Timur, üniversiteli bir gençtir; sevdiğince reddedildiği ve kendini değersiz gördüğü hüzünlü bir günde, olgun ve sevecen bir bilge kişi, Yakup Bey, ona “Merhaba” der. Bu merhabalaşmadan bir dostluk doğar. Timur, çoğu kişi gibi, kendinden beklenen yaşamı sürdürmektedir; bu yaşam, kendi duygu, düşünce ve inandığı değerlerle uyuşmasa bile! Aslında, kendi duygu, düşünce ve değerlerinin ne olduğu üzerinde hiç düşünmemiş; bu nedenle de, istediği hayatı yaşama gücünü ve iç özgürlüğünü kendinde bulamamıştır… Yakup Bey, kafası karışık bu gence, inandığı değerleri günlük yaşamına yansıtabileceği ‘özgün yaşam’ı kurması için yol gösterecektir. Bu kitap, kişinin özgün bir yaşam kurmasının temellerinde yatan süreçleri inceliyor. Kitabın iki kahramanı Yakup ve Timur arasındaki söyleşi, özgün yaşamın temelinde yatan boyutları aşama aşama sergiliyor. Kendi duygu, düşünce ve inançları ile ahenk içinde yaşamaya çabalayan her insan, yaşadığı çağ ve mekan ne olursa olsun, benzer sorulara cevap bulmaya çalışmıştır. Bu anlamda, Yakup ve Timur’un etkileşimleri insan öyküsünün özünde yatan evrensel dokuları sergilemektedir.
Sunuş
İyi Düşün Doğru Karar Ver, ilk olarak Ekim 1993’te Sistem Yayıncılık tarafından yayınlandı. Şimdi kitabı gözden geçirip küçülterek yeni bir yapı içinde Remzi Kitabevi’nde yayınlıyorum. Küçültmemin arkasında yatan temel ilke, “malumat veren” bölümlerin çıkartılması, “düşündüren keşfettiren” bölümlerin bırakılmasıdır. Bu baskıda, daha önce kullandığım “etkili” kelimesi yerine “özgün” kelimesini kullanmayı yeğledim. “Özgün” kelimesi Türkçe’de henüz yaygın olarak kullanılmıyor; ingilizce’den ödünç alınan “otantik” (authentk) kelimesi daha yaygın kutlanılıyor; ne var ki, Türk yazarlarının daha sık kullanımıyla bu kavramın dilimize ve kültürümüze kazandırılmasının gereğine inanıyorum. Bu kitap aslında “özgün insan”ın öyküsüne bir başlangıç oluşturuyor. Şu andaki anlayışıma göre, asıl olan insanlığın özgünlüğüdür; yaşamın anlamlı ve coşkulu olması, bireyin özgünlüğünden geçer; etkililik, özgünlüğün bir türevidir.
Kitabın sonundaki kavramlar sözlüğünün okuyucuya yardımcı olduğu kanısındayım. Kavramlar buldurusunun kullanıldığı izlenimini elde edemediğim için bu kitapta kaldırdım.
Çoğu kişi kendinden beklenen yaşamı sürdürür. Sürdürdükleri yaşam duygu, düşünce ve İnandıkları değerlerle uyuşmasa bile, insanlar bu konuda yapabilecekleri bir şey olmadığını düşünürler; istedikleri hayatı yaşama gücünü ve iç özgürlüğünü kendilerinde bulamazlar. Düşüncelerine ve inandığı değerlere uygun bir yaşamı gerçekleştirme gücünü taşıyan insanların sayısı azdır. Gözden geçirilmiş bu yeni kitap, umarım İnandığı değerleri sorgulayan, araştıran ve bu süreç içinde güçlenen insanların sayısını artırır.
“Özgün yaşam”, inandığı ilke ve değerleri davranışına yansıtabilen insanın yaşamıdır. Bu, “verimli yaşam”dan farklıdır. Çok verimli biri öz değerleri yönünde değil, kendinin inanmadığı, başkalarının beklentileri yönünde üretken olabilir. Bu tür üreticilik onun yaşamını “verimli” yapar, ne var ki, bu “özgün” bir yaşam değildir.
Bu kitap, özgün bir yaşam kurmanın temellerinde yatan süreçleri inceliyor. Özgün yaşam duygu, düşünce ve değerleri günlük yaşama yansıtarak kurulur. Kitabın iki kahramanı “Yakup” ve Timur” arasındaki söyleşi, özgün yaşamın temelinde yatan boyutları aşama aşama sergiliyor.
“Yakup” ve “Timur”, yazarın kendi iç dünyasında yarattığı iki kişidir. Bu iki tip hayali olmakla beraber, tartıştıkları konular gerçektir. Her insanın düşündüğü, yaşamının değişik devrelerinde karşılaştığı bu konular, bireyin iç dünyası ile toplumdan kaynaklanan beklentilerin karşı karşıya geldiği alanları içerir. Kendi duygu, düşünce ve inançları ile ahenk İçinde yaşamaya çabalayan her insan, yaşadığı çağ ve mekân ne olursa olsun, bu sorunlarla karşılaşmış, cevap bulmaya çabalamıştır. Bu anlamda, “Yakup” ve “Timur”un etkileşimleri insan Öyküsünün Özünde yatan evrensel dokuları sergiler.
Doğan Cüceloğlu
Ekim 2001
1
Yakup Bey’le Karşılaşmamız
Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer, ne var ki, yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur.
SYDNEY J.HARRIS
Kumkapı’dan Beyazıt’a yürümeye karar verdim. İçim tanımlamakla güçlük çektiğim duygularla doluydu; hafif hafif çiseleyen yağmurda yürümeye başladım.
Üç saat Önce Nesrin’le buluşmaya gelirken ne kadar enerji ve umut doluydum. “Nihayet beklenen gün ve saat geldi,” diye düşünmüştüm. Genellikle istanbul Üniversitesi öğrencilerinin geldiği çayevinde ona ‘önemli sorumu’ yöneltebilecektim:
“Nesrin, birbirimizi tanıyalı beş ayı geçiyor. Senden hoşlandığımı biliyorsun; Görmediğim zaman özlüyorum, hep aklım dasın.” Durdum, derin bir nefes aldım ve sordum; “Benimle ev
Evet, artık sormuştum. Birdenbire sorumun öneminin farkına vardım. Aman Allahım; ben evlenme teklif ediyordum. Yani artık evli bir adam olacaktım. Korktum.
Nesrin gülümsedi, “Ah ne şekersin!” dedi. Bunu söylerken rahat ve kendinden emin bir hali vardı; ben kaygıyla doluyken onun böylesine rahat oluşu gururumu incitti. “Duruma hâkim olan, rahat olan ben olmalıydım,” diye düşündüm. Oysa çocuk gibi şaşırmış, kendine güvensiz, ve mahcup, onun yüzüne bakıyordum.
“Çok şekersin. Bilemezsin seni tanımış olmaktan ne kadar mutluyum,” dedi, gülümseyerek elime dokundu ve konuşmasına devam etti. “Ama, ben tek çocuğum. Nişantaşı’nda büyüdüm. Amerikan Koleji’nden mezun oldum ve sık sık yurtdışına gittim. Sen hiç yurtdışında bulunmadın, değil mi?”
Yüzüne bakıyor, ne diyeceğini merak ediyordum. Başımı “Hayır!” anlamında salladım. ‘Keşke daha fazla konuşmasa,’ diye düşündüm. “Biz ayrı dünyaların insanlarıyız, nasıl olur da benimle evlenmeyi düşünebilirsin?” mesajını almaya başlamıştım. Kendime kızıyor, ‘Ben ne kadar saf biriyim,’ diye düşünüyordum. Nesrin devam ediyordu:
“Çok iyi insansın; senin arkadaşlığını hiç kaybetmek istemem; ama yaşamda gerçekçi olmak gerek. Örneğin, sen bir sene sonra mezun olacaksın. Biliyorum kariyer yapmak İstiyorsun ve üniversitede asistan olarak kalacaksın. Ben senin asistan maaşına denk parayı her ay kuaförüme veriyorum, biliyor musun?
Kafam uğulduyordu, utanıyordum. “Hayır bilmiyordum,” anlamında başımı salladım. Gözlerim dolu dolu oldu Dişlerimi sıktım; gözyaşlarımı tuttum.
Nesrin, bir ablanın küçük kardeşine sevgi ve şefkatle bakması türünden bir bakışla elimden tuttu, “Hep arkadaş olarak kalalım, tamam mı tatlı Timur?” diyerek gözümün içine baktı ve gülümsedi. Kendimi o kadar aciz ve bir hiç gibi hissediyordum ki, zorla gülümseyerek, cılız bir sesle, ‘Tamam,” diyebildim.
Hafiften çiseleyen yağmurun yüzüme ve enseme dokunuşu hoşuma gidiyordu. Aksaray’a doğru yürürken birbirine karışmış duygular içindeydim. Kendimi reddedilmiş hissediyordum. Ama bu tuhaf bir reddedilişti. Kafam karmakarışıktı.
Bir yandan, “Oh kurtuldum, artık kimseyle evlenmek zorunda değilim; sadece kendimden sorumluyum. Özgürüm”; diğer yandan, “ben güçsüz bir insanım” duygularını yaşıyordum.
Nesrin’e hak veriyordum, kendimi güçsüz görüyordum. Ama, ne yapacağımı bilemiyordum.
Daha sonra, “Şimdiye kadar neden bana hep gülümsedi, beni seviyormuş gibi davrandı, benim gururumla oynadı,” düşüncesinden kaynaklanan kızgınlık benliğimi kaplıyordu.
Birdenbire kendimi bir taksinin önünde buldum, şoför kızmış, “Dağdan mı indin be gardaşım? Canına susamışsan, git belanı başkasında bul!” diye bana söyleniyordu. Farkına varmadan Beyazıt’a gelmişim. Beyaz Saray’ın önünden karşıya geçiyorum; ama trafik ışığının farkında değilim. Az kalsın taksinin altında kalıyordum.
Şoförün söyledikleri zaten düşük olan güvenimi iyice sarsmıştı.
bir şeyler söylemek istiyordum. Aklıma bir şey gelmiyordu. Durmuş, şoförün yüzüne bakıyordum.
Taksinin arkasındaki araçlar korna çalmaya başladı.
Bu arada biri koluma girdi ve beni karşıya doğru yürütmeye başladı. Bir yandan yürüyor, bir yandan da konuşuyordu: “Haydi yürü delikanlı. Ne kadar tehlikeli ortamda olduğunu pek anlamış görünmüyorsun! Şimdi dalgınlığın sırası değil!”
Karşıya geçmiştim; Beyazıt meydanına doğru yürümeye başladım.
Beni karşıya geçiren adam yanıma yaklaştı, “Etrafı pek görecek durumda değildin, anlaşılan,” dedi.
Altmış altmış beş yaşlarında kır saçlı, güler yüzlü, gözleri son derece berrak ve sakin bir insan bana bakıyordu. İçimden onun boynuna sarılarak ağlamak geldi.
Güçlükle ağlama duygusunu bastırdım.
Anlayan ve sevgi dolu bir gülümseme vardı yüzünde. Göz göze geldik. Ayrılmak üzere adımını atarken durdu, bana döndü, karşımda bir an sessizce yüzüme baktıktan sonra, “Hüzün ve dalgınlık yaşamın parçası, Ama, siz hüzünlüsünüz ve dalgınsınız diye, herkesin arabasını durdurarak size yol vermesini bekleyemezsiniz,” dedi.
“Yardımınız için teşekkür ederim,” dediğimde, gözlerimde damlacıklar oluşmaya başlamıştı.
Yüzündeki sevgi ve anlayış dolu gülümsemeyle konuşmaya devam etti: “Dünya bazen kapkaranlık gözükür; insan kendini yapayalnız ve değersiz görür. Bu duygular yaşamın parçası,” diyerek yüzüme şefkatle baktı. “Sizin konuşmaya ihtiyacınız var. Eğer hüzün ve dalgınlığınızın temelinde yatan nedenleri bulmak istiyorsanız, sizi gerçek anlamda dinleyebilecek olgunlukta biriyle konuşmalısınız,” dedi.
Yüzüne bakıyordum, artık gözyaşlarımı tutamıyordum, tane tane gözlerimden süzülüyordu. Devam etti:
“Adım Yakup. Sahaflar Çarşısı’ndaki Elif Kitabevi’nde beni bulabilirsiniz. Zamanınız olduğunda gelin, bir çayımı için,” dedi.
Elini uzattı. Uzatılan eli sıktım, artık hiç tutamadığım gözyaşlarımı göstermemek üzere Vezneciler yönüne döndüm, kaldığım yurda doğru gitmeye başladım.
Kaptanoğlu Özel Öğrenci Yurdu’nda, İkinci kattaki odalardan birinde üç öğrenciyle birlikte kalıyordum. Odada kimse yoktu. Ayakkabılarımı çıkardım ve yatağa uzandım. Doya doya ağlayabilecek yalnızlığı bulabildiğim için mutluydum. Ağlamadan sonra gelen tatlı uykuya kendimi bıraktım ve o gece elbiselerimle uyudum.
2
Yakup Bey Timur Bey
Davranışlarından utanıp sıkılma. Yaşamın tümü bir denemedir.
RAIPH WALDO EMERSON
İki gün sonra Sahaflar Çarşısı’na gittim. Beyazıt Camii’nin olduğu taraftaki kapıdan girince solda Elif Kitabevi’ni gördüm. Kitabevi’nin önünde bir süre bekledim, ne diyeceğimi düşündüm. Kendini Yakup olarak tanıtan bu adamın karşısında gözyaşlarımı tutamadığım için biraz utanıyordum. Ayrıca karşılaştığımızda ne konuşacağımı, söze nasıl başlayacağımı bilemiyordum. Ama gözlerindeki şefkat ve anlayış beni etkilemişti, o yüzü yine görmek istiyordum.
Ben girip girmeme konusunda tereddüt ederken, dükkânın kapısından çıktı, bana baktı, gülümsedi, “Gireyim mi, girmeyeyim mi, girince ne diyeceğim, diye mi düşünüyorsunuz?” dedi. Suçüstü yakalanmış bîrinin tavrıyla yüzüne bakakaldım. “Gel cami önündeki kahvede bir çay içelim,” diyerek önüme düştü.
Biz masaya oturduktan kısa bir süre sonra garson geldi; garsonun halinden onu tanıdığı ve saygı duyduğu belli oluyordu. O kendine ıhlamur istedi, ben çay ısmarladım. “Daha önce söylemiştim, benim adım Yakup. Sizin adınız ne?” diye söze başladı. “Adım Timur, Edebiyat Fakültesi’nde Psikoloji öğrencisiyim,” diye kendimi tanıttım. “Demek meslektaşız!” dedi. Kendisinin psikoloji dalında doktorası varmış…