Bu kitabı okurken Gevher Nesibe’nin merhametini, Fatma Bacı’nın maharetini, Ahi Evran’ın dürüstlük ve nezaketini yüreğinizde hissedeceksiniz. Kulağınıza Mevlana’nın ney sesi çalınacak, dilinize Yunus’un şiirleri dolanacak, dimağınıza Nasrettin Hoca’nın nükteleri yayılacak.
Kendinizi Nizamiye Medreseleri’nde bütün ilimleri yalayıp yutmuş gibi, Hasan Sabbah’ı Alamut Kalesi’nde bir yumrukta yere sermiş gibi, Haçlıları Anadolu’ya geldiklerine bin pişman etmiş gibi hissedeceksiniz. Melikşah, Kılıçarslan, Alaaddin Keykubat ve daha birçok sultanın kahramanlıklarının heyecanını yaşayacaksınız.
Yorulduğunuzda Fatma Bacı’nın kök boyalı minderlerinde oturacak, susadığınızda miskinler tekkesindeki gümüş tastan billur sular içecek, acıktığınızda Kubadabat Sarayı’nda ziyafet sofralarına oturacaksınız.
***
İÇİNDEKİLER
Önsöz …. 9
1. BÖLÜM
Büyük Selçuklu Devleti, Melikşah’ın Hükümdarlığı …. 17
Büyük Selçuklu Devleti’nin En geniş Sınırlara Ulaşması …. 22
Melikşah’ın Çalışmaları …. 25
Melikşah Döneminde İlim Çalışmaları …. 25
Bu Nasıl İlimdir? …. 26
Nizamiye Medreseleri …. 30
Medresede Hayat …. 34
Hikayelerle Nizamülmülk, Nizamülmülk’ün Melikşah’a Verdiği Cevap …. 37
Acı Salata …. 39
Nizamülmülk ve Yaşlı Kadın …. 41
Alamut Kalesinde Hasan Sabbah …. 42
Nizamülmülk’ün Şehit Edilişi …. 47
Melikşah’ın Vefatı ve Selçuklu Ülkesinin Güçten Düşmesi …. 51
Melikşah’ın Ardından Selçuklu Ülkesinin Fetret Dönemine Girmesi …. 54
Selçukluların Kısa Sürede Zayıflayıp Yıkılış Dönemine Girmesi …. 55
Türk Devletlerinin Kısa Sürede Yıkılmasının En Önemli Sebebi: Ülke Hanedan Üyelerinin Ortak Malıdır Anlayışı …. 56
Meraklısına Not …. 57
Atabeylikler …. 58
Meraklısına Not: …. 59
2. BÖLÜM
Anadolu Selçukluları, Anadolu Fatihi Süleyman Şah …. 61
Süleyman Şah’ın Anadolu Fetihleri …. 64
I. Kılıçarslan’ın Hükümdarlığı …. 66
I. Kılıçarslan ve Haçlı Seferleri …. 67
I. Kılıçarslan’ın Esirlere Gösterdiği Güzel Muamele …. 72
Kılıçarslan’dan Sonra Anadolu Selçukluları …. 74
Miryakefalon Savaşı (1176) …. 77
Anadolu’nun Gülen Yüzü …. 79
II. Kılıçarslan’ın ülkeyi 11 oğlu Arasında Paylaştırması …. 80
Anadolu Selçuklu Devleti’nde Ticaretin Gelişmesi …. 82
İzzettin Keykavus Dönemi …. 84
Anadolu Selçuklu’larının En Parlak Dönemi …. 87
Yaklaşan Moğol Tehlikesi ve Yassıçemen Savaşı …. 92
Alaeddin Keykubat’ın Akıllı Siyaseti …. 93
Alaeddin Keykubat’ın Vefatı …. 94
Güzel Günler Geride Kalıyor …. 97
Baba İshak İsyanı (1242) …. 100
Kösedağ Savaşı (1243) …. 102
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Yıkılması …. 108
Selçuklularda Kültür ve Medeniyet Darüşşifalar (Hastaneler) …. 112
Gevher Nesibe Hatun …. 112
Batıda Hastaneler …. 116
Miskinler Tekkesi …. 118
Türkiye Selçukluları’nda Eğitim Faaliyetleri …. 119
Büyük Alimlerden Bazılarının Hayat Hikayeleri Mevlana Celaleddin-i Rumî …. 121
Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin Konya’ya Gelmesi …. 121
Mevlana’nın Şems ile Karşılaşması …. 123
Şems’in Mevlana İle Dostluğu …. 126
Mevlana’nın Semaya Başlaması …. 128
Yunus Emre’nin Hayatı, Yunus’un Taptuk Emre’nin Dergahına Gitmesi …. 132
Dergahtaki Günler …. 134
Boynu Bükük Sarı Çiçek …. 138
Nasrettin Hoca’nın Hayatı …. 141
Anadolu Selçuklu Devleti’nde Esnaf Teşkilatı Ahiler …. 146
Dünyanın İlk Kadın Örgütlenmesi; Bâcıyan-ı Rumlar …. 152
ÖNSÖZ
Selçuklu’dan Kalan Gizli Miras
Anadolu;
İnce minarelerin, görkemli kubbelerin, serin gölgeli türbelerin, beyaz mermerli çeşmelerin, mavi çinilerin ülkesi.
Başı dumanlı Torosların, karpuz çatlatan buz gibi soğuk pınarların, baygın kokulu ak zambakların, mor sümbüllerin, katmer güllerin memleketi.
Fedakar ve çileli annelerin, iğne oyalı başörtülü tazecik gelinlerin, yağız çehreli, şahin bakışlı yiğitlerin, eli öpülesi nur yüzlü dedelerin, ılık yürekli ağzı dualı ninelerin diyarı. Harmandalının, çiftetellinin, zeybeğin, horonun, halayın kaynağı.
Gümüş imbikli güğümlerin, karanfil nakışlı mendillerin, çiçekli motiflerin, rengarenk ipeklerin saltanatı.
Anadolu insanı;
Toprak gibi derin yarıklar bulunan yüzünde, toprak kadar mütevazi ama yeri geldiğinde kendinden on kat güçlü düşmanı yenecek kadar da heybetli.
Sofrasındaki bir parça ekmeği paylaşacak kadar cömert, dağdaki aç kurtları doyuracak kadar merhametli.
Pencere kenarlarına dizdiği çiçeklerin dilinden konuşacak kadar zarif, taşların oyuklarına para bırakacak kadar anlayışlı.
Aklını kaybetmiş bir mecnuna, ciğerlerinden dertli veremliye, yaralar içindeki cüzzamlıya kadar herkesin ihtiyacını düşünecek kadar vefalı, defalarca dağılıp yeniden toparlanacak kadar da sebatlı ve kararlı.
Anadolu insanının omuzlarında yükselen bir insanlık destanı, Selçuklu’yla başlayıp Osmanlı’ya uzanan kahramanlık, asalet ve zarafet harmanı.
Yıl 1147, Sultan Mesut zamanı. Haçlılar bir kez daha Anadolu’ya gelmiş, haneleri yakıp yıkmış, ocakları söndürmüş, annelerin bağrı yanık, gözleri yaşlı, hıçkırıkları boğazlarında dizili. Bunca yaşanana rağmen, dökülen kana yitirilen cana rağmen, Toroslarda Rumların saldırısına uğrayan, aç açık, hasta ve yaralı Haçlılara yine yardım elini uzatan Anadolu insanı oluyor. Haçlılar bu insanlık dersi karşısında şaşkına düşüp, bin kez hayrette kalıyorlar. Daha dün çocuklarını boğazladıkları insanların, yuvalarını söndürmeye yemin ettikleri insanların, bu gün kendilerine el uzattıklarını görünce inanamıyorlar. Haçlılardan 3000 asker bu iyilik, iç güzelliği ve asalet karşısında kayıtsız kalamıyor, şehadeti heceleyip Müslüman olmaya karar veriyor.
Yıl 1915, Çanakkale Savaşı. Asırlık dertlerin, ıstırap ve çilenin sahibi Anadolu insanı boğazına sarılan elden kurtulmak için bir kez daha varını yoğunu ortaya koymuş. Yağız delikanlılar, on beşlik cıvanlar cepheye gönderilmiş.
Açlık ve yokluk içinde çarpışan bu yiğitler, kendileri kuru ekmeğe talim ederken, esir aldıkları askerlere sıcak ekmek veriyor, hatta iki ateş arasında kalan yaralı düşman askerlerini kurtarayım derken kendi canından oluyor.
Bin yıl önce de bin yıl sonra da aynı olaylar yaşanıyorsa, ağlatmak yerine güldürmek, yaşamak yerine yaşatmak tercih ediliyorsa, yaşanan onca sıkıntıya rağmen hâlâ tükenmeyen güzellikler yeşerip boy veriyorsa, bunda Selçuklu’dan gelen, gelip de içimize işleyen, kanımızda dolanan mirasın payı vardır. Süleyman Şah’ın nefesinden, Kılıçarslan’ın metanetinden, Alaeddin Keykubat’ın ferasetinden, Gevher Nesibe’nin merhametinden, hissemiz bulunur. Mevlana’nın ney sesini duymuşluğumuz, Yunus’un şiirlerini okumuşluğumuz, Nasrettin Hoca’nın nükteleri ile avunmuşluğumuz, Ahi Evran’ın doğruluk ilkeleriyle işimize koşmuşluğumuz, Batma Bacı’nın cesaretiyle yoğrulmuşluğumuz vardır. Miskinler tekkesinde eğlenmiş, Kubâdabâd Sarayı’nda nasiplenmiş, Sırçalı Medrese’de mürekkep yalamış, Kayseri’deki esnaflar çarşısında soluklanmışlığımız vardır.
Bu miras bize ak sakallı dedelerimizden, güleç yüzlü ninelerimizden kalmadır. Bu miras kayıp bir medeniyetin asla yitip gitmeyecek, bozulup tükenmeyecek, eriyip bitmeyecek son nişanı, en son alâmetidir.
Zehra Aydüz
Manchester 2014
Kayıp Medeniyet
Selçuklular
1. BÖLÜM
Büyük Selçuklu Devleti
Melikşah’ın Hükümdarlığı
ALPARSLAN’IN ölümünden sonra Melikşah hükümdar olmuş, Selçuklu ülkesinin esenliğinin, topraklarının güvenliğinin, halkının emniyetinin sorumluluğunu üstlenmişti. Devlet meselelerine uzak değildi, henüz elif bayı hecelerken bellemişti bir çok şeyi. Daha sekiz yaşındayken devlet işleriyle ilgilenmeye başlamış, on yaşında Gürcistan seferine çıkmıştı. Askere baş olmanın, devlete yön vermenin, söz söyletip laf dinletmenin ne anlama geldiğini bilirdi. Her tedbiri alır, Allah’ın izniyle her zorluğun üstesinden gelirdi de, ah bu karındaş kavgaları yok muydu? Soyuna kılıç sallamak, boyu üzerine at sürmek çok ağır imtihan, çok zorlu bir sınavdı. Nizamülmülk birlik için diyordu ya mutlaka bir bildiği vardı. Önce devlet bir olmalıydı ki fetihler sürüp gitsin, haşmetli devletleri işte bu toprak gibi atların altında ezilip ufalanıp dağılmasın. Orduya bir baş gerekti, millete bir baş, devlete bir baş. Herkes bu birlik etrafında toplanıp kenetlenmeliydi. Üstelik bu mücadelede iki taraf da iyiydi, öyleyse mesele hangi tarafın en iyi olduğunu bulabilmekti.
Dalgın gözlerle önlerinde uzayıp giden yollara baktı. Kim bilir kaç kez askerlerin atlarının altında parçalanıp ufalanmıştı? Kaç mağrur hükümdar bu yollardan geçmiş, hangisi zaferle geri dönerken hangisi kaybedenlerden olmuştu? Toprak dile gelse neler söyler, neler anlatırdı? Melikşah kendi iç sesiyle o kadar meşguldü ki, Nizamülmülk’ün seslendiğini bile bir süre fark edemedi. Nizamülmülk atını yanına sürüp bir kez daha:
-Sultan’ım dedi. Namaz vaktidir. Hem şu türbede soluklanalım, hem de imam Ali Er Rıza’nın ruhuna dualar edelim.
Melikşah, dalgın bakışlarını kaldırdı. Yorgun sesiyle:
-Doğru dersin vezirim, dedi. İçimizi Yaratan’a açalım. O nasıl olsa en iyiyi bilir, en iyiyi kararlar.
Melikşah, servilerin gölgelediği bahçeyi geçip şadırvanda abdestini tazeledi. Soğuk su düşüncelerini yatıştırmış, az da olsa toparlanabilmişti. Nizamülmülk ve askerleriyle beraber namazını türbenin yanındaki camide kıldıktan sonra türbenin içine girdi, attığı ilk adımda içinin hafifçe ürpermesini engelleyemedi. Ölüm gerçek hakikat, gerisi beyhudeydi. Bu dünyadan ne yiğitler, kahramanlar, ne sultanlar, alimler selam verip geçmişti. Daha fazla dayanamadı, kirpiklerine bir damla yaş yürüdü, akmasına izin verdi. Ellerini açtı, uzun uzun dua etti. Kavuğunu çıkardı, gür saçlarını eliyle düzeltti. Demek padişah olmak, hükmetmek böyle bir şeydi. Demek hükmetme yolunda hısım olmak, karındaş olmak, can olmak, canan olmak diye bir şey yoktu.
Türbeden yavaş adımlarla çıktı. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bir turna katarının havalandığını gördü. Kendi içinin karışıklığına inat, gökyüzü ne kadar da berrak ve aydınlıktı. Yanına gelen Nizamülmülk’e sordu:
-Nasıl dua ettin?
Nizamülmülk, Sultan’ın iç dünyasının kırık döküklüğünden habersiz cevapladı:
-Sizin kazanmanız için dua ettim Sultan’ım.
Melikşah derin bir nefes aldı, boğum boğum bıraktı:
-Ben ise Müslümanlar için kim hayırlı olacaksa onun kazanması için dua ettim.
Yaşlı vezirin gözleri sevinçle ışıldadı. Bir sultan için ne kadar onurlu bir hareketti. Ne derin bir duaydı. Hiç bir şey demedi. Bu duanın üstüne ne dese beyhudeydi. Melikşah’ın karındaş kavgalarından ne kadar çok bunaldığını, yine de hakkı gözetip doğrudan ayrılmadığını bilirdi.
İlk kez amcası Kavurd’la vuruşmak zorunda kalmıştı. O zamanlar pek gençti ama kılıcının hakkını vermişti. Amcası Kavurd’un isyanını Karahanlılar üzerine sefere çıktığı sırada duymuştu. Hemen harekete geçmiş, düzenlediği seferi yarım bırakarak acele ile geri dönmüştü. 1073 yılının güneşli bir Mayıs günü Kerec denilen bölgede amcasının kuvvetleri ile karşı karşıya gelmişlerdi. Savaşın sonunda amcasını yenilgiye uğratmıştı.
Ne yazık ki Kavurd’un isyanını diğer isyanlar da takip etmiş, defalarca devletin birliği tehlike altına girmişti. Şimdi de kuvvetleriyle kardeşi Tekiş üzerine yürümek zorunda kalmıştı. Üstelik Tekiş daha önce de karındaşının hükümdarlığını tanımamış iki kez daha ortalığı karıştırıp isyan bayrağını dalgalandırmıştı. Artık ayaklanması çok tehlikeliydi, bir hal çaresi gerekti. Melikşah namlı komutanlarını da yanına katarak Tekiş’i sığındığı kalede kuşattı, sonra da yakalayarak cezalandırdı. (1086) Böylece devletin düzenini bir kez daha sağlayıp otoriteyi tek elde toplamayı başardı.