Kitaplardan Korkan Çocuk

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git adlı kitabıyla ülkemizde çok sevilen Susanna Tamaro, çocuklar için de kitaplar yazdı. Kitaplardan Korkan Çocuk, onun en sevilen çocuk  kitabı. Küçük Leopold, daha sekiz yaşındadır, gerçekten de kitaplardan çok korkmaktadır. Her yıl olduğu gibi sekizinci doğum gününde de, annesiyle babasının getirdikleri armağan paketini heyecanla açar, ne yazık ki, o çok sevdiği, sahip olmak için can attığı bir çift koşu ayakkabısı yerine parlak kaplı iki kitapla burun buruna gelir. Hıçkırarak ağlamaya başlar. Kitapları öfkeyle yere fırlatır, gider odasına kapanır. Annenin babanın üzüntüsü büyüktür. Leopold de kendince haklıdır. Çünkü hangi kitabı açsa kara kara harfler, kara kara lekeler havalarda uçuşmakta, çocuğun başı dönmektedir. Oğullarının bu kitap korkusu hastalığını yenmek için annesi babası çareler ararlar, onu doktora götürürler, cezalandırma yoluna başvururlar. Sonunda Leopold, çareyi evden kaçmakta bulur. Kitap okumayı seven çocuklar ona kızmasınlar. Çünkü Leopold de haklı. Ama zaten bu kitabın büyüleyici yanı, onun evden kaçmasıyla başlıyor.

O sabah evden çıkarken Leopoldo bir daha geri gelmeyeceğini biliyordu.

Bir önceki gün onun doğum günüydü; sekizinci doğum günü ve gerçekten pek hüzünlü bir gün olmuştu. Armağan olarak, uzun süredir arzu ettiği bir şeyi; bir çift koşu ayakkabısını istemişti. Kentte yaşasa bile koşmaya bayılıyordu. Koşarken havanın yüzüne çarptığını hissediyor, bu onu neşelendiriyordu. Ne yazık ki koşmak için eline pek  fırsat geçmiyordu; hatta okuldaki beden eğitimi dersi dışında buna hiç mi hiç olanak bulamıyordu. Aslında o, kırlarda ya da deniz kıyısında koşabilmeyi isterdi. Pek çok sınıf arkadaşı hafta sonlan anne babasıyla kırlara gidiyordu, ama o hiç gitmemişti. Annesi de babası da kent dışına çıkmayı sevmiyorlardı. Annesi farelerden ve örümceklerden korkardı, babası da öyle tembeldi ki bütün boş zamanlarını evde kitap okuyarak geçirmeyi yeğliyordu.

Annesinin uzattığı armağan paketinin ağırlığından ve büyüklüğünden içinden hiç de İyi bir şey çıkmayacağını hemen anlamıştı Leopoldo.

Paketin kâğıdını, içinde patlamaya hazır bir bomba varmışçasına yavaş yavaş yırtmış, isteksizce açmıştı. Sonunda bir çift koşu ayakkabısı yerine parlak kaplı iki kitapla burun buruna gelince artık buna hiç dayanamamış, Öfkeyle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

Annesiyle babasının yüzünde de büyük bir hayal kırıldığı belirmişti.

“Tatlım,” demişti annesi, “şimdi ağlama, okuduktan sonra ağlarsın.”

Babası ise,

“Baksana,” diyordu, “güzel, renkli resimler de var burada,” Leopoldo kitapları öfkeyle yere fırlatmış, sonra da kapıyı vurarak çıkıp kendi odasına kapanmıştı.

Doğduğundan bu yana doğum günlerinde kitaptan başka bir armağan almamıştı. Önce yumuşak, bez kitaplar, sonra büyük resimli, az yazılı kitaplar, soma da çok yazılı az resimli kitaplar gelmişti. Yattığı yerden gözlerini yukarıya kaldırdığında. Leopoldo kitaplarla dolu raflardan başka bir şey göre iniyordu. Bu kitaplardan hiçbirini o istememişti.

O gün. akşama doğru annesi kapının arkasından tatlı bir sesli’ konuşarak, doğum günü pastasının mumlarını söndürmesi İçin onu kandırmaya uğraşmıştı. Leopoldo.

“O mumları siz söndürün!” diye bağırmıştı.

Sonra da başka bir şey duymamak için başını yastığının altına sokmuştu. Pek Üzgün ve pek kızgındı doğrusu.

Sekiz yıl birlikte yaşadıktan sonra annesiyle  babasının,  oğullarının   kitaplarla hiç ilgilenmediklerini anlamamış olmaları ona olanaksız görünüyordu. Onlar kitap seviyor olabilirlerdi.tamam ama onun bu nedenle oğullarının da kitaplara bayılması gerekmiyordu ki! Kara lekelerle dolu beyaz kâğıtlara bakar bakmaz, sanki atlıkarıncaya binmiş gibi başı dönmeye başlıyordu.

Gecen yıl, annesi okuldaki notları çok kötü olduğu için telaşlanmış, onu bir ruh doktoruna bile götürmüştü. Doktor ona pek çok soru sormuş hatta onu bir çok plastik küplerle  oyun oynatmış, sonunda pek ciddi bir tavırla şöyle demişti:

“Kitap korkusu bu. Gene kitaplardan korkan bir hasta çıktı karşıma!”

“Kitap korkusu mu?” diye telaşla yinemişti annesi.

Bunun üzerine hekim, ona bunun yeni türeyen, çocuklar arasında hızla yayılan bir hastalık türü olduğunu açıklamıştı. İlk hastalar on yıl kadar (ince Amerika’da görülmüştü. Sonra sanki gözle görülmeyen bir veba mikrobu gibi tüm uygar ülkeleri sarmıştı.

Doktor, onları kapıdan uğurlarken.

“Hanımefendi, suç televizyonun, video oyunlarınındır. Çocuğunuzu İlanlardan uzak tutun, onu okumaya zorlayın, aklını kullanmasını öğütleyim Birkaç ay sonra mucizevi sonuçlar alacaksınız.”

Leopoldo hu sözlere karşı çıkmak istemişti ama bunu yapabilse bile boşuna olacaktı, çünkü çoktan bir alt kata inmişlerdi, doktor içeri girip gözden kaybolmuştu bile. Bunun üzerine uğradığı hayal kırıklığım annesine belirtmeye karar vermişti.

Otomobile binerlerken, annesine dönmüş ve “Biliyorsun, ben az televizyon seyrediyorum.”demişti.

“Doktorun söylediklerini duydun değil mi?” demişti annesi, “Demek ki az bile seyretsen, dokunuyor.”

“Ve benim asla bir video oyunum olmadı.

Annesi omuzlarını silkmişti; “Ben senin okulda neler yaptığını biliyor muyum? Belki de ders çalışacağın yerde, arkadaşlarının oyununa yapışıp kalıyorsundur.”

O günden sonra, kitap korkusu hastalığını yenmek için anne ve babası önemli kararlar almaya başlamışlardı. Televizyon, kara bir çöp torbasına sarılmış, bir zincirle sıkı sıkıya bağlanmış, bu da yetmezmiş gibi ucuna bir asma kilit takılmıştı. Her sabah, okula gitmeden önce annesi sınıfta video oyunu oynayıp oynamadığını denetlemek için parmak uçlarına kömür suluyordu Sonra sırtındaki okul çantasının ağırlığı altında ezilerek merdivenlerden inerken, arkasından çığlık çığlığa bağırıyordu:

“Geldiğinde ellerin temiz olursa, yandın demektir!”

Önlemler bu kadarla kalsa Leopoldo şu ya da bu hiçimde yene canını kurtarabilirdi. Zaten video oyunlarına ve televizyona pek meraklı sayılmazdı. Ama gerçek felaket babasının koymuş olduğu “Günlük Miktar” kararıyla ortaya çıktı.

Babası, doktorun koyduğu yeni hastalığın tanısını işitince şöyle dedi:

“Ben senin yaşındayken, ağırlığımın yarısı kadar kitap okumuştum. Şimdi otuz yaşımda olduğuma göre gururla, okumuş olduğum kitapların ağırlığının benim ağırlığımın en az on katı olduğunu söyleyebilirim.” Sonra da oğluna ciddi bir yüzle bakarak sözlerini sürdürdü: “Ben yüzlerce kilo kitap okudum, yüzlerce kilo ağırlığında ve yüzlerce metre küp hacminde. Hasta olduğun için okuyamıyorsan, tedavi olman gerekir. Peki hasta bir insan nasıl tedavi olur? İlaçlarını, aksatmadan, düzenli bir biçimde alarak elbette. İşte sen de böyle yapacaksın.”

Bu karar üzerine, babası Leopoldo’nun günde yüz gram okumayla işe başlayabileceğini söyledi. İlk hafta yüz gram, ikinci hafta iki yüz gram, üçüncü hafta üç yüz gram kitap okuyacak ve böyle böyle artıracaktı. Bu aşamalara uyulursa, yazdan önce şu andaki kilosuna denk ağırlıkta kitap okumuş olacak ve iyileşecekti.

Ertesi gün “Günlük Miktar’ın işleyip işlemediğini denetlemek için, eski mutfak terazisini kapının yanına koymuştu. Leopoldo çıkmadan önce bir tabak üzerine okumuş olduğu şeyleri koymak zorundaydı. Tartıya konacak ağırlık yoksa, oyun da yok demekti.

“”Günlük Miktar” işi başlayınca, Leopoldo…

Benzer İçerikler

Magistra Üç.. İki.. Bil artık!

yakutlu

Rakip Kardeşler

yakutlu

Kip Kardeşler (Ünlü Çocuk Romanları – 4) | Jules Verne

yakutlu

Sitemizin işlemesini sağlamak için teknik çerezler kullanılmaktadır. Çerezler hakkında detaylı bilgi almak için çerez aydınlatma metnini incelemenizi rica ederiz. Kabul Et Devamı

Privacy & Cookies Policy