“Mutlaka okuyun.” Müjdat Gezen
“Olağanüstü ve ayrıksı bir roman.” Prof. Onur Bilge Kula
“Soluk soluğa okunacak ve bir yazar kurgusu olamayacak kadar müthiş güzellikte…” Sırrı Süreyya Önder
“Tarihi romanlar, edebiyat dışı tartışmaları cezbetmesi açısından yazması zor romanlardır. Kaplanın Sırtında, tüm siyasi ağırlığına rağmen, bu zorluğu aşarak en edebi Livaneli romanı olmuş.” Burhan Sönmez – Pen International
“Muhteşem eser…” Özdem Sanberk
“‘Kaplandan’ inince ‘kendini kaybeden’ bir ‘insanın’ hikâyesi.” Burak Soyer
Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası. Türk edebiyatının kuşak bağı Zülfü Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, okuru dönemin atmosferine ve düşünce yapısına yaklaştıran bir dil lezzetini, akıcı üslubuyla harmanlıyor. Tarih ile kurgunun iç içe geçtiği bu anlatıda II. Abdülhamid kaplanın sırtından iniyor ve tüm roman kahramanları gibi kendini savunmaya çalışıyor.
*
Bu kitapta, Selanik sürgünü boyunca II. Abdülhamid ve ailesine bakan, sabik sultanla her gün görüşmüş olan Askeri Hekim Atif Hüseyin Bey’in anılarından yararlandım. Onun tuttuğu günlüklerin Metin Hülagü tarafından yapılan derlemesinin yanı sıra tarihi olaylara ilişkin pek çok farklı kaynağı da inceledim. Mesela “öldükten sonra sünnet edilen Ermeniler” bahsi, dönemin Zaptiye Nazın Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratından alınmıştır.
Tarihimizin en önemli dönüm noktalarından birisi olan İkinci Meşrutiyet ve Sultan Abdülhamid konusunu ideolojik ve sığ kamplaşmalardan uzak bir biçimde ele alıp, o devrin rubunu ve zihniyetini yansıtmaya çalıştım.
Kapak illüstrasyonlarını çizen ve metinle ilgili kıymetli katkılar yapan Prof. Ali Yaycıoğlu’na yürekten teşekkür ediyorum. Ayrıca kitabı okuyarak değerli fikirlerini paylaşan Prof. İlber Ortaylı, Sım Süreyya Önder, Prof. Taner Timur, Zafer Köse, Ali D. Cevlan, Ozan Bilge dostlarıma ve İnkılâp editörlerine de teşekkür ederim.
*
“Kaplanın Sırtında, Livaneli’nin edebiyat hayatında ilginç bir çıkış. Sultan II. Abdülhamid devrine bir de aynanın öbür tarafından bakıyor. Bu belki çok fazla abartılan Abdülhamid devri karşıtı düşünceye karşı bir reaksiyon. Temelde Sultan Abdülhamid’in doktorunun günlüklerinden yararlanılmış. Tahttan hal’ edilmiş sürgündeki Sultan’ın perspektifinden sürükleyici bir anlatımla Abdülhamid bilançosu yapılıyor. Tabii tarihi gerçeklerin müsaadesi ölçüsünde kurgunun getirdiği üslup da dikkat çekici.”
İlber Ortaylı
“Zülfü Livaneli, bu kez karşımıza Abdülhamid rejimini alışılmış klişelerden kurtaran ve her yönüyle, özgürce gözlerimizin önüne seren Kaplanın Sırtında adlı sürükleyici romanıyla çıkıyor.”
Taner Timur
“Zülfü Livaneli geçmişin ve geleceğin, devrimin ve çöküşün, büyük hayallerin ve hayal kırıklıklarının beraber yaşandığı yüklü ve zor bir dönemi anlatıyor; okuyucularını Osmanli İmparatorluğu’nun son yıllarının zihin dünyasında samimi ve önyargısız bir yolculuğa davet ediyor.”
Ali Yaycıoğlu
*
Birinci Bölüm
28 Nisan 1909
Selanik sürgününde ilk gece Gece yarısı dondurma Vehm-i hümâyun La Traviyata
Otuz dördüncü Osmanlı Padişahı ve İslam ümmetinin halifesi II. Abdülhamid, o karanlık gecede sağ elini yere dayayarak doğruldu, sol eli tutunacak bir şeyler ararken yumuşak bir cisme değdi. Ona yaslanarak kalkmaya çalıştı. Kolu, bacağı ve kalçası ağrıyordu. İyice doğrulunca kaftanının cebinden çakmağını çıkardı, yaktı; çakmak alevi karanlık odayı bir parça aydınlattı ama bu kısmi aydınlanma yüreğindeki ürpertiyi de artırdı. Önce tutunduğu şeye baktı. Karanlıkta rengi pek seçilemeyen koyu renk büyük bir koltuk, galiba kaplaması kadife, karşısında ona bitiştirilmiş bir büyük koltuk daha, ötekinin eşi. Sırt sırta değil de oturacak yerlerinden bitiştirilmiş. O anda Padişah, ani bir şimşek çakmış da tepesinden tırnağına kadar yaşlı bedenini titreterek geçmiş gibi her şeyi hatırladı. Otuz üç yıldır her sabah uyandığı şehrinde, İstanbul’daki sarayında değildi, çok uzaktaydı. Selanik’te, bir köşkün odasında hapisti. Çakmağı kaldırarak çevresine baktı; kolunu hareket ettirdikçe, zayıf ışık yüksek tavandaki süslemeleri, panjurları kapalı camları, kahverengi parkeyi ve iki koltuğu yalıyordu.
Sultan’ın içine tarifsiz bir gariplik çöktü. Bu yabancı odada aç biilaç, kimsesiz kalmıştı. Kızları, oğulları, eşleri, uşakları, bomboş köşkün odalarında tahtaların üzerine uzanmış olmalıydı. Köşke getirilip de, iki kanatlı koca kapı askerler tarafından üstlerine kilitlendikten sonra, sadece bir yemek masası bırakılmış büyük, boş salonda kalakalmışlardı. Yere oturmuş, birbirlerine bakmaya bile utanarak başlarını önle rine eğmişlerdi. Neden sonra büyük kızı köşede unutulmuş iki koltuk görmüştü. Koyu yeşil kadife kaplı lenduha koltuk lardı. Uşakları, kızlarının da yardımıyla onu soldaki odaya taşımış, birbirine bitiştirmiş ve “Sultanım bu gece burada is tirahat buyurun, sabah ola hayrola,” demişlerdi. “Kendi askeriniz sizi böyle bir duruma düşürmez ama herhalde hazır lanacak vakitleri olmadı.” Tam o sırada üç katlı devasa köş kün kapısının açıldığını duymuş, bir kumandanın, yanındaki askerlerin tuttuğu lamba ışığında içeri girdiğini görmüşlerdi. Hayatı boyunca öldürülme korkusu içinde yaşamış olan yaşh padişahın zayıf sinirlerini altüst eden, askeri sertlikte bir gi riş olmuştu bu. Çizmelerden çıkan sesler köşkün boşluğunda yankılanıyor, lambalar gölgeleri uzatarak duvarlara vurduruyor, Kumandan’ın nispeten medeni yüzüne karşı daha alt rütbelilerin kendisine ve tahta üzerinde oturan ailesine yönelttiği haşin bakışlar, son saatlerinin geldiğini haber veriyordu. Belki de hepsini burada kurşuna dizeceklerdi, belki de her şey gibi hanedan kanı akıtmama âdeti de geçmişte kalmıştı. Çocuklarının, onu korumak ister gibi önüne geçtiklerini fark etti. Hanımları, üç kızı ve büyük oğlu babalarına siper oldular. Kumandan durumu anlamış olmalı ki, “Efendim,” dedi, “size yemek ve su getirdik.”
Arkasındaki askerler taşıdıkları büyük bir siniyi, salonun ortasında bir yalnızlık heykeli gibi duran yemek masasının üştüne koydular. Kumandan, “Kusura bakmayın, çok ani bir ge liş olduğu için köşk hazırlanamadı. Robillon Paşa oturuyorda burada, emir üzerine boşalttı, eşyasını alıp gitti. İnşallah yarm otellerden yatak vesaire tedarik ederiz,” dedi. Kumandan’ın, padişah ailesinin içine düştüğü duruma üzülür gibi bir hali vardı ama ötekiler düşmanca bakmayı sürdürüyordu.
…