Kehanetteki Çocuk | Sibel Kırcadere Uslu


Yaşlı kayın ağacının köklerinden baloncuklar yükselmeye başladığında hepsinin hikâyesi değişti. Suzan, doğmadan önce Cehennem’de buldu kendini. Annesinin masallarıyla büyüdü ama hiç ummadığı bir anda masal zannettiği her şey, gerçeğe dönüşmeye başladı.
Bilinmez bir hastalık iki dünyaya da bulaştığında Suzan ait olduğu yere, Ortoköy’e döndü. Burada onu bekleyen tehlikelerle ve bulmayı umduğu kayıplarıyla yüzleşmeye ne kadar hazır olduğundan emin değildi. Yıllardır beklenen On Bir Kehaneti sonunda gerçekleşecek miydi?
Suzan’ın heyecan verici, büyülü macerası başlıyor!

DELİMEŞE PARKI

Dolunayın her yeri gün gibi aydınlattığı o gece zaman, aniden yavaşladı ve sonra tamamen durdu. Gökyüzündeki bütün yıldızlar pat diye söndü. İki baykuş, tünedikleri daldan aynı anda yere düştü. Ay ışığını gündüz sanmış birkaç karınca, yuvalarına dönmek için koştururlarken oldukları yerde donup kaldı. Aynı zamanda Delimeşe Parkı’ndaki yaşlı kayın ağacının kökleri fokurdamaya başladı. Toprağın içinden mor renkli baloncuklar yükseliyor, bazıları ağacın dallarına çarpıp patlıyordu. Baloncuklar gökyüzünde gözden kaybolurken, kör edici bir ışık patlaması oldu. Ama hiç ses çıkmadı. Işık patlamasıyla kayın ağacının hemen önünde, bir delikanlı beliriverdi.

On yedi yaşında, kızıl saçlı, uzun ve zayıf bir çocuk olan Süleyman şaşkınlıkla etrafa bakınırken, zaman da normal akışına dönmüştü. Yere çakılan baykuşlar kendilerine gelip tünedikleri dala geri uçtu. Yıldızlar kayboldukları gibi bir anda tekrar parlamaya başladı. Sanki az önceki tuhaf olayların hiçbiri yaşanmamıştı. Süleyman, sırtını ağacın gövdesine yaslayıp yere oturdu. Tüm vücudu titriyordu. Sadece soğuktan da değil. Daha birkaç saniye önce en tehlikeli Misva olan Nimpa’dan kaçıyordu. Nasıl olduysa bir anda kendini Cehennem’de bulmuştu.

Dedelerin anlattıklarına göre Cehennem; korkunç canavarları doyurmak için insanları köle olarak çalıştırdıkları, alevler içine kurulmuş bir yerdi. Canavarların yaptığı büyü yüzünden, kimse bunun farkında değildi ve bu yüzden asla kaçmaya çalışmıyorlardı.

Henüz bir canavar veya gözleri fır fır dönen bir köle görmemişti ama buranın alevler içinde bir yer olmadığı ortadaydı. Aslında Ortoköy’den pek farklı görünmüyordu. Sadece, ağaçlar asker gibi bire bir aynı mesafede dizilmiş, demirden direklere ışıklar hapsedilmişti. Havada da garip bir koku vardı. Dedeler, belki canavarlar hakkında da yanılmışlardı. Süleyman’ın bunu ummak dışında başka bir seçeneği yoktu çünkü artık doğup büyüdüğü yer olan Ortoköy’de değil, Cehennem’deydi ve nasıl geriye dönebileceği hakkında hiçbir fikri yoktu.

Süleyman, gecenin başında en yakın arkadaşı ve erkek kardeşi ile eski bir dedikodu yüzünden iddiaya girmeseydi Yasaklı Orman’a gitmek zorunda kalmaz ve buraya, Cehennem’e de düşmezdi. Hımbıl’ın, yani geceleri porsuğa dönüşen Misva’nın, gerçekten sidikten korkup korkmadığını öğrenmek için tutuştukları iddianın nelere sebep olacağını hiçbiri bilemezdi. Erkek kardeşi Althan, biri kısa üç kürdanı sakladığı elini en yakın arkadaşı Kam’a uzattı. Kam, kürdanlara değdirmeden elini üzerinde bir süre gezdirdikten sonra ortadakini seçti. Bu uzun olanlardan biriydi. Sıra Süleyman’a geldiğinde, hiç düşünmeden birini çekiverdi. Çünkü ne zaman bir iddiaya tutuşup kürdan çekseler kaybeden hep Althan olurdu. Bu sefer öyle olmamıştı. Süleyman, iki parmağının arasındaki alt ucu kırılmış kürdana bakakaldı. Gündüz bile kimsenin cesaret edip girmediği Yasaklı Orman’a onun gitmesi gerekiyordu. Üstelik gece olmasına ve Bozulmaz Yasa’ya rağmen.

 

Benzer İçerikler

https://www.birazoku.com/tomun-inanilmaz-maceralari-sirlar-muzesi-henry-chancellor

yakutlu

Üvey Baba

yakutlu

Çalıkuşu

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy