İlham yiter ve solar gül;
kalp su alan bir sandaldır işte.. ne kadar görkemli de olsa
bir yanardağ olur ten; hüzne ve aşka mütercim..
beni yollara düşmekten alıkoyacak nedir;
bana bir yanardağa dönüşen arzuyu tercüme edecek kim?
Kenan Çağan
“Defineyi yeryüzünde değil, gönlünde ara!” Vedalaştığımızda son nasihatı bu oldu. O gün, yedi yılın ardından doğduğum şehre geri dönmeye karar verdiğim gündü. Arzularıma karşı koymanın, gücünü zayıflatmış olmanın inancıyla, o gün yeni bir yaşamın başlangıcı olacaktı.
Kalbimdeki yaranın tamamen iyileşmesi için zamana ihtiyacım olduğu söylense de, geri dönme kararımdan vazgeçmedim. Yedi yıllık kaçışın son dört yılını, yüzüme açılan kapının basamağına adımımı attığım günden bu yana geçen sürede öğrendiklerimi yeterli gördüm. Bu sayede sıkıntılarıma yol açan kadını, dil ve düşünce dünyamdan çıkarabileceğimin yargısıyla ruhumu şifayla buluşturan insandan ayrıldım.
Uzun ve huzurlu bir hayatın, sanıldığı gibi sırlarla örülü olmadığını söyleyen büyükbabamla kadim dostlukları vardı. O dostluğun hürmetine yanında kaldığım süre içinde, açığa vurulan gerçeklerle yüzleşme imkânını O’nun kılavuzluğu sayesinde edindim. Yaşananların görünmeyen yüzünü algılayan bir tarafı vardı. Kalbimin maruz kaldığı darbelerden arınması için inancımı tazelemenin ilk adımım olacağını söyledi. Sınamalarına kırılganlık göstermeden, yönlendirmelerine uyma çabası içine girdim. Mevcut kuşatılmışlığı parçalamanın önemi üzerinde dururken, yeniden bütünleşmeyle, bir nevi temizlenme yoluna girmemin önünü açtı.
Onu tanıdığım ana kadar, eylem ve hislerimin ne tür sonuçları olabileceğini bilmiyor, yanılgı ve yetersizliklerimi ölçüye vuramıyordum. Sözcüklerindeki tecrübe ve bilgelik sayesinde ümitsizliği bir yana bırakıp, ihtirasların yarattığı yıkıntıyı görebildim. Yaşanmış olanı kabullendim ve yeni bir sığınak için çabalamanın gerektiğinin bilincine ulaştım.
Davranış ve zihin değişimine muhtaç biri olduğumu anlamam için görevini fazlasıyla yerine getirmişti. “Her günün hâli ayrı, her günün fikri farklı olmalı” öğretisiyle yaşamanın yolunu benimsetmişti.
İsteklerimi terk etmek ve bir daha el uzatmamak kararlılığıyla hatalarımı itiraf edebildim. Kötü huylarımı iyi olana çevirme düşüncesini hep canlı tuttum. Tüm bu tutum ve davranışlarım sıradan bir dönüşün değil, kalbimin özünden gelen bir dönüşün habercisi olacaktı. Aymazlık içindeki zamandan uzaklaşma sayesinde kendimi
daha iyi gözlemleyebilecek, inceleyebilecek ve kararımı gerçek anlamda pratik hayatıma uyarlayabilecektim.
Kalbin tuzaklarından, aldatılmışlıklarından ve kalabalıklardan uzak yaşama isteğiydi benimkisi. Yedi yıllık sürede anladım ki kurtuluş, yol göstericinin çabasından çok, irade ve hissi alanların sınırlarını belirleyebilmekten geçiyordu. Acılardan uzaklaşma istek ve arzusu denilen şey, kaçmakla kurtuluşa ermek anlamına gelmiyordu. Bilgeliğin yararı, bilgeliğin huzurunda baş eğmek değil, gerçeğe yönelip nedenlerle yüzleşmekti.
“İnsanın değeri neyle ölçülür bilir misin? Aradığı şeyle. İnsan neyi ararsa ona layıktır,” diyordu. Sesini bir yol gösterici olarak yanı başımda hissederken, nasihat yüklü birçok sözü gibi bu sözünü de asla unutmayacaktım.
Yola koyulduğum gün, bilgeliğin kapısına doğru saygıyla dönüp bakarken, aşkın yollara düşüren tutkusunun geride kaldığını onaylayan biri olup olamayacağımın hesabını yapmaktan da geri durmadım. Biliyordum ki; düşünce alanıma hükmettiği gibi, yaşamın her anında varlığından işaret görmekten kurtulamadığım kadından kaçış çabalarım sürekli boşa çıkmıştı. Varlığım, varlığı karşısında bir gölge olmaktan öteye geçememişti.
Bir kadın, bir erkeğin hayatına tanrısal varlık hükmüyle girebilecek kadar güçlü olabilir miydi? Mermere kazınacak kadar asi bir aşka sahip olma sersemliğinin ardından, bu sorunun cevabını bulma güçlüğü kayboluyordu.
Birçok aşk hikâyesinde olduğu gibi ilk dönemlerde sıradan, alışılagelmiş eylem ve hislerim vardı. Söylendiği gibi, şakayla başlamış ciddiyetle son bulmuştu adeta. Zamanla, “bir hayatın huzuru için ikinci bir hayatın var edildiği” sözünün doğruluğunu kanıtlayan serüvenin içine düşmüş, katlanılmaz dediğim günler baş gösterince de çareyi kaçmakta bulmuştum.
Hüzün ve yakarışların barınağı haline gelen bir insandım artık. Etki alanı güçlendikçe, ideallerim, gelecek zaman düşlerim yok olmaya başlamıştı. Zihnim, korkaklıklar ve çılgınlıklar arasında dolaşırken, hayatın sonlanmasını isteyen düşmanlarına tüm kapıları açmış, onları kendi hükümdarıymış gibi törenlerle ve gönül rızasıyla karşılamıştı. Bu karşılamanın intihar eylemiyle sonuçlanmak dışında seçeneği yoktu. Nihayetinde, karla kaplı bir dağ başında intiharı gerçekleştirmeye giriştiysem de korkularıma yenik düşmüş, eylemi sonuçlandıramamıştım.
Gözlerime inen örtünün kalıcı olma ihtimali her geçen gün artıyordu. Kesif bir zulüm ile karşı karşıyaydım. Karanlığın kalıcı hükmü yüzünden hayalleri kavrayabilme yetisi kaybolmuştu. Sebepler belliydi, ancak savaşın düğümünü çözmek neredeyse imkânsızlaşmıştı. Tüm o çıkmazları bitirme edasıyla eve geri dönme cesaretini bulmam sayesinde kendimi neredeyse kahraman ilan edecektim.
Kahramanlığımın, açılmaya başlayan bilincimden kaynaklandığına şüphem yoktu. Arzuları kontrol altında bulundurmak ve saldırılarını uzaklaştırmak için hazırdım. Amacıma ulaşmayı temin edecek şeyin ne olduğunu biliyordum ve onu bulacağıma inanıyordum.