Kayıp Tanrılar Ülkesi | Ahmet Ümit


Kayıp Tanrılar Ülkesi

“Babasız çocuklar tanrıya sığınırdı ama o tanrı olmayı seçti.”

Ahmet Ümit’ten polisiyeyi arkeoloji ve mitolojiyle harmanlayan usta işi bir roman.

Berlin Emniyet Müdürlüğü’nün cevval başkomiseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker, göçmenlerin, işgal evlerinin ve sokak sanatçılarının renklendirdiği Berlin sokaklarından Bergama’ya uzanan bir macerada, hayatı ve insanları yok etmeye muktedir sırların peşinde bir seri cinayetler dizisini çözmeye çalışıyor. Soruşturmanın Türkiye ayağında sürpriz bir ismin olaya dahil olmasıyla heyecanın dozu gitgide artıyor.

Kayıp Tanrılar Ülkesi, Zeus Altarı ve Pergamon Tapınağı’nın gölgesinde mitlere günümüzde yeniden hayat verirken, suçun çağlar ve kültürler boyu değişmeyen doğasını bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor.

“O yüzden unuttuk dediğiniz yerden başlayacağım. Unutmanın bedelini ödeyecek unutanlar. Cezaların en şiddetlisiyle ödüllendirilecek saygısızlık yapanlar, kalbi yerinden çıkarılacak beni kalbinden çıkaranların, yüzlerinin derisi yüzülecek benden yüz çevirenlerin…”

***

Alacakaranlığın içinde yürüyorlardı. Gecenin sessizliğini bozan müzik kulaklarını tırmalıyordu, açık kapıdan yansıyan kırmızı 1şık ardı ardına yanıp sönüyordu. Kesif bir kan kokusu çarptı burnuna. Yüzünü buruşturdu, neyle karşılaşacağını tahmin edebiliyordu. Ama hiç duraksamadı, olay yerine girmeden önce giydikleri kapüşonlu beyaz tulumun içerisinde güçlükle yürüyen yardımcısı Tobias’ın peşi sıra ilerlemeyi sürdürdü. Yaklaştıkça daireden gelen ses dayanılmaz bir hal aldı, sanki deprem oluyormuş gibi tüm bina sarsıliyordu, koku da iyice yoğunlaşmıştı. Tobias’ın aniden durduğunu fark etti. Yüzünü göremese de dehşete kapıldığını hissedebiliyordu. Hayır, ürkmemişti Başkomiser Yıldız, yardımcısını durduran görüntüyü merak ediyordu sadece. Aceleyle kapıya yaklaştı, omzuna dokundu. Tobias irkildi, sanki Yıldız’ı ilk kez görüyormuş gibi şaşkınlıkla baktı.
“Hı… Burası… Burası mezbahaya dönmüş Şef. Her yer kan…”

Tobias’ın sözlerini duymadı bile, gözleri karşı duvara çizilmiş devasa resme takılmıştı. Yanıp sönen kırmızı ışığın altında, başında tacıyla, uzun saçlı, uzun sakallı bir kral, büyük bir vakarla tahtında oturuyordu. Altın rengi saçları, sakalları onu yaşlı bir adam gibi gösterse de değme sporcuları kıskandıracak muhteşem bir vücuda sahipti. Sağ eline kanatlı bir peri konmuştu, sol elinde bir asa tutuyordu. Asanın tepesindeki öfkeli kartal tehditkâr gözlerle onları süzüyordu. Sarı, turuncu ve kahverengi tonların hâkim olduğu resmin alt kısmında, tahtın ayaklarının bulunduğu yerde kırmızı lekeler vardı. O anda gördü yerdeki kurbanı. Çırılçıplaktı, sırtüstü yatıyordu, bileklerinden bağlanan elleri yukarı doğru açılmıştı. Nefesini tutarak birkaç adım attı, işte o zaman adamın avuçlarındaki kanlı et parçasını fark etti. Birkaç adım daha… Evet yanılmamıştı, adam ellerinde hâlâ kanayan bir kalp tutuyordu. Göğsünün sol tarafinda derin, kara bir oyuk vardı. Odanın 1şıklarını yakan Tobias “Nasıl yani” diye mırıldandı. “Nasıl yani, adam kendi kalbini mi sunmuş krala?”

Meslektaşına yanıt vermedi Yıldız, 1şıkların yanmasıyla etkisi azalan kızıllığın kaynağına çevirdi gözlerini. Masanın üzerindeki bilgisayarın geniş ekranında, yeri göğü inleten şarkının klibi dönmeyi sürdürüyordu. Klibin altındaki bantta, şarkının ismi yazıyordu:
“Altar of Zeus.”
“Krala değil Toby, baştanrıya. Kurban kalbini Baştanrı Zeus’a sunmuş.”

1
“Unutmanın bedelini
ödeyecek unutanlar!”

Unuttuğunuz yerden başlayacağım. Adımın silindiği son şehirden, son heykelimin parçalandığı son tapınaktan, son kâhinimin son kehanetinin son sözünden, sunaktaki son kurbanın tüten son etinden, sevgiyle, saygıyla, korkuyla yalvaran son kulumun son duasından.

Ne zamanın acımasızlığı, ne insanın vefasızlığı, ne ufalan taş, ne eriyen mermer, ne çürüyen ahşap, ne sözün çaresizliği, ne duanın kifayetsizliği; hiçbiri ama hiçbiri önleyemeyecek gelmekte olan hükümranlığımı. Yine şimşeklerle parçalayacağım gökyüzünü, yine yıldırımlar yağdıracağım 1şıklı şehirlerinizin üzerine, seller içinde bırakacağım lanetli ülkelerinizi, hastalıklar tebelleş edeceğim başınıza, aptal krallarınızı kandırıp savaşlar çıkartacağım, yine besili balıklarla dolduracağım denizlerinizi, yine ballı yemişler bahşedeceğim bahçelerinize, altın rengi tahıllarla bereketlendireceğim tarlalarınızı, doğurgan hayvanlar bağışlayacağım ağıllarınıza. Eskisi gibi yeniden yakaracaksını bana, yine korkuyla diz çökeceksiniz önümde, saygıyla sıraya gireceksiniz tapınaklarımda, adımı anarken titreyeceksiniz tepeden tırnağa.

Yeniden hatırlayacaksınız sizden ne kadar nefret ettiğimi, sizi ne kadar sevdiğimi, sizden ne kadar kuşku duyduğumu, size ne kadar güvendiğimi. Atalarınızın, dedelerinizin, babalarınızı unuttuklarını da hatırlayacaksınız birer birer. Ne kadar acımasız olduğumu da hatırlayacaksını, ne kadar merhametli olduğumu da. Dizginsiz öfkemi de hatırlayacaksınız, sonsuz şefkatimi de. Sizi belalardan nasıl koruduğumu, dertlerden nasıl uzak tuttuğumu da hatırlayacaksını, başınıza getirdiğim felaketleri de.

Ey belleği zayıf, ey aklı kıt, ey ahlakı düşük insanlar, beni unuttuğunuz günden başlayacağım. Olympos’taki altın tahtıma yeniden oturacağım ki, işlediğiniz bütün günahları görebileyim. Krallığımı yeniden kuracağım ki, gökyüzünde ve yeryüzünde yaptığınız yağma sona ersin. Toprağa yeniden bereket getireceğim, denizi kutsayacak, havayı temizleyeceğim. Eskisinden daha kudretli olacağım, daha zalim, daha acımasız. Ve tek tek yazacağım unuttuğunuz ne varsa bana dair, hepsini satır satır, kelime kelime… Sizin kanınızla…

Sonsuz karanlığ, kaosu, Toprak Anamız Gaia’yı, dedemiz Uranos’u, babamız Kronos’u ve ben Zeus’u anlatacağım yeniden. Titanları ve devleri nasıl yendiğimi, o kanlı muharebeleri, şanlı savaşları anlatacağım. Okumanız, yeniden hatırlamanız, hiç unutmamanız için. Eğer okumazsanız yazdıklarımı, o sözcükleri çelimsiz bedenlerinize ateşle kazıyacağım.

Zulüm en bilge öğretmeniniz olacak; eziyet erdemin kapılarını açacak size; gazabım hizaya sokacak aklınız. Bağışlanmak isteyeceksiniz. Sizi bağışlamam için öncekilerden daha görkemli tapınaklar kuracaksınız, daha ihtişamlı heykeller yapacaksınız, devasa sunaklarda kendi etinizi sunacaksınız bana. Fakat asla kolay bağışlanmayacaksını. Çünkü siz hainsiniz, riyakârsınız, yalancısını. Kolay olana anında uyar, zor olandan kaçarsını. Oysa tanrıya zor yollardan ulaşılır. Çünkü tanrı, hakikattir; asla değişmez, asla inkâr edilmez, asla unutulmaz.

Ama siz unuttunuz. Sanki Zeus hiç var olmamış gibi, sanki ona hiç tapmamış gibi, sanki ona hiç yalvarmamış gibi, sanki onun için hiç ölmemiş, öldürmemiş gibi. Sandınız ki, zaman Zeus’un hükmünü yere düşürür. Sandınız ki, dedem Uranos, babam Kronos gibi benim de kudretim sona erer. Sandınız ki, yeni tanrılarınız benim yerimi alır. Sandını ki, yeni tanrılarını benden daha kudretlidir, daha bilgedir, daha acımasız ve daha merhametlidir. Sandınız ki, tapınaklarım yıkılırsa ben toprak olurum, heykellerim parçalanırsa ölümsüz bedenim dağılır. Sandınız ki, dualarımı okumazsanız soluğum kesilir. Bana kurbanlar getirmezseniz ruhum beslenemez, sönen bir yıldız gibi karanlığın derinliklerinde kaybolur.

Hiç inkâr etmeyin, böyle olacak sandınız. O yüzden, beni kolayca unutmaya kalktını. Krallarınız, kahramanlarını, soylularını, köleleriniz, kadınlarınız, yaşlılarınız, çocuklarınız. Evet, bunu hepiniz yaptını. Eğlenerek, keyiflenerek, mutlulukla kahkahalar atarak, şaraplar içerek, dans ederek, arsızca çiftleşerek yaptınız. Binlerce yıllık tanrınızı sefil hayatlarınızdan çıkartmak istediniz. Bir zamanlar uğruna canınızı vermekten çekinmediğiniz Zeus’u, hatırlanmak istenmeyen lanetli biri gibi kapıları mühürlenmiş yeraltı depolarına, mermer lahitlere kilitlediniz. Aşklarımla dalga geçtiniz, zaferlerimle eğlendiniz, mucizelerimi hor gördünüz, adımı ucuz şakalarınız katık ettiniz. İsmimi, suretimi, sözümü o zayıf hafizanızdan silmek, o korkak kalbinizden sökmek, o günahkâr ruhunuzdan atmak istediniz. Ve o kadar aptalsınız ki bensiz geçirdiğiniz zamana bakıp bunu başardığınızı sandınız. Oysa tanrıların zamanıyla insanınki aynı değildir. Sizin için yıllar süren bir ömür, biz tanrılar için bir nefes alıp vermek kadar kısadır. Ve işte o kısa an bitti. Şimdi yazgınızın en korkunç dönemi başlıyor.
$\mathrm{O}$ yüzden unuttuk dediğiniz yerden başlayacağım. Unutmanın bedelini ödeyecek unutanlar. Cezaların en şiddetlisiyle ödüllendirilecek saygısızlık yapanlar, kalbi yerinden çıkarılacak beni kalbinden çıkaranların, yüzlerinin derisi yüzülecek benden yüz çevirenlerin, inkârcıların ağızlarının içi toprakla dolacak, tapinaklarıma girmeyenlerin ayakları kesilecek, sunaklarıma armağan getirmeyenlerin kolları koparılacak. Kimse ama hiç kimse kurtulamayacak gazabımdan.

Ben, yeryüzünün ve gökyüzünün hâkimi, ben titanların, devlerin, insanların ve tüm mahlukatın Baştanrısı Zeus işte söylüyorum; toprak anamız Gaia’ya, dedem Uranos’a, annem Rheia’ya, babam Kronos’a, titanlara, tanrilara ve cümle mahlukata ant olsun ki: Bana ihanet edenler intikamın en korkuncuyla tanışacak, sözümün dışına çıkanlar lanetler içinde kalacak, ateşler içinde yanacak, acılar içinde kıvranacak.

Benzer İçerikler

Dokuz | Ahmet Karayün | Birazoku

yakutlu

Wardstone Günlükleri Serisi – Joseph Delaney – PDF ve ePUB indir

yakutlu

Özgürlük Tuzağı | Osman Aysu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy