İkizler Neyin Peşinde? | Erich Kastner


Büyük rastlantı!Karakterleri tamamen zıt, dış görünüşleri aynı iki kız çocuğu yaz kampında karşılaşınca, ikiz kardeş olduklarını fark ederler. Anne ve babalarına bir oyun oynamak için kılık değiştirip birbirlerinin yerine geçerler. Macera da böyle başlar.Alman çocuk edebiyatının çığır açıcı yazarlarından biri olarak nitelendirilen Erich Kästner’in aile ve kardeş sevgisinin ön planda yer aldığı bu kitabında sır tutma, dayanışma ve farklı karakterlere sahip olmanın önemine değiniliyor.

İçindekiler
Birinci Bölüm ………………………………………………………………….9
İkinci Bölüm………………………………………………………………….23
Üçüncü Bölüm……………………………………………………………….37
Dördüncü Bölüm …………………………………………………………. 44
Beşinci Bölüm ………………………………………………………………. 51
Altıncı Bölüm ………………………………………………………………..63
Yedinci Bölüm ……………………………………………………………….82
Sekizinci Bölüm…………………………………………………………… 94
Dokuzuncu Bölüm………………………………………………………..116
Onuncu Bölüm ……………………………………………………………. 125
On Birinci Bölüm …………………………………………………………140
On İkinci Bölüm…………………………………………………………..147

Birinci Bölüm

Bühlsee’de Bir Tatil Köyü • Tatil Köyleri Arı Kovanlarına Benzer • Otobüsle Gelen Yirmi Yeni Çocuk Lüle Saçlı Kızla Örgülü Saçlı Kız • Bir Çocuk Başka Bir Çocuğun Burnunu Isırabilir mi? • İngiltere Kralı ve Astrolojik İkizi • Gülme Kırışıklıkları Edinmenin Zorlukları Üzerine

Seebühl adını duydunuz mu? Bir dağ köyü olan Seebühl’ü bilir misiniz? Hayır mı? Bilmiyor musunuz? Tuhaf, kimse Seebühl’ü bilmiyor! Burayı bilen birileri mutlaka vardır. Rastlantı sonucu, bu soru sadece Seebühl’ü bilmeyenlere sorulmuş olmalı. Buna hiç şaşırmam. Böyle şeyler oluyor çünkü. Seebühl’ü bilmediğinize göre buradaki ünlü tatil köyünü de bilmiyorsunuzdur. Çok yazık. Ama olsun… Zaten çocukların gönderildiği tatil köyleri, iki kiloluk ekmekler ya da yabanmenekşeleri gibi benzer birbirlerine; birini biliyorsanız hepsini biliyorsunuz demektir. Dolaşırken çocukların kaldığı tatil köylerinden birinin önünden geçiyorsanız bunların devasa arı kovanları olduğunu düşünürsünüz. Kahkaha, çığlık, fısıltı, kıkırdama uğultusu sarmıştır etrafı. Tatil köyleri, çocukların mutluluğu, çocukların neşesiyle oluşan kocaman arı kovanlarıdır. Bu tatil köylerinden ne kadar çok olursa o kadar iyi. Zaman zaman, genellikle akşamları, gri renklere bürünmüş bir cüce olan sıla hasreti, yatakhanedeki yataklara çöreklenir, çantasından gri aritmetik defterini ve gri kurşunkalemini çıkarıp ciddi yüz ifadesiyle çevresindeki çocukların gözyaşlarını sayar, ağlayan ve ağlamayan çocukların gözyaşlarını. Ama sabah olunca sen görmeden, gri cüce ortadan kaybolmuştur! Artık süt fincanları takırdar, minik ağızlar yarışırcasına gevezelik eder. Artık plaj hasırlarının sürüler halinde serin, koyu yeşil göle doğru koşma, suya girip birbirlerine su sıçratma, çığlık atma, neşe içinde bağırma, gaklama, yüzme ya da en azından yüzermiş gibi yapma zamanıdır. Sizlere anlatmak istediğim hikâyenin başladığı yer olan bu tatil köyünde de durum aynı. Hikâye biraz karışık. Olup biteni iyice anlayabilmek için bazen çok dikkatli olmanız gerekecek. Fakat başlarda her şey oldukça rahat gidiyor. Karışıklık daha sonraki bölümlerde gelecek gündeme. Hem karışık hem de bir hayli heyecan verici. Şimdilik bütün çocuklar gölde yüzüyorlar, en ele avuca sığmaz davranan da kafası lüleler ve tuhaf fikirlerle dolu Luise. Viyanalı Luise Palfy… Tam o sırada bir gong sesi duyuldu. Bir daha, sonra bir daha. Hâlâ suda olan çocuklar ve görevliler kıyıya çıktılar aceleyle. “Gong herkes için çaldı!” diye seslendi Bayan Ulrike. “Hatta Luise için bile!” “Geliyorum! Sonuçta yaşlı birinin hızlı tren gibi hareket etmesi beklenemez.” En son o çıktı sudan. Bayan Ulrike, laklak eden sürüsünün tamamını ahıra -ah hayır!- yemekhaneye sürdü. Saat tam on iki; öğle yemeği zamanı. Yemekten sonrası merakla beklenecek. Neden mi? Çünkü öğleden sonra yirmi “yeni” çocuk geliyor. Güney Almanya’dan yirmi küçük kız. Acaba içlerinde birkaç züppe var mıdır? Ya da dedikoducu? Belki de on üç, hatta on dört yaşında kocaman genç kızlar vardır aralarında. Yanlarında ilginç oyuncaklar olacak mı dersiniz? Keşke büyük lastik top getiren biri olsa! Trude’nin topunun havası çoktan kaçtı. Brigitte kendi topunu bir türlü çıkarmıyor; hatta tuttu dolaba kilitledi. Sıkı sıkı. Böyle şeyler de oluyor. Öğleden sonra Luise, Trude, Brigitte ve diğer çocuklar, açık olan demir kapıda dikilmiş yeni gelenleri istasyondan almaya giden otobüsü bekliyorlardı merakla. Eğer tren zamanında gelmişse aslında şu sıralar burada olmala… Tam o sırada korna sesi duyuldu! “Geliyorlar!” Yol boyunca ilerleyen otobüs, dikkatle girişe yönelip durdu. Aşağıya inen şoför, birbiri ardına küçük kızları indirmeye başladı araçtan. Fakat indirdiği sadece küçük kızlar değildi; bavullar, çantalar, bebekler, sepetler, torbalar, bez köpekler, tekerlekli patenler, küçük şemsiyeler, termoslar, yağmurluklar, sırt çantaları, katlanmış yün battaniyeler, resimli kitaplar, bitki toplama çantaları, kelebek kepçeleri… Rengârenk bir sürü eşya işte. Son yolcu eşyalarıyla birlikte otobüsün kapısında belirdi, ciddi görünümlü küçük bir kızdı bu. Şoför kollarını uzattı çocuğu indirmek için.

Küçük kız, hayır anlamında başını salladı, bu arada iki yanından sarkan iki örgüsü de sallanmıştı. Nazik ve kesin bir ifadeyle, “Teşekkür ederim, hayır!” diyerek otobüsün merdiveninden sakin, güvenli indikten sonra biraz utangaç gülümseyerek baktı etrafına. Ansızın gözleri, şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış birinin üzerinde kitlendi. Kıpırdamadan bakıyordu Luise’ye! Luise de şaşkındı; korkuyla yeni gelenin yüzüne dikmişti gözlerini! Diğer çocuklar da, Bayan Ulrike de tam anlamıyla afallamışlardı. Otobüsün şoförü, şapkasını ensesine doğru itip başını kaşıdı, ağzı da bir karış açıktı. Neden acaba?

Luise ve yeni gelen küçük kız birbirlerine öyle benziyorlardı ki karıştırmamak olanaksızdı! Birinin uzun lüle saçları vardı, diğerinin saçları ise iki yandan sıkı sıkı örülmüştü. Aralarındaki tek fark gerçekten buydu. Ansızın arkasını dönen Luise, sanki peşinde yırtıcı aslanlar, kaplanlar varmış gibi bahçeye doğru koşmaya başladı. “Luise!” diye bağırdı Bayan Ulrike. “Luise!” Sonra omuzlarını silkip yeni gelen yirmi küçük kızı kalacakları yere götürdü. Saçları örgülü küçük kız, en arkada yürüyordu; kararsız ve şaşkın olduğu her halinden belliydi. Tatil köyünün yöneticisi Bayan Muthesius, bürosunda yaşlı ve kararlı aşçıyla ertesi günün yemek listesini konuşuyordu. O sırada kapı çaldı. Bayan Ulrike gelmişti. Çocukların sağ salim tatil köyüne ulaştıklarını, hepsinin sağlıklı ve neşeli olduğunu bildirdi. “Sevindim. Teşekkür ederim!” “Bir şey daha var…” “Öyle mi?” Tatil köyünün işi başından aşkın yöneticisi, bir an için kaldırdı başını. “Luise Palfy ile ilgili.” Bayan Ulrike duraksamadan konuşuyordu. “Dışarıda kapının önünde bekliyor…” “Gelsin bakalım, küçük yaramaz!” Bayan Muthesius, gülümsemesine engel olamamıştı. “Yine ne yaptı?”

“Bu kez hiçbir şey,” dedi yardımcı. “Sadece…” Kapıyı yavaşça açıp seslendi. “Siz ikiniz gelin bakalım! Korkulacak bir şey yok!” Odaya giren iki küçük kız, birbirlerinden epeyce uzak durmuşlardı. “Gözlerime inanamıyorum!” diye mırıldandı aşçı kadın. Bayan Muthesius, iki küçük kıza şaşkınlık içinde bakarken Bayan Ulrike, “Yeni gelenin adı Lotte Körner, Münih’ten,” dedi. “Siz akraba mısınız?” İki kız başlarını hayır anlamında salladılar; belli belirsiz ama emin bir tavırla. “Bugüne kadar birbirlerini hiç görmemişler!” dedi Bayan Ulrike. “Tuhaf değil mi?” “Neden tuhaf olsun ki?” diye sordu aşçı. “Biri Münih’te, diğeri Viyana’da yaşadığına göre birbirlerini nasıl görecekler?” Bayan Muthesius: “Birbirine bu kadar benzeyen iki kız, kesinlikle iyi arkadaş da olacaktır. Böyle yabancı gibi durmayın, çocuklar, el sıkışın bakalım!” dedi sevecen bir tavırla. Luise, “Hayır!” diye bağırıp ellerini arkasına götürdü. Neler oluyor der gibi omuzlarını kaldıran Bayan Muthesius, biraz düşündükten sonra, “Gidebilirsiniz,” dedi kızlara. Luise, hızla kapıya koşup kendini dışarı atarken Lotte, reverans yaparak çıktı odadan. Yönetici, “Biraz bekle Lotte,” deyip büyük bir defterin sayfalarını çevirmeye başladı.

“Adını kaydedeyim. Nerede ve ne zaman doğduğunu da tabii. Annenin ve babanın adını da unutmayalım.” “Benim sadece annem var,” diye fısıldadı Lotte. Bayan Muthesius kalemi mürekkep hokkasına batırdı. “Önce doğum tarihin!” Koridorda yürüyüp merdivenlerden çıkan küçük kız, bir odaya girip dolabın önünde durdu. Bavulunu açtı; elbiselerini, gömleklerini, önlüklerini ve çoraplarını kendisi için ayrılan dolaba yerleştirecekti. Uzaktan gelen çocuk sesleri, açık pencereden doluyordu içeriye. Lotte’nin elinde genç bir kadının fotoğrafı vardı, bir süre sevgiyle baktığı fotoğrafı eşyalarının altına sakladı dikkatle. Dolabı kapamak istediği sırada kapının içindeki aynaya takıldı gözü. Sanki kendi yüzünü ilk kez görüyormuş gibi ciddiyet ve merakla süzdü aynadaki görüntüsünü. Sonra ani bir kararla iki örgüsünü iyice arkasına atıp saçlarını Luise Palfy’ninkiler gibi iki yana saldı. Bir yerlerde bir kapı çarpıyordu. Lotte, yakalanmış gibi hızla indirdi ellerini saçlarından. Luise, arkadaşlarıyla bahçe duvarının üzerine oturmuştu, iki kaşının arasında derin bir çizgi vardı. “Ben olsaydım buna izin vermezdim,” dedi sınıf arkadaşı Trude. “Küstaha bak, senin yüzünle çıkagelmiş!” “Ben ne yapabilirim ki?”

Luise’nin kızdığı belliydi. “Yüzünü tırmala!” önerisinde bulundu Monika. “En iyisi burnunu ısırıp kopar!” Bu öneri de Christine’den gelmişti. “Böylece beladan bir vuruşta kurtulmuş olursun!” Bir yandan da keyifle ayaklarını sallıyordu. “Tatilimi berbat etti!” diye homurdandı Luise, hayata gerçekten küsmüş gibiydi. “Onun suçu yok ki!” Lafa giren tombul yanaklı Steffie’ydi. “Bana benzeyen biri gelseydi…” Trude güldü. “Senin yüzünle ortalıkta dolaşacak kadar aptal birinin olabileceğine inanmıyorsundur sanırım.” Steffie somurturken arkadaşları neşeyle güldüler. Luise bile yüzünü buruşturmuştu.

Gong sesi duyuldu. Christine, “Yırtıcı hayvanları yemleme zamanı!” diye bağırdı; kızlar duvardan aşağıya atladılar. Yemekhanede Bayan Muthesius Bayan Ulrike’ye: “Birbirine tıpatıp benzeyen küçük kızları yan yana oturtalım,” dedi. “Belki de radikal bir önlem ilişki kurmalarına yardımcı olabilir!” Çocuklar gürültüyle aktılar salona. Tabureler oradan oraya itiliyor, nöbetçi kızlar buharı tüten çorba kaplarını masalara taşıyor, masa nöbetçileri uzatılan tabakları dolduruyorlardı. Luise ve Trude’nin arkasına geçen Bayan Ulrike Trude’nin omzuna vurdu hafifçe:

“Sen Hilde Sturm’un yanına oturuyorsun.” Arkasını dönen Trude bir şeyler söylemek istedi: “Ama…” “İtiraz yok, tamam mı?” Omuzlarını silken Trude ayağa kalkıp homurdanarak değiştirdi yerini. Tabaklara çarpan kaşık sesleriyle çınlıyordu yemek salonu. Luise’nin yeri boştu. Boş bir taburenin bu kadar dikkat çekmesi şaşırtıcıydı. Sonra sanki emir verilmiş gibi bütün gözler kapıya çevrildi. Salona Lotte girmişti. “Nihayet gelebildin,” dedi Bayan Ulrike. “Benimle gel, sana yerini göstereyim.” Bayan Ulrike, örgülü saçlı sessiz ve ciddi kızı masalardan birine götürdü. Kafasını kaldırıp gelenlere bakmayan Luise öfkeyle içiyordu çorbasını. Denileni yapıp Luise’nin yanına oturan Lotte, boğazı düğümlenmiş olsa da çorbasını içmek için kaşığı eline aldı. Diğer kızlar bu tuhaf ikiliye bakıyorlardı yan gözle, kendilerinden geçmiş gibi bir halleri vardı. İki, hatta üç başlı bir dana bile daha ilginç olamazdı herhalde. Şişman, tombul yanaklı Steffie heyecandan ağzını kapamayı unutmuştu. Luise’nin kendisini daha fazla tutması olanaksızdı. Zaten tutmak da istemiyordu. Masanın altından Lotte’nin baldırkemiğine bir tekme attı, hem de var gücüyle! Acıdan irkilen Lotte dudaklarını sıktı iyice. Büyüklerin masasında yardımcı Gerda konuşuyordu başını sallayarak:

“Anlaşılır gibi değil! Tamamen yabancı iki insan ve şu benzerliğe bakın!” Bayan Ulrike düşünceliydi. “Belki de bunlar astrolojik ikizlerdir?” “Neymiş?” diye sordu Bayan Gerda. “Astrolojik ikiz ne demek?” “Bazı insanlar uzaktan bile akraba olmamalarına rağmen aynı salisede dünyaya geldikleri için birbirlerinin aynısı olabiliyorlarmış!” Bayan Gerda, “Aaa!” diye mırıldandı. Başını sallayarak devam etti Bayan Muthesius sözlerine: “Bir yerde okumuştum. Londra’da bir erkek terzisi İngiltere Kralı VII. Eduard’a benziyormuş. Adamın sakalı da kralınki gibi sivriymiş, tıpkısının aynısı yani. Kral, adamı Buckingham Sarayı’na çağırtıp uzun süre sohbet etmiş onunla.” “İkisi de aynı salisede mi doğmuşlar gerçekten?”

….

Benzer İçerikler

Sevgi Masalı | Samed Behrengi

yakutlu

Ağaçkakanlar

yakutlu

Şimşek Hırsızı – Percy Jackson ve Olimposlular

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy