Kardeşlik Kulubü


kardeslik-kulubu-koray-odabasi“Kardeşlik Kulübü” seni çağırıyor!

Metrodan, Metrobüsten, AVM’den, sokaklardan, hayatın içinden hikayeler…

“Kardeşlik Kulübü”, onlara televizyonda, gazetelerde, dergilerde, radyolarda, açık hava reklam alanlarında, çoğalttıkça daha başarılı ve tükettikçe daha mutlu olunacağı öğütlenen insanların, zamandan ve mekandan bağımsız mutlak doğruları arayarak, hayatlarını daha iyiye ve güzele götürme çabalarını anlatıyor.

Büyük şehrin gürültü, karmaşa ve koşturmacası içinde sürüklenirken, etiketler altında gruplaşan diğerlerinin giderek şiddetlendirdiği kavga ve şiddet ortamı içinde hayatlarına çözüm arayan bu insanların, metrodan, metrobüsten, AVM’den, sokaklardan, aslında bir parçası hepimize ait olan hikayelerini karşımıza getiriyor. “Başka türlüsünün” olabileceğini söylüyor.

000000

Seni görüyorum.

Yolda, metroda, okula giderken, işten dönerken, plazanın kapısında, hani şu cafede, AVM’de, kalabalıktan, trafikten bunalmış halde aracın içinde.

Biliyorum.

Günler, aylar birbirini tekrar edip, aynı şekilde tükenirken, bazen bundan fazlasının olması gerektiğini düşünür insan, ama delice hızda dönen bu atlı karıncada herkesi eğleniyor görünce düşüncelerini törpüler, planlarını erteler, gözlerini kapatır, o da eğlenmeye çalışır.

Evet.

Bir atlı karınca bu, dönüyor, dönüyor ve sen her ne kadar bir gün ineceğini düşünsen de, bununla ilgili hayaller kursan, kendini bu hayaller ile rahatlatsan da, o dönmeye devam ediyor ve sen, hızdan başın dönmüş, düşüncelerin sersemlemiş, için bulanmış halde, bir yandan zihnini hala içten içe buna inandırmaya çalışsan da, artık belki kendini ondan inemeyecek kadar yorgun hissediyorsun, belki bundan çoktan vazgeçtin. Mutsuz yaşamak kolay değil.

Bir anlam.

Bir anlam olsa, kapıların sana kapatıldığı, senin de açmak istemediğin, o insanlar ile beraber olmak istemediğin, bu koyu katolik karanlığın içinde, bu hayatın ötesinde, tüm bu saçmalıklara yol açan akılsızlığın ötesinde, vicdanların yok olduğu, yanlışların yüceltildiği, doğrusunu senin bildiğin, hissettiğin, neden kimsenin böyle düşünmediğine şaşırdığın, bir insan seli içinde sürüklenirken bazen o içini yakan, ruhunu kemiren duygunun içinde, başkalarının sahiplendiğinden, sana söylenenden farklı, tüm bunları açıklayan.

Neyse.

Lafı uzatacak değilim. Kelimeler ile oynamasını sevsem de, bir ışık yaratmıyorsa varsın yokolup gitsinler. Karanlıktayken süsler gözükmez, görmem, gördüm diyene inanmam.

Yalandır.

14 18 21 1 28

1. # RULZ

Ailen, sana, senin için en iyi olacağını düşündükleri şeyi söyler, arkadaşların, sana, senin en çok duymak isteyeceğin şeyi söyler, iş arkadaşların, sana, o an söyleneceklerin en uygunu ne ise onu söyler, ben sana gerçeği söylüyorum.

Başka türlüsü olabilir.

Herkesin birbirlerine etiketler üzerinden davrandığı, toplumdaki alt grupların etiketler üzerinden kavga ettiği, internetin, sosyal medyanın bir çılgınlık haline getirdiği, senin bazılarını almak için çaba gösterdiğin, alamadığın zaman üzüldüğün, aldığın zaman yenilerini istediğin, kendin olmakla huzur bulmak yerine etiketlerin peşinde koşarak geçirdiğin günlerden başka türlüsü olabilir.

Olmalı.

Hayatın hakkında yorum yapan, yediklerine, giydiklerine, davranışlarına karışan, düşüncelerinin doğru olup olmadığını belirleyen ve sana ne yapıp ne yapmayacağını söyleyen ailen, değilse akrabaların, değilse komşuların, değilse arkadaşların, değilse toplum, üzerine bazı etiketler yapıştırır ve doğumundan itibaren başlayan tutkulu bir şekillendirme çabası içinde hareket ederken, sen onların olmanı istedikleri kişiyi olmaya çalışıyor ve onların almanı istediği etiketleri kazanmaya çalışarak günlerini geçiriyorsun.

Oysa, etiketler mutsuz eder.

Sen, kendin olmadığın, kendinle, evrenle barışık olmadığın, etiketlerden arınıp iç huzurunu bulmak yerine yeni yeni etiketler peşinde koştuğun, bunları almak için çabaladığın, aldığın etiketleri diğerlerine göstermek için uğraştığın, hedeflediklerini elde ettikten sonra başka etiketler peşinden koştuğun, tüm hayatını buna göre düzenlediğin için, an oluyor, omuzlarını aşağı iten bu baskı altında mızırdanıyorsun.

Başka türlüsü olabilir.

Hepimizin eşit ve aynı doğarak geldiğimiz bu dünyada, etiketlerin bizi farklılaştırdığı hayatları yaşarken, bu farklılıkların oluşturduğu kavga ve karmaşa içinde umutsuzca mutluluğu arıyor ve zihinlerimizi mevcut olanın değişebileceğine ya da başka türlüsünün olabileceğine inandırmadığımız için, kendi zihin devrimimizi yapamıyor, mevcut durumun getirdiği çözümsüzlük içinde karanlığa düşüyoruz.

Dur ve üstüne bak.

Üstüne yapışan çok sayıda etiketin altında gerçek sen artık görünmez olmuşken ve bunun yanlışlığını bilerek, buna itiraz eden saf ruhunun sesi, her gün yaşadığımız koşturmaca ve yüksek tonda her yanı saran bu gürültünün altında duyulmaz olmuşken, günler birbirinin aynı olarak bir diğerini izler ve sen belki bazen “neden böyle” diye düşünürsün, içinde bir burukluk hissedersin, ama uzun sürmez, bir dış uyarıcının peşine takılır, böyle düşündüğünü çabucak unutursun.

Bir gün daha geçer.

000001

Hep aynı.

Aynı saatte kalk, aynı saatte kahvaltı yap, aynı saatte evden çık, aynı saatte ulaşım taşıtına bin, aynı saatte işe gel, aynı işleri yap, aynı saatte işten çık, eve gel, yemek ye, tv izle, yat, kalk ve aynısını yeniden yap.

Sonsuza kadar gidemez.

Yolun kenarındaki kafede oturmuş, iş çıkışı saatinde yola ve insanlara bakarken, bunu düşündüm. Hayatın bu rutin yapısı içinde her gün aynı şeyleri yaparken, insan ruhu bu yapının ötesinde bir şey arıyor, hayatın grileştiği, heyecanların azaldığı günler büyük bir hız ile geçerken, muhtemelen hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini içten içe bilse de, bir gün bu hapishaneden kurtulma umudu ile ayakta durmaya çalışıyor.

Pek çok kitap okudum.

Kişisel gelişim kitapları istedikten sonra her şeyi yapabilirsin, kendine inan, kendine güven, deyip duruyor ama bu durum sorunları çözmüyor. Evrenden isteyin, evrenin enerjisini hayatınızı değiştirmekte kullanın, kendinizi sevin, sevgiyi içinizde bulun diyor ama her gün devam eden bu koşturmaca ve hayatın zorlu mücadelesi içinde sevgiyi ne görebiliyorum, ne hissedebiliyorum.

Oysa hayatım için çözüm üretmem lazım.

Artık otuz yaşımı geçmişken, ilişkimi, işimi, hayatımı bir düzene koyma zamanı geldi de geçiyor, iyi bir anne, başarılı bir müdür olmam gerekiyor, bir ev olmasa da en azından bir araba almam gerekiyor. Kalabalık sokaklarda sürüklenirken, o kitapların dediklerini yapsam, kalbimin götürdüğü yere gitsem, işi bıraksam nasıl geçineceğim?

Yine de, daha risksiz bazı küçük denemeler yaptım.

İstemediğim özellikleri, anları kafamda eski bir resim haline getirip, arkamda bırakmayı ve önümde yeni bir hayata bakmayı denedim, giysilerimin renklerini değiştirdim, beynimi istediğim şekilde programlamaya çalıştım, ama olmuyor.

Koray’ın kitabı daha farklıydı.

Okuduğum birbirine benzeyen bunca kitaptan sonra bana verebilecelerinden şüpheliydim ama yurtdışında yazılmış kitapların çevirilerinden ya da o tür kitapları okuyan Türklerin yazdıklarından farklı şekilde, hayatın içinden yapısı ve istenen etiketlere nasıl ulaşılacağını anlatmak yerine bizi mutsuz eden etiketlerden arınmaya odaklanması ilgimi çekmişti.

Kulüp ile de o şekilde tanıştım.

Kitabı okuyan bir arkadaşım, bana Kardeşlik Kulübü isminde gizli bir kulüpten bahsetmişti. Kafamda oluşan cübbeler giymiş tarikat algısı içinde, o an arkadaşıma farklı gözle bakıp, işte tarikat bana elini attı diye düşünürken, arkadaşım bu kulübün bize benzeyen beyaz yakalı kişilerden oluştuğunu ve daha çok bir tür “support group”a benzediğini anlatmıştı. Söylediğine göre ancak kişisel gelişim yolunda 5 aşamayı geçtikten sonra katılınabilen bu kulüpte, hiçbir şey yapmak zorunda değildin, kimse de bir diğerinden kendisi ya da kulüp için bir şey istemiyordu, istediğin zaman ayrılmak serbestti. Sadece belli aralıklar ile toplanıyorlar, düşüncelerini, hayatlarını paylaşıyorlar, 5 aşamayı da geçip kulübe giren kişiler, uygulamaları tamamen kendi isteklerine bağlı olarak, yeni başlayanlara kişisel gelişimleri için bazı küçük görevler veriyorlardı.

Kaçmak için bir bahane düşündüğümü hatırlıyorum.

Aniden ortaya çıkan ve senin de uyman gereken durumları, tuzağa düşmüş olma hissini sevmem. “Eve gitmem gerekiyor” dediğimde, arkadaşım “tamam, yolunun üstü, beni bırak oradan devam edersin” demiş ve ben de mecburen ona eşlik etmiştim. O yaz gününde, içimde tuhaf bir heyecan duyarak, arkadaşımı üstü asma ağacı dalları ile kaplı o kafenin bahçesine bırakırken, iyi giyimli, modern görünümlü, aslında bizden pek de farkı olmayan 5-6 kişiyi görmüştüm ve bana “istersen otur, en azından bir çay iç” dediklerinde, “tarikata adam toplarken başlangıcı hep böyle mi yapıyorsunuz” demiştim ve onlar da arkadaşım ve benim kadar gülmüştü ve aslında gitmem gerektiğini düşünürken, yürümekten de yorulmuştum, “tamam” dedim, “bir çay”, “…ve sonra gidiyorum.”.

“Tamam” demişlerdi.

Orada kaldığım 15-20 dakika içinde, oturanlaran birinin caddedeki plazada, diğerinin ilerideki gökdelende çalıştığını öğrenmiştim, genç olan çocuk ise iyi bir üniversitede okuyordu. Bunları öğrendikten sonra ilk düşüncelerimden biraz utanmıştım ve onlar iş hayatında, o atlı karıncada her gün aynı şeyleri yapmanın sıkıcılığından bahsettiklerinde, ben de o konuda konuşmayı aslında o kadar da istiyordum ama yalan söylediğim anlaşılmasın diye saatime bakmış ve “gitmem gerekiyor” diyerek kalkmıştım.

Eve kadar onları düşünmüştüm.

Pek gizli bir kulüp havası yoktu, yine de ne yaptıklarını bilemezdim. Sonraki birkaç hafta o arkadaşım ile karşılaşmamaya çalışmıştım. Hayatımda verdiğim diğer kararlarda olduğu gibi, bu konuyu da önce kafamda çeşitli yönleri ile değerlendirip, bana ne gibi faydası ya da zararı olabileceğini düşünürken, iş hayatı iyice sıkıcı hale gelmişti ve ben bu rutin içinde boğulacak gibi hissettiğim bir gün, “ne olabilir ki” demiştim ve arkadaşımı arayıp, bir sonraki toplantılarına gelmek istediğimi söylemiştim.

Gerçekten de gittim.

O gün kimse konusunu açmasaydı, her gün aynı şeyleri yapmanın sıkıcılığından ben bahsedecektim ama konusu bir şekilde açıldı, bu sefer ben de düşündüklerimi söyledim. Hepimizin bir yerinden yakalandığı bu konuda konuştukça hafiflediğimi hissediyordum, yine de çok uzatmadan sustum. Geçen toplantıda görmediğim bir kişinin verdiği görevi, arkadaşımın bana daha önce söylediği gibi uygulama zorunluluğum olmasa da yaptım ve okuduğum onlarca kitabın yapamadığı bir şey oldu, içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim.

Güzeldi.

Hala daha aklımda bir tarikata mı giriyorum düşüncesinin korkusu varken, hatta garsonun getirdiği içeceklerin içinde bir madde olabilir mi diye bile düşünüp, içeceğimi açılmamış kutuda istemişken, yine de sonraki toplantıya da gittim ve bana verdikleri ilk görevi hazmetmek ile geçen birkaç ay sonra, şimdi artık ikinci aşamada verdikleri yeni görevi yerine getiriyor, oturmuş, iş çıkışı saatinde bir insan seli halini alan bu caddede yürüyen insanları izliyorum. Bunun bana ne getireceğini bilmiyorum, yine de bu kalabalık kafede oturmuşken ama dikkatim yoldayken ben izliyorum ve kırmızı elbise giymiş kadını, kravatlarını gevşetmiş, gömleklerinin en üst düğmesini açmış olarak hızlı bir şekilde yürürken bir yandan konuşan iki genç çalışanı, elinde evrak çantası ile yürüyen adamı görüyorum. Hızlı bir şekilde çevrildiğinde üstündeki renklerin birbirine karıştığı bir çark gibi her kişi bir diğerine karışıyor ve herkesin birbirine benzediği bu çark her gün yeniden ve yeniden dönerken, bu görüntüye ben bu defa kenardan bakıyorum.

Bunları düşünürken, gözüm ilerideki plazadan yeni çıkan çocuğa takıldı.

İçeride sanki hiç oksijen kalmamış gibi açık havayı içine çekti, takım elbisesinin ceketini çıkardı, kravatını gevşetti, güneş gözlüğünü taktı ve yol kenarında duran servisin kalkmasını bekleyen diğerlerine katıldı.

Yine de onlardan farklı gibiydi.

28 6 23 12 16

Benzer İçerikler

Sadece Aptallar 8 Saat Uyur / Cep Boy

yakutlu

Hakkınızdaki Gerçek

yakutlu

Toksik İşyeri: İş Hayatında Hızlı ve Adil Olmanın Yolları | Kim Scott

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy