Bir toplumda “korku kültürü” egemense, orada ne ‘gerçeğe koşulsuz saygı’ vardır ne de ‘can’ önemsenir. Her şeyde olduğu gibi bilimsel düşünce de gelişemez ve hayatlar ancak ‘mış gibi’ yaşanır.
Doğan Cüceloğlu, oğlu Timur ve öğretmen Arif’le bir Türkiye yolculuğuna çıktı. Bu yolculukta, “Niçin ‘mış gibi’ yaşıyor ve bunu sürdürüyoruz?” sorusuna yanıt aradı ve ‘mış gibi’liğe neden olan durumları irdeledi.
Cüceloğlu şimdi okurlarına soruyor: Bizimle yolculuğa var mısınız? Korku kültüründen kurtulmak için üçümüz el ele verdik, aydınlığa bir adım attık; bize katılmak ister misiniz? Haydi öyleyse!
OKURA MEKTUP
Değerli okurum.
Kitapta üç kahraman var: Doğan, Arif ve Timur. Bu kişileri sizlere tanıtmak istiyorum.
Doğan, kitabın yazarı olarak benim. Benimle ilgili kısa bilgi bu kitabın girişinde var. Daha ayrıntılı bilgiyi yaşamımı konu alan insanı Ararken’” isimli kitapta bulabilirsiniz.
Öğretmen Arif, sanal biri.
Atatürk’ün öğretmenlerle ilgili sözlerine tüm kalbimle inanıyorum: “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz millet adını almak istidadını kazanmamıştır. Ona alelade bir külle denir, millet denemez. Bir kütle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki bir toplumu hakiki millet haline koyarlar (…) Cumhuriyet sizden yüksek hi2met bekliyor.” (14.10.1925’te İzmir Erkek Öğretmen Okulu’ndaki konuşması.) ve “Ordularımızın kazandığı zafer, sizin (Öğretmenlerin) ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanıp sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız.” (27.10.1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenişi. )
Ben de Türkiye’nin geleceğinin sağlıklı, çağdaş ve uygar olmasında öğretmenlerin özel bir yeri olduğuna inanıyorum. Benim gönlümde öğretmenin ayrı bir yeri var, onun sıradan biri olmasını kabul edemiyorum. Öğretmenliğin toplumdaki en kutsal ve en önemli meslek olduğunu inanıyorum.
O nedenle Savaşçı’” adlı kitabımı, gönlünü öğretmenliğe vermiş biriyle söyleşerek oluşturdum. Bu kişi erdem yolcusu olduğundan da, ona “Arif” adını verdim. Yaşamımda özel bir yeri olan Arif Bey>, “Okurer” soyadını uygun gördüm. Bunun nedeni de, yaşamıma yön veren sevgili öğretmenim Cahil Bey’in soyadı olmasıdır.
Timur, oğlumdur, gerçek biri. iki yaşından beri Amerika’da yaşıyor ve ben Amerikalı eşimden ayrılıp Türkiye’ye dönünce, dört yıl benden, babasından ayrı kaldı.
Çocuklarımdan ayrı geçen bu dört yıl içinde çok acı çektim. Baba olmanın anlamını kavrayacak olgunluğa erişince, onlara babalık yapmak için Amerika’ya geri gittim. Onlar büyüyüp üniversiteye başlayıncaya kadar Amerika’da kaldım ve ‘hafta sonu babalığı’ yaptım.
Timur’un çocukluğu Güney Kaliforniya’da, Los Angeles’ta geçti ve ilköğrenimini ve liseyi, kamu okullarında okudu. Daha sonra Stanford ünıversitesi’nden yüksek makine mühendisi olarak mezun oldu. Şu anda kendi kurduğu şirketin yönetim kurulu başkanı olarak işini yürütüyor. Tahmin edebileceğiniz gibi ABD’de yaşıyor.
Annesi Amerikalı ve dolayısıyla ‘ana’ dili İngilizce olduğu için Türkçesi çok zayıf kaldı. Ama Stanford üniversitesi’nde kendi isteği ve gayretiyle on sekiz yaşında Türkçe öğrenmeye başladı ve bu gayretinin sonunda Türkçe konuşur, okur ve yazar hale geldi.
Ben ‘Mış Gibi Projesi’ni oluştururken Timur’un bu projeye özel bir katkısı olabileceğini düşündüğümden, ona şöyle dedim.
“Timur, sen Amerika’da büyüdüğün için olayları algılaman ve anlamlandırman benden farklı. Benim artık alıştığım, dolayısıyla göremediğim şeyleri sen hemen görebilirsin. Seninle birlikte bir Türkiye gezisi yapalım; yanımıza sanal olarak Arif Okurer’i de alalım ve gördüklerimiz ve düşündüklerimiz üzerine bir sohbet oluşturalım. Yani sen nelere dikkat ediyorsun ve farkına vardığın şeyler konusunda neler düşünüyor ve hissediyorsun, onları paylaşmanı istiyorum; benim için önemli olan bu.”
Memnuniyetle kabul etti ve bu kitaba konu olan geziyi yaptık. Gezi boyunca kalacağımız otelleri, Türkiye’nin çok önemli bir bankasının şube müdürleri ayarladı.
Üç. adımdan oluşan ‘Mış Gibi Projesi’nin ilk adımında, “Ne?” sorusuna yanıt aradım, işlemeyen, tıkanan, aksayan ne? Bu sorunun yanıtını ‘Mış Gibi’ Yaşamlar kitabında verdim. Bu kitap, âdeta bir albüm niteliğinde ve kamusal alanda, toplumsal ve bireysel yaşamımızda ‘mış gibi’ durumları hem sergiliyor hem de irdeliyor.
‘Mış gibi yaşamak’ toplumumuza özgü bir olgu değil. Her toplumda mış gibi yaşayanlar ve mış gibi durumlar var. Ne var ki, yüzyıllardır yoğun bir değişim süreci yaşayan toplumumuzda, ‘mış gibi’liğin hem kapsamı hem de derecesi Batılı toplumlardan farklı. Bu farkı incelemek ve üzerinde düşünmek istiyorum; böyle bir projenin gerçekleşmesinin zihinsel zenginliğimiz ve akıl sağlığımız için yararlı olacağına inanıyorum.
‘Mış Gibi Projesi’nin ikinci adımını oluşturan elinizdeki bu kitabın değişik yerlerinde kullandığım ‘farkındalık’, ‘malumat/, ‘bilgi’ gibi bazı kelimelerin anlamları, size bildiğinizden farklı gelebilir. Tereddütlerinizi hesaba katarak başvurabileceğiniz bir kavramlar sözlüğü oluşturdum ve kitabın sonuna ekledim.
İlk kitapta ele alınan eğitim, kamu hizmeti, çevreyle ilişkilerimiz, doğa bilinci, kadın hakları, güvenlik, yargı, adalet anlayışımız, kentleşmemiz, trafik, medya, kankoca, anababa çocuk ilişkileri ve medya alanlarında görülen ‘mış gibi’lik tesadüfen oluşmuyor. Yaşamların ‘mış gibi’ olmasının ve sürdürülmesinin temel nedenleri var.
işte elinizdeki bu kitapta, aşağıda resimleri çizili Arif, Timur, Doğan üçlüsü birlikte, “Niçin ‘mış gibi’ yaşıyor ve bunu sürdürüyoruz?” sorusunun yanıtım arıyor.
Daha önce de belirttiğim gibi bu kitap sanalı ve gerçeği sentezledi. Arifin dışında kitapta yer alan kişiler gerçek; tahmin edeceğiniz nedenlerden dolayı gerekli yerlerde bazı bun değişiklikleri yapıldı. Yol boyunca gözlenen ve üzerinde konuşulan olaylar gerçek ama bazı konuşmalar kitapta yer aldığı şekilde değil. Üzerinde durulan kavramların dana açık seçik anlaşılabilmesi için ara sıra söylenmeyen şeyleri söylenmiş, düşünülmeyen şeyleri düşünülmüş gibi aktardım. Yolculuk esnasında konuşulan ve kaydedilen bazı konuşmalar, konuya pek açıklık getirmeyeceği için dışarıda bırakıldı. Ama altını çizerek yeniden söylemek istiyorum, gözlenen ve buraya aktardan olaylar gerçektir.
Buraya Timur’la ilgili özel bir not koymak istiyorum, Annesi Amerikalı ve iki yaşından beri Amerika’da büyümesine rağmen babası Türk olduğu için kendini Türklere çok yakın hissediyor. Özellikle bizim halk kültürümüzle ayrı bir gönül bağı var. Her ikimiz de bu kitabın Türkiye’nin geleceği için yararlı olacağına inanıyoruz.
Bu kitabın yaran ne olabilir?
Çok genel hatlarıyla İfade edecek olursam, Türk toplumu, geleneksel kültürden bilimsel düşünce ve tutumla yaşama bakan çağdaş kültüre geçiş sürecinin İçinde. Bu, Atatürk devrimleriyle hızlanan çok kapsamlı bir süreç. Bu süreç içinde bilimsel düşünce ve tutum geleceğimize yön versin istiyoruz ama bilimsel düşünce ve tutumu ayakta tutacak olan değerler zeminimizi tam oluşturamamışız. Örneğin, bir ülkede ‘gerçeğe koşulsuz saygı’ bir değer olarak yaşamıyorsa, o ülkenin üniversiteleri mevki ve makam için birbiriyle kıyasıya kapışan mış gibi akademisyenlerin yuvası olur. Bilimsel düşünce ve tutum boşlukta gelişemez; bilimsel düşünce ve tulumun gelişeceği değerler ortamını oluşturmanın yaşamsal önemi vardır.
Bu değerlerin yer aldığı anlam verme sistemlerini oluşturmamız ve konuşmamız gerektiğine inanıyorum.
Bu oluşunca, özünde taşıdığı gerçek kimliğini bulacak olan halkımız, üretici, yaratıcı, onurlu, özgür olarak yaşayabileceği gerçek demokrasileri oluşturacaktır.
Timur’la gezi boyunca gözlemlediğimiz olayları nasıl değerlendireceğimiz konusu üzerinde titizlikle durdum.
[ki yaklaşımdan birini seçecektim. İlkine, daha iyi başka bir ifade bulamadığım için ‘aşiret zihniyeti’ adını veriyorum. Bu zihniyetin iki türlü yansıması vardır: Ya bizim ‘aşiretin’ her şeyi kötüdür ya da bizim’ aşiretin’ her şeyi iyidir.
ikincisi verilere, gözlemi ere dayalı bilimsel yaklaşımdır. Bilimsel yaklaşımda kutsal olan verilerdir ve gerçeği keşfetmek teme) amaçtır. Bu irdelemenin sonunda toplumumuzla ilgili korumamız gereken sağlıklı yönlerimizi belirleyebileceğimiz gibi, hemen değiştirmemiz gereken, insanca yaşamanın önünü tıkayan sağlıksız yönlerimizi de keşfedebiliriz.
Tahmin edebileceğiniz gibi ikincisini seçtim. Bu kitapta, Türk kültürünü ve halkımızın yaşamını yargılamamaya özen gösterdim. Niçin? Çünkü yargılayıcı tavır, bilimsel nesnel tavırla çelişir. Timur ABD de büyümüş biri olarak gördüklerine anlam verirken, doğal olarak, kendi yaşamını ölçüt olarak kullandı.
Yargılama görmek isteyen biri, bu kitabı o biçimde algılayabilir ve anlamlandırabilir. Ve o zaman bu kitabı okumak için harcayacağı zamana yazık olur.
Bu kitap, kendini gerçeği keşfetmeye ve keşfettiği gerçeklerle dürüstçe yüzleşmeye gönül vermiş okurlar için yazılmıştır. Ülkemde, özellikle üniversite gençleri arasında onların sayısının az olmadığını biliyorum.
ileriki bir tarihte çıkarmayı düşündüğüm ‘Mış Gibi Projesi’nin üçüncü kitabında, “Ne yapalım?” sorusunun yanıtını arayacağım. Çocuklarımızın ‘mış gibi’ yaşamamaları için birey olarak, aile olarak, kurumlar olarak, devlet olarak nelerin farkında olmalı ve neler yapmalıyız? Hangi stratejileri geliştirip ne gibi uygulamalar yapmalıyız?
Tahmin edebileceğiniz gibi ‘Mış Gibi Projesi’ne önem veriyorum, o nedenle internet sitem www.dogancuceloglu.net adresinde “Mış Gibi Yaşamlar” için ayrı bir ulaşım düğmesi koydum. Düşündüklerinizi, önerilerinizi, eleştirilerinizi bu kanalla bana ulaştırabilirsiniz. Buraya yazılan her mektubu okuyorum.
Umarım bu kitap yaşamınızı zenginleştirir.
Dostlukla,
Doğan Cüceloğlu
istanbul, Kasım 2007
…