazla çekilmeyi reddettiler.

Bunun üzerine Angband’ın tüm orduları tepelerine bindi ve ölülerini dereye köprü ederek, Hithlum’dan kalanları, bir dalganın bir kayayı sarması gibi kuşattılar. Orada, güneş batıda alçalırken ve Ered Wethrin’in gölgeleri kararırken, Huor gözüne saplanan zehirli bir okla düştü ve Hador’un tüm yiğit insanları biçilerek çevresine yığıldılar; ve orklar onların başlarını keserek, günbatımında bir altın tümseği gibi yığdılar.

Húrin sonunda yalnız kalmıştı. Bunun üzerine kalkanını kenara fırlattı ve bir ork kumandanının baltasını kaparak iki elle kullandı; ve baltanın, Gothmog’u koruyan trollerin kara kanıyla tüttüğü ve sonunda eridiği, Húrin’in baltayı her savuruşunda yüksek sesle, “Aure entuluva! Gün yine gelecek!” diye bağırdığı söylenir şarkılarda. Bu şekilde yetmiş kez bağırmış; ama sonunda onu, bu şekilde ona ölümden daha beter kötülük etmeyi düşünen Morgothun emrine uyarak canlı yakalamışlar. Dolayısıyla orklar Húrin’i elleriyle yakaladılar ve Húrin kollarını kesse de eller ona asılı kalıyordu; ve sayıları devamlı yenileniyordu, öyle ki sonunda onların altında gömülü kaldı. Sonra Gothmog onu bağladı ve alay ederek, sürükleye surükleye Angband’a götürdü.

Güneş Deniz’in ötesinde batarken, Nirnaetlı Arnoediad bu şekilde sona erdi. Hithlum’a gece çöktü ve batıdan büyük bir fırtına geldi.

 

Kötücül amaçlarının tamamını henüz başaramamış olsa da, Morgoth’un zaferi büyüktü. Bir düşünce onu çok rahatsız ediyor, yarattığı huzursuzluk zaferini lekeliyordu: Turgon, tüm düşmanları arasında ele geçirmeyi ya da yok etmeyi en çok arzuladığı düşmanı, ağından kaçmıştı. Çünkü, büyük Fingolfin

Evi’nden Turgon şimdi tüm Noldor’un Kralı’ydı; ve Morgoth Fingolfin Evi’nden korkuyor, nefret ediyordu, çünkü onlar Valinor’da ona tepeden bakmıştı ve düşmanı Ulmo’nun dostuydular; ve bir sebep de savaşta Fingolfin’in ona verdiği yaralardı. Morgoth en çok da Turgon’dan korkuyordu, çünkü onu eskiden Valinor’da görmüştü ve o ne zaman yaklaşsa, Morgoth’un ruhuna karanlık bir gölge düşmüş, belirsiz bir gelecekte bir zaman, yıkımının Turgon’dan geleceğini haber vermişti.

Benzer İçerikler

Derviş Kelamı | Funda Uçuk Er

yakutlu

Zehra | Nabizade Nazım | Birazoku

yakutlu

Benim Küçük Sırrım 2 | Dilara Keskin

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy