Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa | Aziz Erdoğan


Denizlerin muhteşem amirali Barbaros Hayreddin Paşa, mücadelesiyle tarihimize adını altın harflerle yazdıran bir şahsiyettir. Tarihimizin önemli komutanlarından Rauf Orbay onun için şöyle demiştir:’’şüphe yok ki ben, Barbaros’un dümen neferi bile olamam.’’ Bu söz, Türk milletinin büyük denizciye karşı duyduğu hislerin derecesini gösterir. Ömrünü dostlarını sevindirmeye ve düşmanlarını üzmeye adayan Hayreddin Paşa ‘Barbaros geliyor!’’sözüyle düşmanlarının korkulu rüyası olmayı başarmıştır.
Barbâros gençlerimize model oluşturan bir kişiliğin sahibidir. Bizler ondan yenilgiye yenilmemeyi, azmin sonunda zaferler gizli olduğunu, inanan bir insanın neler yapabileceğini öğrenebiliriz. Yeter ki örnek hayatına misafir olmayı başaralım.

ÖNSÖZ

Hayatıyla, davranışlarıyla, ölümün biyolojik yönünü ortadan kaldıran şahsiyetler vardır. Tarihimiz bu doğrulan pekiştiren örneklerle doludur. Matematik alanında yaptığı çalışmalarla Ali Kuşçu, tıp alanında yaptıklarıyla İbn i Sina, minyatür ustası Levni, mimarların sultam Sinan, müzeciliğin mimarı ressam Osman Hamdi…

Denizlerin muhteşem amirali Barbaros Hayreddin Paşa’da mücadelesiyle tarihimize adını altın harflerle yazdıran bir şahsiyettir. Tarihimizin önemli komutanlarından Rauf Orbay onun için şöyle demiştir: “Şüphe yok ki ben, Barbaros’un dümen neferi bile olamam.” Bu söz, Türk milletinin büyük denizciye karşı duyduğu hislerin derecesini gösterir. Ömrünü dostlarını sevindirmeye ve düşmanlarım üzmeye adayan Hayreddin Paşa, “Barbaros geliyor!” sözüyle düşmanlarının korkulu rüyası olmayı başarmıştır.

Barbaros gençlerimize model oluşturan bir kişiliğin sahibidir. Bizler ondan yenilgiye yenilmemeyi, azmin sonunda zaferler gizli olduğunu, inanan bir insanın neler yapabileceğini öğrenebiliriz. Yeter ki Örnek hayatına misafir olmayı başaralım. Bu eser Barbaros Hayreddin Paşa, hakkında söylenen ve yazılanlardan kesitler taşımakladır. Örnek bir hayat yaşayan Barbaros Hayreddin Paşa’yı tanımak için çaba harcayanlara bir nebze okun faydası olursa kendimizi bahtiyar sayarız.

Denizlere tutkun olan Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesi Beşiktaş’ta bulunmaktadır. Bu topraklarda huzur içinde yaşayanlar, onun türbesini gördükçe ismini hayırla yad etmekte ve Preveze Savaşı’nın yıl dönümünde milli ve askeri tören yapılmaktadır. Okuduğunuz eser, Barbaros deryasından gönül tarlamıza taşıyabildiğimiz su damlalarıyla doludur. İçerisinde hayata, cesarete, başarıya dair işaretler taşımaktadır. Okuyucularımızın bu eserde özelde Barbaros’u, genelde örnek kişiliğinden kesitleri bulmalarım temenni ederim.

İstanbul, 2009

MİDİLLİ’DE HAYAT

Fatih Sultan Mehmed, 1462 yılında eski adı Lesbos olan Midilli’yi fethedince, adanın Türkleşmesi için buraya Türkler’in yerleştirilmesini emretti. Padişahın bu isteği doğrultusunda Türkmen boylarından Türk kültürünü yaşayan, komşuluk ilişkileri düzgün olan, dürüst ve çalışkan kişiler bulanarak aileleriyle birlikte Midilli’ye getirildi. Caka Bey, Rüstem Bey, Yakup Ağa Midilli’ye getirilen aileler arasındaydı. Ada, gelen her aileyi mest edecek güzellikteydi. Etrafı surlarla kaplı, zeytin ağaçlarıyla süslü harika bir mekândı.

Yakup Ağa, çok sevdiği babasının mesleğini yapıyordu. Toprağı işliyor, zeytin yetiştiriyor, zeytinyağı üretip geçimini sağlıyordu. Çok çalışkan ve çevik olan Yakup Ağa’ya, hizmetlerine karşılık Selanik civarında bir tımar verilmişti. Bu umar sayesinde gül gibi geçinip gidiyordu. Komşuları ve arkadaşları onu çok seviyordu.

Dönemin Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed emriyle Midilli’ye yerleştirilen Yakup Ağa’ya verilen arazi işlenmeye müsaitti. Adadaki insanlar, adanın güzelliğinden mi yoksa Osmanlı’nın ayak izinden mi bilinmez çok sıcakkanlıydı. İnsan ilişkileri saygı ve sevgiye dayanırdı. Adaya yerleştirilen insanlarla adadakiler, birbirleriyle kısa sürede kaynaştılar.

Midilli tarihiyle, kalesiyle, yapılarıyla, gemileriyle kartpostaldan fırlamış gibiydi. Denizin ortasındaki görüntüsünden olsa gerek adalılar, ona Akdeniz’in kalbi diyordu. Adanın insanları mutlu, huzurlu ve neşeliydi. Erkekleri çalışkan, kadınları zarif, gençleri deniz tutkunuydu. Yakup Ağa bu gençlerden biriydi. Her akşam limana uğrar güneş batarken ufku seyrederdi.

Bir günün akşamı ufku seyrederken sahilde yürüyen birkaç kızın geçtiğini fark etti. Hem güneşi hem de kızları seyrediyordu. İçlerinden biri diğerlerinden farklıydı. Yakup Ağa’nın kalbi onu görünce çok hızlı çarpmaya başladı. Sahilin sessizliğinde kalbinin sesi davul senini andırıyordu. Kalbi sanki yerinden fırlayacaktı. Hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştı. Aşk dedikleri bu olsa gerek, diye içinden geçirdi. Gözünü uzun süre bu güzel kızın yürüyüşünden, endamından, suretinden alamadı.

Her gün batımı sahilde yürüyen bu kızları seyretmek ona doyumsuz haz veriyor; ancak birine olan ilgisi her geçen gün artıyordu. Uykularını kaçıran ve rüyasına giren kızın kim olduğunu merak etmeye başladı. Bir akşam onları takip etti. Birer birer ayrılıp sokaklarına dağılıyorlardı. Üç kız kalmışlardı. Uzun bir sokağın başında ayrılan kız, işte oydu. Arkadaşlarına iyi akşamlar, dedi. Onlar sana da Katerina, diye karşılık verdiler.

Yakup Ağa sonunda bu güzel kızın adını öğrendi: Katerina. Kız sokağa girdi, ardından Yakup Ağa girdi. Takibe başladı; ama yaklaştıkça kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Yalnızca kendisine gülümseyen kıza gülü verseyebildi. Sonunda arzusuna kavuştu. Sevdiği kızın hangi mahallede yaşadığını ve kim olduğunu öğrendi. Yakışıklı, uzun boylu, kumral bir yiğit olan Yakup Ağa bu kızı babasında istetti. Adanın ileri gelenlerinin ön ayak olduğu bu istek, evlilikle sonuçlandı. Yakup Ağa, Katerina’yla mutlu bir yuva kurmuştu. Çiftin zamanla dört oğlu dünyaya geldi. En büyüklerinin adı İshak’tı. Onun küçüğüne Oruç adını verdi. Ardından doğan çocuğun adı Hızır ve en küçük oğlunun adı İlyas’tı. Yakup Ağa kendisine birbirinden dirayetli ve sağlıklı evlatlar veren Allah’a bol bol şükrederdi. Onların eğitimiyle yalandan ilgilenirdi. Dört çocuğunu dini ilimler yanında Arapça, Yunanca ve İspanyolca öğreterek yetiştirdi.

Çocuklar her akşam Yakup Ağayı kapıda beklerlerdi. En çok da babalarıyla güreş tutmayı severlerdi. Güreş sonrası yorulup yatacakları sırada, Yakup Ağa çocukları etrafına toplar, onlara kahramanlık hikâyeleri anlatırdı. Seyit Battal Gazi Hikâyelerini ve Hz. Ali’nin Cenklerini gün gün anlatırdı. Bu hikâyeler en çok Oruç ve Hızır’ın dikkatini celp ederdi. Can kulağıyla, nefes almadan hikâyeleri dinlerlerdi. Böylece günler akıp giderdi.

Büyük kardeş İshak, Midilli kalesinde hayatını devam ettirdi. Oruçla Hızır, denizi çok seviyordu. Küçük yaşta yeşeren deniz sevgileri gittikçe tutkuya dönüştü. Gece gündüz çalışan Oruç Reis’in ilk işi bir gemi almak oldu. Gemiyle denizlere açılıp ticaret yapıyordu. Abisine özenen ve onun yolunda giden Hızır Reis’te güzel bir tekne satın aldı. Abisi Oruçla Selanik ve Ağrıboz’a yolculuk yapıyor, ticaret öğreniyordu. Bir süre aldıkları mallan Midilli’ye getirip sattılar. Bu ticaret Oruç’u memnun etmedi. Şam ve Trablus gibi değişik yerlere dümen kırdı. Bir gün, kendisini çok seven ve ayrı kaldığında yollarını gözleyen küçük kardeşi İlyas’ı da yanma arak Trablus’a gitmek üzere Midilli’den çıktı.

Benzer İçerikler

Yankı Odası | John Boyne

yakutlu

Tasmalı Güvercin

yakutlu

Magistra Üç.. İki.. Bil artık!

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy