Aslanla tilki arasında geçen olayları anlatan birçok masal anlatıldı ve yazıldı. “Katıraslan” hepsinden farklı. Bir aslan ile tilkinin ağzından yaşadığımız dünyanın nasıl bir dünya olduğunu merakla biraz da hayretle dinlemek çok güzel bir şey olmalı. Sihirli bir ayna tutuyor bize Cahit Zarifoğlu. Yaşadığımız dünyayı daha yakından tanımak için bu kitap upuzun bir mektup sanki. Cahit Zarifoğlu´nun en heyecan verici kitabını zevkle sunuyoruz.
İçindekiler
Birinci Bölüm
Yolcu, 7
Bir Bardak Süt, 25
Kuşkular, 37
İkinci Bölüm
Katıraslan, 43
Olay Yerine Hücüm, 52
İz Üzerinde, 57
Tezek Tarlaları, 65
Yeni İzler, 70
Uzman Kristof Molompi’ Dahiyane Buluşu, 77
Üçüncü Bölüm
Çöl, 83
Birinci Bölüm
Yolculuk
Tilki ile aslan birlikte yakın ülkelere geziye çıktılar.
– Bilgimiz görgümüz artar, iyi hayvanlar oluruz diye kurdular.
Heybelerini bir eşekle bir katıra yüklemişler, bir de güzel kurulmuşlar, dağ-bayır sürmüşler.
Arkadaşlık, birlikte ticaret yapınca belli olur, bir de yolculukta derler.
Tilki ile aslan daha yola çıkmazdan önce, oturup bir güzel konuştular. Aslan şöyle sordu:
– Sevgili dostum, bir iş bölümü yapmamız mı daha iyi, yoksa her işi sırayla içimizden birinin yapması mı?
– Efendim, diye hitap etti ona tilki, çeşitli özelliklerimizi göz önüne alarak iş bölümü yapmamız daha uygun görünüyor. Ancak böylece korkarım işlerin ağırı zatıalinizin sırtına biner. Hafifleri bana kalır. Eğer uygun görürseniz efendim, hangi iş olursa onu sırayla yapalım.
– Güzel konuştun sevgili dostum. Her zamanki gibi güzel konuştun. O halde yol hazırlıklarını herkes kendisi yapsın. Fakat yola koyulduğumuz andan itibaren, bütün işleri sıraya koyalım, nöbetleşe yapalım.
Böyle kararlaştırdıktan sonra başlamışlar hazırlıklara.
Her biri yol için neyi gerekli gördüyse kendi imkanları ve yeteneği ölçüsünde hazırlamış.
Yolculuk sabahı yan yana gelmişler. Şöyle bir yüklerine bakmışlar.
Tilki bir yiğit eşek bulmuş kendisine. İki de halı heybe atmış, bir semerine bir terkisine. Kapkacak, portatif çadır, kazma kürek, urganlar, halatlar, yazlık kışlık esvaplar, kremler, pudralar, diş fırçası, havlular, bornozlar… velhasıl görenler rahatlıkla diyebilir:
– Tilki evleniyor olmalı, iyi bir çeyiz düzmüş kendine.
Ya aslan:
O da yiğit bir katır bulmuş kendine.
Paşalar gibi kurulmuş üstüne.
Minicik bir heybe-çanta atmış sırtına. İçinde birkaç kocaman kürdan, iki el bezi, kemiklerden ilik çıkarma aleti, bir okuma bir de uzaklara bakma gözlüğü, ünlü zoolog Kaplan Kaplan’ın üç dört araştırması, bir kaç kurgu bilim romanı, açık renk bir şemsiye, bir sert yaylı kas çalıştırma aleti.
Birbirlerini, epey bir müddet süzdükten sonra:
– Pek farklı görünüyor yüklerimiz, demiş aslan. Sevgili dostum neler var heybelerinde?
– Pek çok şey.
– Ne çok şey?
– Neler neler.
– Say hele.
– Sabrınız varsa, dökeyim hepsini göstereyim size.
-Haydi bakalım.
Tilki dökmüş yüklerini. Açmış bir bir, yaymış çimenlere.
Aslan ilgiyle izliyormuş sevgili dostunu. Takdirle başını sallıyor.
– Pes doğrusu diyormuş, pes doğrusu. Nasıl da akıl ettin bunları.. Şu nedir şu, pek anlayamadım ne işe yarayacağını.
– O mu efendim, portatif çadır.
– Çadır mı? Yani sen insanlar gibi çadırda mı uyuyacaksın geceleri?
Tilki bir an durakladı.
– “Evet” diyecekti ama acele etmedi, bekledi, kocaman aslan toprakta yatarken, kendisi nasıl çadırı kurup içine girebilirdi. Bir uygunsuzluk vardı bu işte. Ama içinden vardı şöyle bir hükme:
– “Neden onun da bir çadırı yok? İşi zorlaştıran o.”
– Anlaşıldı anlaşıldı, diye kestirip attı aslan. Ve sırayla diğer eşyaları sordu.
Her neyi sorsa tilki cevaplamakta zorluk çekti. Bir çoğuna cevap bile vermeden bön bön baktı sadece. O konuşmayınca da,
– Anlaşıldı anlaşıldı, diye kestirip atıyordu aslan.
Velhasıl çoğu gözden geçirildikten sonra:
– Sen de benimkileri görmek ister misin dedi tilkiye!
– Nasıl emrederseniz efendim dedi tilki. Durup başı yana eğik bekledi.
Aslan bir kaç saniyede gösterdi çantasındakileri.
– İşte hepsi bu kadar dedi, hah unutuyordum, bir de tüfek.
Eğilip omzuna astığı tüfeği gösterdi tilkiye.
– Emin olun dedi tilki, yolculuğa çıkan bir hayvanın ilk defa silahlandığına şahit oluyorum. Tıpkı bir insan gibi davranmışsınız.
– Sevgili dostum, dedi aslan, sen de sair yol tedariklerini düşünürken tıpkı bir insan gibi davranmışsın.
Bilge bir ağırbaşlılıkla başını salladı ve ekledi tilki:
– Doğrusu da bu. Bizler hayvan olarak ne kadar yücelsek, kendi soyumuz bakımından bunun bir sınırı vardır. Ama bizden yüce mahluklar olan insanlara ne kadar benzeyebilirsek, o nispette derecemiz artar elbet.
Aslan hemen hak vermiş ona, görünüşte. Bıyık altından anlayışla gülmüş tilkinin saflığına.
Fazla da uzatmamışlar.
Aslan dönüp uğurlamaya gelenleri tek tek selamlamış. El sallayanlara el sallamış.
Koyulmuşlar yola.
Mevsimlerden ilkbahar. Ormanlar, kırlar, bahçeler, küçük çayırlar nehirler, her şey yolculuk için tam kıvamında.
Aslan, etli dudaklarını kendisine pek yakışan çocuksu bir ifade ile yuvarlatıp ileriye uzatmıştı. Dudaklarının kocaman yuvarlağından kaim bir sesle ıslık çalıyor.
– Puh puh dedi tilki, şeytanları başımıza topluyor.
– Bir şey mi dedin sevgili dostum dedi aslan.
– Evet efendim, dedi tilki, kendi kendime konuşuyordum.
– Bana da söyler miydin, ne düşünüyordun öyle.
– Islık çalmak pek iyi değil derler de efendim.
– Yaa, o halde ben de çalmam. Uyarın için çok teşekkür ederim.
Ve heybetli aslan sustu. Tilki takdirle başını önüne indirdi.
Aslan bir mektep şarkısı söylemeye başladı.
Tilki de ona katıldı. Şarkı bittikten sonra:
– Sen nereden biliyorsun bu şarkıyı diye sordu aslan tilkiye.
– Efendim dedi tilki, evimiz aslanların okuluna yakındı. Hep duyardım bu şarkıyı. Ama şimdiye kadar hiç söylemeye cesaretim olmamıştı.
– Neden o?
– Hani, sizlerden biri duyar da başıma iş açarım diye.
– Yasak mı tilkilere aslanların şarkısını söylemek?
– Bilmem ki efendim, siz ne buyuruyorsunuz?
– Öyle bir şey olsaydı benimle söyleyebilir miydin?
– Ne kadar haklısınız dedi tilki.
Yolculukları vukuatsız olarak öğle sonrasına
kadar devam etti.
Mola vermek için su başında güzel bir yer belirlediler.
Yüklerini bozdular.
– Yemeği ben hazırlarım dedi tilki.
Aslan bir ağacın altına oturdu, belini dayadı, piposunu yaktı ve bekledi. Bir de kitap açtı kendine. Çok merak ediyordu tilkinin hazırlayacağı yemeği. Hayatında ilk kez yemeği önüne gelecekti.
Gözünün önünden bir kaç semiz tavşanın hayali geçer gibi oldu.
Fakat bir de ne görsün, tilki elinde bir şey, bir başka şeyin üzerine eğilmiş, kan ter içinde uğraşıp durmuyor mu?
Biraz sonra da, uğraşmayı bırakıp ümitsizce başını kaldırdı ve baktı. Birilerinden yardım istediği belliydi. Eh ortada kendinden başka kimse olmadığına göre, aslan hemen fırladı.
– Sevgili dostum dedi, bir sorun mu var?
– Evet efendim, acaba şu bir türlü açamadığım şeyi açar mısınız?
– Bunu açmak mı?
Aslan şaşkın şaşkın baktı. O şeyi açmak için, öteki şeyi tutmaya çalıştı. Fakat pençeleri bu işe hiç de elverişli değildi. Yine de gayret etti.
– Nedir bu sevgili dostum? Niçin bununla uğraşıyoruz? Yemeğimiz ile meşgul olsan daha iyi değil mi? Bunu sonraya bırakalım, ha, ne dersin?
– İmkansız efendim, dedi tilki. Çünkü yemeğimiz bu. Bunu yiyeceğiz.
Aslan korku ile elindekileri attı.
İri konserve kutusu ile demir açacağı çakıl …