İnsanın Sırrı – Cevizi Kırıp İçini Göremeyenler, Onu Kabuktan İbaret Sanırlar! | Kemal Tekden


Yazarının tıp mensubu olmasına ve bilimsel pek çok çalışma içermesine rağmen bu kitap, akademik bir çalışma iddiasında değildir. Bununla birlikte maksat bu konuda bir tartışma başlatmak ve mütevazı bir yol açmaktır. “İnsanın Sırrı”, bilimsel gerçeklere dayanmakla birlikte,dinî bilgilerle mezcedilmiş bir anlatım sergilemektedir. Hatta bu anlatımı insanlık tecrübesinin ortak değerleri kabul ettiğimiz bilge insanlara ait hikmetli sözlerle zenginleştirme çabası içine girmiştir.

İmam-ı Azam, “cevizin kabuğunu kırıp içini göremeyenler, cevizi sadece kabuktan ibaret zannederler.” diyor. İnsan da dışarıdan oldukça basit bir beden yapısı olarak görülebilir. Oysa içinde maddi ve manevi ne muhteşem dünyalar vardır. Bu mükemmel sistem incelendikçe, insan gerçeğinin daha da farkına varılacaktır. Bu yüzden bu kitabı acizane kabuğu kırma çabası olarak görebilirsiniz. Kitabın sayfalarında bu mükemmelliği hissedeceğinizden eminiz.

***

İÇİNDEKİLER

TAKDİM     ….     9
ÖN SÖZ     ….     11
GİRİŞ     ….     15

1. BÖLÜM
İNSANIN KONUMU
KÂİNAT BÜYÜK BİR KİTAPTIR     ….     19
CANLI MAHLÛKATA GÖRE İNSANIN KONUMU     ….     21

2. BÖLÜM
İNSANIN ORTAYA ÇIKIŞI VE YAPISI
İNSANIN OLUŞUMU     ….     27
MİKRO KOZMOSDAKİ İNSAN     ….     37
DOĞUM VE İNSANIN GELİŞİMİ     ….     41
GENETİK ŞİFREMİZ     ….     45
İNSAN VÜCUDU     ….     48
Damarlarımızdaki Koşuşturmanın Bize Söyledikleri     ….     49
Gözümüzün Mükemmelliği     ….     49
Beyin     ….     51
Beynin Çalışması     ….     54
GERÇEK YÖNETİCİ: RUH     ….     59
HER İNSAN ÖZELDİR     ….     63
ESTETİK YAPI SAHİBİ OLAN İNSAN     ….     64
CANLILIK ve HAYAT     ….     66
DUYULARIMIZ     ….     67
MİZAÇ ve İNSAN TİPLERİ     ….     76
FİZYONOMİ (İLM-İ SİMA)     ….     81

3. BÖLÜM
MEDENİYETLERİN İNSANA BAKIŞI
FELSEFÎ EKOLLERİN İNSANA BAKIŞI     ….     83
KİŞİSEL GELİŞİM ANLAYIŞI     ….     95
BUGÜNKÜ BİLİM ZİHNİYETİ     ….     100
Kuantum Fiziği     ….     104
DİNLERİN İNSANA BAKIŞI     ….     111

4. BÖLÜM
İNSANIN SOYUT YANI
DRAMATİK İNSAN     ….     117
İNSANIN İHTİYAÇLARI     ….     120
Yeme ve Uyku İhtiyacı     ….     120
Konuşma İhtiyacı     ….     126
İnanma İhtiyacı     ….     127
CAN, NEFİS VE VİCDAN İLİŞKİSİ     ….     134
ZEKÂ, AKIL, ŞUUR, İRADE     ….     139
KALP, GÖNÜL VE RUH İLİŞKİSİ     ….     143
İNSANIN ZAYIF VE GÜÇLÜ YÖNLERİ     ….     150
İNSANIN AKTİFLİĞİ VE ZENGİNLİĞİ     ….     157
AHLAK GEREKLİ Mİ?     ….     160
KADERİMİZ ELİMİZDE Mİ?     ….     167
ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI STRES     ….     174
ÖLÜM YOK OLUŞ MU?     ….     182
AŞK ve MUHABBET     ….     193
İDEAL İNSAN TİPİ VE İNSANIN SAADETİ     ….     196

SONUÇ
İNSANIN SIRRI VE GERÇEK DEĞERİ     ….     209

.

Bu kitabımı hayatımdaki iki muhterem kadına;
rahmetli annem Aysel Hanım’a
ve değerli eşim Ruziye Hanım’a ithaf ediyorum.

.

Bu kitabın telif gelirinin tamamı TÜZDEV’e
(Türkiye Üstün Zekâlı ve Dahi Çocukların Eğitimi Vakfı)
tahsis edilmiştir.

.

TAKDİM

Bütün tasavvufî doktrinlerde; insanın kendi tabiatını tanıması, olgunluğun en yüksek mertebesi olarak tarif ediliyor. Yani insan, olup biten ve varlığına mana veremediğimiz bütün muammaya cevap olabilecek kadar bilmecelerle ve elbette cevaplarla dolu bir yumaktır.

Astrofizikle uğraşan bilim adamlarının, uzak gök cisimlerinden gelen radyo dalgalarını tarayıp filtre ederek, çok değerli ve şaşırtıcı nitelikte ön bilgiler derleyebildiklerini hatırlayalım. Çıplak gözün değil, konvansiyonel çapta teleskopların bile fark edemediği uzaklıklardan süzülen solgun radyo dalgalarını bilgiye dönüştürebilen insan zekâsının, bu defa kendi üzerine kıvrılması çok daha net ve kolay bir tarzda elverişli bilgiye ulaşabileceğimiz kanaatini güçlendiriyor ama durum öyle hiç de değil.

Doğrusu, insan kendi hakikatine yaklaşıp onu tanıyabilecek kabiliyette bir mahlûktur ama onda kendi tabiatını inkâr eğilimi de görürüz. Hazreti Âdem Peygamber ve oğullarının kıssalarından öğrendiğimiz bu zıtlık, şüphesiz ki kıyamete şahit olacak son insanda da temsil olunacaktır. Bizler, hakikati teşhis ve inkâr kabiliyetiyle donatılmış çelişkili tabiatta mahlûklarız. Bu zıtlık, galiba şu noktadan doğuyor: Önce basit bir merak ve hemen ardından daha fazla dikkat ve emekle geliştirilmiş ilmi dikkatle yönlendirilen araştırma süreçlerinde, gözlemci ile gözlenen arasındaki etkileşme, sonuç safhasında gözlemciyi teolojik bir tercihte bulunmak mecburiyetine sürüklüyor.

İnsan fantastik derecede ilginç, tabiatüstü, şaşırtıcı, karmaşıklığı içinde müthiş bir düzen barındıran, zengin bir donanıma sahip. Öyleyse bu karmaşık ve muhteşem yapının varlığını neyle ve nasıl izah edebileceğiz? Bu soruya verilen cevaplar çeşitlilik göstermekle birlikte iki ana gruba ayrılıyor: İlki, insanın çok yüksek bir irade ve otorite tarafından tasarlanıp yaratıldığıdır. İkincisi ise malûm; “Bir yaratıcı ve tasarlayıcı yoktur; oluş, maddenin ve tesadüfün eseridir.” görüşü. Eski Yunan’dan çok daha kadim zamanlardan beri tartışılan bu konunun, herkesi tatmin edecek netlikte kesin bir cevaba kavuşamayışı ayrıca çok dikkat çekicidir. Kesin cevap yoktur, çünkü soru, ucu kapalı tasarlanmıştır. Bilimin ulaştığı son noktada, insanlığın yetiştirdiği en kapasiteli beyinlerin dikkat ve spekülasyonlarıyla zenginleşen tartışmalar, sonunda aniden başlangıç noktasına dönüveriyor; inanç noktasına.

Elinizdeki kitap, ilk cevabı destekliyor ve okuyucularını konu üzerinde durmaya, düşünmeye, akletmeye çağırırken, onlara yine bilim tarafından desteklenen makul veriler sunuyor. Dr. Kemal Tekden, bir tabip olmanın gerektirdiği tıbbî donanıma ilâveten, insanın oluş hakikati üzerine eğilerek, âdeta bir uzmanın göstereceği emekle insanı yine kendi hakkında araştırmaya ve düşünmeye davet ediyor. Yıllardan beri özel sohbetlerde, kamuya açık sohbet ve konferanslarda dile getirdiği dikkatleri, “İnsanın Sırrı” adını verdiği kitapta bir araya getirmiş bulunuyor. Yazarın, asıl uzmanlık alanının dışında beşer cinsinin en temel sorularına cevap araması hiç şüphesiz alkışlanması ve takdir edilmesi gereken bir uğraşdır. Genellikle tıp adamlarına izâfe edilen, “Tıbbiyeden bazen de doktor çıktığı olur” esprisi, bana göre tabiplere yöneltilmiş en zarif övgülerden biridir zira bu söz, diğer meslek kolları içinde tıp adamlarının hayata bir başka pencereden bakabilmeyi önemsediklerini gösterir. İşte Dr. Tekden, mesleğiyle pekâlâ yetinebilecek iken kendini aşan ve hayatın en büyük bilmecesine cevap aramayı çok ciddi bir hedef edinen bir münevver sıfatıyla ayrıca takdiri hak ediyor. Kaleme aldığı eser, “Sadaka-i câriye” neviinden, daima feyzi ve bereketi devam edecek bir hayırdır ve inşallah hayra vesile olacaktır.

İrfan dünyamızda böyle faaliyetlerin sahiplerine yapılacak en güzel duayla sizleri “İnsanın Sırrı” ile baş başa bırakıyorum: “Allah hayretimizi ve ilmimizi artırsın.”

Ahmet Turan ALKAN

ÖN SÖZ

İnsanın kendini tanıma çabasından dolayı, insanla alakalı kitaplar daima ilgi çekmiş ve halen de çekmektedir. Böyle olmakla birlikte insanı bütün yönleriyle anlatan çalışmaların bulunmaması bu sahada büyük bir boşluk oluşturmaktadır. Batı temelli ve bu boşluğu doldurma çabası taşıyan bir ilim dalı olan Antropoloji ise, insanı tanıma gayretine rağmen, tamamen materyalist temele bağlı olduğu için, bize göre oldukça eksik kalmaktadır.

Yaklaşık yirmi yıl gibi bir süreden beri bu alanda yaptığımız çalışmalar ve verdiğimiz konferanslara ilginin yoğunluğu, bu konuda bir kitap yazma ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Böylece olgunlaşan bu çalışma, insanı mümkün olduğunca bütün yönleriyle ele almış, bu yönden de bütün dinler, felsefî görüşler ve bilimsel gelişmeler incelenmiş ve elinizdeki bu kitap ortaya çıkmıştır.

Bilimsel pek çok bilgi içermesine rağmen bu kitap, akademik bir çalışma iddiasında değildir. Bununla birlikte maksat bu konuda bir tartışma başlatmak ve mütevazı bir yol açmaktır. “İnsanın Sırrı”, bilimsel gerçeklere dayanmakla birlikte, dinî verilerle mezcedilmiş bir anlatım sergilemektedir. Hatta bu anlatımda, insanlık tecrübesinin ortak değerleri kabul ettiğimiz bilge insanlara ait hikmetli sözlerle zenginleştirme çabası içine girilmiştir.

Bu kitaptaki konuların her biri biliyoruz ki ayrı ayrı ciltlerle anlatılabilecek derecede oldukça çaplı ve şumüllü konulardır. Fakat konular mümkün olduğunca teferruata girmeden, kolay okunur ve anlaşılır hale getirilmeye çalışılmıştır. Farklı ilmî, felsefî ve dinî görüşlere yer vermekle beraber, insanın soyut yönüne en kapsamlı ve mantıklı cevabı veren İslam’ın görüşü daha ön planda ortaya konulmuştur. Dolayısıyla arayış içindeki insanlığa, İslam’ın alternatif insan anlayışı sunulmaya çalışılmıştır. İnsanın soyut-ruhî yönüyle alakalı elbette farklı tartışmalar olmuş ve olmaktadır. Fakat burada okuyucunun kafasını bunlarla fazla meşgul etmemek için, kendimize göre makul gördüğümüz izahlar yapılarak mümkün olduğunca konu bütünlüğü de oluşturulmaya gayret edilmiştir. Bu yaklaşımın bize ne derece büyük bir sorumluluk yüklediğinin farkındayız. Bu sebeple her izahta olabildiğince hassas davranılmıştır.

Bütün bu çabalara rağmen elbette eksik kalan noktalar olmuştur. Bu yüzden isteriz ki, farklı tartışmalarla konular daha da olgunlaştırılsın. Hatta bu kitabı çok daha aşan eserler ortaya çıksın. Bundan gocunmaz, aksine mutlu oluruz.

İmam-ı Azam, “Cevizin kabuğunu kırıp içini göremeyenler, cevizi sadece kabuktan ibaret zannederler.” diyor. İnsan da dışarıdan oldukça basit bir beden yapısı olarak görülebilir. Oysa içinde maddî ve manevî ne muhteşem dünyalar var. Bu mükemmel sistem incelendikçe, insan gerçeğinin daha da farkına varılacaktır. Bu yüzden bu kitabı âcizane kabuğu kırma çabası olarak görebilirsiniz. Kitabın sayfalarında bu mükemmelliği hissedeceğinizden eminiz. Bu mükemmellik bizden değil, tamamen yüce Yaratıcı’dandır. Biz sadece bir nebze olsun ayna olmaya çalıştık.

Kitabın hazırlanmasında pek çok ilmî ve felsefî eserden yararlanıldığı gibi, kadim İslam medeniyetinin temel eserleri de incelenmiştir. Ama vefa duygusu gereği hakkını vermek gerekirse, bu konuda ufkumuzu açan merhum hocam Seyit Ahmet Arvasi olmuştur. Onun “İnsanlık Bilgisi Bilimi” adında teklif ettiği yaklaşım, adeta bizim için bir vasiyet niteliğinde olmuştur. Onu şükranla ve hayırla yâd ediyoruz.

“İnsanın Sırrı”nın hazırlanışında pek çok dostumuzun hakkını da teslim etmeden geçemeyiz. Prof. Dr. Nurullah Genç, Prof. Dr. Zeki Duman, Prof. Dr. Turan Güven, Doç. Dr. Ergin Kariptaş, Yard. Doç. Dr. Mustafa Lale, Uz. Dr. Mustafa Güneş, Uz. Dr. Nihat Tekden, Dr. Yavuz Han, İbrahim Orhan, Göksel Orhan, Turgay Şirin, Mehmet Bozdağ, Hanifi Gül, M. Akif Ayvaz, Hasip Mengi, Hüseyin Çoban, Ömer Baki Karabulut, Merve Bıyıklı ve Hayat Yayınları sahibi Hayati Bayrak Bey’e yardım ve desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Ayrıca, kitabımıza takdim yazma zarafetini gösterdiğinden dolayı değerli dost Ahmet Turan Alkan’a ve hummalı çalışmalarımıza sabırla destek veren hayat arkadaşım Ruziye Hanım’a, kızlarım Dilara, Gülşah ve Nurbanu’ya şükranlarımı sunuyorum.

Haddimiz olmayarak girdiğimiz böylesi kapsamlı çalışmanın deryadan bir damla olduğunun şuurundayız. İçinde insanı bütün yönleriyle bulabileceğiniz bu mütevazı çalışmanın başka büyük eserlere yol açabilmesi ihtimali yanında, özellikle gençlerin insanı bir miktar tanımalarına katkıda bulunmuş olabilmesi bizleri heyecanlandırmaktadır. Kitabın bu amacına ulaşması dileğiyle, gayret daima bizden olacaktır, destek ve yardımı ise Allah’tan bekliyoruz.

Selam ve muhabbetlerimle…

Dr. Kemal Tekden
Kayseri, Ocak 2013

GİRİŞ

Hz. Mevlana’nın “yedi kör ile bir fil” hikâyesini bilirsiniz. Bu hikâyede, fil hakkında bir şey bilmeyen yedi kör insandan önlerindeki bir fili tarif etmeleri istenir. Körlerden biri, filin bacağını tutar ve fili bir sütuna benzetir, diğeri dişlerini tutar ve fili bir mermere benzetir, kuyruğunu tutan bir başkası, fili kırbaca, kulağını tutan ise onu yumuşak bir deri kumaşa benzetir vs. Tabii ki bunlar filin farklı yönlerini kısmen açıklayabilir, fakat fili ancak bunların bütünüyle izah edebiliriz.

İnsan, en az bilinen varlıktır. Aslında bildiğimizi sandığımız, çoğunlukla da tek taraflı ele aldığımız bir varlık. Gördüğümüz kadarıyla, Mevlana’nın hikâyesindeki gibi, herkes kendi bakış açısından anlatır insanı. Oysa biyolojik, fizyolojik, anatomik, psikolojik yönlerinin yanında, sosyolojik, felsefî, tasavvufî, dinî, estetik vs; yani maddî-manevî bütün cepheleriyle birlikte, insanın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? Onu bir bütün olarak ele aldığımızda ise görürüz ki, bunların hiçbiri ihmal edilemez.

Böyle söylemekle birlikte günümüzde bilim o kadar ihtisaslaşma yoluna girdi ki, artık bütünü kavrayabilmek oldukça zorlaşmaktadır. Bu durumda âdeta, bakan başka gören başka biri olmaktadır. Pozitivist tıbbın veya felsefî anlayışların insanın sırrını çözememesinin sebebi belki de budur.

Tarih boyu insan kendini ve konumunu sorgulamıştır. Kendinin farkında olan ve kendini sorgulayan tek maddî varlıktır aslında insan. “Ben neyim, nereden geldim, niçin geldim, neden buradayım, vazifem ne ve nereye gitmekteyim?” gibi yüzlerce soruya cevap aramıştır ve bu arayış hâlen de sürmektedir. Bu sorulara filozoflar aklın sınırlarını zorlayarak, farklı cevaplar getirmişler, fakat bütün insanlığı tatmin edecek bir cevap bulamamışlardır. Dinler de bu bağlamda kendi inanç çerçevesi içinde çözümlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Biz, bu kitapta gerek ilmî, gerek felsefî, gerekse dinî referansları değerlendirerek insanı bir bütün olarak ele alma gayreti içinde olacağız.

Son birkaç asırdır insan ihmal edilerek kenara itilmiştir. Bu yüzden dünya uzun süredir, insanın bunalımına sahne olmaktadır. Zaman ilerledikçe insan dünya telaşı ve koşuşturması içerisinde unutulmakta, bayağılaştırılarak bir tüketim ve istismar vasıtası hâline getirilmektedir. “Kalabalıklar içinde yalnızlaşan” insan kendini meyhanelere, eğlence ve alışveriş merkezlerine, stadlara atarak mutlu olmaya çalışmaktadır.

Bizim böyle bir çalışmayı hazırlamaktaki gayemiz, insana insanlığını yeniden hatırlatmak, bu yönde bir nebze olsun onu sarsmak, durup düşünmesini sağlamaktır.

Hayalî’ye ait, meramımızı ifade eden oldukça güzel bir beyit var aslında:

“Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler,
Ol mâhiler ki derya içredir deryayı bilmezler”

Cihanı süsleyen Allah cihanın içinde gizlidir, ama insanlar onu görmesini (aramasını) bilmezler. Bu hâl tıpkı denizin içinde olup da denizi bilmeyen balıkların durumuna benzer. Burada şairin hitabı balıklara değil, insanadır. Cahil insan çevreye bakar ama görmez, hatta düşünmez. Kendisi ve kendisinin hizmetine verilmiş bütün evren hakkında düşünmediği için de balıklardan farkı kalmaz.

Pakistanlı büyük şair ve fikir adamı Muhammed İkbal sözlerinde ne kadar haklı değil mi?

“Yıldızlara yol keşfindesin
Lakin kendinden bîhabersin
Aç gözünü kendine, bir an tohum gibi.
Topraktan dirilesin bir ağaç gibi.”

Büyük filozof Sokrat ise insanın kendini tanıması konusunda şunları söyler:

“İnsanın kendini tanıması, hayran hayran kendini seyretmesi demek değildir. İnsanın hem ne olduğunu, hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır. Nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendine sormasıdır.”

Her alanda gerçeğe ulaşmak ve başarılı olmak insanı tanımaktan geçer. İnsanı tanımak ise onu anlamaktır. İnsanı bilmek ve anlamak maksadıyla asırlardır nice filozoflar, nice ilim adamları kafa yormuş, nice peygamberler toplumları aydınlatmak için dil dökmüşlerdir. Bütün bunlara rağmen insan hâlen kendini bilmeyen bir meçhuldür.

Eski Yunan’da felsefe “insanı tanımak” için yapılırdı. İslam’da ise, “Kendini bilen Rabbini bilir.” diyerek insanı tanımadan Rabbimizin tanınamayacağı söylenmektedir. Bu bağlamda irfanın ilk merhalesi de zaten kendini tanımaktan geçer.

İnsanı anlamak için onu bütün yönleriyle keşfetmek; somut ve soyut yönleriyle, duygu ve arzularıyla bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla âlemin sırrı insandadır. Onu çözdüğümüz zaman bütün âlemi anlayabileceğiz diye düşünmekteyiz. Bu yüzden bu zorlu ve bir o kadar da muhteşem sorgulamaya başlamaya ne dersiniz? Böyle yapmakla âdeta bir damlada bir deryayı sunmaya gayret ve cüret etmiş oluyoruz.

1. BÖLÜM

İNSANIN KONUMU

KÂİNAT BÜYÜK BİR KİTAPTIR

İslam âlimlerine göre; evren (kâinat) “âlem-i ekber”, yani büyük âlemdir. Biz öncelikle, insanın, büyük kitap (kitab-ı ekber) olarak da belirtilen bu âlem içerisindeki konumunu ortaya koymaya çalışalım. “Makro Kozmos” olan kâinattan “Mikro Kozmos”a yani hücreye ve atoma kadar bir yolculuk yapalım.

Dünyamız, güneş sistemindeki diğer gezegenlerin çoğuna göre büyük bir gezegendir. Bu gezegenlerin hepsi de kendilerinin farkında olmadan güneşin etrafında dönüp durmaktadırlar. Dünya büyüktür, ancak güneşle mukayese edildiğinde çok küçük boyutlarda kalmaktadır. Kütlesel olarak aradaki büyüklük farkı 1.300.000 kattır.

Güneş sistemimizle birlikte bizler Samanyolu galaksisinde yer almaktayız. Bu galaksi içinde, güneş gibi tam 100 milyar yıldız olduğu söylenmektedir. Bunların ortalama büyüklükleri ise güneşin birkaç katıdır. Bu büyüklük karşısında, dünyanın da içinde olduğu gezegenlerin sayısı hesap bile edilememekte, dolayısıyla kaale alınmamaktadır. Kâinatta Samanyolu gibi yaklaşık 4 milyar galaksi olduğu da düşünülürse, yıldız sayısı hesap edildiğinde kâinatın büyüklüğünün tasavvur edilemez boyutta olduğu görülecektir. En son tespit edilen galaksilerden biri “Hubble Rose”dur. Bizden 25 milyon ışık hızı (1 ışık hızı: 300 000 km/sn) uzaklıkta olan bu galaksiyle ilgili spektroskopik yöntemlerle ortaya fotoğraf benzeri bir şekil çıkarılmıştır. Bu tespitler dışında, bilim kâinat hakkında henüz daha fazla bilgi verememektedir. Bu ve bu gibi örnekleri düşündükçe, evrenin bu büyüklüğünü aklımız alamamaktadır.

Makro Kozmos’ta her şey bir düzen içinde ve hareket hâlindedir. Uydular, gezegenler etrafında, gezegenler güneşin etrafında, güneş galaktik bir merkez etrafında, galaksiler ise bir başka galaksi etrafında dönüp dururlar. Bunların her birinin kendi etraflarında da dönüş (spin) yaptıkları bilinir. Mikro Kozmos’ta, yani atomlarda da bu durum görülmektedir. Makro Kozmos’tan Mikro Kozmos’a kadar uzanan böyle mükemmel bir sistemin varlığı bizleri şaşırtmaktadır. Böylece anlaşılmaktadır ki, Mikro ve Makro Kozmos’u da içeren bütün kâinat bir dengeler sistemidir aynı zamanda.

Bu sınırlı ama muhteşem büyüklük içinde âdeta bir “hiç” boyutuna inmiş bulunmaktayız. Kâinat hakkında bundan daha fazla bilgi sahibi de değiliz, ama bu çerçeveden baktığımız zaman, moralimiz bozulmakta, kendimizi değersiz görmekteyiz. Evet, bu denli büyük bir çevre içerisinde yok hükmündeki insan, niçin diğer yaratılmışlardan üstün sayılır? Bu düşünceye kısmen de olsa vâkıf olduğumuz hâlde, bu dünyadaki üstünlük çabamızın ve bilgiye ulaşma merakımızın sebebi nedir? Zihnimizi kurcalayıp duran bütün bu sorular için durup düşünmek zorundayız.

İlim adamlarına göre; madde (eşya) şuursuzdur (bilinçsizdir), fakat çok ileri bir mekanik hafızaya sahiptir. Havada ses dalgalarımızın durduğu, kaybolmadığı, görüntülü televizyon dalgalarının da atmosferde her yere iletilebildiği bilinmektedir.

Aslında yaratılmış bütün âlem, insana gönderilmiş ve okunulmayı bekleyen birer mektuptur. Her şey, insanın kendisi de birer mesaj (ayet)’dır. İnsan dâhil olmak üzere kâinattaki canlı cansız bütün yaratılmışlar, kendinde saklı olan bilgiyi, kendi dillerinde yansıtmaktadırlar. Bütün yaratılmışların her biri, âdeta birer radyo vericisi olarak kendi dilinde yayın yapmaktalar. İnsana gönderildiği düşünülen bu mektup okunmalı ve sırrı keşfedilmelidir ki, insanın hizmetine girebilsin.

Neden sadece insan, çevresindeki bu sırrı merak etmekte ve anlamaya çalışmaktadır? Diğer bütün canlılar, kendilerinden habersiz birer mahlûkat iken, niçin insan her şeyi sorgulamakta, çevreye kendince şekil verme gayretindedir?

Sonuç olarak, bütün evren kendi farkında olmasa da insan için okunması gereken büyük bir kitap (kitab-ı ekber) durumundadır. İşte ilim yapmak da, bu kitabı okumaktan ibarettir. Görülüyor ki. “Âdem, âlem içinde; âlem de Âdem içinde…” (H. Bektaş-ı Velî)

CANLI MAHLÛKATA GÖRE
İNSANIN KONUMU

İnsan da dâhil bütün canlıların biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar en basit olandan yani bitkilerden hayvanlara ve oradan insanlara doğru sıralanırken, bu sıralama bütün cinslerde ve türlerde farklılaşabilir. Bu sıralamanın insana doğru karmaşıklığı gittikçe artsa da ortak noktalar bulunmaktadır.

Bütün bu canlılar ihtiyaç hissettikleri maddeleri, elementler hâlinde topraktan çeşitli şekillerde alırlar. Bu çaba aynı zamanda soyun devamı için de gereklidir. Tabiatla olan bu ilişki, bitkiden hayvana, ondan da insana gidildikçe daha da karmaşıklaşmaktadır.

Bitkiler, çok sınırlı hareket eden ve bir “mekanizma” içinde beslenmesini sağlayarak büyümeyi başaran canlılardır. Bu yüzden canlılıkları ve hareketleri sınırlıdır. Beslenmeleri ve üremeleri belli biyolojik kurallarla olmaktadır ve bitkiler bu sürecin bilincinde değildir. Kendilerini ve konumlarını sorgulamaz ve buna da razı görünmektedir.

Hayvanlar ise, istedikleri yöne hareket edebilmekle birlikte, statülerine itiraz etmemekte, milyonlarca yıldır aynı şeyi yapmaktadırlar. Onlar da bitkiler gibi kendilerini sorgulamamaktadırlar. Konumlarına razıdırlar. Hayvanların birçoğunda hiyerarşik yaklaşım görülmekle birlikte bu durum tamamen kaba kuvvete (fizikî güce) bağlıdır. Bu gücün zekâ ve akılla da bir ilgisi bulunmamaktadır. Onlar arasında hâkimiyet daima kuvvetlinindir ve ahlak, hukuk, din ve estetik gibi onları bağlayan bir manevî değerler sistemi de yoktur.

Hayvanların ihtiyaçları, karınları doyana kadardır ve milyonlarca yıldır bu tavırları hiç değişmemiştir. Fakat insan böyle midir? Arıların içine bir insan, onların boyutlarında girse, ne yapardı diye düşünün bir kere? Mutlaka işçi arıları örgütler, belki de “Biz çalışıyoruz o keyif çatıyor, o da çalışsın.” diye kraliçe arıya karşı isyan ettirirdi. O durumda ortalık karışır, belki de darmadağın olurdu. Ama arılar yaratıldıklarından bu yana hiçbir şekilde isyan etmeyerek, statülerine uygun olarak vazifelerini eksiksiz yapıp durur.

Bir başka taraftan baktığımızda ise, hayvanlar tabiatları gereği birçok açıdan bizden üstün görünmektedir. Mesela, bir kaplan beden ölçülerine göre, en güçlü hayvandır ve o yönde insandan oldukça üstün görünmektedir. Bir çita, 100 km hıza 3,5 saniyede ulaşmaktadır. Bir yarasa bizim işitebildiğimiz frekansların çok üzerindeki sesleri duyabilmektedir. Bir serçenin cinsel gücünün insandan fazla olduğunu, bir köpeğin bizden daha güçlü koku duyusuna

Benzer İçerikler

2 Tam Bir Tek

yakutlu

90 Dakikada NIETZSCHE – Paul Strathern

gul

İnancın Biyolojisi | Bruce H. Lipton

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy