Kırık Hayatlar, Halid Ziya Uşaklıgil’in Servet-i Fünun Edebiyatı döneminde kaleme aldığı son romanıdır. Kırık Hayatlar’da, yazarın, aile kurumunun kutsallığı, yalnızlığın yıpratan acısı karşısındaki alternatif duruşu, evlenme yöntemleri, gelenekler, eş seçiminde aile baskısı, komşuluk ilişkileri vb. konulardaki dikkatlerini görmek mümkündür. İç içe geçmiş çeşitli yaşam hikayelerinin verilişindeki okuru yormayan düzen, eseri başarılı kılmaktadır.
Kırık Hayatlar, hem tutku, acı, nefret vb. bireysel duyguları, hem de toplumsal bir kurum olarak aileyi ve toplum yaşamındaki aksaklıkları sorgulayan bir eserdir. Eserin bireysel ve toplumsal düzlemde farklı okumalara olanak veren bu çok yönlülüğü, başlangıçta tek bir ailenin yaşamından yola çıkarak herkesi ilgilendirecek incelikleri bütüncül bir yaklaşımla yakalayıvermesi onu okunmaya değer kılar
ÖNSÖZ
Kırık Hayatlar, hem Serveti Fünûn Edebiyatı’nın hem de Yeni Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarından Halid Ziya Uşaklıgil’in (18671945) Serveti Fünûn Edebiyatı döneminde kaleme aldığı son romanıdır. Eser, Serveti Fünûn edebi topluluğunun yayın organı olan Serveti Fünün dergisinde 1901 yılında tefrika edilmeye başlanmış’”, fakat sansüre uğramıştır. Sansürün kalemi romanın en önemli kısımlarını hedef alınca, Halid Ziya, romanını yanda bırakma pahasına da olsa tefrikayı dergiden çeker. Kırık Hayatlar, böylece yazarı eliyle uzun yıllar sürecek bir unutulmuşluğa terk edilmiştir. Mütareke döneminde, zamanın büyük gazetelerinden biri olan Vakit gazetesi yöneticileri romanın başından başlamak üzere tekrar tefrika edilmesi amacıyla, Halid Ziya’ya başvurmuştur. Yazarın bu isteği kabul etmesiyle Kırık Hayatlar 1922 yılında Vakit gazetesinde tekrar tefrika edilmiştir’2′. 1924 yılında da kitap hâlinde basılmıştır’31. Bunu 1944 ve 1989 baskıları izlemiştir.
Halid Ziya, Kırık Hayatların Hilmi Kitabevi tarafından yayımlanan 1944 baskısının ki bizim de bu çalışma da esas aldığımız baskıdır başına koyduğu “Bir Hikâyenin Hikâyesi” adlı yazısında. Kırık Hayatların macerasını, Serveti Fünûn dergisindeki tefrikasının yanda kalışı ile Vakit’te tekrar yayımlanması arasında geçen yaklaşık yirmi yıllık sürecin sebeplerini, sansürün elinde eserin ne gibi değişikliklere boyun eğdiğini bazı çarpıcı örnekler de vererek anlatır.
Halid Ziya Kırık Hayatları dil ve yapı bakımından değerlendirirken, ondan evvel yazdığı ve edebiyat tarihinde özel bir yere sahip olan Mâi ve Siyah ile Aşkı Memnu romanlarından üstün gördüğünü belirtir. Yazar, Kırık Hayatlarda Serveti Fünûn edebiyatının süs ve bezek tutkusundan uzaklaşan, dil ve üslubuyla önceki eserlerinden ayrılan yeni bir baş eser ortaya koymak istemiştir. Kırık Hayatları 1944 baskısı için tekrar gözden geçirirken eserin dilinde bazı sadeleştirmeler yapmıştır. Bu tutum onun dil ve üslûp anlayışındaki değişimin olduğu kadar yazar hassasiyetinin ve titizliğinin de göstergesidir, şüphesiz.
Kırık Hayatlar, tutku, acı, nefret vb. bireysel duyguları işler görünse de aynı zamanda toplumsal bir kurum olarak aileyi ve toplum yaşamındaki aksaklıkları da sorgulayan bir eserdir. Eserin bireysel ve toplumsal düzlemde farklı okumalara olanak veren bu çok yönlülüğü, başlangıçta tek bir ailenin yaşamından yola çıkarak herkesi ilgilendirecek incelikleri bütüncül bir yaklaşımla yakalayıvermesi onu okunmaya değer kılar.
Halid Ziya; Avrupa’da tıp öğrenimi gördükten sonra, başarılı olmak, güzel bir aile kurmak, mutluluğu aile ve iş yaşamında yakalamak şeklinde en yalın haliyle özetlenebilecek ideallerini gerçekleştirmek arzusundaki erdemli bir genci, Ömer Behiç’i seçmiştir kahraman olarak. Bu seçim ve yaratımda ona çalışma sistemi, kültürel değerler bakımından Batılı bir çehre çizerken, geleneklerine, ailesine bağlı, tamamen saf ve samimi bir tip olma misyonunuda yüklemiştir. Tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul’a gelen Ömer Behiç, bir tesadüf vesilesiyle karşılaştığı Vedide ile bir süre sonra evlenir. İki çocuğu olur: Selma ve Leyla… Gençlik düşlerini süsleyen bir ev yaptırarak oraya
yerleşirler.
Aile yaşantısı yazar tarafından adeta bir mutluluk sarayı gibi sunulur bize. Kalıcı mutluluk mümkün müdür? Çevrede Veli Bey’in kızları olarak ün salmış, zevk ve eğlence bayatının tutkunu olmuş iki genç kız bu ailenin mutluluğuna gölge düşürecektir. Geçirdiği bir rahatsızlık sırasında Ömer Behiç’le tanışan Neyyir, baştan çıkarıcı, hafif tavırlarıyla onu elde etmeyi başarır. Ahlakî değerler bakımından son derece üstün çizilen Ömer Behiç, birden Neyyir’e duyduğu tutkuyla karışık güçsüzlüğünün esiri olur. Henüz iki yaşındaki kızı Leylâ’nın hastalığına ve karısı Vedide’ye gerekli ilgiyi gösteremeyen Ömer Behiç, tutkularıyla sorumlulukları arasında ezilir. Çocuğunun ölümü ile de yıkılır.
Yazar, başka bir yönden de Ömer Behiç’in yakın arkadaşı Dr. Bekir Servet’in Nebile İle olan ilişkisini, Ömer Behiç’in doktor sıfatı dolayısıyla tanıştığı kimi ailelerde tanık olduğu sıra dışı ilişkileri, yasak aşkları, ahlaksal bozulmayı işler. Vedide, Andelip Bacı, Veli Bey’in kızı Nebile ile evlenmek zorunda kalan Talat Bey, bir türlü boşanamadığı kaba bir koca elinde günbegün incinen hizmetçi Suzidil, yine kocasının kahrından felç olan Mürüvvet Hanım, ailesinin baskısıyla sevmediği bir kadınla evlenmek zorunda kalan Ferruh Bey, Ferruh Bey’in karısı Şektıre Hanım, kırık hayatlarıyla girer romana. Gerçekçi bir anlatımla dile gelirler.
Yazarın, aile kurumunun kutsallığı, yalnızlığın yıpratan acısı karşısındaki alternatif duruşu, evlenme yöntemleri, gelenekler, eş seçiminde aile baskısı, komşuluk ilişkileri vb. konulardaki dikkatlerini Kırık Hayatlarda görmek mümkündür. Ayrıca, iç içe geçmiş çeşitli yaşam hikâ yelerinin verilişindeki okuru yormayan düzen de eseri başarılı kılmaktadır.
Yazılış ve yayımlanış sürecince türlü maceralar geçirerek bugüne gelen bu eserin, evrensel duyguların ve geçmişin izlerinin bir kez daha irdelenmesiyle değer kazanacağını düşünüyorum.
Çalışmam sırasında göstermiş oldukları ilgi ve titizlik dolayısıyla editörüm Rahim Tarım’a, yardımlarından ötürü de eşim Yalçın Karadeniz’e teşekkür ederim.
Seval Karadeniz
BİR HİKÂYENİN HİKÂYESİ
1
Yirmi beş yıllık bir mesafeden sonra ric’i bir nazar ile maziye [geriye dönüp] bakınca o zaman “Serveti Fünûn” muhitinde tahaddüs eden [etrafında ortaya çıkan] edebî hareketi daha vazıh [açık] çizgilerle çemberlenmiş görüyorum. Bu harekette her şeyden ziyade [fazla] fark olunan hususiyet [özellik] şu îdi kî, o bir mahsus tertip dairesinde, âmillerinin [kendine özgü bir düzen çerçevesinde, sebeplerinin] âdeta siyasî bir cereyan [hareket] tayin etmek için evvelden [Önceden] düşünülüp kurulan, mukarrer [kararlaştırılmış] esaslar üzerine bina edilen müşavere ve müfahemesi neticesinde husule gelmiş [danışma ve anlaşma sonucunda ortaya çıkmış] bir hadise değildi; hatta onda tanı manası ile bir İttifak [anlaşma} bile yoktu. Ancak bir tesadüf eseri idi. Şurada burada, kendi âlemlerinde, kendi tâli cephelerine menkuş mukadderatı [ikinci derecede önemli yönlerine işlenmiş yazgılarını] takip ederek ilk tecrübe merhalelerinden [aşamalarından] geçmiş olan kalem erbabından [edebiyatçılardan] birkaçı, hatta daha evvelden pek iyi tanışmayarak, pek sıkı görüşmeyerek, nasılsa esivermiş bir nefes rüzgâr ile aynı matbaanın çatısı altında toplanmışlar, aynı risalenin [kitapçığın] sayfalarına sanat aşkından başka bir şeyle mütehassis olmayarak [İlgilenmeyerek] yazılarını getirmişlerdi.
Aralarında ittifak yoktu fakat buna mukabil, ittihad [karşılık, birlik] vardı, yekdiğeri ile [birbiriyle] temas ettikçe sanat hakkında telâkkilerinin tecanüsüne vâkıf olan [anlayışlarının aynı cinsten olduğunu öğrenen] ve belki birbirine yakın yaşamakla birbirinden aşılanan bu adamlarda aynı mebahisde [konularda], aynı tahassüsata mâlik liflen duyuşa sahip} olmaktan, aynı âfâkta [ufuklarda}, aynı uçuş tarzı | na fıtri kabiliyet [doğuştan yetenek} taşımaktan mütevellid [doğan] bir itti had ki, derhal aralarında tesanüt ve tekâfül hissiyatını [dayanışına duygusunu] az çok zedeleyebilecek mahiyette [nitelikte) ne varsa onları tamamıyla bir tarafa bırakmaya tabiatıyla [doğal olarak] lüzum gören bir muhabbet ve samimiyet tevlid etmişti [doğurmuştu}.
Ne muhit fçevre], ne sınıf, ne mevki, ne sin Ujaş] farkları bunların arasında esen refakat [arkadaşlık} havasına soğuk soluğunu üfürmeye fırsat bulamadı. Etraf ne kadar mümkünse o kadar muhalif anasırla [karşıt unsurlarla] dolu, müşkil şeraitle memlû iken (zor şartlarla yüklüyken], her hatvede [adımda] bir tehlikenin ihtimali kendilerine muntazırken [kendilerini bekliyorken], bütün o fütur ve kesel {usanç ve tembellik] verecek esbaba [sebeplere! karşı tek kuvveti alabilecekleri manevi menba {kaynak} işte ancak aralarında mevcut olmak lazım gelen muhabbet idi. Onun için, tabiatıyla, teemmül ve tefekküre {ayrıntılarıyla düşünmeye] lüzum bile hissetmeden, yalnız birbirine sokulmuş olmak ihtiyacının şevkiyle {yönlendirmesiyle] bu kaleni erbabı ne kadar sevişmek için ruhlarında kudret var ise o kadar sevişmişlerdi.
Ve her türlü mahrumiyetlerin, meraretlerin [yoksunlukların, acılıkların], istihkak kesb olunmamış hücumlara {haksız saldırılara], tahkirlere maruz kalmaktan [aşağılanmalara uğramaktan] doğan hüsranların [hayal kırıklıklarının}, her vesile ile [bahaneyle] inkâr edilen, tezyife uğrayan {aşağılanan] sanatlarına müteallik [bağlı] ye’slerin [üzüntülerin], kesellerin [tembelliklerin] tek tazmini vesilesi {onurun yolu] işte bu sevişmekten ibaretti. Bununla mesut, bununla şaddılar [mutluydular}; bununla her şeye galebe çaldılar [galip geldiler}. Yalnız bir şeye mağlûp oldular, yalnız bir kaza yumruğu vardı ki başlarının üstünde tehdit vaziyetiyle dururken bir gün nihayet bu zümrenin [topluluğun}ortasına düştü, ve onları muzmahil ederek [çökerterek} dağıttı.
Bu zümre tabiatıyla o zamana ait idarenin vehimlerini tahrik etmekten hâli (kuruntularını harekete geçirmekten uzak! değildi, o bundan hâli olsaydı bile etrafında kaynayan hasedin ikaz sedası [kıskançlığın uyarıcı sesi], evhamı [kuşkuyu! uyandırmak için icap eden [gereklil mefsedet vazifesini [kötülük görevini! fazlasıyla ifa ediyordu [yerine getiriyordu!.
Her gün bu zümre, vehimlere ne derece mahrek [merkez} olduğunun bir burhanını [kanıtını} görürdü, ve her gün ona müteallik tahaffuz vasıtalarının tatbikinde [korunma araçlarının kullanılmasında} daha ziyade şiddet iltizam eden [gerektiren} bir ihtiyaca kurban olurdu. Fütur [bezginlik} getirmedi. Hayatını boğmak için gittikçe daha sıkışan zincir gırtlağında her gün biraz daha dar menfez [delik} bırakmakla beraber o böylece teneffüs edebilmek, yaşamakta ısrar edebilmek zu’mında [sanısında} bulundu; nihayet bir gün birdenbire zincir tamamıyla sıkıştı.
— Artık nefesini kes! dedi. İşte ancak o zaman kalemleri kırmak, birer köşeye çekilmek, ve senelerce, gittikçe yıpranan, gittikçe kabiliyetlerini unutan bu gençler için sanatı fersude bir meta [eskimiş bir mal} hükmünde bir dolabın karanlıklarında ve tozlarında uyutmak lazım geldi.
Bu sırada idi ki kafilenin en sonunda başlanmış bir hikâye ile ben kaldım. Bu hikâye “Kırık Hayatlar” idi. İstiyordum ki bu eserimde ona takaddüm [öncelik! eden yazılarıma ait şiir vesaiti ile [araçlarıyla [ hülyadan başka bir usul [yöntem! takip edeyim. Bunda sadece hayat olacaktı. Memleketin hakikî hayatından bir levha ki onda gözleri oyalayacak, hayali taltif edecek [ödüllendirecek} süslerden hiçbir iz bulunmasın. Balzac’ın, Stendhal’in, Bourget’nin müracaat ettikleri usulde bir hikâye ki bu üstadların namlarını [adlarım! ihtar ederken (hatırlatırken] onlara yetiş….