Kayıp Kitaplıktaki İskelet – 1 | Aytül Akal, Mavisel Yener


Kayıp Kitaplıktaki İskelet, Efes antik kentinde bulunan dünyaca ünlü tarihi Selsus Kütüphanesi’nde başlayan bir serüvenin ilk macerası. Özgürlüğüne düşkün Ceylan, küçük kedisi Efes, yaşlı kaplumbağa Kapkap, yardımsever köpek Çelimsiz ve Ceylan’ın hoşlandığı çocuk Ali çevresinde şekillenen sürükleyici bu roman, olay örgüsünün ara satırlarına tarihsel bilgiler de eklemeyi ihmal etmemiş. Olayların tarihi Selsus Kütüphanesi’nde geçiyor olması, iki yazarın da dikkatleri bu antik kalıntıya çekmek istiyor olmalarından kaynaklanan bir seçim. Böylece, Anadolu tarihinde son derece önemli bir işlevi bulunan Selsus Kütüphanesi’nin anıtsal değeri, bu kitap aracılığıyla bir kez daha vurgulanmış oluyor. Kayıp Kitaplıktaki İskelet, çok yönlü bir keşif öyküsü: Ceylan’ın Ali’ye karşı filizlenmeye başlayan duyguları, Efes’in aniden ortadan kayboluşu, yüzyıllık bir kaplumbağanın tarihten günümüze taşıdığı gizemli sırlar, yazılı tabletler ve bir anahtar…

Tarih, gizem, merak, macera ve heyecan dolu bir serüvene hazır olun! Ceylan, Ali, Efes, Kapkap ve Çelimsiz sizi Selsus Kütüphanesi’ne doğru sırlarla dolu bir yolculuğa davet ediyor!

Düş Kırıklığı 

Karnı iyice acıkmıştı. Harabeler içinde bulunan bekçi kulübesinin ardındaki, begonvil, yasemin ve incir ağaçlarıyla çevrili alana doğru koştu. Leziz yemeğinin tadını uzaktan bile duyumsuyordu. Dilini şapırdatarak yaklaştı… Yemek kabına uzandı. O da ne! Kap boştu… Bomboş! Çukur kapta minik bir çiçek vardı yalnızca. Mavi bir kır çiçeği… Ne yani? Çiçek mi yiyecekti? Hem de en küçüğünden… Üstelik karnı guruldarken… Selsus Kitaplığı’nın kedisi Efes, düş kırıklığı içindeydi. Ceylan ona mama koymamış mıydı yoksa? Ya bu çiçek neyin nesiydi, alay eder gibi…

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi’yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı. Ceylan her gün babasının bekçi kulübesine uğrar, Efes’in mama kabını tepeleme doldururdu. Efes konuşabilse, Ceylan’ın son günlerde onu ihmal ettiğini ve arkadaşlarıyla daha çok zaman geçirdiğini söyleyecek, onu babasına şikâyet edecekti.

Ceylan, buyruk almaktan hoşlanmayan, özgürlüğüne düşkün bir kızdı. Şikâyet pek işe yaramayabilirdi de… Zaten insanlar kedilerin dilinden anlamazdı ki! Kedice konuşurken onların duyduğu tek şey “miyav, miyav”dı. Oysa neler neler anlatabilirdi Efes. Harabelerin her yanını gezip dolaşmış, insanların giremediği deliklere girip çıkmıştı. Antik taşlar arasından fışkıran ulu çınarların boy attığı dağları da iyi bilirdi.

Orayı, daha minicikken,karış karış öğrenmişti. İzin verseler tur rehberliği bile yapabilirdi. Ama işte insanlar onu anlamıyordu! Tek duydukları: “Miyav miyav…” Üstüne üstlük, yemeğini koymayı bile unutuyorlardı artık! Söylene söylene taşların üstünden atlayıp harabenin içindeki küçük avluya girdi. Hilmi Efendi, Selsus Kitaplığı’yla ilgili bilgilendirme panolarını temizliyordu. Efes, koşup onun ayaklarına sürünmeye başladı. “Hilmi Amca çok açım. Ceylan yemeğimi koymayı unutmuş.” Hilmi Efendi gülümseyerek kediyi okşadı. “Yemeğini yedin mi Efes? Yemek sonrası keyfine ne oldu? Güneşi görünce hemen yayılıp uyurdun sen. Ne arıyorsun burada?” “Açım diyorum, açım. Yemek falan yok. Miyavv…” “Aferin sana… Yemekten sonra spor yapmak iyidir. Koşup dolaş biraz.”

“Açıııım! Miyavv…” “Ne miyavlayıp duruyorsun, anlamadım ki. Canın şarkı söylemek mi istiyor?” Efes, Hilmi Efendi’yi bekçi kulübesine götürmeliydi. Köpek olsa, paçasından tutup çekiştirebilirdi. Ama kedi olunca, miyavlamaktan başka bir şey bilmiyordu işte. Burnuyla Hilmi Efendi’yi itekledi. “Ne o? Dışarı mı çıkalım diyorsun, hadi çıkalım,” dedi Hilmi Efendi gülümseyerek. Selsus Kitaplığı’nın sütunları arasından dışarı çıktı. Kitaplığın dokuz dik basamağını indi, avludan geçti, ilerideki bekçi kulübesine doğru yürüdü. Efes sonunda başarmıştı. Hilmi Efendi’yi, içinde tuhaf bir çiçek olan boş yemek kabının önüne sürükledi.

“Gördün mü bak? Bomboş! Yemek yok. Aç kaldım. Miyaavv… Miyaavv…” “Amma patırtı yaptın Efes. Bugün ne oldu sana böyle? Tamam, yemeğini yemişsin,görüyorum. Her zaman döküp saçarak yediğin için seni azarlamam işe yaramış, bak. Mamanın kırıntısını bile ziyan etmemişsin. Aferin sana…” Efes, umutsuzca Hilmi Efendi’ye baktı. Belli ki çöplükleri karıştırarak karnını doyuracak bir şeyler aranmaktan başka çaresi yoktu. “Alacağı olsun Ceylan’ın,” diye söylendi. Çöp kutusuna doğru küskün küskün yürürken, Hilmi Efendi ardından seslendi: “Nereye Efes?” Dönüp baktı. Hilmi Efendi, eliyle boş mama kabını işaret ediyordu.

“Anladı! Ne dediğimi anladı! Yaşasın! Miyaaav!” Taşların üzerinden tavşan gibi sıçrayarak hızla Hilmi Efendi’nin yanına koştu. Kuyruğunu yumuşakça bir o yana, bir bu yana salladı. Sevinç içindeydi. Sonunda miyavlayarak derdini anlatabilmişti işte… “Bu ne Efes?” Anlaşılan, anlatamamıştı! Hilmi Efendi, yemek kabının içindeki çiçeği gösteriyordu. “Bu ne? Teşekkür için mi? Ceylan çok sevinecek. Ne tatlı bir kedisin sen öyle…” Hilmi Efendi, Efes’in başını okşamak için eğildi, elini uzattı. Ama kedi çok kızgındı, kendini okşatmamak için hemen geriye doğru sıçradı. “Tatlıymış! Pöh!” Karnını doyurmak için tatlı niyetine kuyruğunu yiyecek değildi ya…

Hilmi Efendi onun huysuzluğuna anlam veremedi. Omuzlarını silkip yürüdü. Çevrede dolaşan turistleri gözetimsiz bırakmak olmazdı. Ele gelir taş parçalarını sağdan soldan alıp ceplerine koymaya pek meraklıydılar. Efes, kızgın ve küskün, çöplerin biriktiği kutulara doğru yöneldi. Belediye çöpleri almadan, yiyecek bir şeyler bulmalıydı…

Benzer İçerikler

Aşk Varmış, Aşk Yokmuş

yakutlu

Umut Bahçesi | Dilara Keskin

yakutlu

Sayın Bay Rock Yıldızı | Teoman

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy