İçimdeki Kurbağa | Dilge Güney


İçinizdeki kurbağanın sesine kulak verin!

Dilge Güney’in kaleme aldığı İçimdeki Kurbağa, büyüme çağındaki çocukların duygularını tanımaları, anlamaları ve doğru yönetmeleri üzerine kıpır kıpır bir macera!

Turna adında bir ufaklığın midesine “kazara” yerleşen kurbağadan kurtulmak için verdiği mücadeleyi konu edinen bu neşeli roman, akıllara zarar deney fikirleriyle okurların hayal gücünü esnetiyor.

Çizer Gül Sarı’nın her duyguyu boya paletindeki başka bir renkle ilişkilendirdiği karikatür tadındaki resimleriyle anlatısını güçlendiren kitap, karar alma sürecinde duyguların rolü ve etkileri hakkında uzun uzun düşündürüyor.

Abisinin yaptığı tatsız şakadan bu yana Turna’nın içinde acayip şeyler dönüyor. Kimi zaman hoplayıp zıplayan, kimi zaman midesine oturan, kimi zamansa kalbine sarılıp yemek borusuna tırmanan davetsiz bir misafirle uğraşmak zorunda!

Turna, evcil hayvanını içinde büyütüyor!
Evet, yanlış duymadınız, Turna’nın içinde günden güne büyüyen bir kurbağa var: Kıpırdak!

“İnsan içinde hop edip duran bir canlıyla yaşar mı hiç?” demeyin sakın. Eğer mecbur kalırsa neden olmasın? Gerçi Turna’nın can dostu Sinan ne yapıp edip bu kurbağadan kurtulmaları gerektiğini düşünüyor. Üstelik bunun için de harika deney planları var. Hımm, acaba önce hangisini hayata geçirse? Karabiber deneyi başarılı olacak sanki… Peki, işin sonunda Turna içinde dört dönen Kıpırdak’tan kurtulabilecek mi dersiniz?

Kâh içimizde uçuşan kelebeklerle kâh nefesimizi sıkıştıran bir taşla bize işaret veren duygularımıza tercümanlık eden İçimdeki Kurbağa, önce kendimizle, sonrasında hayatın getirdikleri ve götürdükleriyle yüzleşmenin önemine vurgu yapıyor.

Hem zaten ne demişler: “Hiçbir şey mideden kurbağa çıkarmak kadar zor değildir. Özellikle de içinde…”

Bölümler

Hızlı Büyüten Meyve ……………………………………. 7
Kurbağanın Dünyası…………………………………….. 16
Babamın Kamburu ………………………………………. 21
O Kurbağadan Kurtulmamız Gerek………………… 26
Patlama ve Devam Eden Deneyler…………………. 33
Kurbağa Beni Isırıyor……………………………………. 40
Pembe Bulutlar Kurabiye Evi…………………………. 45
Babamın Sırrı………………………………………………. 50
Yanlış Dilek ………………………………………………… 59
Babam İşe Başlıyor ………………………………………. 65
Mehmet Ali Başımın Belası……………………………. 74
Mehmet Ali’yle Anlaşmak……………………………… 83
Sınıftakiler Kıpırdak’ı Öğreniyor…………………….. 89
Pembe Bulutlu Veda …………………………………….. 98

Hızlı Büyüten Meyve

Kışın sonunda havaya, suya ve toprağa üç cemre düşermiş. Bu cemre denen şeylerin ne olduğundan emin değilim ama baharı getirdiklerini biliyorum. Babam böyle söyleyince hayalimde kelebekler gibi uçuşan minik, tatlı pericikler canlanırdı eskiden. Sınıftaki Cemre’yle tanıştığımdan beri, cadı suratlı korkunç yaratıklar geliyor aklıma. Babam cemrelerin düştüğünü görüyor mu, yoksa her sene aynı günlerde mi düşüyorlar, bilmiyorum. Ama onları tek tek saymaya bayılıyor. Üçüncü de düşünce pikniğe gitmek için fırsat kollamaya başlıyor. Normalde yılın ilk pikniğine mart ayında gideriz. Bu yıl, hafta sonları hep yağmurlu geçtiğinden nisan ortasını buldu. Annemle babam piknik sepetini hazırlarken biz de abim Mehmet Ali’yle minderleri, kilimleri depodan çıkarıp silkeledik. Daha doğrusu, ben tek başıma silkeledim. Çünkü Mehmet Ali depoya girince çıkmak bilmiyor. Yine içeride ne işler karıştırıyor kim bilir?

Uzun zamandır annemle babamın neden Mehmet Ali gibi bir çocuğu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim ailede gıcık kimse yok. Mesela annem pamuklar gibi yumuşacık ve tatlıdır. Sesini yükselttiğini bile duymadım. Mehmet Ali hoşuna gitmeyen bir şey olunca kümesine tilki girmiş tavuk gibi ciyak ciyak bağırır. Anneannem onun, ‘şeytanın arka bacağı’ olduğunu söyler ve haklı da olabilir. Aslında ailemizde kötü huy arayınca babam aklımdan geçmedi değil. Bazen çok sinirli olabiliyor ama onunki de gıcıklığından değil. Kimseyi üzmek istemediğini biliyorum. Piknik alanına varınca annem, babam, ben ve dedem hep birlikte sofra hazırlıklarına başladık. Mehmet Ali ise kaşla göz arasında ortadan kayboldu. Yanımıza geldiğinde çok heyecanlıydı. Kulağıma, “Gel benimle, sana hayatının fırsatını sunacağım!” deyip elimden tuttu. Buna o kadar şaşırdım ki! Hayatında ilk defa elimden tutuyor. Dedem gülümsedi bunu görünce. “Bakın, büyüdükçe daha iyi anlaşıyor keratalar!”

Anneannem, babam ve annem onun kadar etkilenmiş görünmüyorlar. Dedem azıcık saftır, her zaman her şeyin iyi olacağına inanır. Yani annem onun için öyle diyor, teyzemle konuşurken. Mehmet Ali derenin kıyısına gelinceye kadar elimi hiç bırakmadı. Suyun üstünde uçuşan mavi güzel böcekler gibiydim ki… Aniden durdu. “İşte burada!” derken bana suyun içindeki siyah noktalarla dolu, jölemsi şeyi gösterdi. Kilerden balık kepçesi gibi bir şey kapmış, yakından görelim diye birazını onunla alıverdi. “Bu da ne böyle?” “Suda yetişen mucizevi bir meyve!” “Meyve mi? Hiç böyle meyve görmedim.” “Bak, siyah noktaları kivininki gibi. Çekirdekli üzüme de benziyor. Sadece rengi şeffaf. Hem ben seni bu tarihî âna şahitlik etmen için getirdim.” “Tarihî âna mı?” “Tabii ya…” derken cebinden katlanmış bir kâğıt çıkardı. “Şunu görüyor musun?”

Gazeteden kesilmiş kâğıtta, aynı sudakine benzer
bir meyvenin resmi var.
“Evet, ne olmuş?”
“Bu ne biliyor musun?”
“Sudaki meyve işte.”

“Doğru ama tam da bilemedin. Bu hızlı büyüten
meyve!”
“Nasıl yani?”
“İşte bunu yiyorsun ve altı ayda iki yaş birden büyüyorsun! Şimdi ben yiyeceğim, sen de gör istedim.”
“Emin misin, biraz iğrenç görünüyor.”
“Eminim tabii, fen dersinde öğretmen anlatmıştı;
böyle nehir kenarında bulunurmuş. İnanılmaz bir
şey, gerçekten de burada işte.”
“Nasıl büyütür ki? Saçma biraz.”
“Neden saçma olsun? Annem hep, ‘Öyle ıvır zıvırla, şekerle çikolatayla büyünmez; yumurta, peynir yiyeceksiniz,’ demez mi?”
“Der…”
“İşte bu daha da hızlı büyütüyor o kadar! Fen
öğretmeni anlattı diyorum sana.”

Bu iş pek hoşuma gitmedi. ‘Mehmet Ali zaten büyük diye sürekli bana bebek muamelesi yapıyor, bunu da yerse?..’ diye düşünürken kararımı verdim. “Ben de yiyeceğim o zaman!” “Olur, yiyebilirsin ama sadece bir tane ha! Çok da hızlı büyüme sonra, benden büyük olma…” Bu fikir daha da hoşuma gitti. Ben ondan büyük olursam ona bebek muamelesi yaparım. “Anlaştık,” dedim sinsi sinsi.

“Aslında iyi fikir ha! Ben seninle neden hiç oynamıyorum?”
“Neden?”
“Çünkü küçüksün!”
“Sadece yirmi bir ay!”
“Olsun, küçüksün sonuçta! Eğer yersen hızlıca
büyürsün ve beraber oynayabiliriz! Bu ikimizin de
işine gelir.”
O böyle deyince utandım azıcık. Bu hızlı büyüme fikri gerçekten hoşuma gitti. Gözümü kapattım,
ağzımı açtım ve abimin, o jöle gibi vıcık vıcık şeyi
dilimin üstüne koymasına izin verdim.
“Hemen yut, çiğneme!” dedi.
Ben de öyle yaptım ve o şeyi yutuverdim. Bu biraz mide bulandırıcıydı.

Mehmet Ali bana bakıp gülümsedi. “Kimseye söylemek yok ama! Annemler, neden hızlı büyüttün kızımızı diye bana kızabilir.” Doğru söylüyor, özellikle babam duyarsa kıyamet kopabilir! Yavaş yavaş, etrafa bakına bakına geri döndük. Ağzımda çirkin bir tat kaldı o meyveden ama pek umurumda değil. Hızlı büyüyeceğimi düşündükçe heyecanlanıyorum. Annemlerin yanına vardığımızda sofra neredeyse hazırdı. Babam bir yandan termostaki çayı bardaklara dolduruyor, bir yandan da homurdanıyor: “Mangalcılar! Hep aynı rezillik!” Pikniğe gelenler genelde mangalda et pişirir ama biz daha çok kahvaltı yapıyoruz. Babama göre ormanda mangal yapılmazmış. Hem tehlikeliymiş hem de görgüsüzlükmüş. Çünkü et pahalı olduğundan herkes alamazmış. O sırada baktım Mehmet Ali, futbol oynayan dört oğlanın yanına gitmiş. Onlarla oynayacak gibi. Hemen koştum arkasından. “Hani meyveyi yiyince beraber oynayacaktık?” “Büyüyünce dedim, hemen şimdi demedim ki!” “Altı ayda iki yaş büyüyeceğime göre şimdiden biraz büyüdüm demektir. Eğer beni de oynatmazsan annemlere söylerim!”

“Tamam tamam, sen de oyna bizimle.” Bu sırada oğlanlardan biri, “Biz böyle üçümüzüz!” dedi yanındaki iki kişiyi kolundan tutarak. Abimin arkasında duran kıvırcık saçlı oğlan, “Üçe iki olmaz ama!” diye sızlanınca ben araya girdim: “Koca çocuksun sen, matematik derslerinde uyuyor muydun ne? Üçe üç oluyoruz işte ben de olunca.” “Uzatma, geç oyna!” dedi Mehmet Ali. Sonra diğerlerine göz kırptı. Galiba benim iyi oynayamayacağımı sandılar. Maç başladı ama ben ortada sıçan oynar gibi oradan oraya koşturuyorum, top bana hiç gelmiyor. Sonunda Mehmet Ali, ona çelme takacağımı anlayınca pas vermek zorunda kaldı. Ve böylece, bana kıs kıs gülerek bakan kalecinin bacaklarının arasından topu yuvarlayarak ilk golü atmış oldum. “Goooool!” diye bağırdım. Ama benden başka kimse sevinmedi. “Neden sevinmiyorsunuz siz? Gol oldu!” Diğer takımdaki oğlanlardan biri, “Fasulyenin attığı gol sayılmaz da ondan!” dedi. “Ne fasulyesi? Anlamadım.” Güya takım arkadaşım kıvırcık oğlan, “Jack’in sihirli fasulyesi!” diye fısıldadı diğerlerine. Hepsi kahkahalarla güldüler. Mehmet Ali dâhil…

“Ben okulda her gün futbol oynuyorum. Hepinizden de iyiyim. Ama sizinle oynamayacağım, annemlerin yanına gidiyorum!” diye bağırdım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Arkamı dönünce elimle sildim akan iki damla gözyaşını. Görürlerse daha çok dalga geçerler; Cemre hep öyle yapıyor. Mehmet Ali umursamadı, oğlanlarla oynamaya devam etti. Meyve beni büyüttüğünde ben de onunla oynamayacağım. Annemlere anlatayım da görsün gününü. Piknik masasına doğru koştum. Çay içiyorlar. Öyle neşeliler ki… Zaten babam piknikte hep böyle olur. O biraz pusula gibi; herkesin neşeli mi, kızgın mı, üzgün mü olacağına karar veriyor. Hepimiz sanki onu taklit ediyoruz. Şimdi ben hızlı büyüten meyveyi söylersem Mehmet Ali’ye kızacak, herkes de onunla beraber kızgın olacak. Söylemesem mi? Ya çok fazla büyürsem? Ya şapşal Mehmet Ali bana yalan söylediyse? Ona neden güvendim ki? Eve sığmazsam mesela, nerede yaşarım o zaman? “Kızım ne diye dikiliyorsun orada öyle? Bak sofra hazır. Abini de çağır,” diye bağırdı annem. “Abim bana hızlı büyüten meyve yutturdu,” dedim yanlarına gidip.

Herkes sustu, merakla bana bakıyorlar. “Hızlı büyüten meyve de neymiş?” diye sordu anneannem. “Ya böyle suyun içinden aldı, ortası siyah noktalı, şeffaf.” Babam ayağa kalktı. “Mehmet Aliii, çabuk gel buraya!” Mehmet Ali, babamı duyunca maçı bırakıp koşarak yanımıza geldi. Meyveyi söylediğimi anladı, o da bana kızmıştır. Tam da dediğim gibi oldu, artık herkes kızgın. “Ne yedirdin sen kardeşine?” “Hiiç, orman meyvesi.” “Saçmalama oğlum, tarif ettiği şey meyveye falan benzemiyor.” “Bir şey değil ya, kurbağa yumurtası yedirdim.” “Nee!” diye kükredi babam, neredeyse bir aslan gibi. İçimde bir şey çıtırdadı. Midemin içinde mi, kalbimin içinde mi bilmiyorum. Ama onu hissettim. Anneannem beni yakaladığı gibi parmaklarını boğazıma daldırdı. Bastırdıkça bastırıyor dilimin arkasına doğru. Birden derinlerden gelen koca bir öğürtüyle midemde ne varsa çıkıverdi. Yumurta hariç…

 

Benzer İçerikler

Don Kişot (Ünlü Çocuk Romanları – 1)

yakutlu

Don Kişot | Miguel de Cervantes

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy